30 Ekim 2020 Cuma

Didem Madak - Pulbiber Mahallesi

 


*
''Pardon diyorum ayağıma bastığında dünya
Saçlarımın ucundan başlıyor artık kırılma
Kelimelerin tadına bakıyorum
Zehrinden korktuğum acı kelimeler yutuyorum yanlışlıkla.
*
Kahverengi bir delik açıyor sayfanın ortasında
Elimde tuttuğum sigara
Ucu olmayan dize yakışıyor şiire.'' (Sayfa: 16)
*****
*
''Bana artık büyü diyorlar
Bütün renkleri mezun etmişler hayatlarından
Karanlığa emekli öğretmenler gibi sanki insanlar.'' (Sayfa: 17)


*
''Acı yok bizim mahallede sanki hiç olmamış
Yalnız şarkılara fazla pulbiber atıyorlar.'' (Sayfa: 20)
*****
''Ferman tarihinse
Göğe doğru uzanan bu beden de bizimdir icabında.''
(Sayfa: 21)


*
''Beklemek üzerine felsefe kitabıydık'' (Sayfa: 25)
*****
''Ölü kelimelere minik mezarlar kazıyor
Ağlayarak gömüyor
Kibrit çöplerine taktığım mezar kâğıtlarına
Burada yatıyor yazıyordum.
Kelimelerin mezarlığında gece bekçisiydim.
Dirilecekleri günü bekledim.'' (Sayfa: 29)
*****
*
''Bazı geceler uyanıp sigara içiyorum karanlıkta
Odamdaki aynada yanıp sönen küçük kırmızı bir yıldızım.''
(Sayfa: 30)
*****
*
''Noel Babalara satmak için diktiğim gömleklere
Hristo teyel yaptım gün boyunca
Zeyna etrafımda sevinçle dolaşıp duruyordu
Bu sayede evin iaşesi sağlanacak
Zeyna'ya bir miktar mama alınabilecekti.
Noel Babalar sakallı değil sakarlar, biliyor musun dedim Zeyna'ya
Tıraş olurken yüzlerini kesip bir paket pamuk yapıştırıyorlar esasında
Aslında kaymak gibi adamlar.'' (Sayfa: 35)
(..)
''Gel zaman git zaman şiir falcısı olmuştum
İadeli taahhütlü erişim sistemlerini kullanıyordum
Ruhumla lavlar arasında.'' (Sayfa: 36)
*****
*
''Kırmızı tükürükler püskürtsem meşru müdafaa sayılır mıydı.?
Nesebime küfrettiler diyebilir miydi bir yanardağ.?
Küçük kırmızı saçmalar fırlatsam havaya
Cezalandırılırdım muhalefetten ateşli silahlar kanununa
Asaletimin pankartını taşımaktan yorgundum.
Beni dağıtmalarına engel olmalıydım.
Irkımın ebedi ve edebi geleneklerine sahip çıkmalıydım.
Asaletimin pankartını taşımaktan yorgundum.
*
Şiirin ortasında stiriptiz yapan kadına da
Bir şiir ithaf etmeye karar verdim.'' (Sayfa: 43)
*****
*
''Saklayacak bir yerim yoktu ganimetlerimi
Karanlık şiirlerden başka.
*
Kardeşim sevgilime mektup yazdı
Bir yıldız gibi kayıp gitmesinden korkuyorum diye
Yıldızımın sivri uçlarını törpülüyordum ben o sıra
Kullanılmayan tabut kapaklarıyla.'' (Sayfa: 46)
*****
*
''Sözlerin arasındaki boşlukta
Acı çekmemeyi öğrendim.'' (Sayfa: 50)
(..)
''Öldürülmüş kadınlar gülümsüyor
Piyano tuşları gibi arası kararmış dişleri ile
Çözülmemiş cinayetler oratoryosu yazıyoruz
Kadınlar öldürülmesin senfonisi
Şeker de yiyebilsinler notalarla.!
Cinayetler saçlarını çözüyor, beyaz kadınların omuzlarına
Ben yüzü kalpten kadınlar çizerek rahatlıyorum pastel boyayla
Nedense hepsinin yüzüne
Beyaz bir kedinin kara gölgesi düşüyor
Buna gözyaşı demek mümkün belki
Neme lazım güzel kadın sanatı yapıyoruz burada.
Aydınlanan vakaları Miss Marpple yazıyor
Karanlıkta kalanları taşeron usulü şaire veriyoruz.
Yetki belgemiz yok, yine de
Duruşmalara müdahil oluyoruz ara sıra
Doğrudan zarar gördük diyoruz
Doğrudan.!
Hakim bağırıyor
Atın bu isterik karıları dışarıya.!
Geçmiyor zapta nedense hiçbir sözümüz'' (Sayfa: 61)
*****
*
''İnsanlar aradığında gelmezler, aramadığında keşke beni çağırsaydın derler.''
(Sayfa: 85)
*****
''Hiçbir acının gücü sigaramın ateşini söndürmeye yetmeyecek.'' (Sayfa: 87)
*****
*
''Bir şiir senin ismini ağrı koyar mıydı sanıyorsun İstanbul.?
Ben bu şiiri kusarak yazdım.''
*
Yasak Meyve Şiir Dergisi, Sayı 1, Şubat/Mart 2003. (Sayfa: 101)

Nâzım Hikmet Ran - Kafatası

 

