26 Ekim 2019 Cumartesi

Bilge Karasu - İmbilim Ders Notları (Yayına Hazırlayan: Cemal Güzel)

#BilgeKarasu #İmbilimDersNotları #YayınaHazırlayanCemalGüzel

Alışmamız gerekenler:
1) Her bildiğimizi, her okuduğumuzu, karşımızda konuşanın da bilmesi, okumuş olması gerekmez.
Oysa beğendiğimiz, değer verdiğimiz kimselerden bunu bekleriz, genellikle.
Şu beklenti, acaba, 'ne'den kaynaklanıyor.?
*
Bilmediğimiz, bilmediğimizin farkına vardığımız bir konuyu, bir bilenin, bize 'derli toplu' anlatmasını, anlatabilmesini isteriz. Oysa, kabul etmekte isteksiz davrandığımız bir şey vardır: ''Toparlayıcılık'', ''derli toplu'' anlatmak işi, bir bakıma, ''konservecilik''tir.
*
a) ''Toparlayıcılık'' konserveciliktir.
b) Yaşayan düşünce; dilin içinde, bir adamın belli bir noktada (tarih, toplum, kültür v.b.) bir sezgiyi iletilebilir bir biçim içinde ''verebilmek'' için geçtiği yolların hepsini kapsayan bir ''yaşayan'' düşünce ile, değiş-tokuşa yarayan birtakım ''paralara'' dönüşmüş düşünce arasında doldurulamaz bir boşluk vardır.
ba) Düşünceleri ''kaynağından'' okumak.
bb) ''Daha kolay kavranabilir'' biçimdeki toparlayıcılık ya da özetleme göreceliği.
*
2) Her şeyi anlamak zorunda, değiliz. (Her şeyi bilmek, okumak..)
2a) Anlamak, bilmek, okumak, birtakım koşullara bağlıdır. Bu koşullar her zaman denetimimizde değildir. (Örneğin neler.?)
2aa) Denetimimizde olan koşullar ise, ancak kişisel, sürekli bir çaba ile ürün verebilir. Okumayı da, düşünmeyi de sürekli olarak öğrenmek, yetkinleştirmek zorundayız. Elimizden geleni öğrenmek, ona göre eylemek zorundayız.
3) Hiçbir düşünce her şeyi açıklayıp her şeye çare bulduracak değildir.
Gitgide genişleyen kavrama çerçeveleri. Öğrendiklerimizin birbirine basamak oluşu. (Bir bakıma, bildiklerimizin sözünü etmek için, bildiklerimizi ''toparlamak'' için, çizdiğimiz yeni bir çerçeve; bildiklerimizi sığdıracak, temel düzeneği öne alacak, buna karşılık gitgide soyutlaşacak, bir alan. ''Konservecilik'' dediğim, bu süreç. Bunu kendi için kullanan adama yararlıdır bu. Ama başkasına aktarılacak şey bu olunca, doğrusu çok ''az'' şey aktarılmış oluyor. Yaşanmamış bir sürecin sonuçları pek ''zenginleştirici'' değildir..)
(..)
* Beklentilerimizi karşılamak için yapacağımız şey, gidip aramaktır. (Sayfa: 13-15)
***
İm/bilim
*
Bilim.. Bir bakıma, ''belli'' bir alana yönelmiş olan araştırmalar bütünüdür. (Bu tanımın eksiği çok ama, önemli noktaları..) Alanın belirlenmesi, ereknesnelerin seçimi, yöntemlerin seçimi pek çok etmene bağlıdır. O araştırmaların bize ''öğrettiği'' var, yarattığı olanaklar var; bunun yanı sıra neleri bilmediğimizin farkına vardırmak gibi bir yararı da var. Bilmediğimizi bilmediğimiz olanın bir parçacığı bilmediğimizi 'bildiklerimiz' arasına giriveriyor. (..)
İmbilimle uğraşan herkesin anlaştığı önemli bir nokta var: İmbilim, kurulmakta, oluşturulmakta olan bir bilim niteliği taşıyor. (..)
İmbilimin amaçladığı, kabaca söylendikte, anlam üretimi biçimlerinin, anlam üretim biçimlerinin düzenlenişinin incelenmesi, bu alanda biçimselleştirilmiş, niceleştirilmiş birtakım sonuçlara varılabilmesi. (Bu da imbilimi bir bilim haline getirmenin önemli bir adımıdır. Buraya giderken kendisine terimler arar.) (Sayfa: 16-17)
#BilgeKarasu #İmbilimDersNotları #YayınaHazırlayanCemalGüzel
[Herkes hep anı şeyleri okursa durumumuz bir yoksulluğa varır.
Okumada çeşitlilik gerekir.] Bu, ilgilerde de çeşitlilik demektir.
İlgiler değişik, olanaklar değişiktir. Ama bu başka başka okumalar, terimlerden biri olan ''metinlerarası'' bütün ya da bütünce üzerinde dururken, birden, başka bir anlam kazanacaktır.
[Bir metne yaklaşırken her insanda şu durumlar vardır: İlgimizin var olup olmaması; olanakların var olup olmaması; bizim getirdiklerimiz ile getirmediklerimiz. Bu bizi okuma sorununa götürür. Başka başka okumalar, okunanlar dünyasını oluşturur. Metinlerarası bütünce (bütünce: bir dil olayını incelemek amacıyla araştırmacının derlediği sözlü ya da yazılı örnekler bütünü) iki türlü anlaşılabilir: 1- Ortada olan metinlerin oluşturduğu bütün -bu oldukça somut bir bütündür. 2- Her birimizin okuyarak oluşturduğu bütün. Bu ikisi arasında önemli bir fark vardır. Diğerlerini okumadıkça o diğerleri bizim için yoktur. Okumanın yarattığı sorun, okur olarak metne getirdiklerimiz konusunda epey düşünmek gerekir. Metinden bir şey almadan metne bir şey vermelidir. Metni kurmak -boş bırakılan yerleri doldurmak- gerekir. (Sayfa: 18-19)

