29 Aralık 2022 Perşembe

Cicero - İhtiyarlık (Çeviren: Dr. Ayşe Sarıgöllü)


ÖNSÖZ:

*

''Cicero'nun bu ufak eseri başkalarından kapma değilse de, tamamıyla orjinal sayılamaz. Cicero burada başka eserlerindeki bazı fikirlerini tekrarlamış, Yunan muharrir ve feylosoflarının görüşlerini nakletmiş ve aynı konuda yazılmış eserleri az çok taklit etmiştir. Buna rağmen insanlara has asil duygulardan öyle samimiyet ve heyecanla bahsetmiş, hem kendini hem başkalarını teselli etmeyi öyle candan istemiştir kieser ordan burdan alınan fikirlerin ustaca birbirine bağlandığı hissini vermemektedir. Cicero ihtiyarlık üzerine birçok yazılar okumuş olabilir, fakat eserdeki canlılık bahsettiklerini duymuş ve düşünmüş, onlara şahsiyetinden bir şeyler katmış olduğunu gösteriyor.''

*

Dr. Ayşe SARIGÖLLÜ (Sayfa: VI)

*

CATO: ..kendilerinde iyi ve mutlu ömür sürmek için azıcık kabiliyet olmıyan kimselere her çağ ağır gelir; ama her iyiliği kendinden bekliyen insanlar için, tabii zaruretlerin hiçbir kötü görünmez..
*
DİPNOT: Platon'un ve Stoacıların fikri. (Sayfa: 3)
*
''Sparta'da en şerefli vazifelerde bulunan kimselere ''ihtiyarlar'' denir, bunlar gerçekten de ihtiyardırlar.''
*
DİPNOT: Sparta'da senato demek olan geruria kelimesi de ihtiyar demek olan bir kelime kökünden gelir. Gerusia üyelerinin en az altmış yaşında olmaları lâzımdı. (Sayfa: 11)
*
''Bana gelince, ben yalnız bugün hayatta olanları tanımakla kalmayıp, onların babalarını da, dedelerini de tanırım ve mezarlar üzerindeki yazıları okurken, dedikleri gibi hâfızamı kaybetmekten korkmam, çünkü bunları okumakla ölüler hâfızamda canlanır.'' (Sayfa: 12)
*

''Sophokles en ihtiyar zamanında bile trajediler yazdı, hattâ bu faaliyeti yüzünden, malını ihmal ediyor gibi göründüğü için oğulları onu mahkemeye verdiler. Bizde servetini iyi idare edemeyen babaların malları ile uğraşmasını men etmek nasıl âdetse, öylece hâkimlerin sanki, o aklını kaybetmiş bir insanmış gibi, servetini elinden almalarını istiyorlardı. Dediklerine göre, o zaman ihtiyar elinde tuttuğu ve az önce yazmış olduğu Oidipus Kolonos'ta adlı eserini hâkimlere okumuş ve bu eserin deli işine benzeyip benzemediğini sormuş; eser okunduktan sonra da hâkimlerin kararı ile beraat etmiş. İşte ihtiyarlık bu adamı, Homeros'u, Simonides'i, Stesikhoros'u, demin bahsetmiş olduğum İsokrates'i, Gorgias'ı, en büyük feylosofları: Pythagoras'ı, Demokritos'u, Eflatun'u, Xenokrates'i daha sonra Zenon'u, Kleanthes'i, yahut sizin Roma'da gördüğünüz stoacı Diogenes'i çalışmalarına son vermek zorunda bırakmış mıdır? Hepsi yaşadıkları kadar faal olmamışlar mıdır.?'' (Sayfa: 12-13)
*
''..yalnız vücuda değil, asıl zihne ve ruha itina etmeli, çünkü yağsız kalan lâmbanın söndüğü gibi, bunlar da beslenmezse, harabolurlar.'' (Sayfa: 19-20)
*
"Sophokles'e, üzerine ihtiyarlık çöktüğü zaman, "Aşkla aran nsıl.?" diye sorulunca, haklı olarak, şöyle demiş: "Tanrılar korusun.! Ben ondan elimi eteğimi seve seve çektim, kaba ve çılgın bir efendinin elinden kurtulmuş gibiyim.".." (Sayfa: 26)
*
"..tahsil bigiyle beslendiği taktirde, insana istediğini yapmak vaktini bırakan ihtiyarlıktan hoş bir şey de yoktur." (Sayfa: 27)
*
"..ihtiyar, gencin ümit ettiğini ele geçirmiş olduğuna göre daha iyi bir durumdadır: Biri uzun müddet yaşamyı ümit eder; öteki uzun müddet yaşamıştır." (Sayfa: 37)
*
"..bir ömür, kısa da olsa, iyi ve şerefli bir tarzda yaşamaya yetecek kadar uzundur." (Sayfa: 38)

28 Aralık 2022 Çarşamba

Antoine de Saint-Exupéry - Küçük Prens (Çeviren: Ayberk Erkay)

 

''Ne olurdu sanki şu büyükler bir şeyi de kendi başlarına anlayıverseler.? Çocuklar bu yüzden mecbur kalıyor her şeyi onlara açıklamaya; ama bir bilseler bunun ne yorucu iş olduğunu.!'' (Sayfa: 9)


''Yıllar böyle gelip geçerken, birçok önemli insanla bir sürü bağ kurdum. Çok vakit geçirdim büyükler arasında. Yakından tanıma fırsatı buldum onları. Ama haklarında fikrin değişti mi diye sorarsanız, hemen hiç değişmedi derim.'' (Sayfa: 9)



''Yürüyüp gitsen bile varamazsın ki uzaklara..'' (Sayfa: 20)


