#SevgiSoysal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
#SevgiSoysal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Ekim 2018 Perşembe

Sevgi Soysal - Tante Rosa

Sevgi Soysal - Tante Rosa


''Her şey aynı ölçüde kutsal ve aynı ölçüde aşağılık olabilir.'' 
*
Bir yeni pabuç altı gibiydi Tante Rosa. Hiçbir yaşantısına basmamıştı.. (Sayfa: 44)

4 Ekim 2018 Perşembe

Sevgi Soysal - Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu

Sevgi Soysal - Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu

Sevgi İçin Bir Önsöz / Oya Baydar 
*
Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu'nu okurken, kendi yaşadığım, kendi alımladığım Yıldırım Bölge'yi, benim Yıldırım Bölge'mi düşündüm.
Üst ranzaya çıkıp demir parmaklıklı pencereden dışarıya bakınca Ankara Kalesi görünürdü. Ay, tam kalenin arkasından doğar, akşamla birlikte gecekonduların ışıkları yüzlerce, binlerce ateşböceği gibi yanardı. Gün batımlarında, güneşin pencerelere yansıyan son ışıklarının yaktığı camlar bir kızıl yangın gibi tutuşur, demir parmaklıkları eritir, koğuştan içeri dalar, uzun mahpusluk gününün en güzel saatleri başlardı. Gencecik tutuklu kızlar, dokunaklı, titrek sesleriyle türkü okurlardı: ''Odam kireçtir benim'', ''Urfa Mardin'e bakar'', ''Çökertmeden çıktık da yola'', ''Evlerinin önü mersin aman'' ve mutlaka ''Eşkiya dünyaya hükümdar olmaz'' ile ''Ege Denizi'nde sular kararınca''. Türküler Anadolu'yu ve dünyayı bir baştan bir başa dolaşırdı. Sonra, kapının hemen yanındaki ranzasının üstünde sessiz oturan Behice Hanım'ın ince ve duygulu sesi yükselir, bir kuşak öncekilerin selamını getirirdi koğuşa: ''Jandarma biz sosyalistiz, biziz yalnız dost sana. Kurtuluşun bizimledir, elini uzatsana''.. Ağır demir kapının kilitlerinin gürültüyle açılıp koğuşun girişine ekmek ve ne olduğu belirsiz yağlı bir çorba bırakıldığı şafak vakitlerinde, tan yeri yine kalenin ardından ağarırdı. Uyanıp penceremin demirlerine tutunur, dışarı bakardım. Çevrede seyrek ağaçlı bahçeler, bostanlar, çivit badanalı bağ kulübeleri vardı. Ağaçların yüksek dallarını bile örtmeyen, toprağa inmiş süt mavisi bir sis olur; koğuş binasının hemen önünde nöbet bekleyen silahlı erler, evler, sokak köpekleri, dikenli teller ağaçlar, uzaklardaki tepeler ve Kale, bu sisin arasından belli belirsiz seçilirdi. İklim hüzün iklimiydi, ama anahtar sözcük umut'tu. Oraya kapatılmış çoğu genç, azı yaşlı onca kadının, demir kapıları, kilitleri, demir parmaklıkları hiçe sayan kıpır kıpır canlılığı, heyecanı, özgürlük duygusu, ne işkencede, ne mahpushanede hiç yitirmedikleri umut'tan kaynaklanıyordu. Komutanları, askerleri, polisleri, gardiyanları şaşırtan buydu. O küçük kızlar hiç ağlamıyor, o kadınlar hiç şikâyet etmiyordu. (Sayfa:11-12)

