14 Kasım 2021 Pazar

Fırat Cewerî - Karadeniz Dalgaları, Kürtçeden Çeviren: Musa Bêjevan


 Arka Kapak:

*
İsveç Yazarlar Birliği tarafından, 1994 yılında Karadeniz'e kıyısı olan ülkelere gemiyle bir gezi düzenlendi. Bu geziye otuz ülkeden, dört yüz yazar katıldı. Fırat Cewerî de, diğer iki Kürt yazar, Mehmed Uzun ve Ordîxanê Celîl'le beraber bu geziye katıldı. Dünyaca tanınmış pek çok yazarla beraber; Türkiye'den Orhan Pamuk, Can Yücel, Mario Levi, Vedat Türkali, Arif Damar, Bekir Yıldız ve birçok yazar daha bu geziye katıldı. Cewerî, dünya edebiyatı tarihinde özel bir yere sahip olan bu geziyi günü gününe kaleme aldı. Sahip olduğu roman tekniğini ve şiirsel üslubunu bu gezi yazısına katmış olan Cewerî; gezilen ülkelerin siyasi tarihiyle beraber kültürel zenginliklerini, geziye katılan yazarların görüş ve düşüncelerini, gezi esnasında yapılan sohbet ve tartışmalarla beraber dönemin siyasi atmosferini kaleme almıştır.

13 Kasım 1994
*
''Atina'da ayrı ülkelerden gelen dört yüz yazarla bir araya gelerek, bir gemiye binip Karadeniz'e kıyısı olan ülkeleri gezecektik. Bu gezinin amacı dünyanın farklı ülkelerinden bir araya gelen yazarların birbirini tanıması ve dünyada sürekli artan baskıcı düzene karşı gelip tek nefes olmaktı.'' (Sayfa: 9)
*
''Peter Curman, söze dostça başlayarak herkese, hoş geldiniz, dedi ve sözlerini şöyle sürdürdü: ''Hepimiz Avrupa'nın bir parçasıyız. Bizler hiçbir ülkenin konsolosu değiliz. Bizler, bağımsız yazarlarız ve yalnız kendimizden sorumluyuz. Bizler, bu geminin yazarlarıyız. Bundan beş sene önce çoğumuzun yaşadığı ülkeler, bizim için sadece bir isimden ibaretti. Estonya, Polonya, Ukrayna, Bulgaristan..'' Curman, bu ülkelerin ismini sayarken aynı zamanda bu ülkelerden gelen yazar delegasyonlarının başkanlarını da tanıtıyordu. Ukrayna'dan otuz yazar katılmıştı. Ukrayna'nın delegasyon başkanı Yury Pokalchuk'tu. Yury, yazardan çok bir rock grubu şarkıcısına benziyordu. Uzun ve kıvırcık saçları, beline kadar iniyordu. Tanıtım esnasında Yury, İngilizce'yle şu cümleyi kurdu: ''Her şey Vikinglerin Argos gemisiyle başladı.'' Bu sözleri İsveçlileri çok memnun etti.'' (Sayfa: 17)


''Kalacağım kamarayı Ordîxanê Celîl'e göstermek için aşağıya indik. Neredeyse bütün Türk yazarlar oradaydı. Sigara dumanından göz gözü görmüyordu. Ben de espri olsun diye: ''Köylerimizi yakmanız yetmiyormuş gibi şimdi de kamaramı mı yakacaksınız.?'' dedim. Hepimiz gülüştük ve oturmamız için bize yer verdiler. Can Yücel'le ilk defa burada karşılaştım. Uzun ve beyaz sakalı, sigaradan sararmış beyaz bıyıkları ve uzun saçlarıyla evrensel bir şair gibi duruyordu. Bir şeyler söyledi fakat ne dediğini anlayamadım. Dili zar zor dönebiliyordu. Elindeki votka kadehiyle dediğini anlayamadığımı tahmin etmiş olacak ki tekrar etti. Kürtlerin de bu gezide bulunması iyi olmuş, dedi. Kendisine Musa Anter'in anısı için yazmış olduğu bir şiiri Kürtçeye çevirip ''Nûdem''in dördüncü sayısında yayımladığımı söyledim. Kendisi buna çok sevindi. Ben de derginin o sayısını çantamdan çıkarıp o şiiri okudum. Musa Anter'in büyük bir insan olduğunu, Kürtlerin ve Türklerin kardeşliği için iyi bir sembol olduğunu söyledi. Sözlerine şöyle devam etti: ''İyi insanları etkisiz hale getirmek konusunda bizim üstümüze yok.''..'' (Sayfa: 18)