Arka Kapak:
*
Nâzım Hikmet'in çok güç koşullarda korunmuş, elden ele geçmiş, bazıları sağlığında basılamamış, bazıları özen gösterilmeden basılmış olan yapıtları, bu işe gönül vermiş eleştirmenlerin çabalarıyla, içerde ve dışarda, yıllardır derlenip toparlanmaya çalışılmış, ama çeşitli nedenlerden kaynaklanan yanlışların, karışıklıkların, tutarsızlıkların bir türlü önü alınamamıştır.
Şimdi Adam Yayınları size Nâzım Hikmet'in yepyeni bir toplu yapıtlar derlemesini sunuyor.
Bu yolda daha önce yapılan bütün olumlu çalışmalar, Nâzım Hikmet'in kitaplarının ilk basımları, arkasında bıraktığı müsveddeler - mekanik yaklaşımlara düşmeden, durumlara, türlere göre ayrı değerlendirmelere gidilerek - büyük bir özen ve duyarlıkla yeniden gözden geçirilmiş, konunun uzmanı eleştirmenlerin özverili katkıları ve ortak çabalarıyla, sanatçının özellikleri, kendine özgü kullanımları gölgelenmeden, yanlışların düzeltilmesi, karışıklıkların, tutarsızlıkların giderilmesi sağlanmıştır.

*
''Ben böyle yakından baktıkça sana
Önümde seneler kımıldanıyor,
Kalbim asırları aştım sanıyor.''
(..)
''Maceram hem uzun, hem de çok kısa,
Senelerim bomboştur içten bakılsa.!'' (Sayfa: 11)
*****
''-----Senin ruhunun
Çok anlaşılmayan tarafları var.
Her kız bu yaştayken bin hülya kurar,
Nurunu sayıklar bir beyaz günün,
Rüyada eşini görür gönlünün.'' (Sayfa: 17)
*****
''Yine dizlerinde başım dinlensin.
Baba, bilirsin ki her şeyim sensin.
Bir daha gülemem sen darılırsan,
Böyle üzülmezdim gönlümü kırsan.
Bana darılmadın değil mi.?'' (Sayfa: 18)


''II. İHTİYAR: (..) Artık öğrenirsin iyice.!
I. İHTİYAR: Neyi.?
II. İHTİYAR: Kızaran küllerde rüya görmeyi.!'' (Sayfa: 32)
*****
*
Şair: (..) Bu ne gürültü.? (..) İlham perisinin her zaman yedi kat kirli merdivenlerinizi çıkıp odama kadar geldiğini mi zannediyorsunuz.? İlham perisi her şeyden evvel sükûn ister, madam. Sizin apartmanınızın kapısını bir dakika olsun çalmayan sükûn.. Şiir yazmak ne demektir bilir misiniz, madam.? Hayatınızda benden başka şair gördünüz mü, madam.? Yarabbi, yarabbi, bu ev harp ilahı Mars'ın himayesinde midir.? (..) 
(..)
''Şair: Evet, hemşirem, dedim. O, kaldırım taşlarının çamurlu aralıklarında biten bir çiçektir. O, muazzam bir ıstıraptır. O, onun gibiler, Harun Reşit'in sarayındaki sultanlardan Rio Dö Janero'nun beyaz esirlerine kadar ıstırap çeken bütün kadınlık benim hemşiremdir.. Ruhumun hemşireleridir onlar..'' (Sayfa: 45-46)
*****
*
UŞAK: (..) Ben doktorun yanına girmeden önce tam iki yıl bir filozofa hizmet ettim. Herif, ne iyilik var, ne fenalık, derdi. Bugün iyi olan şey yarın fena olur, yarın fena olan öbürgün iyi. Bir yerde bir iş yaparsın iyi derler, aynı işi başka yerde yaparsın fenalık olur. (..)


UŞAK: (..) Siz erkeksiniz, insansınız. Ben ne erkeğim, ne dişi, ben uşağım. Benim filozof derdi ki ''Siz uşak, hizmetçi, dadı milleti yeryüzünün en kızılacak, en on para etmez mahluklarısınız. Ama kabahat sizde değil.'' O kadar sordum, kabahatin kimde olduğunu anlatmadı. (Sayfa: 153)


DOKTOR: Komşular yine radyo çalıyor.
KIZ: Pencereyi kapatayım mı.?
DOKTOR: Hayır.. Bu küçücük makinenin havalardan topladığı sesleri kendisi hiçbir şey duymadan vermesi.. İnsanın göğsünü açıp yüreğini çıkarmak, yerine duymadan duyuran bir radyocuk koymak. (Sayfa: 164)
*****
DOKTOR: (..) Hangi insan kendisinin de hakikaten öteki insanlar gibi günün birinde mutlaka öleceğine inanır.. Hepimiz buna inanır görünürüz.. Halbuki içimizden.. Ben de işte beklenmeyen ölüm gibi geldim. (..) (Sayfa: 177)
*****
*
AHMET: Oluverdim sana âşık
Gözlerin bir gümüş kaşık
Yüreğimi karıştırır
İçinde ne araştırır
(..)
MARİKA: Tuhaf bir huy vardır bende
İşim yoktur yüreğinde
İstiyorsan sevmek beni
Karıştırayım cebini (Sayfa: 193)
*****
SOLO: Seviyorum seviyorum seviyorum onu
Düşünmedim bir kerre var mı bu sevdanın sonu
Seviyorum seviyorum yeter bu da yeter bana
Ölürüm ben sevme beni derse bir gün eğer bana
*
Sevgi ateşten bir oktur onun öldürdüğü çoktur
Ben de ölürsem ne çıkar o belki arkamdan ağlar
Gönül nasıl ne kadar çok sevilmek isterdi
Bu gönül ne kadar çok rüyalara kendini verdi
*
Gönül nasıl ne kadar çok sevilmek isterdi
Ölümlerden acıdır sevilmeden sevenin derdi
Sevgi ateşten bir oktur onun öldürdüğü çoktur
Ben de ölürsem ne çıkar o belki arkamdan ağlar (Sayfa: 201)