''Küçük Prens'in asteroit B612'den geldiğine inanmam için hiç de yabana atılmayacak gerekçelerim var. Bu asteroit, vakti zamanında, ilk ve son defa olmak üzere, 1909 yılında bir Türk gökbilimci tarafından görülmüş.
Uluslararası Gökbilim Kongresi'nde yaptığı bir sunumla keşfini dünyaya duyurmak istemiş gökbilimci. Gelin görün ki kıyafeti yüzünden kimseler inanmamış adama. Büyükler böyledir işte.
Asteroit B612'nin şansına, bir Türk lider, tam da o vakitler, halkının Avrupalılar gibi giyinmesini zorunlu tutmuş, karşı çıkanların cezası ölümmüş, bizim asteroidin itibarını kurtaran da bu tesadüf olmuş. Bizim gökbilimci, 1920 yılında, ikinci kere, ama bu sefer iki dirhem bir çekirdek çıkmış insanların karşısına, tekrar sunmuş keşfini. Vaziyet böyle olunca bütün salon alkışlamış gökbilimciyi.'' (Sayfa: 22)
*''Deseniz ki büyüklere, ''Güzel bir ev gördüm, kırmızı tuğlalı, penceresinde sardunyalar, çatısında güvercinler..'', katiyen akılları almaz o evi. Şöyle söylemeniz gerekir onlara: ''Bir ev gördüm, en az yüz bin frank eder.'' Bakın görün o zaman nasıl bağırırlar ''Şu evin güzelliğine bakın.!'' diye.'' (Sayfa: 23)
*
''Pek tabii ki bizlerin, yani şu yaşamak denen şeye aklı erenlerin, rakamlarla falan işi olmaz.! Keşke diyorum şimdi, masallardaki gibi başlasaydım sizlere hikâyemi anlatmaya. Keşke deseydim ki ta en başında, ''Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde, ufacık cüssesinden azıcık büyük bir gezegende oturan ve bir arkadaşa ihtiyaç duyan bir Küçük Prens yaşarmış..'' Yaşamaya aklı erenlere, böylesi sahici gelir asıl.'' (Sayfa: 24)


''Küçük Prens'e baobabların çalı olmadıklarını, kilise boyunda devasa ağaçlar olduklarını, yanında koca bir fil sürüsü götürse, tek bir baobabı bile yiyip bitiremeyeceklerini söyledim.'' (Sayfa: 27)
*
''Küçük Prens'in gezegeninde, tüm gezegenlerde olduğu gibi, yararlı otlar ile zararlı otlar bitiyordu topraktan ve tabiatıyla, yararlı otlar yararlı tohumlardan, zararlı otlar zararlı tohumlardan çıkıyordu. Ama tohumlar görünmez olurlar. Toprağın altında uyurlar, ta ki içlerinden biri uyanma sevdasına düşene kadar. O vakit tohum şöyle bir gerinir, zarif, körpecik, mazlum bir filiz verir güneşe doğru tüm mahcubiyetiyle. Bir gül ya da bir turp filiziyse, bırakın açsın, çiçeklensin gönlünce. Ama büyüyüp günün birinde zararlı bir bitki olacaksa, derhal sökmek gerek kökünden, büyümesine fırsat dahi vermeden.'' (Sayfa: 27-28)
*
''Güllerin dibinde baobab bittiğini fark edecek olursan -ki küçükken güllere çok benzer baobablar- hemen söküp atman gerek o baobabın kökünü.'' (Sayfa: 29)



''..''Biliyor musun.. Çok üzüldüğün zaman, çok seviyorsun günbatımın..''
''Kırk üç kere gün batımını izlediğin gün.. O kadar mı çok üzülmüştün.?'' diye sordum. Küçük Prens yanıt vermedi.'' (Sayfa: 33)


''Milyon kere milyon tane yıldızdan birinin bir köşesinde açmış, eşi benzeri bulunmayan bir çiçeği sevecek olursan eğer, mutlu olmak için başını kaldırıp o yıldızlara bakmak yeter. Dersin ki bakıp gökyüzüne: 'Benim çiçeğim işte oralarda bir yerde..' Ama koyunun teki gelir de çiçeğini yemeye kalkarsa ne olur biliyor musun, o gökte parıldayan yıldızların ışığı bir anda sönüverir.' Sen buna mı önemsiz diyorsun.!'' (Sayfa: 37)


''Aklım neye eriyordu ki o zamanlar.! Ne söylediğine değil, ne yaptığına önem vermem gerektiğini bilmiyordum. Mis kokusuyla etrafımı sarıyor, ışığıyla dünyamı aydınlatıyordu. Nasıl çekip gittim onu yapayalnız bırakıp.! O masum şeytanlıklarının ardına gizlenmiş sevgiyi nasıl göremedim.! Her biri ayrı muammaymış meğer şu çiçeklerin.! Bense küçücüktüm o zamanlar, nereden bilirdim sevmesini..'' (Sayfa: 43)


''..''Şaşırma o kadar,'' dedi çiçek, ''seni seviyorum, ne var bunda.? Anlamadın bir türlü ama kabahat bende tabii. Gerçi ne önemi var.? Ama sen de az aptallık etmedin hani. Mutlu olmaya bak..'' (Sayfa: 45)


