#AlbertCamus etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
#AlbertCamus etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Ekim 2019 Pazar

Albert Camus - Calıgula

..Şu dünyaya, şu haliyle tahammül etmem mümkün değil. O yüzden aya ihtiyacım var, ya da mutluluğa ya da ölümsüzlüğe, varsın adı delilik olsun, benim öylesine, şu dünyadan olmayan bir şeye ihtiyacım var. (Sayfa: 22)
*****
Calıgula:
*
İşte bu kadar.! (İçer.) Dinle şimdi. (Hayallere dalmış gibi) Evvel zaman içinde, kimselerin sevmediği bir imparator yaşarmış. Kimseler imparatoru sevmezmiş ama imparator, Lepidus'u çok severmiş. Günün birinde bakmış ki imparator, Lepidus küçük oğlunu çok seviyor, oracıkta öldürtmüş küçük oğlunu; çünkü Lepidus'un yüreğinden o sevgiyi söküp atmak istemiş. (Farklı bir sesle) İnanmayın canım hemen, hikâye işte. Komik ama değil mi.? Eh gülmüyorsun Lepidus. Kimse mi gülmüyor yoksa.? Gülmüyor.. Pekâalâ. (Birden öfkeye kapılır) Herkesin derhal gülmesini emrediyorum.! Güleceksin Lepidus, hepiniz güleceksiniz. Kalkın ayağa, gülün katıla katıla. (Masaya yumruğunu vurur.) Göreceğim, hepinizin güldüğünü göreceğim.
(..)
(Sedire devrilir, kendinden geçmiş halde kahkahalar atarak) Şunlara bak Caesonia, şu rezilliğe bak.! Zarafetten, saygınlıktan bahsedenlerin haline bak, gördün mü buraya kadarmış, hani nerede kaldı atalarımızın bilgeliği, hani millet görse ne derdi, lafta kaldı bak, buraya kadarmış hepsi. Bunun adı korku Caesonia, korkunun önünde hiçbir şey duramaz. Esaslı duygudur korku, medet ummaz başkasından, saftır, sahicidir, atadan gelir asaleti. (Sayfa: 54)

