26 Eylül 2021 Pazar

Fırat Cewerî - Maria Bir Melekti (Çeviren: Muhsin Kızılkaya)

 

Arka Kapak:
*
"Gece yarısı kapımı çaldı. Uyuyordum. Pijamayla kalkıp kapıyı açtım ona. Titriyordu. Yüzü sapsarıydı. Yavaşça kolunu tutup içeri çektim. Tek gözlü evimin tek sandalyesine oturttum. Ben de karşısına, yatağıma oturup ona baktım. Gömleği kanlar içindeydi. Merakla sordum: "Daniel, ne oldu.?" Önce cevap vermedi, sanki soruyu ona sormamışım gibi. Gerçekten o Daniel değildi, bakışları ölüydü. Sanki gerçeğinden uzaklaşmış, başka bir kalıba bürünmüştü. Tekrar sordum: "Daniel, başına ne geldi.?"
*
Daniel'in başına neler geldiğini, nasıl bir ruh hali içerisinde kaybolan benliğini aradığını, travmalarıyla boğuşurken hayatındaki iki kadından birinin göğsüne saplanan bıçağın her şeyi nasıl değiştirdiğini gösteriyor Firat Cewerî. Göstermekle kalmıyor; çarpıcı biçimde hissettiriyor. Derin bir his bu, bireyin iç dünyası irdelenirken toplumsallığın hiç kaybolmadığı ima ediliyor Maria Bir Melekti'de.
*
Cewerî, Daniel'in şahsında 12 Eylül cehennemini, Kürt ve Ermeni sorununu, sürgünlük yaşamını ve aidiyetin esaslı sorularını, edebiyatı ve estetiği asla ihmal etmeden ustalıkla işliyor..
*
Hayatım karanlıkta gözlerini açıyordu bazen.
*
Tomas Tranströmer (Sayfa: 5)

*
BİRİNCİ BÖLÜM

*

"Kendimi, gençliğimi arıyorum," dedin.
"Gençliğin, kalbinde yaşıyor.." dedi. (Sayfa: 11)

*****
*****
''Ölüm uykusundan daha derin bir uyku yoktur. Belki daha huzurlusu da.. Huzursuzluk, ölünün ardında kalanların payına düşer.'' (Sayfa: 33)

*****
*****

''İnsanlar yaşarken birbirlerini üzüp kırsalar da, tekrar barışabilirler, barışmazlarsa da hayat ellerinden tutar her birini bir yola sevk eder nihayetinde. Ama ölüler için mezardan başka yol yok.'' (Sayfa: 55)

*****
*****

''Ona alışmıştın, seni hayata bağlamış, hayatının bir parçası haline gelmişti. Sadece yaşayanlar insanın hayatının bir parçası haline gelmez. Bazen bir alet, bir giyecek, bir ev, bir kedi insanın hayatının ortağı olup anlamsız hayatına bir anlam katabilir.'' (Sayfa: 67)

İKİNCİ BÖLÜM

*

Saqo Şelal:

*

''Daniel'e yaptıkları işkence bizimkinden de kötüydü. Müslüman olmadığı için daha çok üzerine gittiler. Hatırlıyorum, gözbağını çözüp, işkence yaptıkları büyük salonun ortasına attılar. O sırada üzerine atılıp onu cellatların elinden kurtarmak geldi içimden ama buna cesaret edemedim. Kısa boylu tıknaz olan cellat bağırarak ona, ''Ya, ya sünnetsiz gavur seni, göreceksin şimdi başına neler getireceğiz.'' dedi.
Başına neler getireceklerini biliyorduk. Bize yaşattıklarının yarısını yaşatsalar eğer, bu demektir ki sakat bırakacaklardı onu. Ama sen de biliyorsun, amaçları bizim bedenimizde yara açmak değildi, onların amacı oklarını kalbimize saplayıp, ruhumuzda derin yaralar açmaktı. İlk yara, büyük celladın Daniel'e indirdiği tekme sonucu kafasından üzerimize sıçrayan kanla oluşmadı. Bu hoş geldinizin başlangıcıydı.'' (Sayfa: 89)

*****
*****

''Gelip Daniel'in önünde durdu, önce yukarıdan baktı ona, sonra bakışlarını, ellerini bitiştirmiş, başları önlerine eğik bir halde emirlerini bekleyen tutsakların üzerinde gezdirdi, daha sonra da bakışlarını tekrar Daniel'in üzerine çevirdi. Sanki biraz sonra elindeki bıçakla boynunu kesecek gibi duruyordu. Ama yapmadı, elini kemeri daha önce çıkartılmış olan Daniel'in pantolonuna attı, diz çöküp aşağı indirdi. Hâlâ ne yapacağını bilmiyorduk. Donunu da indirdi. Orada hepimizin içinde anadan üryan kaldı. Utancından elleriyle apış arasını kapattı. Hâlâ incecik bir kan sızıyordu orasından. Geniş omuzlu cellat yavaşça ellerini orasından çekti. Daniel kafasını kaldırıp bakışlarını üzerimizde gezdirdi. Yardım istiyordu. Ama hiçbirimizin kendisine yardım edemeyeceğimizi biliyordu. Sanırım çarmıha gerilmiş İsa'yı getirdi aklına. Kendisine yardım edemeyen İsa onun imdadına yetişti, hiç olmasa güç verdi ona, kendisini kuvvetli hissetti. Ama cellat eliyle penisini tuttu, tutsaklara göstermek amacıyla salladı ve kahkahalarla güldü: ''Bakın şu günahkâra dikkat edin.! Belki de aranızda bunlardan çok var. Ama Allah'ın izniyle hepinizi doğru yola getireceğiz.''
Bu kez sol elinin baş ve işaret parmaklarını cımbız gibi kullanarak penisindeki deriyi çekti ve sağ elindeki bıçağı salladı. Derisi celladın elinde kaldı, kanı etrafa dağıldı. Daniel yere yığılıp bayıldı. Hepimiz öldü sandık. Yıllar sonra hep aynı şeyi tekrarladı: ''Keşke o gün ölseydim de tekrar ayağa kalkmasaydım.''..'' (Sayfa: 91-92)

