7 Temmuz 2020 Salı

Azra Erhat - Mavi Yolculuk

Mavi Yolculuk I
Azra Erhat - Mavi Yolculuk
''Doğanın özenerek yarattığı ülkeler, bölgeler vardır. Oralara güzel deriz. Ama güzellik kavramı insana göre değişir. (..) Havası suyu iyi diye bir deyim var ya, yaradılışta sırf faydayı arayan insanlar doğal güzelliği görmezler bile..'' (Sayfa: 5)
***
''Bir bölgeyi kendi yerlileri dışarıya doğru değerlendiremez; dışarıdan gelip o bölgenin güzelliğini, elverirliğini yeni gören ve görünce de dile getirmek, anlatmak, yaymak hevesine kapılan şairler, yazarlar, aydınlar değerlendirir. Bizde bu çeşit aydın, parmakla gösterilebilecek kadar azdır. Aydın, dört duvar arasında İstanbul'da yaşar, mahallesini, bilemediniz adasını -o da Marmara adalarından biriyse- anlatır. Yok, köy romanı yazıyorsa, Anadolu'nun on binlerce köyünden birinin ötekine tıpatıp benzeyen çetin koşullu yaşayışını anlatır. O koşulları değiştirmek, o köyü kalkındırmak isteğini uyandırır bu romanlar okuyucuda; şair gözüyle görülmüş, şiir diliyle yazılmışsa oralarını tanıtır, belki sevdirir bile bize, ama orada yaşamak şöyle dursun, sanmam ki anlatılan yerleri gitmek görmek hevesini versin birimize. Nasıl versin ki bu gerçekten, yüzbinlerce tanıkları arasında bir tanık olmaktan ileri gidemeyeceğimizi anlar, tek başına ülkücülükle 20. yüzyıl dünyasında bir fayda sağlanamayacağını biliriz. Köy romancıları da, bir iki kitapları tutunduktan sonra köye bir daha dönmemecesine şehirde yaşamıyorlar mı.?'' (Sayfa: 5-6)
Azra Erhat - Mavi Yolculuk
''Halikarnas Balıkçısı, Bodrum'u kendine yurt edinmişti. Talihin cilveleri arasında mutluları da olur. Balıkçı Bodrum'a sürgün gitmişti. Adı yeraltı derinliğini, karanlığını yansıtan Bodrum meğer onun çocukluktan beri özlediği mavi sonsuzluğa açık, taşı ak, toprağı verimli bir ışık ve renk cennetiymiş.Balıkçı burada bir destan yazar ve bir destan yaşar. Dinleyin Mavi Sürgün'ün kapağında Sabahattin Eyüboğlu nasıl anlatmıştır bu destanı: ''Zindan karanlığını hürriyet mavisine döndürmüş bir yaman insan soluğudur bu kitaptaki. Bu soluk otuz yıldır, gittikçe daha gür, daha dolgun bir Batı Anadolu destanı savuruyor bize. Ege tanrılarının ve insanlarının yenmiş haklarını arayan bir destan.
Denizlerin en mavisiyle sarmaş dolaş olan bu destanda tanrılar bir insan sıcaklığı, insanlar bir Tanrı yüceliği kazanır, kara günler içinde ak günler doğar, yoksul ellerden bereket saçılır, en mutsuz yaşantılardan en mutlu ötelere yollar açılır, yürekler acısı gerçekler Tabiat Ana'nın gülümser bakışında erir, topraklar yeşerir, sürgünler mavileşir.