ÇİNGENE: Bir kartal bir kuşu yuvadan çaldı
Kuş yavru bir kuştu kartal kartaldı
Kanatları kara, pençesi aldı
Bir kartal bir kuşu yuvadan çaldı
*
Kartalın gözüne vuruldu yavru kuş
Beraber uçtular uçuş o uçuş
Artık ne yavru kuş ne bir yuva var
Ne her sabah ışıldayan cıvıltılar
*
Kartal yedi yavru kuşun yüreğini
Boş bıraktı bir yuvanın tüneğini
Bu giden yavru kuş Fatma'mdı benim
Gitti artık işim tamamdı benim
*
Gidenin yuvada tüyleri kaldı
Bir kartal bir kuşu yuvadan çaldı (Sayfa: 221-222)


ÇİNGENE: (..) Dünya bu, rüya gibi.. Güzel rüyalar görmeye bakmalı.. (Sayfa: 242)

25 Ekim 2020 Pazar

Rıfat Ilgaz - Yaşadıkça (Şiirler 1948)

 

Eli değnek tutar tutmaz
Çoban oldu;
Sardılar sırtına bazlamayı.
On altı yıl güne verdi karnını,
On altı yıl koyun güttü kavalsız.

*****

*

''Ama huy çıkar mı can çıkmayınca.!
Sakar öküz titretirken kuyruğu
Varıp başucuna sormuşlar,
Nedir son sözün diye;
Derimi yüzün de demiş, atıverin
Sarı ineğin üstüne..'' (Sayfa: 14)
*****
*
''Dedik ya bugün pazar
Belki bir genç arkadaşı
''İlk defa güneşe çıkardılar.''
İsteriz bütün dostlar aramızda olsun;
Kiminin Hanya'dan gelir selamı,
Kiminin Konya'dan.
Sandalımız geniş değil, ne çare,
Gönlümüz kadar.'' (Sayfa: 30)
*****
*
''Kerpiçtir evlerimiz,
Yatarız ahır sekisinde
Bir yanımızda karımız, çocuğumuz,
Bir yanımızda çiftimiz, çubuğumuz.
Tezek yakarız odun yerine;
Sac üstünde saman yakarız,
Gaz yerine.
Düğün olur, dernek olur,
Kâzım'ın gırnatasında aynı hava:
''Ankara'nın taşına bak''..'' (Sayfa: 34)
*****
*
''Nefes aldı ak gömlekli hekim,
Sonunu tatlıya bağlayacak;
Adamakla mal mı tükenir:
''Hepiniz kurtulacaksınız, çocuklar,
Döneceksiniz kanlı canlı evinize.
Gençleriniz asker olacak,
Doğacak nur topu çocuklarınız.
Kiminiz tarlasına dönecek,
Kiminiz tezgâhına.
Sanmayın şifası yok bu hastalığın,
Tıbbın elinden ne kurtulur.''
Biliyoruz, kurtuluş yok..
Yine de kesmiş değiliz umudu
Atomu darmadağın eden zekâdan.
İniyor ak gömlekli hekim kürsüden
Alkışlanır böyle vaat edenler,
Biz sade öksürüyoruz.'' (Sayfa: 41)
*****
*
''Sanma soyca hoşlanmıyoruz çiçekten;
Güle değil,
Gül düşkünlerine bizim hıncımız.'' (Sayfa: 55)
*
''Yaşamak için iştahını artıracak
Şiirler vereceğim sana
Ne istersen bulacaksın içinde'' (Sayfa: 56)
*****
*
''Uyu benim maviş kızım.
Dem geçecek, devran geçecek,
Keloğlan muradına erecek,
Sökülecek hasbahçenin çitleri
Ağlayan nar gülecek.!'' (Sayfa: 60)
*****
*
''Yaşamaktayız aynı çatının altında
Daha mahzun, daha hesaplı.
Rahat günlerin işçisi olacaktık,
Rahat günlerin şairi:
Bir çift sözümüz vardı
Nar çiçeği, gül dalı üstüne.!'' (Sayfa: 66)
*****
*
''Komşuya düşer dedikodusu elbet
Kitap yüzünden yatanın;
Böylesi hiç geçer mi gazeteye,
Yıl 1944.'' (Sayfa: 68)
*****
*
1944 yılındasın, yanlışın yok,
Kıştı girdiğin, temmuz ortasındasın.
Emirle de olsa açıldı ya
İşte demir kapılar ardına kadar,
Dışardasın.!
*
Tepende ne zamandır unuttuğun güneş,
Liman bildiğin gibi yerli yerinde
Hazır Karadeniz seferine şu vapur,
Şu mavna Haliç'ten geliyor.
Poyrazdır bir uçtan bir uca esen
Çekebilirsin ciğerlerine.!
Bu ses fren gıcırtısıdır,
Durdu Beşiktaş tramvayı durakta.
Gidemezsin, elinde değil;
Emrindesin insanı hiçe sayanların.!
Bir liseli talebeyle vurulu bileklerin
Kırk mahkûmun sürüklediği zincire. *
Tek suçunuz hür insanlar gibi konuşmak,
Kitaplar, suç ortağınız.!
1944 yılındasın, yanlışın yok,
Doğrudur dağıldığı esir pazarlarının,
Tek forsa kalmadı kalyonlara çakılı,
Roma sirklerinde atılmıyor köleler,
Aç aslanların ağzına.
Çoktan yerle bir ettiler Bastil'i
Kenar mahalleliler.
Özgürlük şarkısıdır söylenen Volga boylarında.
Ne Taif'tesin, ne Magosa zindanında,
Yalnız namı kalmıştır kaleme alanın
"Vatan Kasidesi"ni
Seviyoruz her zamandan fazla Fikret'i
Yeni anlaşıldı manası "Millet Şarkısı"nın
Aynı "Sis"tir memleketin üzerindeki.!
Bugün de vaktinde çıktı gazeteler
Geçti ilk sayfalara Beşiktaş cinayeti,
Ismarlama yazıları üstat kalemlerin,
Taksim'deki ziyafetten resimler.
Çeyrek saat uzaktasın, çok değil,
O meşhur Babıâli'den
Tek satır yok sayfalarda
Bu zincirleme tutsaklık üstüne.
Çekildi dış kapıdan demir sürgüler,
Tuttu süngülüler yolları,
Topyekûn himayesindeyiz zincirlerin.!
***
Dip Not: *Almanlarla siyasi münasebetlerin kesildiği günlerde, cezaevini boşaltmak için sık sık denemeler yapılıyordu. Bu deneme vesilesiyle vakitli vakitsiz, koğuşlarımızdan çıkarılıyor, cezaevinin daracık bahçesinde itile kakıla sıraya sokuluyorduk. Çift sıra dizilen mahkûmların arasına uzun bir zincir uzatılıyor; birinci sıradakiler sağ, ikinci sıradakiler sol bileklerinden, bu zincire bağlı kelepçelere vuruluyordu. Bu suretle birbirine bağlanmış 40-60 kişilik kafileler, süngülerin nezareti altında sokaklardan geçirilerek teşhir ediliyordu. Disipline riayet etmeyenleri, cezaevi müdürünün vurmaya salahiyetli (yetkili) olduğu, günlük emir olarak okunmuştu. İşin en garip tarafı, bu zincirleme kafilelerin komutanları, mevkuf (tutuklu) bulunan Turancı subaylardandı. (Sayfa: 74-77)

