#VladimirNabokov etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
#VladimirNabokov etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Eylül 2022 Perşembe

Vladimir Nabokov - Rus Edebiyatı Dersleri (Çevirenler: Yiğit Yavuz, Fatih Özgüven, Ayşe Nihal Akbulut)


Teslimiyetçi ellerin, şişkin devlet ahtapotu tarafından yönlendirilen itaatkâr dokunaçların, edebiyat denen şu ateşli, yaratıcı, özgür varlığı ne hale getirdiğini incelerken, istihzanın rahatlatıcılığından, hor görmenin lüksünden kaçınmak güç oluyor. Dahası da var: Duyduğum tiksintiye kıymet vermeyi öğrendim, çünkü biliyorum ki bu hissiyatımın şiddeti sayesinde Rus edebiyatının ruhundan ne kurtarabilirsem kârdır. Düşünce ve konuşma hürriyetinin sunabileceği en değerli armağan, yaratma hakkının yanı sıra, eleştiri hakkıdır. Siz böyle özgürlük içinde yaşarken, doğup büyüdüğünüz şu açık alanda, uzak memleketlere dair mahpusluk hikâyelerini, soluk soluğa kalmış firarilerin mübalağalı anlatımları olarak görmeye meyledebilirsiniz. Kitap okuyup yazmayı bireysel fikirleri seslendirmekle eş anlamlı kabul eden insanlar için, memleketin birinde neredeyse çeyrek asır boyunca edebiyatın, bir köle tacirleri şirketinin reklamlarını süslemekten ibaret kaldığına inanmak, hiç de kolay değildir. Böyle koşulları, mevcudiyetine inanmasanız bile, en azından kafanızda canlandırabilirsiniz; işte o zaman nihayet, özgür insanlar tarafından yine özgür insanların okuması için yazılmış kitapların kıymetini, yeni bir durulukla, yeni bir gururla idrak edebilirsiniz.

*
DİPNOT: Anlaşıldığı kadarıyla 18 numaralı bu başlıksız sayfa, V.N.'nin Rus yazarlar hakkındaki derslerinin başına koyduğu giriş niteliğindeki bir incelemeden geriye kalan tek bölümdür. (Sayfa: 5)
*
GİRİŞ (FREDSON BOWERS)
*
''Vladimir Nabokov 1940'ta Amerika'daki akademik kariyerine başlamadan önce, kendi ifadesine göre ''Rus edebiyatı hakkında yüz adet -yaklaşık iki bin sayfalık- ders metni hazırlama sıkıntısına'' girmişti. (..) 1941'in sonbahar döneminde Nabokov, Wellesley College'da Rusça bölümündeki tek kişi olarak düzenli göreve başlamış ve önce lisan ve dilbilgisi derslerine girmiş, fakat çok geçmeden, Rus edebiyatı çevirilerinin incelendiği Rusça 201 dersine de el atmıştı. 1948'de Slav Edebiyatı doçenti olarak geçtiği Cornell Üniversitesi'nde Edebiyat 311-312, Avrupa Edebiyatının Ustaları, Edebiyat 325-326 ve Rus Edebiyatı Çevirileri derslerine girdi. (Sayfa: 11)
(..)
Nabokov, Ustalar dersinde genellikle Jane Austen, Gogol, Flaubert, Dickens ve -zaman zaman- Turgenyev'i anlatırdı; ikinci öğretim dönemini Tolstoy, Stevenson, Kafka, Proust ve Joyce'a ayırmıştı. (Sayfa: 12)
*
''..Çehov'a da insanlara dair birebir gözlemlerine toplumsal yorumları karıştırmadığı için, en yüksek takdirlerini sunar. ''Çukurda'' adlı hikâyede yaşam ve insanlar sanatkârane biçimde, oldukları gibi, böyle karakterleri üretebilen sosyal sisteme dair endişeler doğurabilecek tahrifatlar olmaksızın sergilenmektedir.'' (Sayfa: 13-14)
*
''Kavrayıcı bir okumanın önemini ısrarla vurgularken, başyapıtların işleyiş sırrını çözmek konusunda hiçbir anahtarın, okurun ayrıntılar üzerindeki hâkimiyeti kadar önemli olmadığını anlamıştı. Anna Karenin hakkındaki yorumlayıcı notları, okurun bu romanın iç yaşamına dair farkındalığını geliştiren bir bilgi hazinesidir.'' (..) ''Yaklaşımını şöyle özetler Nabokov: ''Akademik günlerimde edebiyat öğrencilerine, ayrıntılara, bu ayrıntıların bir duyusal kıvılcım meydana getirecek şekilde nasıl birleştirildiğine dair kesin bilgiler vermeye gayret ettim; söz konusu kıvılcım yoksa, kitap ölü demektir. Bu bakımdan genel fikirler önemli değildir. Bir ahmak bile Tolstoy'un zina hakkındaki yaklaşımını özümseyebilir, ama iyi okurların Tolstoy'un sanatının tadına varabilmeleri için, mesela Moskova-Petersburg gece trenlerindeki demiryolu taşımacılığı düzenini, yüz yıl öncekine uygun şekilde gözlerinin önüne getirebilmeleri gerekir.''..'' (Sayfa: 17)
*
Rus Yazarları, Sansürcüler ve Okurlar:
*
''Demokratik ülkelerde okurlar denen topluluğun isteklerini karşılamak için dergiler yazarlarına mali baskı uygular, polis devletlerinde ise münasip politik mesajlar versinler diye yazarlara daha dolaysız biçimde baskı yapılır. Bu iki baskı arasında yalnızca bir seviye farkı bulunduğu iddia edilebilir, fakat öyle değildir; çünkü özgür ülkelerde birçok sürekli yayın ve birçok felsefe vardır ama bir diktatörlükte, sadece bir hükümet bulunur. Bu bir nitelik farkıdır.'' (Sayfa: 29)