Bu destanda insanoğlu zaman zaman kirinden pasından arınıp yalın yürek sonsuz evrenin karşısına dikilir, bu canım dünyayı cehenneme çeviren savaşlara yuf diye, ekmeği, şarabı ve sanatı yaratan barışlara merhaba diye seslenir.'' (Sayfa: 9-10)

***
''Halikarnas Balıkçısı, Bodrum'u kendine yurt edinmişti. Talihin cilveleri arasında mutluları da olur. Balıkçı Bodrum'a sürgün gitmişti. Adı yeraltı derinliğini, karanlığını yansıtan Bodrum meğer onun çocukluktan beri özlediği mavi sonsuzluğa açık, taşı ak, toprağı verimli bir ışık ve renk cennetiymiş.Balıkçı burada bir destan yazar ve bir destan yaşar.'' (Sayfa: 9)
***
''Dinleyin Mavi Sürgün'ün kapağında Sabahattin Eyüboğlu nasıl anlatmıştır bu destanı: ''Zindan karanlığını hürriyet mavisine döndürmüş bir yaman insan soluğudur bu kitaptaki. Bu soluk otuz yıldır, gittikçe daha gür, daha dolgun bir Batı Anadolu destanı savuruyor bize. Ege tanrılarının ve insanlarının yenmiş haklarını arayan bir destan.
Denizlerin en mavisiyle sarmaş dolaş olan bu destanda tanrılar bir insan sıcaklığı, insanlar bir Tanrı yüceliği kazanır, kara günler içinde ak günler doğar, yoksul ellerden bereket saçılır, en mutsuz yaşantılardan en mutlu ötelere yollar açılır, yürekler acısı gerçekler Tabiat Ana'nın gülümser bakışında erir, topraklar yeşerir, sürgünler mavileşir.
Bu destanda insanoğlu zaman zaman kirinden pasından arınıp yalın yürek sonsuz evrenin karşısına dikilir, bu canım dünyayı cehenneme çeviren savaşlara yuf diye, ekmeği, şarabı ve sanatı yaratan barışlara merhaba diye seslenir.'' (Sayfa: 9-10)
***
''Ömrü tükenmeden bir insan mutlu mu mutsuz mu bilinmez, asıl mutluluk acıyla tatlının, iyiyle kötünün ölçülü karışımıdır..'' (Sayfa: 21)
***
''Balıktan yana talihimiz yok'' dedi biri.
''Elbette olmaz, deniz-tanrı Poseidon'a sunu sunmadık.''
''Ne sunabiliriz ki.? Testi dolusu şarabımız yok bizim.''
''Memişhanedeki kokulu nesneyi sunalım'' dedi Balıkçı ve yarısı ermiş kafuru kalıbını fırlattı attı denize. Poseidon bu sunudan hiç hoşlanmamış olacak ki Balıkçı'ya bir tek balık tutturmadı bundan böyle. (Sayfa: 52)

***
Koştum benek benek ışıkla sarılı teknem,
Çılgın teknem, ardımda yağız deniz atları
*
Rimbaud (Sayfa: 57)

***
''..Keramos'a vardık. Keramos diyorum, çünkü ilkçağda çanakçılığıyla ün salmış, adını bütün bir körfeze verecek kadar önemli bu şehrin biz adını değiştirmiş durmuşuz. Bodrum'da Gereme deniyor ona, oysa resmi adı Ören olmuş. Viran, ören, eski şehir kalıntıları bulunan yerlere denir Anadolu'da. Ama nerede bir harabe varsa, halk arasında yüzyıllardan beri kullanılagelen adını değiştirip de ona örenli, hisarlı, kaleli bir isim takmanın bugün bir anlamı, bir lüzumu olmasa gerek. Yoran'ı Yenihisar, Gereme'yi Ören yapmak adlarını Türkçeleştirmek midir.? Bu gidişle kökleri Türkçe değil diye, adlarını değiştirmemiz gereken şehirlerimizin birkaçını sayayım size: Ankara (Ankyra'dan), Kayseri (Kaesarea'dan), Trabzon (Trapezus'tan), Giresun (Kerasus'tan), Sinop (Sinope'den), Konya ( İkonion'dan), Bursa (Prusa'dan), Manisa (Magnesia'dan) vesaire vesaire. Anadolu'nun adını bile değiştirmeye varır bu gidiş. Kaldıki Yunanca sandığımız bu adların çoğu Anadolu'nun Yunan öncesi çağlarından kalmadır. Bu Anadolulu köklere Yunanlılar yalnız Yunanca ekler takmışlardı. Biz de aynı şeyi yapıp Türkçeleştirdik bu adları; Ankara, Kayseri, Trabzon, Konya gibi Gereme ve Yoran da özbeöz Türkçe adlar oldu. Bunları ne diye değiştirelim.? Bilgisizliğin ve yanlış bir anlayışın ürünü olan bu davranış yurdumuzun binlerce yıllık tarihini silmeye, Türkiye topraklarının yüzlerce ırk ve ulusu barındıran eşsiz bir uygarlık beşiği olduğunu bile bile unutturmaya varır.'' (Sayfa: 59-60)
***
İşte bu gökyüzüdür ki, Küçük Asya'daki Yunanlılar arasında ilk şairleri yetiştirmiş ve coşturmuştu. Yunan bilginleri bu toprakta doğdu. İlk tarih yazarları da bu ülkelerdendi.
