29 Aralık 2020 Salı

Nâzım Hikmet Ran - Cezaevinden Memet Fuat'a Mektuplar

 

*
"Sen daha o kadar gençsin ki hatıraları olmayan ve hatıralara değerlerini vermesini öğrenmemiş olansın. Halbuki ben artık hatıraları olan ve hatıralara değer verecek kadar ihtiyarlamışım." (..) "..benden uzak, fakat yeryüzünün en akıllı ve en büyük kadınına yakın yaşadın. Beni adam eden, beni insan eden kadının tesiri yaratıcıdır.." (Sayfa: 9)
*
"Annen bana bir mektubunda şöyle yazmıştı:
Kitaba düştüm,
sabahtan akşama kadar kitap okuyorum.
Kitaplar akıllı
-----kitaplar aptal
kitaplar büyük
-----kitaplar çocuk,
kitaplar en uzak, en güzel yolculuk..
*
Tabii annen bunu böyle kesik kesik yazmadı, daha taze, daha güzel yazdı ama ben onları körolası şair alışkanlığımla bu hale soktum."
*
''Kitapla hayatı birbirinden ayırma. Ve yalan söyleyen, ümitsiz olan kitaplardan yalan söyleyen ve ümitsiz olan insanlardan kaçtığın gibi, hatta daha çok kaç ve ne öyle kitaplar, ne de öyle insanlarla konuş.''
*
''Gogol sağlam kitap yazar, oku; Şolohof mükemmeldir, oku; Balzac'ı, Zola'yı mutlaka oku. Hele Andre Malraux'nun İnsanlığın Hali diye bir romanı vardır, mutlaka oku. Ha bak, Dickens de, bütün dehasına rağmen zaman zaman yalancılığa kaçar. Copperfield'de fevkalade doğru hayatın yanında, yalancı, lüzumundan fazla ve zorla pembeleştirilmiş resimler de vardır.'' (Sayfa: 10)
*****
*
''Rasih'le ahbaplık et, haftada bir defa olsun ona git. Beni babam yolladı sana, de, o vaktiyle senin yüreğine ve kafana seni seven elleriyle dokunmuş ve oralara kendinde olan en iyi şeyleri koymuş, şimdi sıra senin, sen de onun oğluyla alakadar ol, de.''
*
''Anneni yalnız bırakma. Seni çocukluk sevginde hayal inkisarına uğratmayacak biricik insan odur. Yıllarca sonra arkana dönüp sevdiğin ve hayran olduğun insanları tekrar gözden geçirdiğin zaman, ya gülecek, yahut hayranlık yerine merhamet duyacaksın, fakat anan, seni aldatmamış olacak ve yıllarca sonra ona duyduğun hayranlığın bir kat daha artmış olduğunu anlayacaksın.'' (Sayfa: 12)
*****
*
''Tarihi büyük insanlar değil, büyük insanları tarih yapar. Yani tarih, büyük insanların verimi değil, büyük insanlar tarihin verimidir.'' (Sayfa: 15)
*****
*
''Büyük insan içinde yaşadığı cemiyetin gelişme, inkişaf yolunu, istikametini görüp, sezip, hatta anlayıp bu yolun gelişiminde dönüm noktasını en önde geçen, yahut bu dönüm noktasına işaret eden, onun dönülmesinde, geçilmesinde, cemiyetin yeni bir merhaleye inkılap edişinde kemmiyet bakımından rol oynayan, müessir olan adamdır. Yani kahramanların, büyük insanların, dâhilerin tarihin akışı içindeki rolleri keyfiyet bakımından değil, yani onu istedikleri anda değiştirmek bakımından değil, fakat bu değişimin çabukluğu, temposu üzerine tesir etmeleri bakımından göz önünde tutulur.'' (Sayfa: 16)