#BilgeKarasu #İmbilimDersNotları #YayınaHazırlayanCemalGüzel
[Değişik okumalar: Okumalardan biri fiziksel açıdan ele alınabilir: sıyırarak okuma, tarayarak okuma gibi. Bu burada bir kenara bırakılacaktır.
Anlamanın nasıl anlaşılacağı üzerine: değişik zamanlarda yapılan okumalar. Diyelimki okumaya girişilen metin hakkında hiçbir şey bilinmiyor.Okur hiç bilmediği bir metinle karşılaşıyor. Kişi, bu durumda, okurken okurken yavaş yavaş bir şeyler anlayabilir. (Okuma okurun etkin olarak katılmak zorunda olduğu bir süreçtir. Her adımda metnin bizi nereye götürdüğünü bilmek zorundayız.)
Okur bir metni okuduktan sonra yeniden başa döndüğünde, bir şeyleri atladığını düşünür. Bu 'atlama' değildir. 'Atlama' gibi görünen, bir şeyleri bir yerlere yerleştirememektir.
Aynı metni, uzunca bir süre sonra ikinci kez okuduğumuzda, başka bir gözle okuruz. Geçen sürede başka bilgiler, başka yaşantılar, başka okumalar vardır.
Metnin başında bir şey bilmiyoruz. Metni okudukça anlıyoruz. Bunu sağlayan metin içi bağıntılardır. Metin içi işleyiş okumaya yardımcı olabiliyor.
Yaşantılar metin dışında getirilenlerdir. Bunlar da metni anlamaya yardımcı oluyor. Yaşama, bilinenlerin genişletilmesidir.
Dolayısıyla okuduğumuz metni anlamada
a) metin içi
b) metin dışı öğeler işe karışmaktadır.] (
Sayfa: 19-20)
#BilgeKarasu #İmbilimDersNotları #YayınaHazırlayanCemalGüzel
[Dilbilim tümcenin bittiği yerde biter; en çok tümceye gelesiye kadar iş görür. İmbilim bunun geldiği yerden başlar. Tümcenin sonrası, yani bağlam imbilimin alanına girer.
''Bu deyimi gökyüzüne attım.''
(..) Bu tümce anlaşılır mı.? Bu soruya iki yanıt verilir:
1) anlıyoruz,
2) anlamıyoruz.
Niye anlamadık.? Tümce sözdizimi kurallarına uygun. Ama sözdizimi kurallarına uygun olması anlamamıza yetmiyor. Neden.? Tümce ne demek istiyor.? ''Demek istemek'' bizi anlama getirir. Bir iletinin uyması gereken kurallardan ilk öbek sözdizimi kuralları, ikinci öbekse anlam kurallarıdır. Bu örnekte anlam kurallarına aykırılık sözkonusudur.] (Sayfa:27)
#BilgeKarasu #İmbilimDersNotları #YayınaHazırlayanCemalGüzel
[Adla bir şeyi bir yokluktan çıkartıp var ederiz. Belli bir şey haline getiririz. Hükmümüzü adlar yoluyla yürütürüz. Belli bir şeyi dile getirdiğimizde onu hükmümüz altına alırız. Ad bir büyüdür. Adlar yalnız seçip ayıklamada kullandığımız şeyler değildirler. Dünyayı kurmamızı sağlarlar. Çünkü dünyayı adlarla kurarız. Ne ki, bir adı bilmekle de iş bitmez. Bir nesnenin ondan başka adı olup olmadığını da hesaba katmalıyız. Birtakım kuralların olması yetmez. Bunlardan başka kuralların olmadığı da bilinmelidir. Bir şeyi tanımak için olduğu şeyleri tanımak yetmez, olmadığı şeyleri de bilmek zorundayız.
Bazı adlarda uzlaşım sözkonusudur. Ama uzlaşımın dışına da çıkabilir. Öte yandan uzlaşımın sözkonusu olmadığı alanlar da vardır. Örneğin sanat alanı. İnce Memed, Anna Karanina v.s v.s. bunlar bir kullanıma özgü adlardır. ''Ahmet mi Mehmet mi.?'' sorusunu yadırgamayız. Çünkü Ahmet Mehmet de olabilirdi. Ama olmamış. Öte yandan ''Hamlet mi Budala mı.?'' sorusunu yadırgarız. Çünkü kişiyle adı arasındaki ilişki ile sanat eseriyle sanat eserinin adı arasındaki ilişki başkadır da ondan. Sanat alanında yapıtlar adlarıyla gelirler; okurun önüne öyle çıkarlar. Sanat eserinin adı hemen onu ayırmaktadır hem de onun bir çeşit tanımıdır. Bir tanedir, başka şeye de benzemez. Sanat eserinin adında, insan ya da nesne adlarında olmayan bir şey daha vardır: Örneğin Levent Levent'i açıklamaz ama Anna Karanina Anna Karanina'yı açıklamak içindir. Bir öyküyü okuyup unuttuğumuzda, o öyküde anımsadığımız en ufak bir parça bile onu ''var kılar''. Öykünün adı o yapıta bağlanmıştır. Nedeni de açıklayıcı olmasıdır. Adın açıklayıcılığıysa imbilim açısından çok önemlidir. Çünkü bir süreci, hangi yoldan gitmemiz, okumamız gerektiğini verir. Hem yalnız sanat alanında değil, bilim, felsefe alanında da ipucunu, kitabın yolculuğunu verir. Bir kitabın adı, bizim bir ad taşımamızdan daha önemlidir. Bir kitabın adı, o kitabın açıklayıcı bir girişi olabilir. Bir resmin adı, o resmi nasıl okuyacağımıza bir yaklaşım olabilir. Resmin adı, resmin nasıl okunacağını bakana gösterebilir; bir okuma önerisi olabilir. (Sayfa: 28-30)
#BilgeKarasu #İmbilimDersNotları #YayınaHazırlayanCemalGüzel
#BilgeKarasu #İmbilimDersNotları #YayınaHazırlayanCemalGüzel
[Duruk metinler bir tek önermeyle özetlenebilirler. Duruk bir metin karşısında okur, şimdi ne denecek diye merak etmez.]
(..)
[Anlatı metninde herhangi bir öğe baştan değilleniyor ya da evetleniyor olabilir. Bu öğe baştan değilleniyorsa sonda evetlenecek, evetleniyorsa da değillenecektir.]
Masalların yoksul Keloğlan'ı sonunda zengin olur. Başlangıç durumunu değilleyen bir son duruma dönüşümü taşıyan bir metne anlatısal metin diyoruz. (Sayfa: 39)