15 Kasım 1994:
*
''Güverteden içeriye dönüp bir kahve alarak cam kenarına oturdum. Orhan Pamuk, yanıma gelerek selam verdi. Cebindeki sigara paketini çıkarıp bir sigara yaktı. Türkiye'deki siyasi ve toplumsal yaşam ile günümüz Türk edebiyatı hakkında kendisine sorular sorarak sohbet etmeye başladık. Orhan Pamuk hem Türkiye'deki siyasi ve toplumsal yaşamdan hem de kimsenin Türkiye'de kitap okumamasından yakındı. Üstelik yayımlanan son kitabı ''Yeni Hayat'' Türkiye şartlarına göre epey satmıştı. Pamuk, bu okuyucu sayısının bir garantisi olmadığını söyledi. Ayrıca Türkiye'deki Kürt ve Türk yazarların bir araya gelip bir komite kurarak ülkedeki demokratik yaşam şartlarını oluşturmaya yönelik bir çalışma yapmak istediğini söyledi. Ben de bu fikrini çok önemli ve yerinde buldum. Daha sonra iletişime geçmek için birbirimizin adresini aldık.'' (Sayfa: 21)


''Şiirlerin okunması, sohbetler, kimlikler ve diller üzerine yapılan tartışmalardan sonra delegasyon sorumluları; düşünce özgürlüğü, özgür basın, tutuklu şair ve yazar için özgürlük adıyla bir bildiri yazdılar. Bu bildiri, gemideki bütün delegasyon sorumluları tarafından imzalanarak faks yoluyla Amerika, Almanya, Fransa, Bulgaristan, Finlandiya, Danimarka, Estonya, Gürcistan, Yunanistan, İzlanda, Polonya, İsrail, Romanya, Türkiye, Portekiz, İsveç, İsviçre, Rusya, Sırbistan ve Ukrayna devlet başkanlarına gönderildi.
İngilizce kaleme alınan bildiride şunlar yazılıydı: ''Sizden, insan haklarına karşı saygılı olmanızı rica ediyoruz. İnsanlara, konuşma ve düşünce özgürlüğü tanıyınız. Ayrıca bu hakları elinden alınarak düşünce özgürlüğü suçlarından tutuklu olanları serbest bırakınız.'' (Sayfa: 23)

Bulgaristan - Varna:
*
''Gemimiz, hangi ülkenin karasularından geçerse veya rotasını hangi ülkeye çevirmişse, o ülkenin şairleri kendi anadilleriyle şiir okuyup edebiyatlarını tanıtıyorlardı. Bulgarlardan sonra sıra Türklere gelmişti. Türk şairler şiir okuyacaklardı. Katalogda ismi geçen Türkler şunlardı: Yaşar Kemal, Can Yücel, Ataol Behramoğlu, Cengiz Bektaş, Alpay Kabacali, Suat Karatay, Şükran Kurdakul, Mario Moris Levi, Sezer Duru, Herkül Milas, Orhan Pamuk, Feridun Andaç, Bekir Yıldız, Vedat Türkali ve Erhan Bener'di. Yaşar Kemal ile Ataol Behramoğlu dışındaki bütün isimler, geziye katılmıştı. Türkler, yarınki şiir okuma etkinliği için bir toplantı yaptılar. Can Yücel'le daha önce bir şeyler konuştuğumuz için benim de toplantılarına katılmamı istedi. Anlaştığımız üzere Can Yücel'in, Musa Anter'in anısına yazdığı şiiri gecede Kürtçe okuyacaktım. Bu şiiri daha önce Türkçeden Kürtçeye çevirip ''Nûdem'' dergisinin dördüncü sayısında yayımlamıştım. Ben şiiri okumayı kabul ettim fakat Kürtlerin dili ve siyasi durumu üzerine de biraz konuşacağımı Can Yücel'e söylemiştim. Kendisi de bunu onayladı ve ağzına ne gelirse söyle dedi. Hatta sövmeye başlayarak gemideki Türk yazarlara ana avrat düz gitti. Benden tek ricası da toplantıda sadece şiir okuyacağımı belirtmemdi ve başka hiçbir şey söylemeyecektim. Ben de aynen onun dediğini yaptım.'' (Sayfa: 44)