*
Winckelmann (Sayfa: 71)
***
''Nietzsche'ye göre Yunan mucizesinin özünde iki öğe vardır, birer tanrısal varlıkla kişilendirilmiş iki kavram: Apollon ve Dionysos; insan çapındaki ölçülerle sınırlanan aydın yaratıcılık ile sınır tanımayan, tabiatla haşır neşir, coşkun, taşkın yaratıcılık. Bu iki akımın kaynaşmasından tragedya doğmuştur, mucizenin sırrını da bu zatların birleşmesinde aramalı. Ama Apollon da, Dionysos da Anadolu'nun yarattığı tanrısal kişilerdir. Apollon'un kaynağı Lykia, yani Fethiye'den Antalya'ya uzanan bölge olsa gerek. Dionysos da Asya'dan gelme, Yunanistan'ın neden sonra benimsediği bir tanrıdır. Hem aslına bakarsanız, o Anadolulu Ana Tanrıça Kybele'nin erkek tanrı kılığındaki bir başka kişilenmesidir. Yunan'ın yarattığı en üstün sanat türü bu iki öğeden katışıksa, öğelerin ikisi de Yunanistan'a Anadolu'dan gelmiştir. Birleşme, sentez Atina'da olmuş; tragedya Atina'da doğmuş, ona diyecek yok. Tragedya yüzlerce örnek arasında bir örnektir, felsefe, tarih, şiir için de öyle, hepsi Anadolu'dan çıkıyor gün ışığına, Atina'da eriyor yetkinliğe. Düşünceye kusursuz bir düzen vermek, böylece geleceğe kalmasını sağlamak Atina'nın insanlığa bağışıdır. Hümanizma çeşitli kaynaklardan gelen kültür öğelerini çığır açıcı yeni bir düzen içinde toplamaksa, Atina ilk Batılı hümanizmanın merkezi oldu diyebiliriz. Ama yanılmamak, tekmil kaynakları Atina'da görmek yanlışlığında düşmemek gerek.'' (Sayfa: 77)
***
Tatlı Venüs, Troya soyunun anası,
İnsanların, tanrıların sevinci.!
Sana gülümser durgun denizin suları,
Yaygın ışıklarla açılır sana gökler.
*
Lucretius (Sayfa: 79)
***
''Bahtsız Aphrodite şehri, hep yıkılmakmış alnının yazısı.! On dokuzuncu yüzyılda Mısır Valisi Mehmet Ali, Kahire'deki sarayını Knidos'tan götürdüğü gemiler dolusu mermerle yaptırmış. Birkaç yıl sonra Newton adlı bir İngiliz konsolosu Tekirburnu'ndan limana düşüp gömülen on bir tonluk mermer aslanı denizden çıkarmış ve haftalar süren bir çabadan sonra bir İngiliz harp gemisine yükleyip British Museum'a aktarmış. Knidos hasattan sonraki bir tarlaya benzer. Eşsiz sanat ürünlerini görmek için Avrupa müzelerini gezmekten başka çare yoktur.''