#AlbertCamus  #Calıgula

#AlbertCamus  #Calıgula

30 Kasım 2018 Cuma

Albert Camus - Düşüş



Arka Kapak

*
XX. yüzyıl düşünce ve edebiyat dünyasının kuşkusuz en etkili adlarından biri olan Albert Camus, gerek Başkaldıran İnsan ve Sisifos Söyleni gibi felsefi kitaplarında, gerek Yabancı, Veba, Sürgün ve Krallık gibi edebi yapıtlarında, insanın çağdaş dünya karşısındaki duruşunu sorgular. Ölümüne yakın, 1956'da yayımladığı Düşüş, modern insanın, kendi bencillik ve çaresizliklerini adım adım görmek zorunda kalışının romanıdır.
*
Parisli saygın bir avukat, soylu davaların savunucusu ve çapkın bir erkek olan Jean-Baptiste Clamence, Amsterdam'da köhne bir barda geçmişini anımsar. Kendisiyle yüzleşirken geçmişteki kesinlikler belirsizliklere, başarılar başarısızlıklara dönüşür. Clamence'ın itiraflarında, elini taşın altına koymadan yaşayanların, pek çoğumuzun öyküsü vardır. Onun ''düşüş''ü hepimize ulaşır. Camus'nün, burjuva ahlak anlayışını zekice alaya aldığı Düşüş, başarılı tekniğiyle de öne çıkan bir roman.
*****
''.ilkel ormanların sessizliğidir bu, ağzına kadar yüklü olan..''
(Sayfa: 9)
***
''..insan üzerinde çok düşündüğümüz zaman, primat maymunlara özlem duyduğumuz olur. Art düşünceleri yoktur onların.'' (Sayfa: 10)
***
''Fransa'da yaşarken, akıllı bir adamla karşılaştığım zaman hemen arkadaşlık kurmadan edemezdim. Ah.! Görüyorum ki, şart kipindeki bu deyişte duraksıyorsunuz. Bu kipe karşı ve genellikle güzel dile karşı duyduğum zaafı itiraf ederim. Bu zaafımdan dolayı suçluyorum kendimi, inanın. İyi bilirim ki, nitelikli çamaşır zevki insanın ayaklarının ille de kirli olmasını gerektirmez. Biçem de, poplin kumaş gibi, mayasılı gizler çoğu zaman. Eninde sonunda kem küm edenler de temiz değildir diyerek avutuyorum kendimi. Elbette, ardıç rakısı içelim yine.
(..) ''..Ama yüreğin belleği vardır..'' (..)
Paris gerçek bir göz cümbüşüdür, dört milyon siluetin oturduğu görkemli bir dekordur. Son sayımda beş milyon mu.? Desenize, yavrulamışlar. Şaşmam buna. Bana hep öyle gelmiştir ki, hemşerilerimizin iki tutkusu var: fikirler ve zina. Rasgele, sanki. Onları suçlamaktan da kaçınalım hani; yalnız onlar değil, tüm Avrupa da bu durumda. Gelecekteki tarihçilerin bizim için ne diyeceklerini düşünüyorum bazen. Günümüz insanı konusunda bir tümce söylemek yetecektir onlara: Zina ediyordu ve gazete okuyordu. Bu güçlü tanımdan sonra konu biter, diyebilirim.''
(Sayfa: 11)
***
''Temiz bir yaşama razı mısınız.? herkes gibi.?'' Evet diyorsunuz doğal olarak. Nasıl hayır diyebilir insan.? ''Tamam. Sizi temizlerler. Bir iş, bir aile, örgütlenmiş boş zaman işte budur.'' Ve küçük dişler tene saldırır, kemiklere kadar yer. Ama yanlış söyledim. Onların örgütü dememeli. Bizim örgütümüz bu, eninde sonunda; Kim bizi temizleyecek.!'' (..) ''.. hepimiz her şeyde aşağı yukarıyız..'' (Sayfa: 12)
***
''.. Ben de okumuş yazmış bir insanım, yine de, yalnızca yüzünüze bakarak içimi döküyorum size.'' (Sayfa: 13)
***
''.. İnsanın karakteri olmadı mı, bir yöntem bulması gerek.''
(..) Yeni bir yüz gördüğüm zaman, bende biri bir alarm zili çalıyor. ''Yavaş olun. Tehlike var.!'' Sempatinin en güçlü olduğu zamanlar bile, tetikteyim. (..) Güvensizliği kabul etmeyen saf yürekli bir insan tanıdım. Barışçıydı, özgürlükçüydü, tüm insanlığı ve hayvanları aynı sevgiyle seviyordu. Seçkin bir ruh, evet, bu kesin. Avrupa'da, son din savaşları sırasında köye çekilmişti. Evinin eşiğine şöyle yazmıştı: ''Nereden gelirseniz gelin, hoş geldiniz, buyurun içeri.'' Sizce kim yanıt verir bu güzel davete.? Milis askerleri.! İçeri girerler evlerine girer gibi ve bağırsaklarını deşerler adamın.'' (Sayfa: 14-15)