19 Kasım 1994, Cumartesi:
*
''Geminin kapısından içeriye gireceğimiz esnada Sezer Duru'yu gördüm. Elinde bir poşetle kapının önünde broşürler dağıtıyordu. Birini bana da verdi. Broşüre baktığımda, bunun bir turizm acentesinin reklamı olduğunu gördüm. Olduğum yerde şaşakaldım. Broşürü odama götürüp incelediğim zaman, bazı Türk yazarların düşünce yapısı ve mantalitesi karşısında hayretlere düştüm. Dünya neyin peşinde, onlar neyin peşinde.? Sistemini eleştirip protesto etmeleri gerekirken, fail-i meçhul şekilde öldürülen yazarların listesini dağıtmaları gerekirken, onlar kalkmış turizm broşürleri dağıtıyorlar. Kürt olan gazeteci ve yazarları bir kenara bıraktım, insan en azından Türk gazeteci ve yazarlar için başka bir bakış açısıyla sorunları değerlendirebilmelidir. Bu durumu oda arkadaşım Özkan Mert'le de tartıştım. O da bana hak verdi.'' (Sayfa: 47)

21 Kasım 1994, Pazartesi:
*
''Dilimiz, resmî bir dil olmadığı halde; biz kendi dilimizle yazıyorduk. Dünya edebiyatından Kürtçeye çeviriler yapıyorduk. Çeviri yapmasına yapıyorduk ama pek çok zahmete katlanarak bu çevirileri yapabiliyorduk. Çevirmenlerin hakkını yemiyorduk ancak haklarını da ödeyemiyorduk. Kürtçe kitap satmak da Kürt sorunu gibi ayaklar altında eziliyordu. ''Nûdem'' çevirilerle ayakta kalabiliyordu. Ben ''Nûdem'' dergisinin ve Nûdem Yayınlarının sorumlusu ve çevirmeni olarak, çevirmenlerin hakkını veremiyordum. Onlara para yerine, kitap veriyordum. Verdiğim kitapların masraflarını da kendim karşılıyordum. Kürtçe kitaplar satılmıyordu. Kürtler, Türkçe okumaya alışmış ve bu alışkanlıklarından vazgeçmeleri de çok zordu. Elimi kaldırıp Kürtçe çevirmenlik hakkında konuşmak istedim ama sonra vazgeçtim. Konuşsam da ne konuşacaktım, kime sitem edecektim.? Devletin bu konuda suçu büyüktü. Tek suçlu da devlet değildi. Kürtler de suçluydu. Sessiz kaldım, suspus oldum. Böyle uluslararası bir organizasyon içerisinde Kürtleri de suçlamak istemedim. Tarih unutmasın ki ben Kürtlerin bu suçunu buraya not ediyorum. Bu konuda birilerinin uyuduğu derin uykudan uyanması gerek.'' (Sayfa: 60-61)

İKİNCİ BÖLÜM, RÖPORTAJLAR:
*
Fırat Cewerî - Can Yücel:


''Fırat Cewerî:
*
- Günümüzde Avrupa ülkelerinde Kürt ve Türk aydınları arasında bir iletişim vardır. Bunun nedeni Avrupa'daki demokrasinin etkisi de olabilir. Türkiye'de Kürt ve Türk aydınları arasında herhangi bir iletişim var mı.?
*
Can Yücel:
*
- Evet, Kürt olan arkadaşlarımız var. Aslen Kürt olan şair arkadaşlarımız da var.
*
Fırat Cewerî:
*
- Bu aslen Kürt olan şair ve yazarlardan birkaçının ismini verebilir misin.?
*
Can Yücel:
*
- Evet, isimlerini verebilirim. Cemal Süreya Kürt'tür. Murathan Mungan Kürt'tür. Hiç kimse de Kürt olduğu için Murathan Mungan kötü bir şairdir, diyemez. Murathan, Kürtçe sesten çok Türkçe sese alışmış ve Türkçe yazmayı öğrenmiş. Her şeyden önce Kürtler, Kürtçe yazmaya karar vermeli ki bu sorun çözülebilsin. Kullanılmayan bir dil, ölmeye mahkûmdur.'' (Sayfa: 75)

Fırat Cewerî:
*
- Bugünlerde Türkiye ile Yunanistan arasında bir kriz olduğunu biliyoruz. Gemide Türk ve Yunan delegasyonları da bulunmaktadır. Bu iki delegasyon arasında bir görüşme oldu. İki delegasyon da iki ülke arasındaki krizi atlatmak ve barışı sağlamak için bildiri yazmaya karar verdi. Kürtler ve Türkler arasında da bir düşmanlık var, aynı şekilde Türk ve Kürt aydınları arasında da bir düşmanlık var. Bu iki halk arasındaki düşmanlığı bitirmek için Kürt ve Türk aydınlarının da bir araya gelmesi ihtiyaç değil mi.? Aydınların bu işe önderlik yapabilmesi için, bir araya gelerek kendi aralarında bir anlaşmaya varabilirler. Mesela bir fon oluşturulup iki halkın yazarlarına destek çıkılarak eserlerini kendi dillerine çevirebilirler. Yani Türkçe eserler Kürtçeye, Kürtçe eserler de Türkçeye çevrilebilir. Siz böyle bir teklifi nasıl değerlendiriyorsunuz.?


Can Yücel:
*
- Bu çok iyi bir teklif; fakat bu teklifin bizim sanat ve edebiyat kuruluşları tarafından kabul edilebileceğini sanmıyorum. Bu teklif, aydın ve yazarlar tarafından bireysel olarak kabul edilebilir. Aydın ve yazarlar bir araya gelip bir toplantı yaparak bunu çoğunluğa anlatabilir. Türkiye Yazarlar Birliği ve Türk PEN'i, bunun için problem çıkarabilir mi bilmem; ama bu çok iyi bir teklif ve bunu değerlendirebilmek için hep beraber masaya oturmamız lazım. Bununla beraber ülkenin ve halkların geleceği için de anlaşmamız gerek. Yerinde ve doğru olan bu teklifle biz yazarların da kitaplarının basımı ve dağıtımı evrensel bir boyuta ulaşır. Kimi Türk yazarlar, Kürt okuyucuların her daim kendilerini okuyacaklarını zannediyor, bu doğru bir algı değil. Kürt okuyucularımızı kaybetme tehlikesi içerisindeyiz. Bu yüzden birbirimiz eserlerini çevirmeye dair olan teklifin çok yerinde. Biz Kürt okuyucuları, Türkçe okuyan okuyucu olarak kaybettiğimizde; Kürt okuyucuları, eserlerimizi Kürtçe okuyan okuyucular olarak tekrar kazanırız. Hiç zaman kaybetmeden bu gerçeği kabullenip teklifini hayata geçirmeliyiz. Kürtçe eserleri Türkçeye ve Türkçe eserleri Kürtçeye çevirmeliyiz. Bu çalışmayı eleştirel bir bakış açısıyla ve planlı bir şekilde yapmalıyız. Burada bilimsel bir eleştiriden söz etmiyorum fakat edebiyat tarihi açısından, günümüz kuramsal eleştirileriyle objektif bir değerlendirmeyle yapmalıyız. Bu yüzden hem Kürtlerden hem de Türklerden bu yükün altından kalkabilecek eleştirmenlerin ortaya çıkması gerekir. Türkler, Kürt edebiyatını ve kültürünü tanımıyor. Birilerine, ''Mem û Zîn'' hakkında ne düşünüyorsun, diye sorduğunda; onlar, ''limuzin'' diye anlıyor. İşte bu bilgisizliğin ortadan kalkması için eleştirel bir bakışla eserlerimizi birbirimize tanıtmalıyız. Derin bir diyalog içerisinde olmalıyız.'' (Sayfa: 77)