''Bilmiyordu ki kralların gözünde insanlar kapı mandalından hallicedir. Krallara sorsanız, başlarına hükümran olmaktan başka işe yaramaz insan evladı.'' (Sayfa: 48)
*
''kimseden yapamayacağı şeyi istememek gerekir. Aklı yadsıyan iktidar ayakta duramaz. Koşup denize atlamasını buyuracak olursan halkına, ihtilal çıkar.'' (Sayfa: 52)
*
''..''Madem öyle sen de kendini yargılarsın,'' diye yanıt verdi kral. ''Ama bu en zor iştir bilesin. Başkasını yargılamaktan çok daha güçtür kendini yargılamak. Öte yandan kendini hakkıyla yargılamayı becerebilirsen, şüphe duymayasın, bilge bir kişi olmuşsun demektir.''
''Ben kendimi nerede olsa yargılarım,'' dedi Küçük Prens, ''buraya yerleşmeme lüzum yok ki.''..'' (Sayfa: 54)





''..''İnsanlar nerede.?'' diye sordu bir süre sonra Küçük Prens,
''yalnızlıktan başka bir şey yok bu çölde..''
''Sanma ki yalnız kalmazsın insanlar arasında,'' dedi yılan.'' (Sayfa: 82)
*
''..Sürgün olur dokunduğum, çıktığı toprağın altına,'' dedi. ''Ama senin tertemiz bir yüreğin var, bir yıldızdan düşmüşsün buralara..''
Küçük Prens yanıt vermedi.
''Acıdım şu zavallı haline, karşına dikilmiş şu koca dünyanın taş duvarları, gücün neye yeter senin.? Unutma, yorgun düşerse bir gün yüreğin yuvana duyduğun özlemin yükünü taşımaktan, o gün yardımım dokunur sana. Seni..''
''Tamam.! Anladım söylediğini,'' dedi Küçük Prens, ''zorunda mısın bilmece gibi konuşmaya.?''
''Ben bilirim halbuki tüm bilmeceleri,'' dedi yılan.
Sonra sustular.'' (Sayfa: 84)


''Hayal güçleri bile yokmuş dünyadaki insanların, anca ne söylesen tekrar etmesini biliyorlar.. Benim bir çiçeğim vardı gezegenimde, başlayan o olurdu hep söze..'' (Sayfa: 87)


''Kendimi zengin sanırdım eşi benzeri bulunmayan bir çiçeğe sahibim diye, sıradan bir gülmüş meğer sahip olduğum. Uyduruk bir çiçek, biri yanmaktan aciz, boyu dizim kadar üç volkanmış bütün varlığım.. Şanlı, büyük bir prens olmak benim neyime..'' dedi içinden, çimenlere uzanıp ağladı Küçük Prens.'' (Sayfa: 90)


''..''..beni evcilleştirecek olursan, bundan böyle birbirimize ihtiyaç duyarız. Şu koca dünyada, ben biricik olurum senin için, sen biricik olursun benim için..''
''Şimdi anladım,'' dedi Küçük Prens, ''bir çiçek vardı.. Galiba beni evcilleştirmiş..''..'' (Sayfa: 93)


''Her gün aynı saatte gelmeye çalış,'' dedi tilki, ''çünkü düşün, mesela akşama doğru dörtte geleceğini bilirsem, saat üç dedin mi yüzüm gülmeye başlar. Vakit yaklaştıkça içim içime sığmaz olur. Saat dörde vardı mı yerimde duramam, bir telaş kaplar içimi, meraktan ne yapacağımı şaşırırım: Mutluluğun kıymetini anlarım.! Ne zaman geleceğin belli olmazsa yüreğimi hazır tutamam ki..'' (Sayfa: 96)


''Elveda,'' dedi tilki, ''sırrım armağanım olsun sana: Yalnızca yüreğin harcıdır aslolanı görmek. Aslolan görünmez göze.'' (Sayfa: 98)
*
''Asolan görünmez göze,'' diye tekrarladı Küçük Prens unutmamak için.
''Uğruna harcadığın zamandır gülünü değerli kılan.''
''Uğruna harcadığın zaman,'' dedi Küçük Prens unutmamak için.
''İnsanlar hatırlamaz oldu hakikati,'' dedi tilki, ''sen sakın unutmayasın: Evcilleştirdiğin şeyden sorumlusundur sonsuza dek. Gülünden sorumlusun..''
''Gülümden sorumluyum..'' diye tekrarladı Küçük Prens unutmamak için. (Sayfa: 100)



''Sen de susadın demek.?'' diye sordum.
Yanıt vermedi soruma.
''Su yüreğe de iyi geliyordur belki..'' demekle yetindi. (Sayfa: 106)
*
''Senin şu insanlar,'' dedi Küçük Prens, ''aynı bahçeye beş bin tane gül dikiyorlar.. Ama bir türlü bulamıyorlar aradıklarını..''
''Bulamıyorlar,'' diye yanıt verdim..
''Oysa bir tanecik gülde, bir avuç suda olabilir aradıkları..''
Dedi ki sonra:
''Gözler kördür, yürekle bakmak gerek.'' (Sayfa: 111)




''Biliyorsun.. Çiçeğim var benim.. Sorumluyum ondan ben.! Görsen incecik bir şeydir.! Dokunsan kırılacak.! Dört tanecik dikeni var koca dünyaya göğüs gerecek.!'' (Sayfa: 123-124)

24 Aralık 2022 Cumartesi

Küçük İskender - Şifalı Rehabilitasyon Ortamı (Kendi el yazısıyla TIPKI BASIM) (Şenol Erdoğan)

 