(Sayfa: 82)
***
''Şu sözü dillere destandır: ''Hayat kısa, meslek uzun, fırsat kaçıcı, deney aldatıcı, karar güç.!'' Hey gidi Hippokrates, binlerce yıl sonra da doktorlarımız bu senin sözünü söylemeyip de ne desinler.?'' (Sayfa: 85)
Azra Erhat - Mavi Yolculuk
Öyle büyük bir komedya ki bu İlyada, yüzyıllardan beri krallar, devletler, imparatorlar sanki ondan aldıkları rolleri oynuyorlar; bütün dünya bu komedyanın sahnesi oluyor.
*
Montaigne (Sayfa: 97)
***
''Geçmişi günümüze karıştırmayı beceremediğimiz için kültürsüz kalıyoruz. Kültürsüz kalmak ne demek.? Bence şudur: gördüğümüz bir yeri yalnız bugün olduğu gibi görmek, onun gözle görünen boyutlarına tarih, arkeoloji ve filoloji bilimlerinin sağlayabileceği derinlik boyutunu katamamak, dile getiremediğimiz bir put karşısında put gibi durmak, bilgisizliğin, kültürsüzlüğün kara duvarını aşamayıp Romantiklerin övmekle bitiremedikleri geçmişi yaşama zevkine bir türlü varamamak. Birkaç dostla birlikte bizim her yıl yapmaya giriştiğimiz ''mavi yolculuklar'' bu kültür zevkini tatmak içindir.'' (Sayfa: 102)
Azra Erhat - Mavi Yolculuk
''Garip bir dağdır bu Kazdağı, hem var hem yoktur. Uludağ gibi belli bir doruğu gözükmez, her an varlığını duyar da kendisini göremezsiniz bir türlü. Gizlenir sanki. Acaba bu göze görünmezliği yüzünden mi bunca efsaneye beşik olmuştur Kazdağı.? (..) Troya'ya yıkım getirecek diye kundakta bebekken İda Dağı'na bırakılan Paris'in bir dişi ayı tarafından emzirilmesi öyle, sonra da delikanlı çağına gelince üç tanrıça arasındaki güzellik ödülüne hakem olarak seçilmesi, öyle. (..)
Kazdağı'nın en esrarlı efsanesi hiç şüphesiz Sarı Kız'dır. Sarı Kız, Alevilerin bir haç yeri mi yalnız, yoksa Kazdağı'nın da haritalarda başka adına rastlanmayan doruğu mu.?'' Sayfa: 108)
***
''Yeryüzünde çoraklaşan topraklarımız ne haldeyse, denizlerimiz de öyle, karasularına fırlattığımız dinamit bombaları yüzünden Homeros'un deyimiyle ''ürün vermez'' olmuş. Balıkçılık diye bir meslek de kalmamış yahut yakında kalmayacak Türkiye'de.''
(Sayfa: 116)
***
''Hasanboğuldu efsanesini Sabahattin Ali anlatmıştır. Kazdağı'nın damgasını taşıyan acı bir efsane: Hasan bir Türkmen kızına gönül vermiş. Kazdağı'nın bir tepe köyünde oturan Türkmen kızı güzel ama mağrurmuş, benim varacağım erkek güçlü kuvvetli olmalı, bir koca çam kütüğünü köyüme kadar taşıyabilmeli, demiş. Hasan da girişmiş bu işe, omuzlamış kütüğü, yürümüş, çıkmış, saatlerce yürümüş, kendinden ağır olan ağaç her adımda daha çok eziyormuş omuzlarını, iki büklüm gövdesinin gücünü tüketiyormuş. Sutüven şelalesine vardığında keçiyolu büsbütün dikleşmiş. Şırıl şırıl sular akıyormuş Hasan'ın ayaklarının altında. İnsanların taştan yollarla kapattıkları bu sular baş döndürücü bir hızla çağlar yokuş aşağı. İki yanı uçurum bir tahta köprüyü de geçtiniz mi Hasanboğuldu'ya varırsınız. Duru bir dağ gölüdür. Hasan işte burada bir yudum su içeyim demiş, sırtındaki kütüğü yere bırakmadan eğilmiş, elini suya uzatmış, o anda başı dönmüş, olan olmuş, yuvarlanmış düşmüş gölün içine. Dağın duru gölleri kapkara kefendir, insan yutunca yüzeyi ürpermez bile.'' (Sayfa: 122)