24 Ekim 2020 Cumartesi

Rıfat Ilgaz - Sınıf (Şiirler 1944)

 



Tek suçunuz hür insanlar gibi konuşmak
Kitaplar suç ortağınız
*
Rıfat Ilgaz
*****
Rıfat Ilgaz'a reva görülen mahpusluk, toplam olarak, 
5 yıl, 5 ay, 25 gün.
Rıfat Ilgaz, ilk kez, 1944 yılının Mayıs ayının 24'üncü gününde tutuklandı. Yargılaması tutuklu olarak yapıldı. 
6 ay cezaya çarptırıldı. 
Bu cezanın nedeni Sınıf adlı şiir kitabıydı.
Bu şiir kitabına ilişkin ''Esbabı Mucibeli Hüküm'' yalnız her hukukçuyu değil, her aydını da düşündürecek nitelikte. Yalnız hemen belirtmek gerekir ki, hükmü veren mahkemenin bir üyesi hukukçu, öteki iki üyesi askerdir. (Sayfa: 6)
*****
*
''1940'lı yıllara varıldığında, bir ateş çemberi ile çevrili ve sosyal sorunların burgacında kıvranan Türkiye'de, Cumhuriyet şiirinin üç büyük odak noktasından biri olan ''millici şairler'', kuru bir yurt güzellemesinin sığlığı içindedirler; ikinci odakta Yahya Kemal, ''Hülya tepeler, hayal ağaçlar''la oyalanmaktadır. Üçüncü odağın başındaki Nâzım Hikmet, büyük bir çığır açmıştır ve düzeni sorgulamaktadır. Ne var ki, tehlikeli bir iştir yaptığı ve o yüzden toplumla ilişkisi koparılmıştır, hapishanededir.
İşte bu ortamda, genç şairlerin bir bölümü ''Garip çizgisi''nde, şairanelikten uzak, ''küçük adam''ın sorunlarına eğilirken; ''1940 Kuşağı'' adını alacak bir başka bölümü, Nâzım Hikmet'in açtığı yoldan ilerleyerek bir başka şiir dünyası yaratırlar: Sosyal yanı ağır basan ''toplumcu gerçekçi'' bir şiir anlayışıdır bu. A. Kadir, Niyazi Akıncıoğlu, Ömer Faruk Toprak, Suat Taşer, Cahit Irgat, Mehmet Kemal, Arif Damar gibi şairlerin oluşturduğu topluluğun en önemli adlarından biri de Rıfat Ilgaz'dır.''
(Sayfa: 22-23)
(..)
''Çekinmeden söylemeli de: Nâzım Hikmet'in arkasından, Türkiye'de ''İnsan Manzaraları''nı Rıfat Ilgaz'dan daha hünerli sürdüren ve zenginleştiren bir başka şair çıkmadı, diyebiliriz.
Akan zamanın edebiyattaki yasasıdır: En başta şiiri eskitir. Bu satırları yazmadan önce, şairimizi yeniden okudum. Eskimeyen bir şey var Rıfat Ilgaz'da. Gerçekliğin sürgit haklı çıkarmasında mı aramalı onu; yoksa şairin duyarlığında ve ''yürek işçiliği'' dediği
sanatsal gücünde mi.?
İkisinde birden, diyeceğim.'' (Sayfa: 24)
*
Strasbourg, 1 Ocak 2003
*****
''Dâva konusu şöyle bir fıkraydı: Sarhoşun biri Taksim-Talimhane arasında gidip gelirken sözde hükümete sövüyor ve içine bilmem ne yapacağını söylüyor. Bunu yakalıyorlar. Tabii başlıyor ben hükümete hakaret etmedim, demeye. İttihat Terakki hükümetiydi, yok Abdülhamit hükümetiydi diyerek kendisini kurtarmaya çalışıyor. Ama polisler diyorlar ki 'Ulan çok zorlanma, hangi hükümetin içine bilmem ne yapılacağını biz biliyoruz.' Mahkemede okunuyor bu yazım. Mahkeme heyeti ve stajyerler katıla katıla gülüyorlar. Ciddiyet kalkıyor. Bir tek savcı gülmüyor. Yazıda hükümete hakaret olduğunda direten savcının savını bir iki oturum sonra kabul ettim. Hakaretin iktidardaki hükümete yönelik olmadığını kanıtlayınca beraat ettim. Böylece karar ''emsal'' olarak kaldı.'' Sayfa: 26)
*****
*
Yoklama defterinden öğrenmedim sizi,
benim haylaz çocuklarım.!
Sınıfın en devamsızını
bir sinema dönüşü tanıdım,
koltuğunda satılmamış gazeteler..
Dumanlı bir salonda
kendime göre karşılarken akşamı,
naneşekeri uzattı en tembeliniz..
Götürmek istedi küfesinde
elimdeki ıspanak demetini
en dalgını sınıfın.!
İsterken adam olmanızı
çoğunuz semtine uğramaz oldu okulun
palto, ayakkabı yüzünden.
Kiminiz limon satar Balıkpazarı'nda
kiminiz Tahtakale'de çaycılık eder;
biz inceleyeduralım aç tavuk hesabı,
tereyağındaki vitamini
ve kalorisini taze yumurtanın.!
Karşılıklı neler öğrenmedik sınıfta,
çevresini ölçtük dünyanın,
hesapladık yıldızların uzaklığını,
Orta Asya'dan konuştuk
laf kıtlığında.
Neler düşünmedik beraberce
burnumuzun dibindekini görmeden
bulutlara mı karışmadık.!
''Hazan rüzgârı''nda dökülmüş
''hasta yapraklar''a mı üzülmedik.!
Serçelere mi acımadık, kış günlerinde
kendimizi unutarak.!
*
(1943) (Sayfa: 35-36)
*****
*
''Benim bilgili, becerikli çocuğum,
kalktığın zaman tahtaya
yüzünün kızarması neden.?
Ayağında sağlamca bir pabuç
sırtında bir ceket yok diye mi.?
Ne var bunda sıkılacak,
utanmak bize düşer çocuğum.!''
*
(1943) (Sayfa: 39)