GÖKYÜZÜ, YERYÜZÜNÜ
FAKLI YENMİŞTİ. HİKÂYE-
LERE SONUÇ BÖLÜMÜ O-
LARAK FEVKALADE BİR
ORGAZMIN TÜM EVRELERİ
YERLEŞTİRİLMİŞTİ. POLİ-
TİK MÜCADELELERE GİRİP
ÇIKMIŞ BİR DİNAZORUN
PARKI OLAMAZDI. GÜZEL
LAF ETMEK SORUN DEĞİL-
Dİ. DİYAR DİYAR HIYAR-
LIK EGZERSİZLERİ..
*
ŞİFALI REHABİLİTASYON
ORTAMI OLARAK SEÇİLEN
YAŞAM BİÇİMLERİ ZOR-
LAMADIR. HERŞEY, OLA-
ĞANDIR. HERŞEY, OLA-
BİLECEĞİNİN ÖTESİNE
GEÇEBİLMEK İÇİN KENDİ
SINIRINI YOKLAR; ARZU-
LAR GENLEŞEBİLİR.
ONURLU İNTİHARLARA
DOĞRU..
*
GÖTLÜĞÜN LÜZUMU YOK.!
ŞEHİR HÂLÂ BİZİM. ŞE-
HİR HÂLÂ SESİNİ ÇIKART-
MIYOR. ŞEHİR SERSERİLE-
Rİ BİZİ ANLAMAYA
YANAŞMIYOR.
SOĞUK.!
YAŞAM KADAR
SOĞUK.!
OLUK OLUK SOĞUK.!
*
''YAZGIMIN AZ YAĞMURLU
SİRKİNDEYİM / YERLER
KAYGAN, KALBİM KAY-
GAN.! / DOKUNABİLSEM
İKİMİZ DE CÜCEYİZ /
BİR SİRKTEN AYRILAMA
YACAK KADAR ARTİS-
TİM / SEN DE ARTİSTSİN
ANNEN MEKTUPTA ÖYLE
YAZMIŞ / UZATSAM ELİMİ
TUTAMAYACAKSIN
KENDİNLE O KADAR
İKİZSİN.!!!''
*
BİLİYORUM
BU ŞEHRİN AZALMIŞ BİR
GURURU VAR / SOKAK-
LARI HAYDUT, BİNALARI
ÇETE, HAVASI ZANLI /
HANGİ KÖŞEYE GİDİP BİR
BİLMECE SORSAM CEVA-
BU BELLİ:
BİZE BU MEMLEKETTEN
TAVŞAN
ÇIKMAZ
ŞAPKAMIZ YIRTIK.! '
*
KİMİ ŞİİRLERİN
FAİDESİ OLDUĞU
KESİNDİR.
ÜÇÜNCÜ
DERECE
İMGE
YANIKLARI
KOLAY
İYİLEŞMEZ.!
*
APTALLIKLARINIZA
KATLANACAĞIMIZI
SANARAK
BİR
APTALLIK
DAHA YAPTINIZ.
SİZİ
KUTLUYORUZ.
KUTSANMAYACAKSINIZ.!
*
ONURLU
İNTİHARLARIN
ALT
YAPISINDA
YAPIŞ
YAPIŞ
REGL
AKAR.!!
*
VÜCUDU ÖNEMSEMEYEN
ENERJİ, SERBEST BİR
YOLCULUKLA ÖDÜLLEN-
DİRİLİR.
GENÇ KAOS, BUNA
ÇOK
UYGUNDUR.
ZEHİR
YERİNİ
BULUR.
*
BOYUTSUZ SEVGİLERİN
TAŞIDIKLARI TEK KAYGI,
KANITLANAMAYIŞTIR.
BU TÜR SEVGİLER TİCA-
RİDİR VE ŞİFALI REHA-
BİLİTASYON ORTAMLARI-
NIN TARİFSİZ PARA-
ZİTLERİDİR. BİLİNÇ,
BURADA GÜCÜNÜ YİTİ-
REBİLİR. DİKKAT.!!
*
BİR TIRNAK MAKASININ
ÇOCUKLUĞU NASIL GEÇ-
MİŞTİR.?
ASLA MERAK ETMEZSİNİZ.
BUNUN BİR
HATA OLDUĞUNUN DA
FARKINDASINIZDIR.
*
OTURUP
UZAKLARA
BAKARSINIZ..
SANKİ
NE
VARDI Kİ
ORADA.?
YALNIZCA
SESSİZLİK.

23 Aralık 2022 Cuma

Zlata Filipoviç - Zlata'nın Günlüğü (Çeviren: Barbee)