*
''Hiç birdenbire yakınlık, yardım, dostluk ihtiyacı duyduğunuz olmadı mı.? Evet, elbette. Ben yakınlıkla yetinmesini öğrendim. Yakınlık kolayca bulunur, hem de hiçbir bağlantıya sokmaz insanı. İç konuşmadaki, ''Size yakınlık duyduğuma inanın,'' sözü hemen, ''Şimdi de başka şeylerle uğraşalım,'' sözünden önce gelir. Bu, başbakanlara özgü bir duygudur; felaketlerden sonra ucuza elde edilir. Dostluk ise daha sadedir. Uzun sürelidir ve elde edilmesi zordur, ama bir kez de elde edildi mi, artık ondan kurtuluş yoktur, gereğini yerine getirmek gerekir. Hele hele hiç sanmayın ki, dostlarınız her akşam size telefon edip dostluk gereği o akşam intihara mı karar verdiniz ya da düpedüz arkadaşa mı ihtiyacınız var, dışarı çıkacak durumda mısınız diye soracaklar. Hayır, eğer telefon ederlerse, bu, sakin olun, yalnız olmadığınız ve yaşamın güzel olduğu bir akşam vakti olacaktır. İntihara ise daha çok onlar itecektir sizi, onlara göre, kendinize karşı ödeviniz gereği. Dostlarımızın bizi çok yüceltmesinden Tanrı korusun bizi, aziz bayım. Görevi bizi sevmek olanlara, yani yakınlarımıza, müttefiklerimize (ne deyim.!) gelince, başka bir derttir bu. Gerekli sözcüğü söyler onlar, ama bu, daha çok, işlerine gelen bir sözcüktür; tüfek atar gibi telefon ederler. Ve de vururlar. Ah.! Bazaine'ler.!..''
***
(Bazaine: 1881-1888 yılları arasında yaşamış Fransız Mareşali. Çeşitli entrikalara karışmış, ölüme mahkûm edilmiş, bu ceza yirmi yıl hapse çevrilmiş, hapisten kaçmış ve İspanya'da ölmüştür.)
***
''Evet, hepimiz yatabileceğiz bir gün, bu da kurtuluş olacak. Ama kolay değil bu, çünkü dostluk dikkatsizdir ya da en azından güçsüzdür, istediğini yapamaz. Belki de yeterince istemez mi bunu.? Belki de yaşamı yeterince sevmiyor muyuz.? Duygularımızı yalnız ölümün uyandırdığına dikkat ettiniz mi.? Bizden yeni ayrılmış dostlarımızı ne kadar severiz, değil mi.? Ağızları toprakla dolup hiç konuşmaz olmuş hocalarımıza ne kadar hayranızdır.! Saygı o zaman çok doğal olarak gelir, belki de tüm yaşamları boyunca bizden bekledikleri o saygı. Ama biliyor musunuz niçin ölülere karşı hep daha dürüst ve hep daha cömertizdir.? Nedeni basittir.! Onlara karşı bir yükümlülüğümüz yoktur. Özgür bırakır bizi onlar, zamanımızı rahatça kullanabiliriz, saygıyı boş zamanlarımızda kokteylle sevimli bir metres arasına koyabiliriz. Bizi bir şeye yükümlü kılarlarsa, belleğe yükümlü kılar onlar, bizimse belleğimiz zayıftır. Dostlarımızda sevdiğimiz, taze ölüdür, acılı ölü, heyecanımız, eninde sonunda kendimiz.!
Çoğu zaman kendisinden kaçtığım böyle bir dostum vardı. Bizzat canımı sıkıyordu, üstelik ahlaklıydı. Ama, can çekişirken beni buldu yeniden, telaşlanmayın. Her gün ziyaretine gittim. Benden hoşnut olarak, ellerimi sıkarak öldü. Sık sık peşime düşen ve emeline ulaşamayan bir kadın genç yaşta ölüverdi. Yüreğime öyle bir oturdu ki.! Üstelik kendini öldürmüştü kadın.! Tanrım, ne tatlı telaş.! Telefon çalar, yürek taşar, cümleler kısa kesilir, ama örtülü anlamlarla yüklüdür, acı bastırılır ve hatta, evet, biraz da kendini suçlar insan.! (Sayfa: 27-29)
***
''.. Bir adam tanıdım, kafasız bir kadına yaşamının yirmi yılını vardi. Her şeyi feda etti ona, dostlarını, emeğini, dürüstlüğünü bile, ama bir akşam, kadını hiç sevmemiş olduğunu anladı. Canı sıkılıyordu, hepsi bu, insanların çoğu gibi canı sıkılıyordu. Böylece karmaşa ve dram dolu bir yaşam yaratmıştı kendine. Bir olayın olması gerek, insan bağlantılarından çoğunun açıklaması işte bu. Bir olayın olması gerek, hatta aşksız bir köleliğin, hatta savaşın ya da ölümün bile. O halde yaşasın ölü gömme törenleri.!..'' (Sayfa: 31)
***
''.. Eğer pezevenkler ve hırsızlar her zaman ve her yerde mahkûm olsalardı, masum insanlar tümüyle ve hep masûm sanacaklardı kendilerini, aziz bayım..'' (Sayfa: 33)