*
''Samimiyetle, cesaretle özgürlük ve eşitlikten yana duruyorlar, fakat sanatı güncel siyasetin buyruğuna vermek isteyerek kendi inançlarıyla çelişiyorlardı. Çarların gözünde yazarlar devletin hizmetkârıysa eğer, radikal eleştirmenlerin gözünde de kitlelerin hizmetkârıydılar.'' (Sayfa: 32)
*
''19. yüzyılın yirmili ve otuzlu yıllarında sanatçılarla eleştirmenler arasında yaşanan çatışmanın en iyi örneklerinden biri, Rusya'nın ilk büyük şairi Puşkin'in başına gelenlerdir. Başta Çar Nikola olmak üzere hükümet görevlileri son derece küstah, başına buyruk ve kötücül şiirler kurgulayan bu adama deli gibi öfkeleniyorlardı; ille de yazması gerekiyorsa eğer, bari devletin iyi bir hizmetkârı gibi davranarak basmakalıp erdemlere övgüler düseydi ya. Puşkin'in dizelerindeki özgünlükte, tensel hayallerindeki cüretkârlıkta ve irili ufaklı tüm tiranlarla dalga geçme eğiliminde, tehlikeli bir düşünce özgürlüğü kendini belli ediyordu. Kilise onun ciddiyetsizliğine esef ediyordu. Polis memurları, yüksek dereceli devlet görevlileri, hükümetten maaş alan eleştirmenler onun sathi bir şair olduğunu söylüyorlardı. Devrinin en iyi eğitim görmüş Avrupalılarından biri olan Puşkin, kalemini hükümet bürolarında sıkıcı belgeleri kopyalamakla kullanmayı katiyetle reddettiği için, Kont Zımbırtı tarafından bir kara cahil, General Zılgıt tarafından da bir mankafa olarak yaftalanmıştı. Devlet Puşkin'in dehasını boğmak için onu sürgüne göndermiş, yazdıklarını vahşice sansürlemiş, onu sürekli sıkboğaz etmiş, bir baba gibi kulağını çekmiş, nihayetinde şairi, kralcı Fransa'dan gelme lanet bir serüvenciyle ölümüne düello etmeye zorlayan dürzülerin sırtını sıvazlamıştı.'' (Sayfa: 32-33)
*
''Bir alıntı yapacağım: ''Sanatçının kişiliği özgürce, kısıtlama olmaksızın gelişmelidir. Lakin istediğimiz tek bir şey var: İnancımızın kabul edilmesi.'' Büyük Nazilerden biri olan, Hitler Almanya'sının Kültür Bakanı Dr. Rosenberg böyle demişti. Başka bir alıntı: ''Her sanatçının özgürce yaratma hakkı vardır; fakat biz komünistler, onu planımız çerçevesinde yönlendirmek zorundayız.'' Lenin de böyle demişti. Bunların her ikisi de metinlerden yaptığım alıntılardır; durum bu kadar üzücü olmasaydı, aradaki benzerliğe bakıp eğlenebilirdik.'' (Sayfa: 35)
''Eski, kültürlü Rusya'daki okur elbette Puşkin ve Gogol'le gurur duyuyordu, fakat aynı şekilde Shakespeare yahut Dante'yle, Baudelaire ya da Edgar Allan Poe'yla, Flaubert ya da Homeros'lada gurur duyuyordu; Rus okurunun gücüydü bu. (..) Okurlar özgür doğar ve özgür kalmalıdırlar.'' (Sayfa: 40)
*
NİKOLAY GOGOL (1809-1852)
*
Ölü Canlar (1842)
*
''İnsan görüşüyle bir böceğin çok yüzlü gözünün algıladığı resim arasındaki fark, en iyi filtreyle yapılmış bir yarımton resimle, sıradan gazete baskılarında gördüğümüz, iri taneli filtrelemeyle elde edilmiş resimler arasındaki farka benzer. Gogol'ün eşyayı görme biçimiyle, ortalama okur ve yazarların eşyayı görme biçimini de aynı kıyaslamaya tabi tutabiliriz. Onun ve Puşkin'in ortaya çıkmasından önce, Rus edebiyatı yarı kör haldeydi. Sadece aklın yönlendirdiği anahatları algılayabiliyordu: Renklerin kendisini göremiyor, bir köpek misali, Avrupa'nın antik dönemden kalma basma kalıp isim-sıfat bileşimlerini kullanmakla yetiniyordu. Gökyüzü maviydi, şafak kırmızı, yapraklar yeşil, güzelin gözleri kara, bulutlar griydi, vs. Sarıyı ve menekşe rengini ilk gören Gogol (ondan sonra da Lermontov ve Tolstoy) olmuştu.'' (Sayfa: 55)
*
''..bu ''ölü canlar'' sadece kadersizlik ve ölümle yüzleşmek üzere hayata döndürülmüş olsalar bile, onların yeniden dirilişi, Gogol'ün yazmayı öngördüğü ikinci ve üçüncü ciltlerde, dindar ve yasalara saygılı vatandaşlar yararına sahnelemek niyetinde olduğu hatalı ''ahlaki yeniden diriliş''e nazaran, elbette çok daha tatmin edici ve bütünlüklüdür. Ahlaki ve dini hesaplar, Gogol'ün hayal gücüyle yarattığı yumuşak, sıcak, şişman yaratıkları yok etmekten başka bir işe yaramamaktadır.'' (Sayfa: 68)
*
''Kendinizden bir şeyler katmaksızın, telefon numaranızı dahi verebileceğinizi sanmıyorum.'' (Sayfa: 79)
*
''Gogol bir ''gerçekçi''ymiş.! Böyle diyen ders kitapları var. Kuvvetle muhtemeldir ki, Gogol'ün kendisi de, kitabının mozaiğini oluşturacak parçaları okurlarının kendilerinden elde etme yolunda acınası ve beyhude bir çabaya girişmişken, çok akılcı tarzda hareket ettiğini sanıyordu.'' (..)