Arka Kapak

*
Zlata, Saraybosna'da yaşayan 11 yaşında mutlu bir kız çocuğuydu. Günlük tutmaya başladığında bir gün bunun bir belgesel niteliği taşıyacağını hiç tahmin etmemişti.
Sonra savaş başladı. Zlata'nın mutlu yaşamı her an bir bombanın hedefi olma korkusu, çevresindeki insanların ölümleri ile altüst oldu. Susuz, elektriksiz, yiyeceksiz bir yaşam başladı.
Tıpkı Anne Frank gibi.
Zlata artık Paris'te yaşıyor ve özgür. Ama onun görebildiği gerçekleri politikacıların nasıl olup da göremediğini hala anlamıyor.
*
''Zlata felaketin başladığı günden kurtulduğu güne kadar, hatıra defterinde Saraybosna'da hala sürüp giden cehennemi yazar. Kendi algıladığı biçimde..''
*
TEMPO
*
''Daha iyisi, daha güzeli için insanoğlu çabasını sürdürür. Sen de onun soylu bir örneğisin Zlata.. Zlata Filipoviç'in Saraybosna günlüğü küçüklerden büyüklere acı dersler veriyor.. Politika yapan ve kendini büyük sanan herkes bu günlüğü okumalı.!''
*
Hasan Cemal
*
*
Perşembe, 18 Haziran 1992:
*
''Evet biliyorum, aslında bütün bunlardan politika sorumlu. Politikanın beni ilgilendirmediğini söylemiştim, ama bir cevap bulabilmem için biraz da olsa bilgi edinmem gerekiyor. Bana sadece bölük pörçük bir şeyler söylüyorlar, herhalde bir gün çok daha fazlasını keşfedip daha çok şey anlayacağım.'' (Sayfa: 58-59)
*
Perşembe, 19 Kasım 1992:
*
''Niye politika bizi mutsuz yapıyor, bizleri birbirimizden ayırıyor.? Biz kimin iyi, kimin kötü olduğunu pekala biliriz. İyiyle birlikte olurken kötüden kaçınırız. Kötünün arasında olduğu gibi, iyinin arasında da Sırplar, Hırvatlar ve Müslümanlar bulunuyor. Bir türlü ne yapmaya çalıştıklarını anlamıyorum. Tabii ki ben ''çok küçüğüm'' ve politika ''büyüklerin'' elinde. Ama biz ''küçüklerin'' bu işi daha iyi becereceğini sanıyorum. Eminim ki savaşı bir çözüm yolu olarak seçmezdik.'' (Sayfa: 96)
*
Cumartesi, 17 Nisan 1993:
*
''Bence politik durum da, hareket halindeki bir aptallık. Kocaman BÜYÜÜÜK bir aptallık. Bu yaşama ve acı çekmeye devam mı etsem, yoksa bir ip alıp.. İşi bitirsem mi bilemiyorum. Eğer durum böyle devam ederse, birkaç yıl sonra 20 yaşında olacağım. Eğer bir başka ''Lübnan''a dönüşürsek (dedikleri gibi), 30 yaşında bile olurum. Çocukluğum, gençliğim ve hayatım gelip geçecek demektir. Öldüğümde bile bu savaş hâlâ devam ediyor olacaktır.'' (Sayfa: 122)
*
Salı, 4 Mayıs 1993:
*
Sevgili Mimmy,
Yine politikayı düşünüyorum. Halkı Sırp, Hırvat ve Müslüman diye gruplara ayırmak ne kadar aptalca, çirkin ve mantıksızca olsa bile , bunu yapan politika. Hepimiz bir şeyler bekliyoruz, bir şeyler ümit ediyoruz, ama ortada hiçbir şey yok. Vance-Owen barış planı bile işe yaramayacağa benziyor. Haritalar çizilip duruyor, insanları birbirlerinden ayırıyorlar, ama o ayrılan insanlara hiç kimse bir şey sormuyor. Bu ''yumurcaklar'' gerçekten bizimle oyun oynuyorlar. Normal halk bu bölünmeyi istemiyor, çünkü bu hiç kimseyi mutlu etmeyecek -ne Sırplıyı, ne Hırvatı, ne de Müslümanı. Ama normal insana kim soru soruyor ki.? Politika sorularını, sadece politikacılara soruyor.
*
Zlata
*
Yumurcaklar: Politikacılar için kullanılan güncel bir sözcük (Sayfa: 126)
*
Cumartesi, 8 Mayıs 1993:
*
''Bugün müzik okuluna giderken pazar yerini gördüm. Orada her şey var. İnsanın aklına gelebilecek her şey. İnsanlar her şeyi satıyor.
Bütün bunların nereden geldiğini merak ettim, sonra aklıma savaşın ilk başladığı günlerdeki Saraybosna sokakları geldi. Kırık vitrinleri ve ortadan kalkmış malları hatırladım. Cevap bu muydu acaba.? (..) ..ama işin en kötüsü bütün bu malları şimdi de o kadar pahalıya satmaktı.. O güzelim yiyecek maddelerini görmeliydin.! Bu arada açlığı çeken bizleriz, bulduğumuz her yiyecek maddesi için Tanrı'ya şükrediyoruz.'' (Sayfa: 128)
*
Pazartesi, 2 Ağustos 1993:
*
''Bazı insanlar beni Anne Frank'la karşılaştırıyor. Bu beni korkutuyor, Mimmy. Sonumun onunki gibi olmasını istemiyorum.''
*
Zlata (Sayfa: 152)

22 Aralık 2022 Perşembe

Ali Şeriati - Bilinç ve Eşekleştirme (Tercüme: Prof. Dr. Murat Demirkol)


Büyük Aldanış:

*
Size söylemek istediğim temel konu, ilmî bir mesele değil, fikrî bir meseledir. Benim dile getirmek istediğim, ancak açıklama ve yoruma ihtiyaç duymayan en önemli mesele şudur: ''Kendimizi ilmî açıdan tatmin etmekle fikrî bakımdan doyum hissedemeyeceğimizi bilelim: Bu günümüz okumuşlarına ve aydınlarına özgü çok sahte bir doyum ve büyük bir aldatma türüdür. Bu okumuş veya aydın, ilmî bakımdan doyuma ulaşınca, yüksek kazanımlar, ilmî açıdan geniş bilgiler ve çok seçkin dereceler kazanınca, büyük hocalar ve kitaplar görünce ve son derece orijinal teoriler öğrenince kendinde gurur ve hoşnutluk hisseder ve fikrî bakımdan bilge bir insan derecesine yükseldiğini sanır. Bu, sıradan bir insanda bile en az alim bir insan olduğu hissi uyandıran bir aldanmadır. Bir üstat, bir mütercim, bir filozof, bir büyük sufî, bir edebiyatçı, bir tarihçi genellikle fikrî bakımdan tamamen sıfır olabileceğini, şuur açısından en düşük derecedeki bir cahil seviyesinde kalabileceğini ve bilinç, öz bilinç, toplum bilinci ve zaman bilinci açısından gözü hiç yazı görmemiş olan bir cahilden daha aşağı olabileceğini düşünmez.'' (Sayfa: 9-10)
*
Belirleyici Seçim:
*
''..Fanon'un ifadesiyle geri kalmış toplumlar benzer bir kadere, benzer dert, ihtiyaç ve seçime sahiptirler. (..) ..yola hızlı bir Batı taklitçiliğiyle koyulan, öz bilinç ve sosyal bilinçten mahrum olan, ideolojisi bulunmayan, sadece Avrupa medeniyetini kullanmada sahte bir uyanışla yetinen toplumlar, Batı'nın tüketicisi olmuşlar, onun esaret ve zillet boyunduruğu altında kalmışlardır. Bunun örneklerini bizzat siz kendi zihninizde bulabilirsiniz.'' (Sayfa: 14)
*
Sarsıntı:


''İnsanın gündelik hayatında yıktığı, elden çıkardığı ve feda ettiği ilk şey isyandır. İnsanı dünyada Tanrı benzeri yapan isyanı kaybediyor.'' (Sayfa: 20)
*
Bilinç ve Eşekleştirme


Bilinç, beni daima dışarıdan ve beni kendisine kurban eden sürekli uğraşlardan kendime çağıran bir şeydir. Beni, ikide bir kendimi görmem için sürekli aynanın karşısına geçirir. Kendi gerçek tasavvuru gözünün önünde olan hiçbir kimse yoktur. Hatta günde üç dört saat aynanın önünde duran kimseler bile kendilerini bir kere dahi görmemişlerdir.!
Bilinç yani kendini bilme, felsefe bilgisinden, ilim bilgisinden, teknik bilgisinden daha üstündür. Bunlar bilgidir, bilinç değildir. Yani beni kendime gösteren, hakkımda çıkarsama yapan, beni bana tanıtan, ne kadar değerli olduğumu anlamamı sağlayan bir şey. Herkes kendine olan imanı ölçüsünde değerlidir. Bizi ne kadar aşağılıyorlar.! Toplum ve eğitim sistemine bir bakın. Aileden itibaren en son merhalesine kadar aynı şekildedir. Bizi öyle küçük görüyorlar ki birtakım şeyleri kendi gücümüzün imkanları olarak bile tanımıyoruz. Hatta hayvan yavruları bile kendilerini bu kadar âciz görmezler. Öyle ki kendimiz hakkında konuşmaktan, kendimizi eleştirmekten ve kendimize sormaktan bile âciziz. Varlığımız baştan aşağı âcizliktir. Küçük bir işi yapabilmek dahi tasavvurumuza sığmaz. İşte kendi şahsiyetimize karşı bu kadar inançsızız ve küçüğüz.! Kendi kendisini küçük gören bir insan, bir nesil, kesinlikle küçüktür.! Başkasını kendi kölen haline getirmek için onu önce kendisinin aşağı ırk ve aşağı aile olduğuna inanacak şekilde aşağılamalısın. O zaman aşağılık, onun için ürperti verici ve kötü bir şey olmak bir yana tamamen bir aşk, arzu ve dilek haline gelir. Senin kölen olur, senin efendiliğine sığınır. (Sayfa: 26-27)
*
Daha Küçük, Daha Daha Küçük:
*
''İnsan, şuursuzluğuyla, bilgisizliğiyle ve unutmasıyla bu kadar iftihar edebilir mi.? Çok ilginç.! Batının dilini almakla, kendi dilini unutmakla ve bazı şeyleri bilmemekle övünüyor.! Bu derece aciz ve zelil.! Tıpkı Sourdel'in diyalektiği gibi. Sourdel diyalektiği, çocuk diyalektiğidir. Çocuk, annesi tarafından kovulduğunda, azarlanıp aşağılandığında üzülür; annesinin saldırılarından emin olmak için yine ona sığınır. İşte bu, Sourdel diyalektiğidir. Üstün ırk, üstün millet ve hatta üstün insan bir kavmi, bir milleti veya bir insanı kendi güç ve otoritesi altına almak için onu aşağılar. O kadar ki onun dinini, imanını, edebiyatını, düşüncesini, önemli şahsiyetlerini, geçmişini ve her şeyini aşağılar. Böylece o, bu itham ve hakaretlerden, sürekli suçlama vesilesi yapılan bu yerden kurtulmak için bizzat onun himayesine sığınır; artık bir daha onun suçlamalarına maruz kalmamak için kendisini ona benzetir.'' (Sayfa: 28)
*
Mihnek:
*
DİPNOT: Peygamberler ne filozof, ne teknisyen, ne edebiyatçı, ne şair, ne estetikçi, ne de sanatçı idiler. Avam içinden çıkmış birer ümmi idiler. Ama zamanın bilincine sahiptiler. Bunun için de her filozoftan, her düşünür, bilgin, yazar ve edebiyatçıdan daha çok ve daha iyi tarihin seyrini belirlediler, harekete geçirdiler, medeniyet kurdular ve toplumlarının kaderini değiştirdiler. Bu peygamberane bilince okumamış bir insan da sahip olabilir. Bunun aksine bir insan aklî veya naklî, yeni veya eski ilimler alanında alim olmasına rağmen bu peygamberâne sosyal bilinçten mahrum olabilir. (Sayfa: 30-31)
*
''Günümüzde o kırbaç, sandığa sevk etmek için bu işçinin kafasının içindedir. Hem de onu, canının istediği kimseye özgürce oy verecek şekle sokar. Ama bunun nasıl olacağı belli değildir. Bu işçinin gönlü Goldwater'e mi yoksa Jeanson'a mı oy vermek istiyor.? Evet, hiç kimse ona karışmaz, özgürdür. Ama gönlü sadece bu ikisini ister. Öyle ki hangisine oy verirse versin sonuç aynıdır.'' (Sayfa: 31)
*
Mavi Oyuncak:
*
''..bir göz bağlamayla üretmeleri ve pazara sürmeleri gibi insan ve nesil icat ediyorlar. Psikolog, sosyal psikoloji uzamanı, tarihçi, sosyolog, antropolog, ekonomist, eğitimci bir araya geliyor, sermaye ve güç de arkalarında:
- Proje üretin.!
- Baş üstüne. Fakat ne istiyorsunuz.? Siz buyurun ki biz de üretelim.'
- Şu Afrikalı, Asyalı ve Latin Amerikalı toplumlarda başına sürekli kına yakan geri kafalı ve eski bir nesil istemiyoruz. Zira bizim satacak kınamız yok. Biz onun makyaj malzemeleri tüketmesini istiyoruz.
(..)
Birden Tahran'da 1945'ten 1955'e kadar on yıl içinde Avrupaî makyaj malzemelerinin ve güzellik salonlarının 500'e ulaştığını görüyoruz.
(..)- Bize öyle bir nesil lazım ki geleneksel hayat tarzından nefret etsin (..) artık ayran değil pepsi kola içsin. Bu kadar.! Sadece bu kadar.! Eğer daha fazla değişirse zahmet, sıkıntı ve kargaşaya sebep olur; bizim için daha çok masraf açar. Bu kadarı yeter.!''
(..)