***
''.. Bana öyle geliyordu ki, hiç öğrenmemiş olduğum, ama yine de çok iyi bildiğim bir şeyi, yani yaşamayı unutuyordum..''
(Sayfa: 34)
*
Avukat olduğum için konuşma sıkıntısı, askerde komedyen çırağı olduğum için de bakış sıkıntısı çekmiyordum. Sık sık rol değiştiriyordum; ama ortada her zaman aynı piyes vardı. Örneğin, anlaşılmaz bir biçimde çekilme numarası. ''Ne olduğunu bilemiyorum,'' ''Nedeni yok, çekiciliğinize kapılmak istemiyordum, aşktan bezmiştim vb.'' numarası, repertuvarın en eski numaralarından biri olsa da, her zaman etkiliydi. Ayrıca, başka hiçbir kadının size vermediği, belki de, hatta kesinlikle geleceği olmayan (çünkü çok fazla güvenceye almazdı insan kendini), ama bu yüzden yerine başkası konulamayacak gizemli mutluluk numarası da vardı. Özellikle, her zaman iyi karşılanan küçük bir söylev geliştirmiştim, eminim, alkışlayacaksınız bunu. Bu söylevin özü şu acıklı ve boyun eğen beyanda yatıyordu: Hiçbir şey değildim ben, bana bağlanmaya değmezdi, yaşamım başka yerdeydi benim, günlük mutluluktan nasibi yoktu bu yaşamın, oysa bu mutluluğu belki her şeye yeğlerdim, ama işte, iş işten geçmişti artık. Bu kesin sonuçlu gecikmenin nedenleri üzerinden esrar perdesini kaldırmıyordum, yatağa gizlerle dolu olarak girmenin daha etkili olduğunu bildiğimden. Bir anlamda zaten, söylediklerime inanıyor, rolümü yaşıyordum. (Sayfa: 46)
(..)
..kadınlardan kimileri bana zaman zaman şöyle böyle bir zevk verseler bile, kuşkusuz, birdenbire yeniden kavuşulan bir suç ortaklığından önceki hasretin hızlandırdığı o tuhaf arzudan yardım görerek, ama aynı zamanda, ilişkimizi sıkılaştırmanın ancak bana bağlı olduğunu görmek için de, o kadınlarla yeniden ilişkiye girmeye çalışıyordum ara sıra. Dahası bazen, işi başka hiçbir erkeğe bağlanmayacaklarına dair yemin ettirmeye vardırarak bu konudaki kaygılarımı kesin olarak yatıştırmaya çalışıyordum. Yine de ne yüreğin, ne de hayal gücünün bu kaygıda bir payı yoktu. Gerçekten de bir çeşit, iddialı olma alışkanlığı bende o denle somutlaşmıştı ki, durumun apaçık olmasına karşın benim olan bir kadının bir gün başkasının  olabileceğini kafamın içinde canlandırmakta güçlük çekiyordum. Ama onların bana ettikleri o yemin onları bağlarken beni özgür kılıyordu. Kimsenin olmadıkları sürece onlarla ilişkimi koparmaya karar verebiliyordum, bu ise, öteki durumda benim için hemen her zaman olanaksızdı. Böylelikle onlar yönünden, onları denetlemiş oluyordum; benim gücümse uzun zaman için sağlama bağlanıyordu. İlginç, değil mi.? Ama durum böyle işte, aziz hemşerim. Kimileri, ''Sev beni!'' diye bağırır, ötekiler, ''Sevme beni.!'' diye. Ama en kötü ve en mutsuzu olan bir bölüm de, ''Sevme beni, yine de bana sadık kal.!'' diye. Ne var ki, doğruyu hiçbir zaman kesin olarak anlayamayız, her varlıkta buna yeniden başlamak gerekir. Yeniden başlaya başlaya, alışkanlıklar edinilir. (Sayfa: 47-48)
***
Bakın, size anlattığım bütün şeylerden sonra, içim neyle doldu dersiniz.? Kendimden tiksinmeyle mi.? Ne münasebet, en başta başkalarından tiksiniyordum ben. Gerçi kendi kusurlarımı biliyor ve bunlardan yeriniyordum. Yine de, hayli övgüye değer bir inatla bunları unutmaya devam ediyordum. Başkalarının davası ise, tersine, yüreğimde boyuna sürüyordu. Kuşkusuz bu sizi şoke ediyor, değil mi.? Belki de bunun mantıklı olmadığını düşünüyorsunuz.? Ama sorun mantıklı kalmak değil. Sorun aradan sıyrılmak, özellikle de, evet özellikle de yargıdan kurtulmaktır.. (Sayfa: 56)
***
''.. Kitapların vaat ettiği, benimse hayatta hiç karşılaşmadığım aşkı başka yerde aradım..'' (Sayfa:72)
***
''.. hiç kimsenin masum olduğunu kesinlikle söyleyemeyiz, oysa herkesin suçlu olduğunu kesinlikle onaylayabiliriz. Her insan başkalarının suçuna tanıklık eder, inancım ve umdum bu benim..''
(Sayfa:78)
***
(..Hepimiz suçlu olduğumuz zaman, demokrasi olacaktır..) (Sayfa:95)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...