Binbir Gece Masalları Cilt 3/2, Fransızcaya Çeviren: Joseph Charles Mardrus, Fransızcadan Çeviren: Âlim Şerif Onaran

 

ON BİRİNCİ KİTAP

*

Genç Nur ile Yiğit Frenk Kızının Öyküsü:

*

''Ey şarap yüklü, şerbet kadar tatlı ve karga kadar siyah üzüm salkımları, koyu yapraklar arasından sızan parıltınız, yeni kınalanmış kadın parmakları gibi gösterir sizi; ve kütüklerin üzerinde zarafetle sarkarak, her durumda, sarhoş edersiniz bizi ve ruhumuz güzelliğine hayran olur; çiğneme fıçısında öylece durur ve sarhoş eden bala dönüşürsünüz.'' (Sayfa: 418)


*****

*****

''Bak, ey tellal.! Doğanın düzenini alt üst eden şu adama bak.! Bu iri kuyruklu bir koyundur.! Ama kuyruğu çenesinde çıkmış.! Ve eminim ki, sen beni böylesine uzun sakallı ve dolayısıyla zekâsı kıt birine teslim etmezsin.! Çünkü bilirsin ki, zekâ ve akıl sakalın uzunluğuyla ters orantılıdır.'' (Sayfa: 433)

Alaaddin ve Sihirli Lamba Öyküsü (Sayfa: 510)

Harun Reşid'in Soytarısı Behlül:

''Anlatırlar ki, Halife Harun Reşid'in kendisiyle birlikte sarayda yaşayan, kederli saatlerinin sıkıntısını dağıtarak onu eğlendirmek üzere görevli, Bilge Behlül diye anılan bir soytarısı varmış. Halife, ona, bir gün ''Ya Behlül, Bağdat'ta kaç budala bulunduğunu biliyor musun.?'' diye sormuş. Behlül de ''Sultanım, bunun listesi biraz uzun tutar.!'' diye yanıt vermiş. Harun ''Seni bunu yapmakla görevlendiriyorum.! Tam bir liste olmasını da beklerim.!'' demiş. Behlül de uzun bir kahkaha atmış. Halife, ona ''Neyin var, Behlül.?'' diye sorunca; Behlül ''Efendimiz, ben, her türlü yorucu çalışmanın düşmanıyım. Bundan dolayı, seni hoşnut kılmak için, iyisi mi, ben, Bağdat'ta bulunan bilgelerin listesini çıkarayım sana.! Çünkü böylesi bir iş beni ancak bir yudumluk su içecek süre kadar uğraştırır. Ve pek kısa olacak bu listeyle, Tanrı tanıktır ki, saltanatının başkentindeki budalaların da sayısını öğrenmiş olursun.!'' demiş.

İşte bu Behlül, bir gün, halifenin tahtı üzerine oturarak, bu gözüpek davranışından dolayı, kapı kullarından epeyce sopa yemiş. Bu olay dolayısıyla kopardığı çığlıklar tüm sarayı heyecan içinde bırakmış, bizzat halifenin de dikkatini çekmiş. Ve Harun, soytarısının sıcak gözyaşları döktüğünü görerek onu teselli etmeye girişmiş. Ama Behlül, ona ''Ne yazık ki, ey Emirü'l-Müminin, benim acılarım teselli kabul etmez, çünkü ben kendime ağlamıyorum, efendim halifeye ağlıyorum.! Eğer, gerçekte, onun tahtını bir an işgal ettiği için bunca dayak yiyorsam, yıllar ve yıllar boyunca onu işgal edeni, ne büyük bir tehdit beklemektedir kim bilir.!'' demiş.'' (Sayfa: 724)


Sultan Nurü'n-Nehar ile Güzel Ecinniye Öyküsü (Sayfa: 774) 
(Uçan Halı)



''Hindistan'ın bu ülkesinin gerçekten  garip olan merak uyandırıcı şeyleri hayranlıkla izlemiş.(..) 
Ama bu, yıkılıp kahrolası mabedin  asıl çekici varlığı, som altından insan boyunda bir heykelmiş. Bu heykelin gözleri oynak iki yakuttan imiş. Ve bu gözler öylesine  bir sanatla yapılmış bulunuyormuş ki, âdeta canlı ve önünde bulunan kişilere bakar ve hareketlerini izler gibiymiş.'' (Sayfa: 780)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...