''- Baş üstüne. Tam da sizin istediğiniz gibi yaparız.
Yapıyor.! Hem de öyle yapıyor ki darbımesel oluyor. Eskimoya buzdolabı satıyor. Bir Afrikalı kabile reisine tamamen altın olan bir ''Renault'' satıyor. Yurdunda iki kilometre cadde bulunmayan bir kabile reisine. Renault'u deveye yükleyip getiriyorlar, kale kapısının ağzına bağlıyorlar. Başkalarına karşı övünsün diye. İşte böyle yapıyorlar.'' (Sayfa: 32-33)
*
''Pekiyi, bütün bunlara karşılık nelerimizi kaybettiğimizi ve bizim için nelerin meçhul kaldığını bize kim anlatacak.? İnsana bu derece taklitçi olduğunu, bu ölçüde her üretileni tükettiğini ve karşılığında neleri kaybettiğini ancak öz bilinç anlatabilir. Toplumun kaderinin hangi çengeller karşısında esir olduğunu ona anlatabilecek tek şey sosyal bilinçtir.'' (Sayfa: 34)
*
Şikayet Acentesi:
*
''Modern kölelik ile klasik kölelik arasında ne fark vardır.? İster modern cariyelik, isterse klasik cariyelik olsun, aralarında fark yoktur. Sadece sunum farklı. Öteki ''zaife'' derken beriki ''latife'' diyor. Her ikisi de ''insan olmamak'' anlamına geliyor.'' (Sayfa: 37)


