#Engels etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
#Engels etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Mart 2023 Pazartesi

Friedrich Engels - Maymunun İnsanlaşma Sürecince Emeğin Rolü (Türkçesi: Murat Şenoğuz)


Arka Kapak:

*
Önce emek sonra emekle elele veren dil, maymun beynini tedricen insan beyni haline getiren iki etkendir. O insan beyni ki, esas olarak maymun beyni olduğu halde bu iki etkenin etkisi ile maymun beynine göre çok büyümüş ve çok daha karmaşık fonksiyonları yerine getirir hale gelmiştir. Beynin gelişmesi ile onun en yakın silahları olan sinirlerde ona paralel olarak gelişmiştir. Konuşmanın adım adım gelişmesi nasıl konuşma için gereken işitme organlarının gelişmesi ile paralel gitmişse, beynin gelişmesi de genellikle bütün organların gelişmesi ile beraber yürümüştür.
*
Friedrich Engels Kimdir.?
*
''Hegel'in felsefesi zihin ve düşüncelerin gelişmesinden bahsediyordu, yani idealistti. Zihin gelişmesinden doğanın, insanın, insani ve toplumsal ilişkilerin gelişmesine varıyordu. Hegel'in ebedi gelişim fikrini (Marx ve Engels'in düşünsel gelişimlerinde büyük Alman Filozoflarına, özellikle Hegel'e çok şey borçlu olduklarını sık sık belirtmişlerdir. Engels, ''Alman felsefesi olmasaydı bilimsel sosyalizm hiçbir zaman doğmazdı'' demişti.) kabul ettikleri halde, Marx ve Engels düşüncelerin şeylerden önce varolduğunu iddia eden idealist görüşü reddediyorlardı.
Onlar, yaşantıya dönerek evrenin zihinsel açıklamasına doğadan ve maddeden varılması gerektiğini gördüler. Hegel ve diğer Hegelcilerin tersine Marx ve Engels materyalist idiler.'' (Sayfa: 12)
*
''Engels proletaryanın sadece acı çeken bir sınıf olmadığını, aslında proletaryayı önüne geçilmez şekilde ileri iten ve eksiksiz bir kurtuluş için savaşmaya zorlayanın, bu sınıfın içinde bulunduğu utanç verici ekonomik durumun olduğunu söyleyen ilk kimseydi. Savaşan proletarya kendi kendine hizmet edecektir. Emekçi sınıfın siyasi hareketi, işçileri kaçınılmaz bir şekilde tek kurtuluşun sosyalizmde olduğunu anlamaya yöneltecektir. Öte yandan, sosyalizm emekçi sınıfın, siyasi mücadelesinin amacı olduğu zaman bir güç haline gelecektir.'' (Sayfa: 14)
*
''Engels, İngiltere'ye gelene kadar, sosyalist değildi. Manchester'de, İngiliz işçi hareketinde aktif olan kimselerle ilişki kurdu. Ve İngiliz sosyalist yayın organları için yazmaya başladı. 1844'de Almanya'ya dönerken Paris'te daha önce mektuplaşmaya başladığı Marx ile karşılaştı. Farnsız sosyalistlerin ve Fransız yaşantısının etkisi altında Marx da sosyalist olmuştu. Burada ikisi Kutsal Aile ya da Eleştirisel Eleştirinin Eleştirisi adlı kitabı kaleme aldılar. İngiltere'de işçi sınıfının durumundan bir yıl önce çıkan, büyük bir kısmı Marx tarafından yazılan bu kitap, esas görüşlerini yukarıda açıklamış olduğumuz ihtilalci materyalist sosyalizmin temelini içerir.