Mektup: 
*
İster Sofular'da, ister Çember Köyü'nde, bu cennet Anadolu'nun fazla cennetlikten olacak, kuş uçmaz kervan geçmez köylerinden birinde, öğretmen okulunu yeni bitirmiş, göreve de yeni başlamış ol. İstersen adın Meral, Zehra, Gülşen ya da Ayşe olsun. Aman aman sakın Ayşe olmasın. Yaşın en fazlasından yirmi bir, yirmi iki olsun isterse, ama sen seni bil sen seni, silah kaçakçılarının geceye sıktıkları kurşunlarla geçmek bilmeyen kış gecelerinde, yalnızlık duygularına falan kapılıp öğretmen okulundan arkadaşın olan Meral'e, Zehra'ya, Gülşen'e ya da Ayşe'ye, hele Ayşe'ye mektup yazmaya kalkma.
Hele hele okuldayken, karşılıklı hatıra defteri yerine sol yayınlar değiş tokuş ettiğin arkadaşlarınla, istersen cehennemin öbür ucuna git, sakın mektuplaşma. Öğretmenlik yaptığın köyün günlük olayları olan, eşek tecavüzü ve tavuk hırsızlığı ötesinde kafanı kurcalayan bazı memleket sorunlarını, bu da yetmiyormuş gibi örneğin Hikmet Kıvılcımlı'nın kitabında okuduğun bir bölümü mektubuna yazıp boşaltmaya kalkarsan, yandığının resmidir. Gün olur, 12 Mart gelir, gün olur, safkan Türk bir Sherlock Holmes bu mektuplardan birini, öğretmen düşkünü muhbir vatandaşlarımızın ihbarı üstüne yapılan bu aramada ele geçiriverir.
*
Geçirmekle kalsa iyi; geçirmekle kalsa, işin eni sonu, 142. Ama bununla kalmaz safkan Türk Sherlock Holmes, bir Anadolu turnesine çıkar. Yakaladığı her mektubun gönderildiği adrese gider. Kuş uçmaz kervan geçmez yurt köşelerine mektuplardan önce gider. Böylece Meral'in mektubundan Gülşen'i, Gülşen'in mektubundan Zehra'yı, Zehra'nın mektubundan Mehtap'ı, Mehtap'ın mektubundan Ayşe'yi daha nice nicesini, suç delili mektuplarla yakalar.
12 Mart döneminde mektupla 142'lik ya da 159'luk suçlar işleyenleri yakalayan savcılar oldu, ama mektupla örgüt kuranları yakalama şerefi bu safkan Türk Sherlock Holmes'da kaldı.
Şimdi Meral Gülşen'e; Gülşen Zehra'ya; o da Mustafa'ya mektup yazıyor, yazmakla kalmayıp sonunda ''devrimci selamlar'' diyor. Buyrun bundan âlâ 141'lik suç olur mu.?
Hele mektupların birinde, ''Ayşe'ye selam,'' denmiş. Kendini bilen bir savcı şimdi bu ''Ayşe'nin kim olduğu üstünde durmaz mı.? Yeni bir Anadolu turnesi ve sorgulama sonucu'' Ayşe'yi bulup tutuklamaz mı.? Böylece de TÖS davasının bütün ilmiklerini birbirine bağlamaz mı.?
Bağlar elbet. Bağladı da yirmiyi aşkın öğretmen kız, Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu'nu dolduruverdi. Böylece, Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu 12 Mart'ın ilk dönemlerinde tam bir yatılı öğretmen okulu yatakhanesi oldu çıktı.
Ne kapı yanındaki üst ranzada yatan Behice Boran'ın oturaklılığı, ne musluk yanındaki ranzada yatan Oya Baydar'ın bilimsel çalışmaları, ne Sevim Onursal'ın hanımlığı, ne de Naciye Öncü'nün müdireliği söker artık bu yatakhanede.
Yirmi, yirmi iki yaşlarında deli fişek kızları 12 Mart faşizmi, sosyal bir nizamı devirmek için mektupla örgüt kurmaktan, ahırdan bozma koğuşa tıkmış, dururlar mı.? Sessizlik saati deyince susup, uyku saati denince uyurlar mı.?
Bir şamatadır gidiyor koğuşta. Yataktan yatağa atlayanlar, yastık kavgası yapanlar, gizlice yemek aşıranlar, sıkış sıkış ranzaların ortasındaki uzun yemek masasının çevresinde koşturmaca, elim sende oynayanlarıyla, bu mektup örgütünün üyeleri son Türk devletini ortadan kaldıramamanın üzüntüsünden çok, daha alışamadıkları bir memuriyet hayatından kurtulup yeniden, o unutulmaz okul günlerine ve okul arkadaşlarına kavuşmuş olmanın sevinci içindeydiler.