22 Ekim 2020 Perşembe

Rıfat Ilgaz - Yarenlik (Şiirler 1943)

 


Arka Kapak:
*
''Çağın gerçekleri, sorunları içinde tarihsel görevinin bilincine varması gereken bir şairin eylemi söz konusudur bugün. ..Her yeni çağ aşağıdan yukarıya doğru itilerle oluşup gelişirken, toplumla içli dışlı olması gereken şair de gerçekçiliğin yeni biçimlerini yaratmaya itilmektedir. Şair toplumu değiştirme, oluşturma çabası içinde kendisini de değiştirip oluşturacaktır. Bu gerçeği Brecht'le birlikte yineleyebiliriz:
'Her yeni çağ gerçekçiliğin yeni biçimini ortaya koymak zorundadır.'
Şairin amacı, bu gerçekleri öğrenmekle bitmiyor. Bunları yapıtına bilgi olarak koymak, şairi sanat dışı gereksiz çabalara götürür. O, bu gerçekleri içeriğine uygun bir biçim içinde yansıtmak zorundadır. Şair, coşku ve hayranlık yaratan kişidir. Bu coşku ve hayranlık, benzer koşullar içinde yaşayanlar arasında mümkündür. Bir şiirin etkileyici ödevi, bu koşulların içindekilerle yüz yüze geldi mi başlar. Bu bakımdan şair yan tutan kişi sayılır."
*
Rıfat Ilgaz