''Kutsal Aile'' filozof Bauer kardeşlere ve müridlerine verdikleri alaycı lakaptır. Bu baylar bütün pratik eylemlerden ve çevreyi ve çevrede meydana gelen olayları eleştirisel olarak ele alan ve bütün gerçeğin, partilerin ve siyasetin üstünde yer alan bir eleştiriyi vaaz ediyorlardı. Bu baylar, Bauer'ler, proletaryayı eleştiri yeteneğinden yoksun olan bir yığın olarak küçük görüyorlardı. Marx ve Engels bu güç ve zararlı eğilime şiddetle karşı çıktılar.'' (Sayfa: 15)
*
MAYMUNUN İNSANLAŞMA SÜRECİNDE EMEĞİN ROLÜ
*
Ekonomistler, ''Emek, her türlü zenginliğin kaynağıdır'' diyor. Gerçekten, emeğin zenginlik haline çevirdiği materyali (ilk maddeleri) veren doğa ile beraber iş, her türlü zenginliğin kaynağıdır. Fakat, emek bundan da çok daha büyük bir şeydir. O, insanlığın iki temel koşuludur ve bu nitelik, bize, insanı yaratan emektir, dedirtecek ölçüdedir. Yerküre tarihinin jeologlarca üçüncü devir denilen devrimin, henüz tamamıyla kesin olarak tayin edilemeyen bir çağın da ve tahminen o devrin sonuna doğru, yani bundan birçok yüzbinlerce yıl önce, sıcak bir yerde, büyük bir olasılıkla şimdiki halde Hint Okyanusunun aşağılarında bulunan geniş bir kıtada, insan benzeri maymunların olağanüstü yüksek bir derecede gelişmiş bir türü yaşıyordu.
Bu atalarımızın yaşamları hakkında en geniş bilgileri Darwin vermiştir: Tepeden tırnağa kadar kıllı idiler, sakalları ve sivri kulakları vardı, sürü halinde ağaçlar üstünde yaşarlardı. Elleri ayaklarına, ayakları ellerine benzerdi.
Bunların (bu insanlara benzeyen maymunların), yaşam biçimlerinin gereği ellerinin ayaklarından farklı bir görev gördüren ve periyodik olarak yapmak zorunda oldukları hareketlerinin (tırmanma, dallar üzerinde yürümenin) ilk sonuçları, yerde yürürken yavaş yavaş ellerini kullanmaları oldu. Dik yürüyüşü benimsemeye başladılar. Bununla maymunluktan insanlığa geçmek için kesin bir adım atılmıştı.
Şimdi de yaşamakta olan insan benzeri maymunlar (goril, şempanze..) ayakları üstünde dik durabilirler ama şöyle böyle ve zorlukla durabilirler. Onların doğal yürüyüşleri yarım dik vaizyetindedir ve ellerin kullanılmasını gerektirir. Bu maymunların büyük çoğunluğu yumruk şeklinde kapanmış olan ellerinin arasından havaya kaldırdıkları ayaklarının indirilip kaldırılması ile, tıpkı koltuk değneği ile yürüyen bir topal gibi hareket ederler. Genellikle maymunlarda, şimdi bile, dört ayakları, iki ayak üzerinde yürüyüşe geçişin bütün basamaklarını görebiliriz. Fakat maymun türlerinin hiçbirinde iki ayakla yürüyüş normal bir yürüme şekli olamamıştır. (Sayfa: 21-22)
*
ELLERİN SERBEST KALMASI:
*
''..insana en çok bezeyen maymunun gelişmemiş elleri ile, yüz binlerce yılın işi sayesinde gelişmiş olan insan eli arasındaki mesafenin ne kadar büyük olduğu meydana çıkar. Her iki elde (insan ve maymun elinde) kemiklerin ve kasların sayısı ve genel düzenlenişi aynıdır; buna rağmen en ilkel bir vahşinin eli bile hiçbir maymuna nasip olmayan yüzlerce iş yapar. Hiçbir maymun eli, hiçbir zaman, en kaba bir taş bıçak dahi yapamamıştır.