Can Yücel:
*
- Türkiye'deki bütün aydınlar, görülebildiği gibi kendi içerisinde büyük bir darbe yedi. Şair olabilecek kim varsa, kolundan tutulup hapse atıldı. Bu kişiler, okuma ve kendini yetiştirebilme fırsatını bulamadılar. Uzun yıllar hapiste kaldılar. Bu yüzden Türk şiirinde bir karışıklık oldu.

Fırat Cewerî:
*
- Türk şiiri için bugün bir sınıflandırma yapılamaz mı.?

Can Yücel:
*
- Hayır, yapılamaz; bu çok zor. Türk şiirinin eğilim gösterdiği herhangi bir oluşum ortaya çıkmadığı için şairler bireysel olarak kendini yetiştirip ortaya çıkmaktadır. Bir anda ortaya çıkıp parlayanlar da bu kaygan zeminde hemen kaybolabiliyorlar. Bir yandan da şiirimiz, günümüzde iyi bir yere gitmektedir. Herkes kendi önüne bakıp düşünmekte, bana göre bu iyi bir amaçtır. Bu yüzden Türk şiirinde yeni bir sentezin oluşacağını tahmin etmekteyim, önümüzdeki dört beş yıl içerisinde bu sentez ortaya çıkabilecek. Şiire Nazım'la başlayanlar, şiirde kendini görebilmelidir aksi taktirde Türk şiiri ölecektir. Nazım'ı örnek verirken, oturup da Nazım'ınki gibi şiir yazmamalıdırlar, amaç bu olmamalı. Nazım gibi Türkçeyi kullanmak gerekir. Eğer Nazım'ın Türkçede bir yeri varsa, Türkçe şiirde etkisi ve yeri, dildekinden iki kat daha fazladır. İnsanlar günümüz olayları karşısında kendi iç dünyasında yaşamamalı, şiirin olay örgüsünü bu iç dünyada örmemeli. Nazım hem Türkiye'deyken hem de sürgündeyken kendi iç dünyasında şiirini ördü. Bugün kalkıp da Nazım gibi şiir yazamazsınız çünkü bütün şartlar değişmiştir. İnsan ilişkileri değişmiş, düşünceyi dillendirme şekli değişmiş, suretler değişmiştir. Etrafımızdaki her şey değişmiştir. Trafik akışı gibi değişe yaşam ve yaşam şartları şiiri de etkilemiştir. Bu değişim kendini şiirde de göstermiş, şiir de her an değişmektedir. Şiirdeki bu değişim Nazım'ın şiirine benzemeyebilir, İkinci Yeni'nin şiirine benzemeyebilir hatta hiç kimsenin şiirine benzemeyebilir de, yani şiirin önü tamamen açıktır. Şiir, insanlarla konuşmak demektir. Bu yüzden şairin zihni yeni planlarla ve ölçülerle meşgul olmalıdır. Bu yeni ölçüler, önce şiirin formatına uyacak, şiirin formatına uyduktan sonra günü geldiğinde onlar da değişecektir. Şiirde yeni söylemler, yeni olgular ortaya çıkacaktır. Ben bunun zamanının geldiğine inanıyorum. İnanıyorum ki önümüzdeki birkaç yıl içerisinde Türk şiirinde büyük bir patlama olacaktır.'' (Sayfa: 78-79)

Fırat Cewerî - Vedat Türkali
*
Fırat Cewerî:
*
- Romanınız bitince Türkiye'ye döneceğinizi söylüyorsunuz. Ayrıca önemli bir sorun olan Türkiye'deki Kürt sorununa dikkat çektiniz. Türkiye'ye döndüğünüz zaman bu soruna seyirci kalamayacağınıza göre Türkiye'de nasıl yaşamayı planlıyorsunuz.?