Bu Saatte
*
Pencereler bizimdir bu saatte
uykumuzu işçilere bıraktık
uyandırmayalım erken kalkacakları.
Sahibiyiz bu saatte denizin,
gökyüzünü genişletmek elimizde
çıkmaz yıldızlar sözümüzden.
Herkes yatağından memnun bu saatte,
her zamanki ziyaretinde ölüler
-düşünmüyoruz onları şimdilik-.
Başka şeyler düşünülür bu saatte,
daha açık bahsedilir yaşamaktan.
*
(1940) (Sayfa: 7)
*****
Ayna Karşısında
*
Yabancı değiliz şüphesiz,
kadehlerin müjdelediği serinliğe,
bu akşam da içelim, kendimiz için.
Böyle bitmesini istemezdik günün,
bir beklediğimiz vardı aydınlıktan.
Gün sonudur, yabancı kalmayalım
huylarını değiştiren eşyaya.
Gel, değmeden birbirine ellerimiz,
sen günlük işlerinden konuş,
ben sana masallar anlatayım
gelecek günlere dair.
Sonunda anlaşırız dostum,
gecemiz beraber geçecek nasıl olsa,
hele gün silinedursun yüzünden.!
*
(1940) (Sayfa: 8)
*****
Yarenlik
*
Günümüzü gün etmek için
şöyle bir demlenelim deriz,
dert olur bize,
meyhanecinin kazanç vergisi
ve garson Nuri'nin
Nüfus'taki işi..
Tatlı tarafından açmak isteriz
söz döner dolaşır
işten el çektirilmesine dayanır
dokuz nüfuslu gümrükçünün.
İkinci şişede,
kızını baş göz etmek için
hayırlı kısmetler araştırır,
Heybeli'de yatan oğluna
çıkar çıkmaz iş buluruz
bir dikimevinde.
En küçük kızını
bizim kahvenin gediklisi
bir arkadaş tavsiyesiyle yazdırırız
yatılıya.
- Hep tanırız Maarif'teki
Mürteza Efendiyi..
Her kalem dönüşü,
orta şekerli kahve içer
bir de sermayesine nargile.-
Şişeler, irili ufaklı şişeler,
saf saf dizildikçe karşımıza,
sen, boşta gezen Ali Beye
İnhisar'da iş bulursun,
yahut şeker fabrikasında.
Bense kızının yaşını düzeltir
çıkarmadan kâğıtlarını askıya
bir gün içinde kıydırırım nikâhını
belediye tahsildarı Ahmet'le..
- Temiz çocuktur doğrusu.-
Bir miras işinden sonra
Evkaf'tan ayrılan Niyazi'ye
bir matbaa açtırır,
başlarız gazete çıkarmaya..
Kalemi kuvvetlidir Niyazi'nin
başmakale yazabilir,
sen gönül işleriyle uğraşır,
bense sütun sahibi olurum,
dünyanın gidişine boş verip
havadan sudan konuşmak için.!
Her ay mektebin yolunu
nedense değiştiren Reşat'ın,
1932'den kalma mesken bedelini,
hemen bir istida ile
Bolu'dan aldırıverirsin.
Girmişken işler yoluna
bırakmaya gelmez arkasını.
Hele sen garsona seslen
bir şişe daha getirsin,
sonra kapatsın şu radyoyu
sırası mı şimdi ajansın.!
*
(1941) (Sayfa: 10-13)
*****
Merhamet
*
İşte gittiğimiz günler
alacakaranlıkta,
kimseyi rahat yatağında uyandırmadık.
Bizi uyutmadıkları çok oldu
çaylarında, nişanlarında,
zorla caz dinledik,
kızmadık, mezhebi geniş insanlarız,
yine vaktinde bulunduk iş başında.
Yorgun döndüğümüz akşamlar
arabasında yer gösteren oldu,
utandık türkülerini söylemekten.
Nafakamızı sattılar önümüzde,
sakladılar yağımızı, peynirimizi,
rızkımızdan para kazandılar
hoş gördük.
Gün oldu
nar gibi kızarmış ekmekleri bekleyen
tezgâhtarı bile kıskanmadık.
Nar mı yetiştirmedik kavak ağaçlarında
-hem de kafamız kadar-.
Bir koyundan üç deri çıkardık,
minnete geçmedi.
Acıyan bulunmadı değil halimize
gazetelerde kaldı merhametleri,
kitaplara geçti;
bizim merhametimiz lâfta kalmayacak.!
*
(1941) (Sayfa: 14-15)
*****
İşte Böyle Azizim
*
Seninle sanatoryumda tanışmıştık,
- O günler bir türlü unutulmuyor-
ne tatlı sigara içerdik biliyor musun
hemşirelerden saklı.?
Sonra bir yolculuktan söz açar gibi
tatlı tatlı ölümden konuşurduk.
Gelmediği için o günlerde tahsisatın
az kaldı taburcu edeceklerdi seni;
sonunda para bulmuştun yatmaya
velâkin zaman bulamadın.
- Bir gün çıkarsın diye adresini de almıştım.-
Hani vaktinde gitmedin değil,
kötüleşti dünyanın hali,
En güzeli işin
peşinde çoluk çocuk bırakmadın.
Kış geliyor, karakış
ne soba var, ne bir dirhem odun
işleri sorarsan eskisinden sıkı
ve aldığımız para malum.!
Yaşamak zor azizim,
sağ olsaydın eğer
nasıl bulacaktın her gün,
sütü, taze yumurtayı, pirzolayı.?
Çok şükür bunlara kalmadı ihtiyacın.
Biz hâlâ öğrenemedik
senin kadar olsun,
etsiz, ekmeksiz,
parasız, pulsuz yaşamayı.!
*
(1941) (Sayfa: 16-17)