Kesintileri ve engelleri hoşlukla karşılıyordu (''engeller bizim kanatlarımızdır'' demişliği vardı) çünkü gecikmelerden, bu kesinti ve engelleri sorumlu tutabilecekti. Sonraki yıllarda geliştirdiği, ''gökler ne kadar karanlıksa, Tanrı'nın inayeti o kadar parlak olur'' gibi temel fikirler barındıran felsefesinin kaynağı, kendisinin o yarınları hiç göremeyeceğine dair hissiyatıydı.'' (Sayfa: 80-81)
*
''Palto'' (1842)
*
''Gogol tuhaf bir yaratıktı ama zaten deha hep tuhaftır; müteşekkir okura akıllı bir eski dost gibi gelen, hayatla ilgili fikirlerini güzelce geliştirmesini sağlayanlar, ikinci sınıf yazarlardır aslında. Büyük edebiyat akıldışılığın kıyısında dolanır. Hamlet, nevrotik bir âlimin çılgınca düşüdür. Gogol'ün ''Palto''su, yaşamın belirsiz örüntüsü içinde kara delikler açan, grotesk ve korkunç bir kâbustur. Yüzeysel okur bu hikâyede, maskaranın tekiyle ağır şekilde dalga geçildiğini düşünecektir; ağırbaşlı okurlarsa, Gogol'ün esas niyetinin, Rus bürokrasisinin dehşet vericiliğini ifşa etmek olduğuna kesin gözüyle bakacaklardır. Ama ne doyasıya gülmek isteyenler ne de ''insanı düşünmeye zorlayan'' kitaplara içi gidenler anlayacaktır ''Palto''nun mevzusunu. Yaratıcı okur beri gelsin; bu hikâye onun içindir.'' (Sayfa: 94-95)
*
''Çok yanlış olan bir şeyler vardır ve herkes, onlara çok mühim görünen meşguliyetlere sahip yumuşak huylu deliler iken, absürdce mantıklı bir kuvvet, onların beyhude işlerine devam etmelerini sağlamaktadır; hikâyenin gerçek ''mesajı'' budur. Bu apaçık beyhudelik, beyhude alçakgönüllülük ve beyhude tahakküm dünyasında, tutkuyla, arzuyla ve yaratıcı çabayla erişilebilecek en yüksek paye, terzileri de müşterileri de kendine hayran bırakacak yeni bir paltodur. Ahlaki meselelerden veya bir ahlak dersinden söz etmiyorum. Böyle bir dünyada ahlak dersi bulunamaz, çünkü ne öğrenci vardır ne de öğretmen: Bu dünya olduğu gibidir ve onu yok edebilecek her şeyi dışlar; öyle ki her tür düzeltim, mücadele, ahlaki hedef ya da girişim, bir yıldızın yörüngesini değiştirmek kadar imkân dışıdır. Gogol'ün dünyasıdır bu dünya; dolayısıyla Tolstoy'un, Puşkin'in, Çehov'un ya da benim dünyamdan tamamıyla farklıdır. Fakat Gogol'ü okuduktan sonra insanın gözleri Gogolleşebilir ve en umulmadık yerlerde, onun dünyasından parçalar görebilir. Çok sayıda ülkeye gittim; tesadüf ettiğim, Gogol'ü hiç duymamış bazı kişilerin tutkulu düşlerini, Akaki Akakiyeviç'in paltosuna benzer şeyler süslüyordu.'' (Sayfa: 97)
*
Çeviren: Yiğit Yavuz
*
İvan Turgenyev (1818-1883):
*
''Turgenyev Babalar ve Oğullar'da, 1840'ların iyi niyetli, beceriksiz ve zayıf insanlarıyla, devrimci yeni ''nihilist'' gençlik arasındaki ahlaki çatışmayı sergiler. Bu genç neslin temsilcisi olan Bazarov, saldırgan şekilde materyalisttir; onun için ne din ne de estetik ya da ahlaki değerler söz konusudur. ''Kurbağalar''dan başka hiçbir şeye inanmaz; onların da tek anlamı, kendi pratik bilimsel deneylerinin sonuçlarıdır. Ne ayıp ne utanç bilir. Tam anlamıyla etkin bir adamdır. Turgenyev Bazarov'u hayli takdir etse de, bu genç adam aracılığıyla pohpohladığını düşündüğü radikaller öfkeliydiler ve Bazarov'u, kendi karşıtlarını memnun etmek üzere çizilmiş bir karikatür olarak değerlendirmişlerdi. Turgenyev'in, tüm yeteneğini tüketmiş, bitik bir adam olduğunu beyan ediyorlardı. Turgenyev ne diyeceğini bilemez haldeydi. İlerlemeci topluluğun sevgilisiyken, iğrenç bir umacıya dönüşmüş olarak bulmuştu kendini. Turgenyev çok kibirli biriydi; sadece şöhret değil, şöhretin dışsal belirtileri de çok önemliydi onun için. Çok gücenmiş, hayal kırıklığına uğramıştı. O sırada yurtdışındaydı ve hayatının geri kalanını yurtdışında geçirip sadece arada bir, kısa süreliğine döndü Rusya'ya.'' (Sayfa: 108)
*
Çeviren: Yiğit Yavuz
*
Babalar ve Oğullar (1862):
*
''Babalar ve Oğullar, Turgenyev'in en iyi romanlarından biri olmakla kalmaz, 19. yüzyılın en parlak romanlarından da biridir. Turgenyev istediği şeyi, yaratılan kişinin kendi içgörü yoksunluğunu doğrulayan, bir yandan da göstermelik bir sözde-toplumcu tip olarak kalmayacak genç bir Rus erkek roman kişisi yaratma niyetini gerçekleştirmeyi başarmıştır. Hiç kuşkusuz, Bazarov güçlü biri ve yirmi yaşlarının ötesine geçebilse (onu tanıdığımızda okulunu yeni bitirmiş bir öğrencidir) romanın ekseni olmanın ötesinde, büyük bir olasılıkla önemli bir toplumcu düşünür, tanınmış bir doktor ya da etkin bir devrimci olurdu. Ama Turgenyev'in doğası ile sanatının ortak bir güçsüzlüğü vardı; erkek roman karakterlerinin, onlar için kurduğu varoluş durumu içerisinde zafere ulaşmalarını sağlayamıyordu.'' (Sayfa: 113)
*
''Bir izlekten ötekine aktarım sanatı bir yazar için üstesinden gelinecek en güç tekniktir; yazdıklarının en iyi örneklerinde olduğu üzere, Turgenyev gibi birinci sınıf bir yazar bile, böyle bir sahneden ötekine geçerken geleneksel teknikleri izlemenin çekiciliğine (düşlediği okur türü, belli yöntemlere alışkın ayakları yere basan bir okur türü yüzünden) kapılabilir.'' (Sayfa: 116)
*
Çeviren: Ayşe Nihal Akbulut
*
Fyodor Dostoyevski (1821-1881)
*
''Belinski, ''Gogol'e Mektup''unda (1847) şöyle diyor:
*
''..fark etmemişsiniz ki Rusya, kurtuluşunu mistisizmde, çilecilikte, dindarlıkta görmüyor; medeniyetin, aydınlanmanın, insaniyetperverliğin başarısında görüyor. Rusya'nın vaaza ihtiyacı yok (çok vaaz dinledi zaten), dualara da (nice dualar etti şimdiye kadar); ihtiyacı olan şey, asırlar boyunca çamurun ve gübrenin içinde kaybolmuş insan vakarı ve Klise'nin öğretileriyle değil sağduyu ve adaletle uyumlu hak ile hukuk; bu hak ile hukukun mümkün olduğunca sıkı şekilde uygulanması. Lakin Rusya insanın insanı sattığı korkunç bir ülke manzarası sergiliyor; Amerikan tarla sahipleri gibi, Zencilerin insan olmadığını söyleyerek kendilerini kurnazca haklı çıkaramazlar da; bu ülkede insanlar birbirlerine isimleriyle değil, Jack, Tom gibi (Vanka, Steşka, Palaşka) aşağılık takma isimlerle sesleniyor. Nihayet bu ülke manzarasında bir insanın vücudu, şerefi, mülkü için hiçbir garanti bulunmuyor, polis tarafından muhafaza edilen bir düzen de yok; sadece yönetimdeki çeşitli hırsızların, soyguncuların oluşturduğu muazzam kurumlar var. Şu anda Rusya'nın en ivedi güncel sorunları şunlardır: serf sahibi olma hakkının ilgası, bedensel cezanın kaldırılması, en azından zaten mevcut yasaların mümkün olduğunca sıkı şekilde uygulamaya konulması. Hükümet bile, beyaz zencilerimiz için aldığı faydasız, yarım yamalak önlemlerden anlaşıldığı kadarıyla bunu hissediyor (toprak sahiplerinin köylülerine neler ettiğinin ve her yıl kaç köylünün gırtlağının toprak sahipleri tarafından kesildiğinin farkındalar)..'' (Sayfa: 151-152)