*****
*
''..her iş için böyledir, hayatımızda şahsi işlerimiz için insan kullanmaktan çekinmeliyiz. İnsanın insanı kullanması zaten şerefli bir şey değil.'' (Sayfa: 18)
*****
*
''Sefalet büyük eser doğurur derler, yarı yarıya yalan. Eğer sefalette büyük eserler veren muharrirler o sefaleti çekmek zorunda kalmasalardı daha büyük, daha çok eser verirlerdi.'' (Sayfa: 21)
*****
*
''Annenin mektuplarından anladığıma ve onun bana şahsen anlattıklarından çıkardığım neticelere göre sende biraz utangaçlık huyu var. Aman, Memet, bu huyuna karşı mücadeleye geç. Mahçupluk, sıkılganlık hiç de iyi değildir. Arsızlık, şımarıklık, ukalalık ne kadar kötüyse, bunun taban tabana zıddı olan sıkılganlık, kendini hor görmeklik, utangaçlık da o kadar muzurdur. Atılganlık senin yaşındaki bir insanın en iyi hususiyetlerinden biri olmalı.'' (Sayfa: 30)
*****
*
'' I. Davası, meselesi olmayan kitap kitap değildir. Dikkat et bütün büyük kitaplar, roma, şiir falan filan, insanların karşısında bir davayı öne süren, bir meseleyi ele alan, onu edebiyat çerçevesi ve kanunları ve imkânlarıyla halle çalışan kitaplardır. Bu dava ve mesele ne kadar insana yakın, ne kadar kendi devrinin ve hiç olmazsa yakın geleceğin davası ve meselesi olursa o kadar, kitap, büyük ve değerli olur. Davası olan kitap kavgası olan kitap demektir. Kavgasız kitap hareketsiz kitaptır, hareketsiz kitap ise ölüdür. II. İkinci mesele, yazdığı eserden insanlara karşı mesuliyet hissi duymayan muharrir, hele bu asırda, on para etmez. İki türlü sanat eseri ve iki türlü sanatkâr vardır: 1. Hoşça vakit geçirmek için okunan eser. Eğlence değerinden başka bir değeri olmayan kitap. Ve onun muharriri. 2. Sanat değerinden, sırf estetik kaidelerinden hiçbir şey kaybetmeksizin, bilakis onu bir kat daha da kuvvetlendirerek, insanlara hiç olmazsa bir doktorluk kitabı kadar gerekli, lüzumlu, faydalı olan, mesuliyetini müdrik kitap ve onun muharriri.'' (..) ''Sen insanlara hoşça vakit geçirtmek için bir likör şişesi vazifesini değil, onların dertlerini, sevinçlerini, ümitlerini cesaretle ortaya atarak onlara faydalı olmak için bir ruh mühendisi halinde çalışmalısın..'' (Sayfa: 31-32)
*****
''Annenizi ihmal etmeyin. Boş vakitlerinizi değil, derslerden ve bazı zaruretlerden gayri vakitlerinizi onun yanında geçirin. Ben senin baban ve ananın kocası olarak değil, bir insan olarak bir yıl ananın yanında, bugünkü kafamla geçirebilmek için çok şey verirdim.'' (Sayfa: 34)


*
''Affetmeyecek olduğum birçok eziyetler arasında başta gelenlerden biri de beni oğlum insan olurken onun yanı başında bulunmak hakkından mahrum etmeleridir.'' 
(..)