***
''Yaradılışın yüzyılda büyüttüğü iki koca çamı iki insan elinin yarım saat içinde yok edebileceğine akıl erdiremiyorduk bir türlü.'' (Sayfa: 123)
***
''Bugünkü adını başşehri Mitylene'ye borçlu olan Lesbos Adası MÖ 7.-6. yüzyıllarda iki büyük şair yetiştirmişti: Bu şairlerden biri de kadındı. Alkaios'la Sappho şiirde öyle bir çığır açtılar ki Alkaios'un izinden Batı dünyasının binlerce lirik şairi yürüdü, ama Saphpho gibi bir kadın şair yetişmedi daha.'' (Sayfa: 127)
***
''Bedri Rahmi mavi gezinin şiirini yazmakla, her mavi gezide elinde kalem ve fırçaları, boya kutuları, paletleri ile her eline geçeni resme geçirmekle kalmamış, gezdiği yerlerde de kendinden bir şey bırakmak, doğaya da kendini katmak gereksinimini duymuştur. Fethiye Körfezi'nde Osmanağa suyu denilen bir koyda kocaman bir kayaya boyadığı kocaman balık; çamlar, çeşit çeşit ağaçlar, bitkiler ve çiçekler arasında insan elinin doğaya karışmasının parlak bir simgesidir. Bedri Rahmi oraya bir anıt dikmiştir. Mavi yolcuların hemen hepsi mavi gezinin güzelliğine bir güzellik katmak gereksinmesini duyarlar. Onun içindir ki Bedri Rahmi'nin ağabeyi Sabahattin Eyüboğlu her gezide bir anıt yapmak üzere tertibat alır ve hiçbir geziden bir anı bırakmadan dönmezdi.'' (Sayfa: 175)
***
''Dostuma da düşmanıma da mavi yolculuk yapmasını dilerim, çünkü bu güzel dünyada dost-düşman, o birleştirici hava içinde insanlığın gerçek birliğini duyarlar, yaşarlar.'' (Sayfa: 184)
***
''..balık aracılığıyla falcılığa antik dünyanın başka bir yerinde rastlanmamaktadır. İster istemez Urfa'nın bugün de geçerli olan kutsal havuzuna gidiyor aklımız. Nasıl bir ilişki kurulabilir, araştırılmaya değer bir sorun. Labranda bütün bir eşsiz anıt ve anılarıyla rahat gezilip zevkle incelenecek bir örendir diyebiliriz.'' (Sayfa: 213)
Azra Erhat - Mavi Yolculuk
Knidos'un en ünlü yurttaşı, çok yönlü bir bilgin olan Eudoksos'tur. Aristo zamanında yaşayan bu Datçalı hem astronom, hem matematikçi, hem fizikçi, hem de filozofmuş. Ayrıca Knidos'un şehir planını kurmuş ve yeni kente yasalarını da vermiştir. Bilim tarihçileri bu Eudoksos üzerinde çok durmakta, kendisinin bilimin gelişmesinde eşsiz bir yer tuttuğunu ileri sürmektedirler. Eudoksos keşfettiği astronomi ve matematik ölçeği ile bilgisayar sisteminin ilk kurucusu olmuş, diyenler var. Asıl önemli ve ilginç nokta, bu ölçeğin taştan yapılmış bir örneğinin son Knidos kazılarında gün ışığına çıkarılmış olmasıdır. Eudoksos Knidos'ta rasathanesini Aphrodite Tapınağı'na kurmakla devrimci bir davranışta da bulunmuştur. Bu tutumun Anadolu'ya özgü olduğu, asrlar sonra Selçuk döneminde Caca Bey Camii'ne bir rasathane aklenmiş olmakla kanıtlanabilir.'' (Sayfa: 250)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...