Vedat Türkali:
*
- Romanımı bitirip de Türkiye'ye döndüğümde, Türkiye'deki Kürt sorunu hakkında gazetelere her gün yazı yazacağım. Benim tek silahım kalemimdir. Elimden geldiği sürece de bu silahı iyi şeyler için her zaman kullanacağım. Yazacaklarımla da başıma nasıl belaların geleceğini de biliyorum. Tutuklanabilirim, öldürülebilirim vb. pek çok olumsuz şey yaşayabilirim; fakat bütün bunlara katlanmak zorundayım. Sonuçta dünyanın her yerinde topluma karşı duyarlı olan sanatçılar bir şekilde bedel ödüyor. Gerekirse ben de bedel öderim hangi şekilde olursa olsun. Dünyanın her yerinde gerçeği anlatmaktan geri durmayan yazarlar, her zaman devletleriyle ters düşüp birtakım problemler yaşamışlar. Bunu göze alamayan yazarlar da gerçek bir yazar olamazlar. Ben siyasetçi değilim ama bir yazarım. Siyasetle bu kadar ilgilendiğin için siyasetçi sayılırsın, diye beni değerlendirebilirsin. Buna da şöyle yorum getirebilirim: ''Siyasetçinin amacı iktidar olmaktır fakat bir yazarın iktidar olmak gibi bir amacı yoktur.'' Bir yazarın savunduğu kişi veya partiler iktidar olsa bile yazar, yine muhalif olmak zorundadır. Yazar olan bir kişi, iktidarın gözüyle olayları değerlendirmemeli; kendi bakış açısıyla ve halkın gözüyle olayları değerlendirmelidir. Yazar, halkın problemleriyle ilgilenmeli; halkın derdiyle dertlenmeli ve halktan biriymiş gibi olaylara yaklaşabilmelidir. Bu durumda yazar da muhalif oluyor çünkü hiçbir iktidar yüzde yüz başarıyı elde edemez; fakat bütün iktidarlar, yüzde yüz başarıyı elde etmiş gibi kendini göstermeye çalışırlar.'' (Sayfa: 83-84)


Vedat Türkali:
*
''Şunun farkına varmalıyız ki bizden başka bizi birbirimizle barıştıracak hiç kimse yoktur. Yüzyıllardır kardeş halklar olarak beraber yaşamış olan Kürtler ile Türkler, ortak bir mutabakatta barışamadığı sürece kimse onları barıştıramaz. Eğer biz barışma konusunda başka güçlere inanırsak kendi halklarımıza ihanet etmiş oluruz. Ortadoğu bizim sorunlarımızı çözemez. Hatta bizim sorunlarımızı kendi sorunlarını çözmek için kullanıyorlar. Gerçek budur.'' (Sayfa: 88)


''Ben her zaman, herhangi bir kitabımın Kürtçeye çevrilip Kürtler tarafından Kürtçe okunmasını çok istedim. Kitabımın Kürtçeye çevrildiği zaman maddi anlamda bana katkı sağlamayacağını da biliyorum; fakat ben sesimi bin yıldır beraber yaşadığımız bir halka kendi anadilleriyle ulaştırmak istiyorum. İşte o zaman yüreğim acısı biraz da olsa hafifleyecek.'' (Sayfa: 91)


Fırat Cewerî - Arif Damar:
*
Fırat Cewerî:
*
''- Sizce Türk aydınlar, Kürtlerin Kültürü, folkloru, dili ve edebiyatı üzerine yapılan baskıyı herhangi bir şekilde protesto ediyor mu.?