''Bir evde yangın varken -iyi dikkat edin- seni namaza ve Allah'a dua etmeye çağıran kimsenin daveti haince bir davettir. Başkasının işi onun umurunda değildir. (..)
Burası insanın gafil olduğu yerdir. İnsanın işin güzellik ve iyiliğini kavraması gereken asıl yer burasıdır. Ama o, anlaması gereken şeyden habersiz olur. Olması gereken sahnede bulunmaz. Bu, dolaylı eşekleştirmedir.'' (Sayfa: 39-40)
*
''..Mısır, İran ve Roma'yı kendileri için fethetmiş bir imparator olan Ömer'in savaş ganimeti olarak alınan kumaşlardan diğer sahabilerinkine göre biraz unun bir gömlek giydiğini görünce (Zira ganimetlerin eşit bölüştürülmesi gerekiyordu; ister dünyanın doğu ve batısının büyük imparatoru ve komutanı olan Ömer olsun isterse bir asker) ''Senin gömleğin niçin daha uzun.?'' diye itiraz ediyorlardı. Halk, İran'ı ve Roma'yı fethettiği için onu övmek, dualar okumak ve taktir etmek yerine ilk iş olarak onu muhakeme ettiler ve niçin senin gömleğin diğerlerininkinden daha uzun ve neden senin aldığın ganimet ötekilerinkinden daha fazla; sen ayrımcılık yaptın, diye yakasına yapıştılar.
Toplumun hassasiyetine bakın.!'' (Sayfa: 40-41)
*
Abbasiler zamanı geliyor. Abbasilerin Cafer Bermekî ile evlilik gecesinde o kadar yemek yapmışlar ki yemek artıkları birkaç gün Bağdat'ın dışında yığılıyor ve Bağdat dışında bir artık yemek dağı meydana geliyor. Bir süre hayvanlar ve kuşlar ondan yiyorlar. Geride kalanlar bütün Bağdat'ı öyle kokutuyor, insanların sağlığını öyle bir tehlikeye sokuyor ki çok sayıda adam kiralayıp bu yemek dağını şehrin dışına götürüyorlar. Bütün müslüman toplum içindeki âlim, fakih, şair, bilgili, bilgisiz, filozof, imam ve cemaatten biri çıkıp da bu kadar yemek dini bakımdan israftır dememiş. Bir tek kişi bile itiraz etmemiş.! Tabii, sosyal meseleler ve sosyal bilinç ortada yoktu.'' (Sayfa: 42-43)
*
EŞEKLEŞTİRME ÇEŞİTLERİ
*
''Sapık din, benim toplum karşısındaki sorumluluklarımı iki şekilde köreltir. Birincisi, benim elimden alınan ve mahrum bırakıldığım birtakım ihtiyaçlarım var. Benim insan olmam ve insani bilinç taşımam sebebiyle onları geri almam gerekir. Aynı şekilde adalet arayışına olan ihtiyacım nedeniyle zulmü kabul etmemem gerekir. Din beni zulüm ve gasp yükü altına girmeye zorluyor, susmaya ve sabretmeye çağırıyor, durumumu Hz. Abbas'a havale ediyor ve sorumluluğu üzerimden kaldırıyor.
İkincisi, öte yandan toplumun kaderine karşı günah işliyorum, hainlik ediyorum, cinayet işliyorum; insani sorumluluk ve sosyal bilinç beni ister istemez bunları telafi etmeye, halka hizmet etmeye ve haklarını geri vermeye zorluyor. Şu ana kadar onlara hainlik ettimse ve karşılarında ilgisiz kaldımsa şimdi bu kusuru, bu hataları telafi ediyorum. Fakat din, bu sapık şekliyle beni aldatıyor:
''Hırsızlık yaptığın, cinayet işlediğin, halkın geleceğini başkalarına sattığın doğru. Ama bunun telafi yolu geri vermek değil ki. Zaten geri verilmez de. Bunun daha basit bir yolu var. Nedir.? Şu duayı kıbleye dönerek altı kez oku; artık işin tamamdır. Şu yediğin paradan biraz da bize ver. Artık iş bitmiş, günahların bağışlanmıştır. Yani şefaat, bağışlama ve af.! Böyle bir dinin Tanrı'sı bütün kötülüklere ve çirkinliklere göz yumar; günahların, çöldeki kum, göklerdeki yıldız ve denizlerdeki köpük kadar çok dahi olsa bir üflemede yok eder.!''
*
DİPNOT: Eşekleştirici din ile sapık dini, hakim dini, para ve güç ile işbirliği yapan dini, remi bir sınıf ve mütevellileri olan dini kastediyorum. Mütevellilerinin kartları, kazanma cevazları ve bu dinin, tekellerinde olduğuna dair özel alametleri bulunan bir din. Yani onlar tebliğ ederler ve başka iki ortakla iş birliği yaparlar. (Sayfa: 46-47)
*
''Bunun yolu, sıkıntısız, baş ağrısız, harcamasız, zahmetsiz, bilinçsiz, düşüncesiz ve tamamen sorumsuz bir şekilde cennetin anahtarlarını insanın eline veren ''dua kitabı'ndan geçer. Bir koyun adaman, bir seyide veya mollaya bir şey vermen, birisini sevindirmen veya bir gönül alman her şeyi telafi eder; bütün sosyal sorumlulukların yerine getirilmiş olur. İşte bu, eşekleştirici dindir.'' (Sayfa: 48)
*
Şükür:


''Sürekli olarak ''Allahım, bundan daha beteri olmadığı için sana şükürler olsun.!'' derler. Her zaman senden aşağıda olanlara bak. İyi de karar böyleyse başka birisi niçin ileri gitsin.? Madem karar böyle; biz Afganistan'a bakalım, Afganistan Yemen'e baksın, Yemen Mozambik'e baksın. O zaman niçin yerimizden kıpırdayalım.? Böyle bir şükür gerileme felsefesidir, büyük bir felakettir.'' (Sayfa: 56)
*
Danışıklı Dövüş:
*
''Yeni ve eski şiir savaşı; çarşaf ve mini etek savaşı; sakallı ve sakalsız savaşı; Latin ve Arap alfabesi savaşı; muhafazakar ve yenilikçi savaşı. Bütün bunlar yalancı ve tâli savaşlardır.
Hepsi de asıl mesele ortaya çıkmasın diye yapılan horoz savaşı.!
1941-1951 yılları boyunca İran'da petrol ortaklığı meselesi gün yüzüne çıkmasın diye on sekiz yirmi savaş yapıldı. Sömürgeciliğin etkilerinin zirveye ulaştığı 19. yüzyılda İslam ülkelerinde böyle bir meselenin ortaya çıkmaması ve bilinmemesi için Çin'den İran'ın Buşehr'ine kadar, on iki on üç yıl arayla tam on yedi mehdî zuhur etti.'' (Sayfa: 64)
*
''19. yüzyılda Hûri Kolyayî savaşı.! Avrupa'da işçilik savaşının, kapitalizm savaşının, üretim savaşının, burjuvazi savaşının, sendikacılık savaşının olduğu bir çağda bu adam gelip burada Hûri Kolyayî savaşını çıkarıyor. (..)
Toplumda bir çatışma gündeme geldiğinde, bu çatışmanın insanî ve toplumsal bilinçle mi alakalı, yoksa saçma bir şey mi olduğuna bakmak gerekir.'' (Sayfa: 65)
*
Özet:
*
''Çevremizde oluşan gerek bireysel, gerek toplumsal, gerek ilmî, gerek edebî şekildeki her mesele, sanat, felsefe, estetik, din ve dinsizlik ile ilgili her mesele eğer insanî bilinç yani kendini anlama yolunda ve toplumsal bilinç, yani zamana, topluma ve kendine karşı sorumluluk hissetme yolunda olmadığını görürse adı ve unvanı ne olursa olsun, ne kadar hak ve kutsal olursa olsun eşekleştirmedir. Ya eski tip eşekleştirme ya da yeni tip eşekleştirme.'' (Sayfa: 78)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...