Alişim
*
Kasnağından fırlayan kayışa
kaptırdın mı kolunu Alişim.!
Daha dün öğle paydosundan önce
Zilelinin gitti ayakları.
Yazıldı onun da raporu:
"ihmalden.!"
Gidenler gitti Alişim,
boş kaldı ceketin sağ kolu..
Hadi köyüne döndün diyelim,
tek elle sabanı kavrasan bile
sarı öküz gün görmüştür,
Anlar işin iç yüzünü.!
Üzülme Alişim, sabana geçmezse hükmün
ağanın davarlarına geçer..
Kim görecek kepenek altında eksiğini
kapılanırsın boğazı tokluğuna.
Varsın duvarda asılı kalsın bağlaman
beklesin mızrabını.
Sağ yanın yastık ister Alişim
sol yanın sevdiğini.
Ama kızlar da, emektar sazın gibi,
Çifte kol ister saracak.!
*
(1941) (Sayfa: 20-21)
*****
*
Üç odalı bir ev kiraladığım gün,
kurtulacak kitaplarım
merdiven altındaki şeker sandığından.
Belki de gün geçtikçe,
tabanında halı döşeli
bir kitaplığım olacak.
Benden söz açıldı mı
önce kitaplarımın sayısı söylenecek
sonra baremdeki derecem..
Bense her şeyden uzak,
kitaplarımın ortasında kendimi unutacağım.!
Evde bulunmadığım günler
"Meşgul.!" diyecek beni soranlara
güler yüzlü hizmetçim.
Başka bir gün masamın başında
en kalın kitabımı okur görünürken
bastıracak misafirlerim..
En yakın dostumun bile
dalgın dalgın bakıp yüzüne
adını soracağım.!
Çıkarırken gözlüğümü
eski mahalle arkadaşıma
"Nerede tanıştıktı,
yabancı gelmiyor yüzünüz.?" diyeceğim;
dalgınlığım onları güldürmeyecek.
Sorarlarsa dünyanın gidişini
duvardaki büyük adam resimlerine bakarak
Eflâtun'dan satırlar okuyacağım.
*
(1941) (Sayfa: 33-34)
*****
*
Daha beş ay geçmeden
üstünden ilk istidamın,
nasıl oldu da girdik Heybeli'ye.!
Demek bu yıl da kendini gösterdi
yaprak dökümü,
erken boşaldı yataklar.!
Nerden de tutulduk bu derde,
ne kuruntuya verdim kendimi,
ne karasevda geçti başımdan.!
Temelimiz çürükmüş, anlaşıldı,
bu kadar dayanabilirdi sıkıntıya
seferberlik ekmeğiyle büyüyen..
İş girinceye kadarmış
ne çabuk da unutuldu
kalemden kaleme koştuğumuz günler
ve sıra beklediğimiz kapılarda..
Rahatız,
ne odun kömür derdi kaldı,
ne tarhana bulgur düşüncesi..
Kötü şeyler getirmeden aklımıza
bol bol öksürüyoruz.
İştahımız olmasa da,
yine bekliyoruz akşam yemeklerini.
Ve kuvvet şurubunu,
eski günleri hatırlayarak
çekiyoruz şifa niyetine.!
Bir hırkaya bir lokmaya kaldık,
hele dostlarım sabırlı olsun
şöyle sırtüstü yatarak
biraz da biz yaşayalım
ekmek elden su gölden.!
*
(1942) (Sayfa: 47-48)
*****
*
Her yeni çağ aşağıdan yukarıya doğru itilerle oluşup gelişirken, toplumla içli dışlı olması gereken şair de gerçekçiliğin yeni biçimlerini yaratmaya itilmektedir. Şair toplumu değiştirme, oluşturma çabası içinde kendisini de değiştirip oluşturacaktır.
Bu gerçeği Brecht'le birlikte yineleyebiliriz:
'Her yeni çağ gerçekçiliğin yeni biçimini ortaya koymak zorundadır.' (Sayfa: 49)
*****
*
''Sanatkâr, her şeyden önce muhitini, cemiyetini kavrayabilecek ileri bir düşünce sistemine sahip olmalıdır. Ancak bu seviyeye ulaşan sanatkârlar, kendinden beklenileni verebilir.''
*
(Yürüyüş, sayı 7-8, 9 Eylül 1942) (Sayfa: 51)
*****
*
''..Ilgaz bu şiirlerden hiçbirini kitaplarına koymaz. Hatta, üzerlerine sünger çeker: ''Belki üç kitaplık şiirim vardı. Bunların en mühimleri Oluş ve Varlık dergilerinde çıkmıştı. Bunları ne zaman derlemeye kalksam onlarda bir yapmacık taraf, bir bizden olmayan ve bizi ifade etmeyen tarafın mevcut olduğunu hissediyorum. Bu şiirler daha ziyade aylak sınıfın, geçim derdinden azade (hür) insanların hoşuna gidiyordu. Bizden olmayanların zevkine gayrışuuri (bilinçsiz) olarak yaptığım hizmetin reaksiyonunu geç de olsa duyabildim. Bazı burjuva münekkitlerinin (eleştiricilerinin) ve antoloji derleyicilerinin hoşuna giden bu şiirler, benim gözü bağlı yaşadığım yılların en canlı ifadesidir.'' (Baştan, 14.9.1948) 
(..)
''Günden güne bilinçlenmeye, kendi deyimiyle, ''artık kimin için ve ne için yazdığını fark etmeye'' başlar.
Bu bilinçlenme şiirine de yansır. Ilgaz, bireysel şiirden hızla toplumsal şiire geçer. Üstelik, bu geçiş tatlı bir dönüşüm biçiminde değil, keskin bir sıçrama biçiminde gerçekleşir. Ilgaz, geçmişiyle bağlarını koparır. Yeni bir görüş ve davranışla karşımıza çıkar. Sanatında enikonu bir devrim yapar.''
(..)
''...
Sessiz sedasız göçtün aramızdan;
Ne ölümün geçti gazeteye
Ne dokuz göbek soyun.
...
Bu parçada iki karşıt durum bir arada veriliyor: Bir yanda yoksul bir kişinin ilansız ve törensiz sönüp gidişi belirtiliyor; öbür yanda da varlıklı kişilerin gürültülü ve tantanalı ölüşü. ''Dokuz göbek'' deyimi bizi hem gülümsetiyor, hem de öfkelendiriyor. Ilgaz kendisi isyan etmediği gibi okurlarını da isyana çağırmıyor. Fakat, olayları o şekilde yansıtıyor ki, okurlar kötülüğe başkaldırmak gereğini duyuyorlar. Böylece, Ilgaz sanat anlayışına ve yaradılışına en uygun yöntemi bulmuş oluyor. Şiirini nutuk, nesir ya da öğreticilik (didaktizm) çukuruna düşmekten kurtarıyor. Bilindiği üzere, toplumcu şairler çokluk bu çukura düşmekten kendilerini alamaz ve şiiri yitirirler.'' 