''Nenenin ellerinden öperim. Onu ihmal etme, o ikimizin en büyük saadeti olan annenin kaynağıdır.'' (Sayfa: 35)
*****
*
''Mehmed, oğlum,
Günde en aşağı on sayfa okumayan erkek, delikanlı, acınacak insandır.'' (Sayfa: 36)
*****
*
''Fikret hürriyet için yazılarında dövüşmüş, fakat hürriyeti ele geçiren burjuvazi bunu yalnız kendi genç ihtirasları için kullanınca: ''Yiyin efendiler yiyin'' diye feryada başlamıştır. Fikret'in bu şiiri yeryüzündeki bütün burjuva inkılaplarından sonra iktidara geçen sınıfların yüzüne hâlâ bir tokat gibi inebilecek kudrettedir.'' (Sayfa: 41)
*
''İnsanlar kendilerini bir iş etrafında teksif ettikleri zaman (yoğunlaşma), edebildikleri zaman büyüktürler ve muzaffer olurlar. Yazı yazmak da böyledir, her şey de böyledir.'' (..) ''Her haklı kavga mukaddestir ve en haklı kavgaların başında insanın, ferdin kendi sağlığı için yaptığı kavga gelir.'' (Sayfa: 43)
*****
*
''..''Yavaş yavaş, karanlık, koca binalara baka baka yürüyorlar'' diye yazmışsın. Burada ''yavaş yavaş'' yerinde değil, virgül olmasa bu yavaşlığın karanlıkla bir ilgisi varmış sanılacak. Şöyle yazmak lazım: Kanlık, koca binalara baka baka, yavaş yavaş yürüyorlar. Anladın ya, yavaşlık yürümeye ait olduğu için onun yanı başında olmalı..''
(Sayfa: 44)
*
''Bak, oğlum, ben bir yazı okurken, ister ilim yazısı, ister şiir, edebiyat, hikâye roman falan filan olsun, kendime şunu sorarım: Ne diyor, dediğini nasıl diyor.? Bu iki soruda birincisi temeldir, fakat her ikisi bir birlik olmalıdırlar. Yazıyı okuyup bitirdikten sonra da bu iki sorudan mürekkep tek soruma aldığım karşılığa göre hükmümü veririm. Bu fena bir ölçü değildir sanıyorum, sana da tavsiye ederim.''
(Sayfa: 45)
*****
*
''Sana bir baba nasihati, hayatta ikinci ve hatta üçüncü derece meseleler için büyük, kesin prensipler ve kaideler koyma. Spor elbette ki lüzumlu ve faydalı bir şeydir, her medeni insanın -bugünkü şartlar içinde- imkân bulursa spor yapması faydalıdır. Fakat spor yapmayan adam yarım adamdır dersen, bak, başta ben olmak üzere birçok insanı yarım adamlık ''mertebesine'' indirirsin. Ben spor yapmamış nice tam adamlar bilirim ki spor yapmış birçok çeyrek adamdan daha çok insandırlar.'' (Sayfa: 47)
*****
*
''..ben şairanelikten, sululuktan, yapmacıktan, züppelikten nefret ederim. Şiir dediğin şeyin şekli, eski Yunan mabetleri gibi pürüzsüz, süssüz, şatafatsız, aydınlık ve muhtevayı en iyi bir surette verebilir, belirtebilir olmalı.'' (Sayfa: 50)
*****
*
''..insanlar, sanat verimi olarak, ilkönce nesir değil, şiir yazmışlar. Fakat yazdıkları şiirleri müzikle birlikte okumuşlar. Galiba bundan dolayı da, şiir ölçülü, vezinli olmuş.'' (Sayfa: 56)
*
''..Manzaralar'ı ben nesirle de yazabilirdim. Fakat o zaman teknikçe aynı muhtevayı yirmi ciltte vermek gerekirdi. Şiirin imkânları ise onu, aynı muhtevayı dört ciltte yazmamı mümkün kılacaktır.'' (Sayfa: 58)
*****
*