*
''..edebiyata, sadece beni ilgilendiren tek bakış açısından yaklaşırım -uzun ömürlü sanat ve bireysel deha açısından. Bu bakış açısıyla Dostoyevski büyük bir yazar değil, hayli vasat bir yazardır.'' (Sayfa: 152)
*
''Dostoyevski sevinçten uçuyordu; İnsancıklar Nekrasov'un dergisinde basıldı. Muazzam bir başarı kazandı. Maalesef bu başarının devamı gelmedi. Dostoyevski'nin yazdığı en iyi şey olan ve elbette İnsancıklar'ı fazlasıyla aşan Öteki (1846) hiç ilgi uyandırmadı. Bu arada Dostoyevski şaşılası bir edebiyatçı kibrine bürünmüş ve naif, kaba, fakat adabımuaşeretten bihaber halleriyle, yeni edindiği arkadaşlarıyla münasebetlerinde kendini aptal yerine koymayı başarmış, nihayet onlarla ilişkilerini tamamıyla bozmuştu. Turgenyev onu, Rus edebiyatının burnundaki yeni bir sivilce olarak nitelendiriyordu.'' (Sayfa: 154)
*
''Edebiyatla uğraşmanın bir yönteminden daha bahsedeceğim; bu en basit ve belki en önemli yöntemdir. Bir kitaptan nefret etseniz bile, nefret ettiğiniz yazardan farklı ve daha iyi bir bakış açısı yahut daha iyi ifade biçimleri tahayyül ederek, yine sanatsal bir haz alabilirsiniz. Siz ödül almış ikinci sınıf bir kitabı, ayağınızı yere vurup inildeyerek okurken, oradaki vasat, sahte, poşlast -bu kelimeyi unutmayın- şeyler, en azından muzır ama çok sağlıklı bir haz almanıza yarayabilir. Ama hoşlandığınız kitapları da ürpererek, soluğunuz kesilerek okumalısınız. ''Pratik bir teklifte bulunacağım. Edebiyat, gerçek edebiyat, kalbe ya da beyne -beyin ki ruhun midesidir- iyi gelecek bir iksir gibi hemen yutulmamalıdır. Edebiyatı kırıp parçalarına ayırmak, iyice bir ezmek gerekir; o zaman edebiyatın güzel kokusu elin ayasında hissedilir, çiğnerken dilin üzerinde yuvarlamak suretiyle tadı çıkarılır. Ancak ve ancak o zaman edebiyatın az bulunur tadı gereğince anlaşılır, kırılıp ufalanmış parçaları beyninizde tekrar bir araya gelip, sizin de kendi kanınızdan bir şeyler kattığınız bir bütünlüğün güzelliğini açığa vurur.'' (Sayfa: 160-161)
*
''..doktorların incelemelerine başvurdum; Dostoyevski'nin karakterlerini zihinsel hastalıklarına göre aşağıdaki gibi sınıflandırmışlar:
*
1. Sara: Dostoyevski'nin karakterleri arasında dikkat çekici dört saralı vardır: Budala'daki Prens Mişkin, Karamazov Kardeşler'deki Smerdyakov, Ecinniler'deki Kirillov ve Ezilenler'deki Nelli. (Sayfa: 163)
*
2. Bunama: (..)
3. İsteri: (..)
4. Psikopatlar (..) (Sayfa: 164-165)
*
DİPNOT: Nabokov'un S. Stephenson Smith ve Andrei Isotoff'tan aldığı ruh hastalıkları tartışması. ''The Abnormal From Within Dostoevsky'' (''Anormallere İçeriden Bakış: Dostoyevski'') (Ekim 1939) (Sayfa: 163-166)
*
''Fare Deliğinden Notlar'' (1864)
*
DİPNOP: Özgün adı ''Zapiski iz podpolya'' olan roman, Türkçeye'de ''Yeraltından Notlar'' adıyla kazandırılmıştır. ''Podpolya'' gerçekten de ''yeraltı'' anlamına geldiği halde, Nabokov'un bu terimi ''fare deliği'' olarak çevirme konusundaki ısrarı ilgi çekicidir. (Sayfa: 171)
*
''Fare-adamımızın ikinci bölümde betimleyeceği hadiseler yirmi sene önceye, 1840'lara aittir. Kendisi o zaman da şimdiki kadar mahzundur ve arkadaşlarından aynı şekilde nefret etmektedir. Kendinden de nefret etmektedir ayrıca. Çevresindekileri küçük düşürme denemelerinden bahseder. Nefret etsin ya da etmesin, kimsenin gözlerinin içine bakamaz. Bunu denemiş -karşısındaki gözlerini kaçırana dek bakabilecek miydi acaba.?- fakat başaramamıştır. Bu onu müthiş şekilde endişelendirir. Korkağın teki olduğunu söyler, fakat çağımızda der, bir şekilde her namuslu adam korkak olmalıdır. Hangi çağda.? 1840'lar mı, 1860'lar mı.? Bu iki dönem tarihsel, siyasi, sosyolojik açıdan, birbirinden muazzam ölçüde farklıdır. 1844'te gericilik, zorbalık çağındayızdır; bu notların tutulduğu 1864 ise kırklı yıllardan farklı olarak değişim, aydınlanma, büyük reformlar çağıdır. Ama güncel göndermelere karşın Dostoyevski'nin dünyası, zihin hastalığının gri dünyasıdır; orada, belki bir askeri üniformanın kesimi dışında hiçbir şey değişemez; bu da bir noktada karşımıza çıkıveren, beklenmedik ölçüde özel bir ayrıntıdır.'' (Sayfa: 177)
*
Tolstoy, Anna Karenin (1877)
*
''İnsanı üzen, onun gerçekle yüz yüze geldiğinde kendi benliğini her zaman tanıyamamış olmasıdır. Şu öyküyü pek severim: Yaşlılığında, kasvetli bir gün, roman yazmaktan vazgeçişinden yıllar sonra, eline rastgele bir kitap almış, ortasından okumaya başlamış, ilgilenmiş, çok hoşlanmış romandan, sonra adına bakayım demiş ve görmüş ki; Anna Karenin, yazan Leo Tolstoy.'' (Sayfa: 202)
*
''Gerçekte ortalama okura çekici gelen, Tolstoy'un yazdığı kurmacaya, bizim zaman duygumuza tıpatıp denk düşen zamansal değerler katabilme yeteneğidir. Bu, dehânın övülesi bir özelliğinden çok, o dehânın fiziki yanına ilişkin esrarengiz bir beceridir. Sevgili okurun, Tolstoy'un son derece keskin durugörüsüne yakıştırmaya hazır olduğu ortalama gerçeklik duygusunu yaratan, yalnızca Tolstoy'a özgü bir zaman dengesidir.'' (Sayfa: 203)
*
Çeviren: Fatih Özgüven-Yiğit Yavuz
*
''İvan İlyiç'in Ölümü'' (1884-1886):
*
''Tolstoy'cu çözümleme şu: İvan kötü bir yaşam geçirdi, kötü bir yaşam da tinin ölümünden başka bir şey olmadığından, İvan yaşayan bir ölümü yaşadı; ölümün ötesinde Tanrı'nın yaşayan ışığı olduğundan, İvan yeni nir Yaşam'a öldü -büyük Y'li bir Yaşam.