Görüş günlerinde gelen ana babaların, ''Bizi perişan ettin, biz seni bu günlere mi yetiştirdik,'' gibisine, bu çocukların çoğunun, olanakları kısıtlı ailelerden geldikleri düşünülürse haklı bulunabilecek yakınmaları ve bu yakınmaların daha çocuk yaşta sorumluluk yüklenmek zorunda kalmış kızların yüreklerinde açtığı yara da olmasa, koğuşta cıvıltıdan geçilmeyecek.
Sabahın beşinde çorba karavanasını getiren polisle erler demir kapıyı açtılar mı, koğuş, teneffüs zili çalmış bir sınıf gibi boşalıveriyor. (12 Mart'ın ilk döneminde, askeri cezaevlerindeki koşullar çok kötü sayılmazdı. En azından kadınlar koğuşunun kapısı, sonraları olduğu gibi nerdeyse bütün gün kapalı tutulmaz, kırkı aşkın insan havasız bir koğuşta bütün gün hapsolmazdı.)
Yalnız bu bile, bu ilk döneme, sonraları ''sosyalizm dönemi'' adı takılmasını açıklayabilir. Sonra, baskılar o kadar yoğunlaştı ki, bu ilk dönemden, ''O zamanlar sosyalizm vardı,'' diye şaka yollu söz etmek âdet oldu.
Sabah, Yıldırım Bölge havalandırmasına koşuyor kızlar. Çevresi dikenli teller, tomsonlu erlerle çevrilmiş de olsa, bir okul bahçesindeymiş gibi kovalamaca ve top oynadıkları toprak parçasına. Dikenli tellerin yanı başında bir ağaç var. Sık yapraklı bir ağaç.
Mehtap, sık yapraklar arasındaki kuş yuvasını dün görmüş. Şimdi yeniden koşuyor ağaçtan yana. Yuvaya, yuvadaki kuş yavrularına bakmaya. Ağaç, dikenli tellerin öte yanında olmasa ona tırmanacak, kuş yavrularını avucuna alıp sevecek.
Önde Mehtap, arkasında Güler'le Meral, koşuyorlar ağaca. Aaaa yuva düşmüş, yavrular yerde. Gün az yükselmesin, karşıdaki Kazıkiçi bostanlarının iş bilir kedilerinden biri, yavru kuşları kapıp gidecek.
Bir ağlama başlıyor avluda. 141. maddeden tutuklanırken hiç ağlamayan, bin zorlukla kazandıkları öğretmenlik mesleği güme giderken hiç ağlamayan kızlar, yavru kuşlara ağlıyorlar.
Yıldırım Bölge'de yedek subaylığını yapan bir teğmen, adı ister Mehmet, ister Süleyman olsun, yavru kuşlara ağlayan öğretmen kızların üzüntüsüne dayanamıyor, tutuyor on tonluk bir ''reo'' getiriyor. Kuş yuvası düştüğü yerden alınıp, yapraklar arasındaki koruyucu yerine konuyor yeniden.
Son Türk devletini mektup örgütüyle ortadan kaldırmak suçlusu öğretmen kızlarla, son Türk devletinin ordusundaki bir yedek subay el ele vererek üç yavru kuşu kurtarıyorlar böylece.
Bu hikâyeden çıkarılabilecek sonuç: Adı Mehmet ya da Süleyman olan yedek subay ilk emirle başka yere atandı.
Atanacak elbet. Faşizm, kuş yuvaları karşısında gevşemez.! (
Sayfa: 26-29)
*
Karşı koğuştan bir arkadaşı işkenceye götürmüşler. Sabah karavanası için kapıya çıkan nöbetçi almış haberi. Sabah erken uyanmayı sevmeyenler bile fırlıyorlar yataklarından. ''Ne olacak.?'' ''Arkadaş gelene dek açlık grevi yapacağız.'' Açlık grevinin tek başına yeterli ve etkili olup olmayacağı tartışılıyor koğuşta. Havalandırmada haber gelişiyor. İşkenceye götürdükleri arkadaş geri gelmiş. Evet.? Kıza fena işkence yapmışlar. İki koğuş da heyecan içinde, yapılan yapılmış. Açlık grevi yerine yönetime karşı bir şey yapmalıyız. İki koğuş arasında pusulalar gidip geliyor. Her türlü haberleşme yasak, ama böyle durumlarda haberleşmenin yolunu buluyoruz her zaman. İşkenceye götürülen karşı koğuştan olduğu için yapılacak eylem konusunda öncelik de karşı koğuşa bırakılıyor. Öğleden sonra karşı koğuşun kararı ulaşıyor bize. ''Akşam sayımına