Bu nedenle, atalarımızın, birçok bin yıl süren, maymunluktan insanlığa geçiş devresinde ellerini yavaş yavaş alıştırdıkları eylemler, başlangıçta çok basit olabilirdi. En aşağı vahşiler, hatta insan haline dönmekte oldukları tahmin edilen ve bedenen gelişmeye başlayan vahşiler bile bu hayvanlardan daha yüksektirler. İlk çakmak taşının, insan eli ile bıçak haline gelmesi için herhalde, öyle uzun bir devir geçmiştir ki, bildiğimiz tarihi çağ ona oranla sözle ifade edilemez derecede küçük kalır. Fakat kesin adım atılmıştır ve el serbest kalmıştır.'' (Sayfa: 24)
*
''..''el'' yalnız emeğin aleti değil, aynı zamanda emeğin ürünüdür de. Yalnız emek sayesinde, hep yeni hareket biçimlerine uyum sağlayarak, bu suretle kasların, sinirlerin ve uzun bir zaman içinde, hatta kemiklerin kazandıkları gelişme sayesinde ve böylece kalıtımla geçen gelişmelerin gittikçe daha da artan özellikleri, hareketlere uygulanması sayesinde, sadece bunların sayesinde, insan eli, sanki bir sihir kuvveti varmış gibi Rafael'in tablolarını, Torvaldsen'in heykellerini, Paganini'nin müziğini hayata getirebilecek yükseklikteki gelişme seviyesine çıkmıştır.
Fakat el, kendi başına yaşayan bir şey değil, ancak bütünün, olağanüstü gelişmiş bir organizmanın organlarından biridir. Elin gelişmesine yarayan her şey, aynı zamanda elin hizmet ettiği bütün bedenin de gelişmesine yaradı ve bu yararlılık iki taraf için karşılıklıydı.'' (Sayfa: 24-25)
*
ORGANLARIN KARŞILIKLI ETKİLEŞİMİ:
*
''Atalarımız olan maymunlar, yukarıda söylediğimiz biçimde, sosyal hayvanlardı; hayvanların en sosyali olan insanın kökeninin, sosyal olmayan yakın atalardan alınmayacağı büsbütün aşikardır. Emek ve emeğin gelişmesi ile başlayan doğaya hakimiyet, her yeni adımı ile insanın çevresi hakkındaki görüşünü genişletmiştir. İnsan devamlı olarak doğada yeni özellikler, o zamana kadar bilinmeyen özellikler keşfetmiştir.'' (Sayfa: 28)
*
DİLİN GELİŞME SÜRECİ:
*
''Beynin gelişmesi ile, onun en yakın silahları olan sinirler de, ona paralel gelişmiştir. Konuşmanın adım adım gelişmesi nasıl ki, konuşma için gereken işitme organlarının gelişmesi ile paralel gitmişse, beynin gelişmesi de genellikle bütün organların gelişmesi ile beraber yürümüştür.'' (Sayfa: 31)
*
''Mezopotamya'da, Yunanistan'da, Anadolu'da ve başka yerlerde, ekin yeri açmak için ormanları kökünden söken insanların, bu suretle, bu ülkeleri rutubetin birikme ve korunma merkezlerinden mahrum bırakarak, onların bugünkü boşluğuna (ve çoraklığına) sebep oldukları rüyalarına bile girmemişti. Alp Dağlarında yaşayan İtalyanlar, dağların kuzey yamacındaki çamlıkları -güney yamaçlarda büyük bir gayretle korunmasına rağmen- kökünü kestiklerinin farkına bile varmamışlardı. Onlar, bu hareketleriyle aynı zamanda dağ kaynaklarını, yağmurlarda çılgın sellerin vadiyi basacağının da farkında değillerdi. Avrupa'da patates ziraatini önerenler, aynı zamanda bu unlu yumrularda tüberküloz hastalığını da önerdiklerini bilmiyorlardı. Böylece her adımda ister istemez fark ediyoruz ki, biz doğa üzerinde, bir istilacının yabancı bir ulus üzerindeki egemenliği gibi, doğanın dışında bulunuyormuşçasına hüküm süremeyiz.
Tam tersine, etimiz, kanımız ve beynimizle doğaya aitiz ve onun içinde bulunuyoruz. Bütün egemenliğimiz, diğer varlıklardan farklı olarak doğa yasalarını anlama ve doğru uygulayabilmemizden ibarettir.'' (Sayfa: 41-42)