Değineceğim ikinci nokta, bu öykünün 1886 Martı'nda, Tolstoy yaklaşık 60 yaşındayken ve yazınsal başyapıtları yazmanın günah olduğuna ilişkin Tolstoycu bir olguyu sapasağlam kurduğu bir devrede yazılmasıdır. Eğer bir şey yazacaksa bunların, orta yaşının büyük günahları Savaş ve Barış ile Anna Karenin'den sonra ancak, halka, köylülere, okul çocuklarına yalın masallar, eğitici dinsel fabller, geleneksel peri masalları ya da benzeri şeyler olabileceği konusunda kesinkes kararlıydı. İvan İlyiç'in Ölümü'nde oraya buraya serpiştirilmiş, bu eğilimi sürdürmeye çalışan gönülsüz girişimler vardır. Öyküde ara ara sözde fabl biçiminin örneklerini bulabiliriz. Ama bütününde sanatçının etkileri devreye girer. Bu öykü Tolstoy'un en sanatsal, en kusursuz ve en yetkin başarısıdır.'' (Sayfa: 320)
*
''Tolstoy'un biçeminin kendine özgü yanlarından biri 'el yordamıyla aranan saltçı' diyeceğim şeydir. Bir düşünceye dalışı, bir duyguyu ya da elle tutulur bir nesneyi betimlerken Tolstoy o düşüncenin, duygunun ya da nesnenin sınırlarını ya da çerçevesini, yeniden-yaratılışından, sunuşundan tümüyle emin oluncaya dek izler.'' (Sayfa: 321)
*
Çeviren: Ayşe Nihal Akbulut
*
ANTON ÇEHOV (1860-1904):
*
''Tüm okurları tapardı ona; bu Rusya'nın tamamı demektir, çünkü hayatının son yıllarında şöhreti çok büyüktü gerçekten. Ancak ve ancak olağanüstü girişkenliği, herkesle samimiyet kurmaya hep hazır bulunması, şarkıcılarla şarkı söyleyip sarhoşlarla sarhoş olması, yüzlerce, binlerce insanın yaşadıklarına, alışkanlıklarına, konuştuklarına ve uğraştıklarına şiddetli bir ilgi duyması sayesindedir ki, ''Çehov'un Hikâyeleri'' diye anılan, 1880'ler ve 1890'ların devasa, ansiklopedik ölçüde ayrıntılı Rus dünyasını yaratabilmişti.'' (Sayfa: 332)
*
''Çehov gibi gerçek bir sanatçıyla Gorki gibi didaktik bir yazar arasında fark vardır; sefil, yarı vahşi, sırrına erilmez Rus köylüsüne biraz sabır ve iyilikle yaklaşmanın meseleyi halledeceğini sanan şu naif ve coşkulu Rus entelektüellerinden biridir Gorki.'' (Sayfa: 333)
*
''Çehov'un dehası neredeyse istemsizce, aç, ne yapacağını bilemeyen, aşağılanmış, kızgın köylülerin Rusya'sındaki en karanlık gerçekleri, başka birçok yazardan, mesela kendi toplumsal fikirlerini boyalı kuklaların resmi geçidi içinde kibirle sergileyen Gorki'den daha fazla ifşa eder. Daha da ileri gidip, Dostoyevski ya da Gorki'yi Çehov'a tercih edenlerin asla Rus edebiyatının ve Rus hayatının temellerini, daha önemlisi evrensel edebiyat sanatının temellerini kavrayamayacağını söyleyeceğim.'' (Sayfa: 341)
*
Çeviren: Yiğit Yavuz
*
MAKSİM GORKİ (1868-1936):
*
''Gorki on yaşında hayatını kazanmak için çalışmaya başladı. Sırasıyla ayakkabı mağazasında çırak, gemide bulaşıkçı, teknik ressamlık stajyeri, bir ikona ressamının çırağı, eskici ve kuş yakalayıcısı oldu. Sonra kitapları keşfedip eline geçen her şeyi okumaya başladı. Başlangıçta ayrım gözetmeden okuyordu, fakat çok geçmeden hakiki edebiyata karşı güzel ve hassas bir algı geliştirdi. Öğrenim görmeyi tutkuyla istiyordu fakat Kazan'a gittikten sonra, üniversiteye kabul edilme şansının bulunmadığını kısa zamanda anladı. Beş parasız olarak bosyaki'ye (Rusçada ayaktakımı anlamına gelir) dahil oldu ve orada, daha sonra şaşkın sermayedarların suratında bomba gibi patlayacak paha biçilmez gözlemler yaptı. (..)
On dokuz yaşında kendini öldürmeyi denedi. Yarası tehlikeliydi ama iyileşti. Cebinde bulunan not şöyle başlıyordu: ''Ölümümden, kalbin diş ağrısını keşfeden Alman şair Heine sorumludur..'' (Sayfa: 394)
*
''Yüzlerce yoksul çocuk için bir Noel partisi tertip etti; işsizler ve evsizler için kütüphanesi, piyanosu olan bir gündüz barınağı açtı; dergilerden kesilmiş resimlerin yapıştırıldığı defterleri köy çocuklarına göndermek için bir hareket başlattı. Ayrıca devrimci çalışmalarda aktif olarak yer almaya başladı. Böylece St. Petersburg'daki gizli bir matbaa için Nijni-Novogrod devrimci grubuna bir teksir makinesi kaçırdı. Bu ciddi bir suçtu. Tutuklanarak hapse tıkıldı. O sıralarda çok hastaydı.'' (Sayfa: 396)
*
''..''Tek silahı konuşma özgürlüğü olan Rusya'nın önde gelen yazarlarından biri, zorba hükümet tarafından, yargılanmaksızın sürgün ediliyor,'' diye yazmıştı Lenin.