(..)
''..Hasan İzzettin Dinamo, İlhami Bekir, A. Kadir, Suat Taşer, Ömer Faruk, Niyazi Akıncıoğlu, Enver Gökçe, vb. gibi o da Nâzım Hikmet'in açtığı toplumcu-gerçekçi yolda yürüyor. Ama, bu yolun kimi yolcuları gibi onun salt izleyicisi olmuyor. Kendine özgü bir tutum ve üslup yaratıyor. Bu bakımdan, denebilir ki, N. Hikmet'in etkisinde kalmayan ya da en az kalan iki üç şair varsa, bunlardan biri Ilgaz'dır.'' (Sayfa: 53-57)
*****
*
''Hemen bütün şiirlerinin mevzuu, kendi küçük dertleri, arzuları. Ama hayret.! Bunların hiçbiri sadece Rıfat Ilgaz'ın dertleri değil.. Hepsi, hepsi geniş bir kitlenin, bir insanlığın dertleri. Sosyal şiir nedir diyenlere bu kitabı göstermek lazım. En şahsi, en hususî (özel) şeyler nasıl cemiyetin (toplumun) malı olabilirmiş, insan kendi hasis (cimri) dertlerinin dışına nasıl çıkar ve onları nasıl biraz yukardan, dudaklarında hazin bir tebessümle (gülümseme ile) seyredebilmiş.. En basit kelimeler, en özentisiz tasvirlerle nasıl hayat dolu tablolar, koskoca bir cemiyet parçasını aksettiren manzaralar çizebilirmiş. Bütün bunları Rıfat Ilgaz'dan öğrenmek kabil (olası). (..)
Bana sanat heyecanı ile dolu saatler yaşatan, insanlığın dertleri hakkında gözümde yeni ufuklar açan şaire bütün kalbimle teşekkür ederim.
*
Yurt ve Dünya, Nisan 1943 (Sayfa: 65)
*****
*
''Bu toprakların eziyetlerini ve cefalarını kendininkilerden, ferdin hodbin (bireyin bencil) endişelerinden üstün tutan Rıfat Ilgaz, büyük bir vatanperverde bulunması gereken bütün vasıfları taşımaktadır.
Gerçek manasıyla şiir, yalnızca kafamızla değil, kalbimizle de sevmekten kendimizi alamadığımız şiir değil midir.? Öyle sanıyorum ki ''Yarenlik''in, alışılmış bütün estetik kalıpların dışında, insanı büyüleyen sihri buradan geliyor.''
(Sayfa: 69)
*****
*
''Rıfat Ilgaz; halk-şairi, köy-şairi olmak gayretinde değil, fakat kendisi halktan olduğu için, halkla beraber yaşadığı duyduğu için ve sanatının da ehli olduğu için şiirlerinde temiz, güzel bir dil, halkın dili beliriyor ve Rıfat Ilgaz ''halka inmek'' gayretinde olan, zoraki köy şiirleri yazan, halk şiirlerinin kalıbını alarak halk şairi olduklarını sananlardan çok daha fazla, onların erişemeyeceği kadar, bugünün halk şairi oluyor. Gerçekten bildiği, samimi olarak duyduğu mevzuları işleyen sanatkâr, eğer sanatkâr ise, mevzuuna en uygun şekli bulur ve bu şekil sadece bir kalıp olmaktan çıkar. Muhteva ile şekil ayrılmaz bir surette bütünleşir. Rıfat Ilgaz böyle bir şairdir.'' (Sayfa: 70)
(..)
''Rıfat Ilgaz müreffeh (varlıklı) bir zümrenin (kesimin) değil, fakat bir günden öbürüne yaşayabilmek için didişen, böyle üzüntülü günlerin akşamında, bazan, ''gününü gün etmek için, şöyle bir demlenen'' halkın şairidir. Onun için şiirlerinde gül, bülbül, berrak sema, mavi deniz, kalp ağrıları yok. Hayatın daha karanlık, daha hüzünlü taraflarının akisleri (yansımaları) var. Bununla beraber şiirlerinde hayatı kötümser bir ruh hali de sezilmiyor. Şair isyankâr da değil. Kendisini hadiselerden biraz uzağa çekiyor ve hayata karşıdan bakarak gülebiliyor; alaylı olmakla beraber halden anlayan, şefkatli, müsamahalı (sevecen, hoşgörülü) bir gülüş, acı, yakıcı bir istihza (alay) değil.''
*
Adımlar, Mayıs 1943 (Sayfa: 71)
*****
*
''Şair Rıfat Ilgaz, Babıâli'nin ne tıka basa doymuş etrafı toz pembe gören toklarından, ne de kendini darı ambarında sanan açlarındandır. O, halkla beraber çektiği ölüm kalım savaşının bütün mücadele safhalarını mısralaştırmakta, destanlaştırmaktadır. Onda hayat mücadelesi destanından pasajlar buluruz. ''Yarenlik'', içinde yaşadığımız devrin hakiki şiir örneklerinden biridir.'' (Sayfa: 74)
*****
*
''Halkın diliyle konuşan, halkın nüktelerini duyuran, bize her şiirinde, en acı şeylere karşı bile dudaklarındaki derin ve mânalı gülümsemeyle görünen Rıfat Ilgaz'dan çok şeyler bekliyoruz. Bize İstanbul'un her yerini ve her şeyini, pek iyi bildiği Anadolu'yu, Anadolu'nun acılarını, isteklerini sanırım ki çok güzel duyurabilir. O, bir saltanatın şiirini terennüm etmiyor (dile getirmiyor), halkın derdini dert ediniyor. Bütün memlekete yayıldığı gün, lâyık olduğu değeri bulacaktır. Bende bu köklü ümidi yaratan da bu küçük, büyük kitaptır, Yarenlik'tir. Rıfat Ilgaz'ı bu mazhariyetinden (erişmesinden), bu kudretinden (yeteneğinden) dolayı tebrik ederim.'' (Sayfa: 76)
*****
*
''Aylak sınıf şairlerinin çizdiği İstanbul tablolarıyla, Rıfat Ilgaz'ın İstanbul tabloları arasındaki tezatlar (karşıtlıklar) günde on dört saat alın teri döken kol ve kafa işçisinin -ki 15-16 milyonu bulmaktadır- sofrası ile mirasyedi vurguncu sofrası arasındaki tezatlara benzer.'' (Sayfa: 78)
*****
*
Elim birine değsin,
Isıtayım üşüdüyse
Boşa gitmesin son sıcaklığım.!
*
19-XI-1991
Rıfat Ilgaz (Sayfa: 88)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...