4 Nisan 2019 Perşembe

Friedrıch Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni

''Aile, diyor Morgan, ''etkin unsurdur; asla durağan değildir, toplum alt bir koşuldan daha yüksek bir konuma ilerledikçe o da alt bir biçimden daha yüksek bir biçime doğru ilerler. Buna karşılık, akrabalık sistemleri edilgindir; yalnızca uzun zaman aralıklarında ailenin zamanın akışı içinde yaptığı ilerlemeyi kaydeder ve ancak aile kökten değiştikten sonra kökten değişir.''
*
''Öte yandan,'' diye ekliyor Marx, ''genel olarak siyasi, hukuki, dini, felsefi sistemlerde de durum aynıdır.'' Aile varlığını sürdürürken, akrabalık sistemi kemikleşir ve bu sistem bir alışkanlık halinde devam ederken, aile onun içinde serpilir. Gelgelelim, Cuvier'nin Paris'te bulduğu, bir hayvan iskeletine ait kese kemiğinden, bunun bir keseli hayvana ait olduğu ve bir zamanlar o yörede artık nesli tükenmiş keseli hayvanların yaşadığı sonucunu çıkarabildiği kesinlikle, biz de tarihsel olarak günümüze ulaşmış bir akrabalık sisteminde, bu sisteme karşılık gelen, artık ortadan kalkmış bir aile biçiminin bir zamanlar var olduğu sonucunu çıkarabiliriz.
Yukarıda anılan akrabalık sistemleri ve aile biçimleri, şimdi hâkim olan sistemlerden, her çocuğun birden fazla babasının ve annesinin oluşuyla ayrılır. Hawaii ailesinin karşılık geldiği Amerikan akrabalık sisteminde, erkek ve kız kardeşler aynı çocuğun babası ve annesi olamaz, oysa Hawaii akrabalık sistemi tam tersine bunun kural olduğu bir aileyi gerektirir. Burada, şimdiye kadar genellikle tek geçerli biçim olarak kabul edilenle doğrudan doğruya çelişen bir dizi aile biçimiyle karşılaşıyoruz. Geleneksel düşünce, yalnızca tekeşli evliliği, bunun yanı sıra bir erkeğin çokkarılılığını, olsun olsun bir kadının çokocalılığını biliyor ve ahlâkçı bir cahile yakışır biçimde davranıp pratiğin, resmi toplumun buyurduğu bu sınırları sessizce ama utanmadan ihlal ettiği konusunu susarak geçiştiriyor. Buna karşılık, ilkel durumların incelenmesi bizi erkeklerin çokkarılılık, kadınların da çokkocalılık yaşadığı ve bu yüzden ortak çocukların da eşlerin hepsine birden ait kabul edildiği durumlara götürüyor; bu durumlar da yine tekeşli evlilikle birlikte tamamen ortadan kalkana dek, bir dizi değişiklikten geçmişlerdir. Bu değişiklikler, ortak evlilik bağının kapsadığı ve başlangıçta çok geniş olan çemberin gitgide daraldığı ve sonunda yalnızca, bugün hâkim olan tekeşli çifte yer verecek tarzda gerçekleşmişlerdir. (Sayfa: 15-16)

Yeni, uygar, sınıflı toplumun açılışını yapanlar en bayağı çıkarlardır -sıradan açgözlülük, gaddarca haz düşkünlüğü, pis cimrilik, ortak mülkiyeti bencilce çalma; eski, sınıfsız, soylara dayalı toplumun altını oyan ve çökertenler en alçak yöntemlerdir- hırsızlık, ırza geçme, hile, ihânet. Yeni toplumun kendisi de, varoluşunun tüm üç bin beş yüz yıl boyunca, küçük bir azınlığın sömürülen ve ezilen büyük çoğunluğun sırtından gelişmesinden başka bir şey olmamıştır ve şimdi her zamankinden daha fazla böyledir.
(Sayfa: 93)

Morgan'ın uygarlık hakkındaki yargısı:
*
Uygarlığın başlamasından bu yana servetin artışı öyle muazzam boyutlara ulaştı, biçimleri öyle çeşitlendi, uygulaması öyle kapsamlı ve idaresi mülk sahiplerinin çıkarına öyle ustalıklı bir hale geldi ki, bu zenginlik halkın karşısında, yenilemez bir güç haline geldi. İnsan zihni, kendi yarattığı şey karşısında, çaresiz ve büyülenmiş gibi durmaktadır. Yine de, insan aklının, hem devletin koruduğu mülkiyetle ilişkisini, hem de mülk sahiplerinin haklarının sınırlarını saptayarak, zenginlik üzerinde tahakküm kuracak kadar güçleneceği günler gelecektir. Toplumun çıkarları bireysel çıkarlardan kesinlikle önce gelir, her ikisinin de adil ve uyumlu bir ilişki içine sokulması gerekir. İlerleme, nasıl geçmişin yasasıysa, aynı şekilde geleceğin yasası olarak da kalacaksa, salt zenginlik peşinde koşmak insanlığın nihai kaderi olamaz. Uygarlığın doğuşundan bu yana geçen zaman, insanlığın geçmiş ömrünün yalnızca küçük bir parçasıdır; insanlığın önündeki yaşamın da yalnızca küçük bir parçasıdır. Toplumun çözülüşü, biricik nihai hedefi zenginlik olan tarihsel rotanın sonucu olarak, bize tehdit oluşturuyor, çünkü böyle bir rota, kendi yok oluşunun unsurlarını içerir. Yönetimde demokrasi, toplumda kardeşlik, haklarda eşitlik, yaygın eğitim, deneyimin, aklın ve bilimin sürekli ulaşmaya çalıştıkları bir üst toplum aşamasını müjdeliyorlar. Bu aşama eski soyların özgürlük, eşitlik ve kardeşliğinin -daha yüce bir biçimde- dirilişi olacaktır.
*
(Morgan, Ancient Society, s. 532) (Sayfa: 200)


Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...