Gorki'nin hastalığı -Çehov gibi veremdi o da- mahpusluğu sırasında kötüleşmişti. Tolstoy'un da aralarında bulunduğu dostları hükümete baskı yapıyorlardı. Gorki'nin Kırım'a gitmesine izin verildi.'' (Sayfa: 397)
*
DİPNOT: ''Volga'nın Kıyısından'' kitabından - D. L. Fromberg
*
''Sal Üstünde'' (1895):
*
''Gorki sanatının fakirliğini ve fikir karmaşasını telafi edecek bir şey bulma ihtiyacı hissederek, hep çarpıcı konuların, karşıtlıkların, çatışmaların, şiddetli ve sert şeylerin peşine düştü. Kitap tanıtımcılarının ''güçlü bir öykü'' dedikleri şey hassas okurların dikkatini dağıtarak takdir güçlerinin önüne geçtiği için, Gorki önce Rusya'daki, sonra da yurtdışındaki okurlarının üzerinde güçlü bir egzotik etki bırakmıştı. Zeki insanların, fos ve duygusal bir hikâye olan ''Yirmi Altı Adam ve Bir Kız''ı bir başyapıt olarak nitelediğini duydum. Bu yirmi altı sefil, toplum dışına itilmiş adam, yeraltındaki bir fırında çalışmaktadır. Kaba saba, küfürbaz adamlardır hepsi ve her gün ekmeğini almak için fırına gelen genç kıza adeta tapınmaktadırlar. (..) Bu yeni bir şeymiş gibi görünür, ama yakından inceleyince hikâyenin, duygusal ve melodramatik yazarlık ekolünün en kötü örnekleri kadar geleneksel ve düz olduğu ortaya çıkar.'' (Sayfa: 404)
*
Çeviren: Yiğit Yavuz
*
KİTAP HAKKINDAKİ YORUMUM
*
''Kelebek Koleksiyoncusuna''
*
Rus Edebiyatı Dersleri adı altında, bir anti komünizm propagandası da diyebiliriz bu kitaba. Rus asıllı Amerikalı yazar. Şöyle bir özgeçmişine baktığımızda: * ''1899'da St. Peterburg'da aristokrat bir ailenin çocuğu olarak doğdu. Annesi Yelena İvanovna iyi eğitimli, babası Vladimir Dmitriyeviç ise entelektüel bilgiye sahip bir avukattı. Yetiştiği aile ortamı ve ailesinin imkanları Nabokov’a iyi eğitim imkanı sağladı. Özel eğitim gördü ve küçük yaşta İngilizce öğrendi. Ekim Devrimi ile birlikte Bolşeviklerin iktidara gelmesi üzerine ailesi ile birlikte 1919 yılında Rusya'dan ayrılarak önce Londra'ya geçti. Öğrenimini Cambridge Üniversitesi, Trinity College'de birincilikle tamamladı. (..) Kendisi gibi "göçmen" kategorisine girenlere karşı acımasız bir dil kullanmıştır. Göçmenlerin hissettiği kaybetmişlik duygusuyla kendisini yazmaya iten duygunun aynı şey olmadığını vurgular ve onların duyduğu nostaljiyle kendi hisleri arasındaki farkı ifade eder. Bu konuda şu ifadeleri kullanır: * "Sovyet diktatörlüğüyle eskiden (en azından 1917'den) beri devam eden kavgamın kaybedilmiş mallarla hiçbir ilgisi yok. Para ve topraklarını ‘çaldıkları’ için ‘Kızıllardan nefret eden’ göçmen tiplerden tam manasıyla iğreniyorum. Bunca senedir hissettiğim nostaljinin sebebi hafızamda orantısız bir şekilde büyüttüğüm, kaybedilmiş çocukluğumdur, kaybedilmiş paralara duyulan özlem değil." der.. Kaynak: Vikipedi * Aptal bir kişinin söylemleri, insanı en fazla güldürür, ancak, kurnaz ve bilgili bir kişiyse konuşan, elbette çok yönlü bakmak gerekir. (Benim adıma) sorun Komünizm karşıtı olması değil, eleştirmesi hiç değil.. Muhtemelen verdiği derslerin kitaplaştırılacağını bilmiyordu. İşin acı tarafı gençlere verdiği bu derslerde kullandığı dil. Ve bunu bilinçsiz yaptığına ya da tarafsız yaptığına inanmamam için yığınla sebep var notlarında. ABD ve Batı'nın ve hattâ Çarlık Rusyasının bile daha özgür olduğunu ifade edip; sorunu Marx, Lenin, Stalin ve dolayısıyla Komünizm üzerinden irdelemesi. Daha doğrusu döndürüp dolaştırıp sözlerini onlarla taçlandırması.!!! * Bir örnek: ''Bir alıntı yapacağım: ''Sanatçının kişiliği özgürce, kısıtlama olmaksızın gelişmelidir. Lakin istediğimiz tek bir şey var: İnancımızın kabul edilmesi.'' Büyük Nazilerden biri olan, Hitler Almanya'sının Kültür Bakanı Dr. Rosenberg böyle demişti. Başka bir alıntı: ''Her sanatçının özgürce yaratma hakkı vardır; fakat biz komünistler, onu planımız çerçevesinde yönlendirmek zorundayız.'' Lenin de böyle demişti. Bunların her ikisi de metinlerden yaptığım alıntılardır; durum bu kadar üzücü olmasaydı, aradaki benzerliğe bakıp eğlenebilirdik.'' (Sayfa: 35) * Nazilerin Üstün Irk tezi ile Lenin'in ''Sınıf Bilinci'' oluşturma çabasını aynı kefede değerlendirmesi. Dünyadaki asıl sorunun tam da ''Sınıf Sorunu'' olduğunun en güzel delillerinden biridir Nabokov. Çünkü sınıfının kalemşörlüğünü çılgınca yapmaktadır.. * Özgürlük yanlısı olarak lanse ettiği Abd'nin ve Avrupa'nın, insanlığın bütün gelişim sürecinde sömürgeleştirdiği ülkelere hiçbir noktada değinmeden -ki, Tom Amca'nın Kulübesi'ni 'bile' eleştirmesi bana çok şey ifade ediyor- doğrudan saldırısını Komünizme yapması, ''Bunca senedir hissettiğim nostaljinin sebebi hafızamda orantısız bir şekilde büyüttüğüm, kaybedilmiş çocukluğumdur, kaybedilmiş paralara duyulan özlem değil." sözlerinin, ne denli iki yüzlü ve kurnazca olduğunu apaçık ortaya koyuyor. * Bir diğer örnek: ''..''Duygusal'' ile ''duyarlı''yı ayırt etmemiz lazım. Duygusal bir boş zamanlarında gayet gaddar olabilir. Oysa duyarlı biri asla zalim değildir. İlerlemeci bir fikirden bahsederken ağlayabilen duygusal Rousseau, öz çocuklarını çeşitli düşkün evlerine dağıtmış ve hiç de içi sızlamamıştır. Duygusal bir ihtiyar kadın, papağanını şımartırken yeğenini zehirleyebilir. Duygusal politikacılar Anneler Günü'nü unutmazken, hasımlarını acımasızca ortadan kaldırabilir. Stalin bebeklere bayılırmış. Lenin operada, bilhassa Traviata'da ağlarmış. Bir asır boyunca yazarlar yoksulların basit hayatını