Güzelliği yaratanlar nerede tükenebilir, kimlerce tüketilebilir ki.? Ama, çirkinlik başka..
Bunları öğrenince, hepimiz üzüldük köknarın hâline.
Onun yaşadığına doğru dürüst sevinemedik bile.
Hikâyesini anlatıp bitirdikten sonra, ''Keşke odun olsaydım,'' dedi o da bize uzaklardan. ''Keşke odun olsaydım da cayır cayır yansaydım.!''
Haklıydı tabii.
Doğrusu, ben onun gibi mahpushane kapısı olacağıma, bir köy okulunda tuvalet penceresi olmayı yeğlerdim. (Sayfa: 53)
Ak sakallı meşenin dediği gibi, insanın zalimliğine ağaçlarla kuşlar, böceklerle otlar, hayvanlarla taşlar değil, ancak insan karşı koyabilirdi.
Dönüp dolaşıp insanda başlıyordu her şey, dönüp dolaşıp insanda bitiyordu.
Gerisi boştu.
Yani, insanın karışmadığı her şey bir masaldı. (Sayfa: 65)
(..) Kilit ne demektir bilir misiniz.?
''Ne demektir.?''
''Ben size söyleyeyim, kilit, insanın utancı demektir her şeyden önce.. İnsanoğlunun nereye ulaştığının göstergesi demektir. İnsanların birbirlerine duydukları güvensizliğin elle tutulur hâlidir kilit. Birbirlerine duydukları saygının derecesidir. Bu yüzden, bir çeşit utanç belgesidir her kapıda. Hatta, her dolapta, her çekmecede, her çantada, her kasada, her kutuda.. Gene de insanların yüzü kızarmaz onu görünce.
(Sayfa: 73)
''En iyisi pencere olmak,'' diyordu çam. ''Bu durumda, inanın bana, en iyisi pencere olmak.. Çünkü, her pencere bir yanıyla içeriye bakıyorsa, bir yanıyla da dışarıya bakar. (..) (Sayfa: 74)
Bana kalırsa, durum hiç de iç açıcı değildi. Askeri bir atölyedeydik çünkü. Ne yapılacaksak, aşkla, sevgiyle değil de, verilecek bir emirle yapılacaktık. Bu yüzden dünyanın en şirin eşyasına bile dönüşsek, verilen emrin izi kalacaktı alnımızda. Güzelliğimiz o emirle zedelenecekti. (Sayfa: 95)
Zaten, bir zamanlar bana ak sakallı meşenin anlattığına göre,', adına savaş denen şey, yeryüzünün herhangi bir noktasında başlayıp herhangi bir noktasında bitmezdi.
Her şey gibi, o da insanda başlayıp insanda biterdi.
Bu yüzden, cepheler falanca dağda ya da falanca ovada değildi.
Cepheler, bütün acımasızlıklarıyla insanoğlunun içindeydi.
Toprağı titrete titrete yürüyen tanklar, art arda gümbürdeyen toplar ve durup dinlenmeden kurşun kusan tüfekler insanoğlunun içindeydi.
Hatta, henüz icat edilmemiş silahlar da insanoğlunun içindeydi.
Yani, insan bir savaş alanıydı. Ceket, gömlek, pantolon ya da etek giymiş, kravat takmış, tıraş olmuş, kokular sürmüş bir savaş alanı. Gülümseyen bir savaş alanı. Öpen hatta, okşayan, konuşan, susan, çiçekler alıp çiçekler veren bir savaş alanı..
Peki, bir barış bahçesi olamaz mıydı aynı insan.?