Arif Damar:
*
- Eğer dikkat ettiysen Türkiye'de Kürt sorununu en fazla dile getiren kişi İsmail Beşikçi'dir, kendisi Türk'tür. Ben bugün Türkiye'de herhangi bir Türk aydın veya yazarın, Kürtlerin ezilmesinden yana olacağı kanaatinde değilim. Maalesef, kimi televizyon kanalları, gazete ve dergiler bu sorunu görmezden geliyor. Bunlar aydın diye ortalıkta geziniyor. Bunlar aydın falan değil. Kaldı ki Türkiye'de Kürt sorunu bir tabu olduğu zaman kimse cesaret edip de bunu dile getiremiyordu. Bu tabu, Özal zamanında kırıldı; fakat bu konuda kendisi de ne kadar ciddiydi bilinmez. Yani sen kalkıp da Kürtlerin köyünü yakıp Kürtleri göçe zorlayarak bu sorunu çözemezsin. Bilakis sorunu daha da büyütürsün. Ben siyasi çözümden yanayım. Kürt sorunu siyasi yollarla ve barış içerisinde yürütülecek bir atmosferde çözülmelidir.''
*
''..Türkiye'de Kürt olup da Türkçe yazan pek çok yazar var. Cemal Süreya, Ahmed Arif ve Yaşar Kemal aslen Kürt oldukları halde eserlerini Türkçe yazmışlar. Acaba Kürtçe yazmak onlara zor mu geliyordu, neden Kürtçe yazmadılar, bilemiyorum. Cemal Süreya'yı iyi tanırdım, Kürtçe bilmiyordu. Eğer Kürt yazarlar, Kürtçe yazsaydı; biz bugün Kürt kültürü, Kürt dili ve edebiyatı hakkında daha çok şey bilirdik.'' (Sayfa: 96)


İnger Johansson'dan Bir Mektup, 24 Kasım 1994):
*
''Eminim ki senin söylediğin bütün sözler, herkesin yüreğine işledi. Bunun kanıtı da Amy Mimsa'dır. Amy'nin dediğine göre, görüş ve düşüncelerine verdiğin değerle onlara kattığın ciddiyet; dinleyicileri çok etkilemiş. Demem o ki konuşmanda gerçeği bu denli doğru dile getirmen -var olan normal gerçekler- konuşmandaki etkinin en büyük faktörüydü. Bunu daha önce bilenler için de yeni bir hatırlatmaydı. Gemimizdeki yolcular başta olmak üzere çok az kişi, bu gerçekleri bilmektedir. Ben, çoğu kimsenin bu gerçekleri bilmediğinden dolayı üzülüyorum. Ayrıca aydınların ve yazarların bu konuda insiyatif almamaları, yardımcı olmamaları da beni derinden üzmektedir. Çoğunluğun bilgilendirilip uyandırılması, düşünce özgürlüğüyle kültürel kimliğe saygı duymada iyi bir araçtır.
*
''Sahip olduğun üzüntü içerisinde, şimdi olduğu gibi çalışmalarına devam etmelisin. Abhazyalı Ludmila Sagiraya'nın bana daha önce anlattığı şeyi, sen şimdi zihnimde canlandırdın. Abhazya'da Budistlerin istediği sistem budur. İnsanlar anlaşabilmek için kin ve nefretlerini barış için kurban etmelidir. Çoğu kişi için bu büyük bir kurbandır. Sadece bu şekilde açmazlar aşılabilir. Bunun farkına vardığımda anladım ki senin barış için söylediklerinle şiddete karşı söylediklerin aynıydı. Bu durumda insanın nasıl bir dil kullanması gerektiğini bana gösterdiğin için sana teşekkür ederim.
Şunu da bilmelisin ki Abhazyalı Denis Chackhalia da kısa bir süre önce kardeşini kaybetti. Senin de kardeşini kaybetmen gibi. Bu ölümler, benim için bir semboldür.'' (Sayfa: 100-101)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...