methetmişlerdir, vs. Unutmayın ki duygusallıktan ve bu kapsamda Richardson'dan, Rousseau'dan, Dostoyevski'den bahsederken, aşina olduğumuz duyguların, okurda otomatik olarak geleneksel acıma duygusunu uyandırmak amacıyla sanat dışı biçimde abartılmasını kastediyoruz.'' (Sayfa: 158) * Sadece edebiyat üzerinden kitapları incelemiş olsaydı samimiyetine inanabilirdim. Ama öyle değil.. Tuzu kuru, hayata bir sıfır, galip başlamış, ağzında pipo, elinde onlarca kitapla, entelektüel görünümündeki kurnazların, bu dünyanın asıl sorunu olduğunu düşünüyorum. Cahil kesimin bir şeyleri anlamamasını anlarım. Onlar da ''bilinçli şekilde cahil bırakıldıklarını'' bilselerdi, zaten durum çok daha farklı olurdu. Kendileri ekmek kuyruklarında beklerken, bir kesimin saltanatları içinde ahkâm kestiği bir dünyada, ''NEDEN.?!'' ve ''NE HAKLA.?!'' sorularını sorabilmek için, önce bilmek gerekir.! Dünya tarihine baktığımız zaman, bütün o gösterişli sarayların sefalet içindeki yoksulların sırtlarında yükseldiğini ve içlerinde yaşanan hayatın kıyısından köşesinden o yoksulların geçemediğini görürüz. İşte bunu görememeleri ve o soruları soramamaları için yoksul halkın okumaması ve bilmemesi ve dolayısıyla soruları sorabilecek kadar zihninin gelişmemesi, bu entelektüel (!) takımı için önemlidir. Okusalar bile, tam da Nabokov'un yaptığı gibi, taraflı eğitimi alttan alta gençlere zerk ederek, ''kendileri gibi'' entelektüellerin yetişmesi yegâne amaçları oluyor. Edebiyat âşığı bir insanım. Elimden geldiğince okuyup anlamak gayretindeyim. Konu siyasi mi.? Evet siyasi.! Edebiyat adı altında işlenen bir propaganda. Bu yüzden bu cümleleri sarf etmem gerekliydi.! Gelelim Nabokov'un Rus yazarlarına bakış açısına. Aslında benzer bazı söylemleri Bedrettin Cömert'in Eleştiriye Beş Kala Kitabı'nda da görmüş ve müthiş haz almıştım. Ki, benim için ''en iyi şair'' olan Nâzım'ı bile eleştiriyordu, ondan sonra Nâzım'ı okurken bir de o gözle okumaya başladım. Ve hak verdim. Sorun, Nabokov'un eleştirmesi değil, taraflı olması. Merkeze ''edebiyatı'' almamış olması. Kaldı ki, her ne hikmetse (!) Tolstoy'a gösterdiği ilgi ve övgüyü konu alan sayfalara bayıldım. İlgi ve övgüsünden dolayı değil elbette.. Tam bir edebiyatçı gibi incelenmiş muhteşem bir çalışmaydı. Şu satırları bu notlara alabilmesi de Nabokov gibi bir kişinin ne denli yanlı olduğunu gösteren bir işarettir bana göre: * ''İnsanı üzen, onun gerçekle yüz yüze geldiğinde kendi benliğini her zaman tanıyamamış olmasıdır. Şu öyküyü pek severim: Yaşlılığında, kasvetli bir gün, roman yazmaktan vazgeçişinden yıllar sonra, eline rastgele bir kitap almış, ortasından okumaya başlamış, ilgilenmiş, çok hoşlanmış romandan, sonra adına bakayım demiş ve görmüş ki; Anna Karenin, yazan Leo Tolstoy.'' (Sayfa: 202) * Bu satırlar birebir Dostoyevski veya Gorki için yazılmış olsaydı, Nabokov böylesine övgüyle alır mıydı notlarına diye düşünmekten de alamadım kendimi. İnandırıcılığını sorgulamadan.! * Dostoyevski başta olmak üzere, tüm Rus yazarlarının, aile yaşamlarından, ruhsal rahatsızlıklarına kadar inceleyip, ardından yarattıkları kahramanları birer birer irdelemesi ve bu hastalıklarla bağlar kurmasını okudukça hep şunu düşündüm: Evet, deha olarak nitelendirilen hiçbir insanın normal olmadığını zaten biliyoruz. -''Normal'' kime ve neye göre, bu da tartışılabilir.- Ve elbette, bütün edebiyatçı ve sanatçılar, kendi yaşamlarından damıttıklarıyla o eserleri ortaya çıkarıyorlar. ''Bunun benimle alakası yok, tamamen kurgudur'' gibi bir düşünceye inanmak için saf olmak gerekir. O halde öncesinde okuduğum Nabokov'un Lolita'sını da, bu gözle incelediğimde nasıl bir sonuç çıkar ortaya.? Tam da Nabokov tarzında incelediğimde.?! Bel altı mı oldu.? Eh, bel altına bel altı.! Dostoyevski'nin sosyalistlerle birlikte olduğu dönemde aldığı hapis ve sürgün sıralarında: ''Petro ve Pavel Kalesi'nde yargılanmayı bekledi; kalenin komutanı, atalarımdan General Nabokov'du.'' (Sayfa: 155) söylemiyle de zaten o ''çocukluk acılarının'' nerelere dayandığı anlaşılmayacak gibi değil.! Ayrıca ''Kelebek Koleksiyonu'' yapmak öyle basit bir şey değil. Kibrit kutusu ya da kartpostal koleksiyonuna benzemez. Bu da incelenebilir örneğin.! Ya da ''Vietnam Savaşı''nı desteklediği söylencesi.. Ne ilginç değil mi, bir akademisyenin ''savaş'' çığırtkanlığı yapması.! * Kitaptan faydalandım mı.? Elbette. Ve bundan sonraki Rus Edebiyatı okumalarımda da başvuracağım tekrar. Tam da kendisinin söylediği gibi: * ''Edebiyatla uğraşmanın bir yönteminden daha bahsedeceğim; bu en basit ve belki en önemli yöntemdir. Bir kitaptan nefret etseniz bile, nefret ettiğiniz yazardan farklı ve daha iyi bir bakış açısı yahut daha iyi ifade biçimleri tahayyül ederek, yine sanatsal bir haz alabilirsiniz.'' (Sayfa: 160) Bu cümleleri, elbette üzerinde konuştuğu eserler için sarf etmiş. Eh, şimdi dünya üzerinde Rus Yazarların okunma oranlarına bakıp -ki, o bu okuyucuları ''vasat'' olarak nitelendirse de- insanlığın, çektiği acılara tercüman olan kalemlere ne denli ihtiyacı olduğunu anlamak da, zor olmasa gerek. Nedir, Nabokov ve türevlerini rahatsız eden.?! İnsanların açlığı, yoksulluğu siyasi bir konudur ve bunun edebiyata yansıması, ''edebiyat'' üzerinden değil de ''siyaset'' üzerinden eleştirilirse, ''katmanlı siyasi edebiyat eleştirisidir'' demek de benim hakkımdır.! Sayın ''kelebek koleksiyoncusu.!''.!!!