#BilgeKarasu #İmbilimDersNotları #YayınaHazırlayanCemalGüzel
Bir arkadaşınız, işlenenleri ilginç, yararlı bulmakla birlikte, bunların kendisini ürküttüğünü söyledi. ''Okumaktan korkar oldum..'' dedi.
Bir bakıma, dile getirdiği şu: Kimi şeyi bilmek, okumanın kendiliğindenliğini, ''doğal''lığını ortadan kaldırıyor. Kendini ''kaptırmak'' gitgide güçleşiyor.. (Oysa, kendiliğindenliğin, kaptırmanın hazzı, çocukluğumuzla birlikte yitirmeğe başladığımız bir haz türüdür. ''Yitik cennet'' mythosu, bildiğimiz kadarıyla, her kültürün demirbaş öğelerindendir. Belki öğrenmemizi sürdürdükçe o cennete dönmenin yolunu, bambaşka bir biçimde, yeniden bulabiliriz. Bu da, 'büyük uygarlıkların' demirbaş öğelerinden biridir.
Ama şunu da unutmamalı: Bu öğrendiklerimizi sindirdikçe okumamız ağırlaşmaz derinleşir. [Hızlı okuma sorunu ayrıca ele alınacak bir sorundur.] Zamanla, okumamız gene hızlanabilir. Ama verimi artmış bir okumanın, hızlı olmakla kalan bir okumadan daha ilginç olacağı söylenebilir sanırım.
Gene hızlanabilir okumamız; çünkü sözü edilen çözümleme işlemleri artık ''kendiliğinden'' hem de çok çabuk, çok yönlü olarak yapılacaktır.
Elbette, okuduklarımız üzerine 'yazmak' başka bir iştir. (
Sayfa: 62-63)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...