Şöyle, güllerin kuş cıvıltılarına, kuş cıvıltılarının güllere karıştığı, mutlu yüzlerle dolu rengârenk bir barış bahçesi.? (Sayfa: 97-98)
Hayatta çok şey gördüm ve gördüklerim, yanımdakilerin gördüğünden çok daha fazladır. Görmeyi seviyorum, daha çok şey görmek istiyorum ve farklı görmek istiyorum. * Jack London, Martin Eden
#HasanAliToptaş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
#HasanAliToptaş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
9 Aralık 2019 Pazartesi
4 Ekim 2018 Perşembe
Hasan Ali Toptaş - Kayıp Hayaller Kitabı
Cızırtıyla yanan gaz lâmbası hemen nefeslerinin ucunda, eğri büğrü bir odun kütüğünün tepesindeydi nicedir ve titreyip duran ışığıyla nicedir bir oluyor dedeyi deve, bir oluyor cüceye benzetiyor; ya da zaman zaman kitaplara eğilip kalkan Hasan'la Hamdi'nin kafalarını kaptığı gibi, birer gölge hâlinde ta duvar dibine kadar yuvarlıyordu. (Sayfa: 38)
*
Hamdi'nin dedesi bu kavganın uzağındaydı henüz; sırtını duvarda oynaşan gölgelere dayamış, bir eliyle sakalını sıvazlarken ötekiyle ağır ağır tesbih çekiyordu. Parmaklarının arasından akan tanelerin her biri çok çok eskilerde kalmış upuzun bir yıldı da sanki, çıkardıkları seslerle her seferinde bambaşka bir anıyı hatırlatıyorlardı dedeye ve dede bütün taneler devirlerini tamamladığında, derin bir soluk alarak neredeyse bir kat daha yaşlanıyordu. Belki de bu yüzden, kendi kendine tutunmak için sıvazlıyordu sakalını, yani tutunmak, oldukça masum bir kılıkla sıvazlamaya tutunuyordu gizlice ya da dede bedenini sürükleyip götüren zamanı birazcık olsun dizginleyebilmek için, gün boyunca sakalına gösterilen hürmeti hızla gelip geçen dakikaların gözükmeyen avuçlarına sağıyordu beyaz beyaz. (Sayfa: 39-40)
*
Hamdi'nin dedesi bu kavganın uzağındaydı henüz; sırtını duvarda oynaşan gölgelere dayamış, bir eliyle sakalını sıvazlarken ötekiyle ağır ağır tesbih çekiyordu. Parmaklarının arasından akan tanelerin her biri çok çok eskilerde kalmış upuzun bir yıldı da sanki, çıkardıkları seslerle her seferinde bambaşka bir anıyı hatırlatıyorlardı dedeye ve dede bütün taneler devirlerini tamamladığında, derin bir soluk alarak neredeyse bir kat daha yaşlanıyordu. Belki de bu yüzden, kendi kendine tutunmak için sıvazlıyordu sakalını, yani tutunmak, oldukça masum bir kılıkla sıvazlamaya tutunuyordu gizlice ya da dede bedenini sürükleyip götüren zamanı birazcık olsun dizginleyebilmek için, gün boyunca sakalına gösterilen hürmeti hızla gelip geçen dakikaların gözükmeyen avuçlarına sağıyordu beyaz beyaz. (Sayfa: 39-40)
*
(.. Canımı dişime takarım ben sonra, ıhlaya ıhlaya, zor da olsa eve gelirim. İçimdeki de seni merdivenin başında görür görmez pısar hemen, en karanlık yanıma gidip tıpkı bir kedi gibi saklanır. Sen, ben ne zaman sofradan erken kalksam, ne çabuk doydun, diye sorarsın sonra; ben de, doydum derim her seferinde sofra duası okurcasına. O doydum'ların birçoğu doydum değildir aslında gökçe gelin, o gün gülümü görememişimdir de öldüm'dür.. Bazen sürçülisan edip öldüm diyorumdur belki ben ama, sen tutup onu doydum, anlıyorsundur, olamaz mı.? Bal gibi olur, derim ben; yani gerçek nereye ve nasıl gizlenirse gizlensin arada bir kendiliğinden parlayıp söner..) (Sayfa: 49)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Sohrâb Sepehrî (سهراب سپهری) (Sohrâb-i Sipihrî) - Sekiz Kitap, Bütün Şiirleri (Farsçadan Çeviren: Mehmet Kanar)
Rengin Ölümü (1951) GECENİN KATRANINDA * Nicedir bu yalnızlıkta Suskunluğun rengi dudakta. * Bir ses çağırıyor beni uzaktan Ama ayaklarım ...
-
su damlasının üstündeki iskeleye benzeyen bir günaydın sana gittiği yere köprüsünü taşıyan bir dere bir tüyün tutunduğu kuşu geçmesi gibi b...
-
Hangi türden olursa olsun, bir sanat ürününün tadılması, onun kavranılmasıyla doğru orantılıdır. Eseri ne kadar çok anlamışsak, elde edec...
-
Onlara * Zannetme ki dâim bi şekcesine Siz her anırdıkça huu çeker millet Alkış beklerken siz eşşekçesine Verir hakkınızı, yuu çeker ...
-
ACILARA KARŞI * İyi ki silahlanmışız acılara karşı Türküsüz çıkmamışız yollara Ekmekten ve gömlekten önce Aşk Ve sevinç doldurmuşuz koynum...
-
Ağaçlar hep en etkileyici vaizler olmuştur benim için. Ormanlar ve korularda halklar ve aileler halinde yaşayan ağaçlara hayranım ben. Tek...
-
I * Denizde bir şey var Deniz bembeyaz bir dañ.! Köpürdelâ Köpürcük Köpürgân * II Ne benim ellerim çalışkan eskisi gibi Ne senin kalbin ben...
-
1929-1935 YILLARI ARASINDA YAZDIĞI, AMA SAĞLIĞINDA YAYIMLANAN KİTAPLARINA ALMADIĞI ŞİİRLERİ Şafaklar sarmadan dağları Işıklarla sular ...
-
Nikos Kazancakis, Zorba, Arka Kapak Nikos Kazancakis, çağdaş Yunan edebiyatının ancak buzlucam ardından seçilebilen, tedirgin ve büyü...
-
Mehmet Sönmez: * ''Can Yücel Adana Cezaevindeyken (1973-74) Mehmet Sönmez de İstanbul'da Sağmalcılar ve Selimiye Cezaevlerinde h...