13 Temmuz 2020 Pazartesi

Vladimir Nabokov - Lolita, Çeviri: Fatih Özgüven

Vladimir Nabokov - Lolita, Çeviri: Fatih Özgüven
''Aslına bakarsanız, okuyucum ''dokuz'' ve ''on dört'' yaşlarını, üzerinde bu benim supericiklerinin yaşadığı, sis perdesi aradında gizli bir denizle çevrili, sahillerinde insanın aksini seyrettiği, kayalıkları gülpembesi, büyülü bir adanın sınırları olarak düşünsün isterim.''
(Sayfa: 20)
***
''..yirmi beş yaşında bir erkeğin on altı yaşında bir kızı elde etmesini onaylayan ama on iki yaşında kızlara el sürdürtmeyen bir uygarlıkta büyümeye başladığımı fark ettim.'' 
(Sayfa: 22)
***
''Belki de bir gün, bir yerde, daha az rezil bir zamanda yine karşılaşırız.''
(Sayfa: 121)
***
''Okuyucumu benimle ve benim zihinsel uyuşukluğumla dalga geçmemesi konusunda uyarmak isterim. Hem onun hem de benim için geçmişteki bir gizi oturup bugün de çözüme kavuşturmak iş değil tabii. Ama inanın bana, ağlarını ören kader, okurken tek yapmanız gereken şey ipuçlarını gözden uzak tutmamak olan o dürüst dedektif romanlarına benzemez. '' (..) ''Hepimizin, bizim için özel bir anlam ve önem taşıyan olayları üzerimize çekmek amacıyla tanrılar tarafından özenle seçilmiş ''kader nesneleri'' vardır; kimininki aralarda dönüp gelen bir manzaradır, kimininki bir sayıdır.'' (Sayfa: 244)
***
''Kendisiyle oyun oynamaktan vazgeçtiğimizde bir köpeğin kalbinin nasıl kırıldığını hangimiz bilebilir.?'' (Sayfa: 275)
***
''Çevre değişikliği, hesabı görülmüş ciğerlerle yüreklerin bel bağladığı geleneksel bir yanılgıdır.'' (Sayfa: 276)
***
''Toz pudra yoğunluğunda bir ışıkta tel üzerinde klasik bir zarafetle adım sektirmeksizin yürüyen cambaza imreniriz hepimiz; ne var ki korkuluk kılığıyla, gülünç bir sarhoşun taklidini yaparak gevşek bir ipin üzerinde yürümek çok daha az rastlanan bir beceridir.!''
(Sayfa: 288)
***
''Bir şeyi iyi bilmekten, ancak her şeyi bilmememden alçakgönüllülük duymaya yetecek kadar gurur duyarım.'' (Sayfa: 289)
***
''Bana -bugünkü halimle, kalbim, sakalım ve bütün çürümüşlüğümle bana- Dolores Haze adlı Kuzey Amerikalı bir çocuk-kızın manyağın biri tarafından çocukluğundan yoksun edilmesinin sonsuzluğun akışı içinde zırnık kadar önemi olmadığı kanıtlanmadıkça, işte bu kanıtlanmadıkça (ki bu kanıtlanırsa hayatın kötü bir şakadan başka bir şey olmadığı da ortaya çıkacaktır) zavallılığıma ancak bir tek şeyin ilaç olacağına inanıyorum; ağzı kalabalık sanatın yaratacağı nafile bir kocakarı merhemi etkisi.. Eski bir şairin dediği gibi:
*
Güzelliğin ölümlü bilincine ödenecek
Vergi biz ölümlülerin ahlâk bilincidir.'' (Sayfa: 326)
Vladimir Nabokov - Lolita, Çeviri: Fatih Özgüven
''-zorlanan her sınır kendisini aşan bir şeylerin de habercisidir-'' (Sayfa: 326)
Vladimir Nabokov - Lolita, Çeviri: Fatih Özgüven
''..şu karşılığı vermişti Lolita'cığım:
'Biliyor musun, ölmenin en korkunç yanı insanın bütün bütüne tek başına olması'..''
(Sayfa: 327)
***
''..o hayvanca birlikteliğimiz sırasında gelenekçi Lolitam, yavaş yavaş en sefil aile hayatının bile uzun sürede bu öksüze sunabileceğim en iyi şey olan bu baba kız aşkı bozuntusundan iyi olduğunu fark etmişti.'' (Sayfa: 331)
***
Ölçüleri hemen almayı, ameliyata girişmeden önce de ilk takımı hazırlamayı önerdi. Ağzım onun için paha biçilmez definelerle dolu bir mağaraydı, ama içeriye girmesini engelledim.
''Hayır,'' dedim, ''iyice bir düşündüm de, hepsini Dr. Molnar'a yaptıracağım. Ücreti sizinkinden daha yüksek ama, tabii sizden çok daha iyi bir dişçi.''
Okuyucularımdan bir teki bile hayat boyu böyle bir şey söyleme fırsatı ele geçirecekler mi bilemem. (Sayfa: 335)
Vladimir Nabokov - Lolita, Çeviri: Fatih Özgüven
''Aquinalı Thomas haklıydı. Hayatın önemli anlarında insanlar için görme duyusundan çok daha değersiz olan dokunma duyusu, gerçekliğe varma konusunda tek değilse de başlıca araçlarımızdan biri oluyor.'' (Sayfa: 351)
Vladimir Nabokov - Lolita, Çeviri: Fatih Özgüven
'LOLİTA ADLI BİR KİTAP ÜZERİNE'
...''gerçeklik'' (tırnak içine alınmadıkça hiçbir anlam vermeyen sözcüklerden biri de budur..
(Sayfa: 359)
***
Benim için bir sanat eseri, kabaca 'estetik mutluluk' diyebileceğim şeyi sağladığı sürece varolur. (Sayfa: 362)
Vladimir Nabokov - Lolita, Çeviri: Fatih Özgüven
..Hiçbir şey bağnazlığın bayağılığı kadar eğlendirici olamaz.. (Sayfa: 362)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...