''Şairin dünyası, en az, bir romancının dünyası kadar büyük olmalı. Bak, bugün bizim şiir piyasasında çok istidatlı delikanlılar var, fakat ekserisinin dünyası daracık, soluğu yok, tıknefes. Ve bu dar dünyalı oluşlarını, tıknefesliklerini örtbas için, sözde kendi iç âlemlerine kulak verdikleri iddiasındalar. Halbuki bir metodoloji bakımından ayrılsa bile, gerçekte iç âlem dış âlem diye bir şey yoktur, şairin iç âlemi gerçekte dış âlemin bir inikasından başka bir şey değildir, bundan dolayı da dış dünyası dar olanın, iç dünyası da daracık olur.'' (Sayfa: 70)
*****
*
''Gorki'yi, bütün öteki saydığın romancı ve hikâyecilerden ayıran şey, insanlara, sadece pasif bir müşahit olarak değil, objektif bir realist olarak değil, aynı zamanda seven, inanan, ümitli bir yürek, faal, aktif bir mücadele hayatıyla da yaklaşmasıdır. Zaten realizmi derece derece bu bakımdan ayırmak kabildir. Zola'nın realizmi bu bakımdan Balzac'ın realizmine göre bir adım daha ileri, Gorki'ninki Tolstoy'unkine göre yüz adım daha ileridir. Misal vermek icabederse, mesela Tolstoy, insanlarla, iyi yürekli, namuslu bir doktorun hastasıyla münasebeti gibi ilgileniyorsa; Gorki, doktor bir babanın hasta oğluyla ilgilenmesi gibi insanlarla münasebete geçiyor. Gorki, milletini ve insanları konkre varlıklarıyla seviyor. Bak, ben, Gorki gibi dâhi bir muharrir değilim, ama ben de Türkiye halkını ve dünyanın namuslu insanlarını, seni sevdiğim, anneni sevdiğim, annemi sevdiğim gibi severim. Bana öyle gelir ki, insan böyle sevmedikten sonra, ne oğlunu, ne karısını, ne kızını, ne annesini, ne memleketini, ne halkını, ne de insanları sevebilir.'' (Sayfa: 72)
*****
*
''Ben halkıma ve insanlığıma o kadar az şey verebildim ki, bunun kat kat fazlasını vermeyi sana miras olarak bırakacağım, galiba bundan başka da miras yiyemeyeceksin benden.'' (Sayfa: 74)
*****
*
''Sırça Köşk'ü okudun mu.? İçinde cidden, yalnız Türk edebiyatının değil, dünya edebiyatının yüzünü ağartacak üç dört hikâye var.'' (Sayfa: 77)
*****
*
Dördüncü Perde
*
Bu akşam, belki şimdi, şu dakka sen
-----arkadan bıçaklandın bacım.
-----Hem de ben bıçakladım seni,
kanın damlıyor ellerimden.
*
Görüyorum: işte sen içine gömülürken karanlığın
-----hayretle açılan gözlerinde
-----durgun bir su gibi parlıyor hâlâ
-----bana güvenen rahatlığın.
*
Elimde sırtına saplanan bıçak,
ve ağzımda müthiş bir yemişin tadı,
seni öyle yüzükoyun kapaklanmış bırakıp
kaçıyorum yanından ağlayarak. (Sayfa: 83)
*****
*
''Kusur lakırdısının bütün izafiliği göz önünde tutulmak şartıyla, kusursuz insan yoktur zaten. Sadece, kusurlarını belli etmeyen kurnazlar, mürailer vardır ki, hakikaten korkunç mahluklardır. Sonra, kendi içine kapanmış insanlar vardır, onlar da içlerinde kötü bir şeylerin üstüne kapanıp onun dışarı vurmasından korkan insanlardır. Kirli çamaşırlarını herkesin önünde yıkayan insanlar da vardır, işte en az onlardan kork. Çünkü onlar cesur insanlardır. Cesur insanların çoğu da, iyilikleri kötülüklerinden çok olan insanlardır. Yalnız, cesareti hangi manada kullandığımı anlıyorsun elbette.'' (Sayfa: 95)
*****
*
''Hiçbir baba oğlunu benim seni sevdiğim kadar sevmemiştir. İşte senden unutmamanı istediğim şeyler bunlardır. Sen benim biyolojimin değil, bende olan en güzel manevi şeylerin devamısın.'' (Sayfa: 109)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...