kalkılmayacak.'' Tamam. Akşam karavanasına kimse dokunmadı. Sayım saatiyaklaşınca, sıraya girip ayakta bekleyecek yerde, ranzasına oturuyor herkes. Sadece sözcü duracak ayakta, kapının yanında. Demir kapı vuruluyor. Koğuş kapısında bekleyen erler, sayım ekibi gelmeden kapıyı yumruklarlar. Koğuş hazır olsun diye. Kapı yumruklanınca, koğuşta kimse kımıldamıyor ranzasından, bir ben sözcü olarak kapının yanında ayaktayım. Kapı açılıyor. Sayım ekibinin başındaki astsubay, koğuşun içindeki durumu görünce şaşalıyor. Bir şey söylemesine zaman bırakmadan açıklıyorum. ''Karşı koğuştaki arkadaşımızın işkenceye götürülüşünü protesto etmek için sayıma kalkmayacağız.'' Astsubay karşılık vermeden çıkıyor. A sonra koğuş kapısı açılıyor. Binbaşı, arkasında bir manga askerle giriyor koğuşa. Ranzalarındaki arkadaşlar kıpırdamıyorlar yerlerinden. Binbaşı sinirli, koğuşta sayımın olup olmaması, dünyanın sonuymuş gibi ya da askerliğin sonu. Askerleri de bize gözdağı vermek için sokmuş olmalı koğuşa. ''Sayıma kalkmazsanız, dövdürürüm,'' demeye getiriyor. Koğuşta çıt yok. Astsubaya söylediklerimi binbaşıya da tekrarlıyorum. Binbaşı meseleyi ast-üst ilişkilerine indirgemek istiyor. Meselenin bu olmadığını, işkenceye adam göndererek Anayasa'nın çiğnenmesine yol açan yönetimi protesto ettiğimizi, elimizde başka da olanak olmadığını söylüyoruz. Binbaşının elinde ufak ufak kâğıtlar var. ''Herkes niçin sayıma kalkmadığını bu kâğıtlara yazsın.'' Kimse kımıldamıyor yerinden, binbaşı hışımla çıkıyor koğuştan. Az sonra dışarda gürültüler duyuluyor. Saldıraner gelmiş olmalı. Kızlar sayımda hazrola kalkmadı diye cezaevleri yöneticisi albay buralara kadar geliyor, onların gözünde bir isyan bu. Karşı koğuştan sesler duyuluyor. Saldıraner bağırıyor, epey sürüyor tartışma. Sonunda ''burda'' sözcüğünü duyuyorum kapının yanından. Sonradan öğrendiğime göre Saldıraner bir iki kızı da coplamış. Sıra bizim koğuşa geliyor. Saldıraner ilk öfkesini karşı koğuştan çıkartmış olmalı. Öfkesini belli etmemeyi başarıyor. Koğuşun ortasında açıklama yapıyor. İşkenceye kimseyi bilerek göndertmediğini, göndermeyeceğini, kendi isteği dışında böyle şeyler olmuşsa, birer şikâyet dilekçesi vermemizi, bu dilekçeleri yetkili makamlara ileteceğini söz verdiğini söylüyor. Koğuşta hareket yok. Saldıraner'in sözlerine kimse inanmıyor aslında. İşkenceyi, işkenceye götürülenleri bilmemesi olanak dışı. Yine de şikâyet hakkı tanımış olması, protesto karşısında bir gerileme sayılabilir. Ama bu kez yumuşak bir yüz takınıyor. En büyük ve ağırbaşlı olduğunu düşünerek Sevim Hanım'ın ranzasını sallıyor. ''Lütfen, inin,'' diyor. Sevim, Saldıraner'in yaklaşmasından rahatsız olarak itişip kakışmadan da fayda ummadığından iniyor ranzasından. O inince öteki arkadaşlar da sıraları geldikçe iniyorlar. Gülay Büyüközden'le Olca biraz daha direniyorlar. Sonunda onlar da iniyorlar. Tek başına sürdürülecek bir eylemin taraftarı değil kimse. Sıralanma işi bitince, ad okuma başlıyor. Başta benim adım. ''Sevgi Soysal.'' ''Burda.'' Öteki arkadaşlar da 'burda''larını bağırıyorlar kinle. Koğuşta önce Sevim eleştiriliyor. Saldıraner yanına gidince, ranzasından indi diye. Saldıraner, ekibiyle çıkıyor dışarı. Sevim kişisel bir itişmenin gereksizliğiyle savunuyor kendini. Lale, bana da yöneltiyor eleştirisini. '2Senin de ''burda'' dememen gerekirdi. Herkes ayağa kalkmış da olsa hiç olmazsa bu noktada yeniden direnişe geçmek gerekirdi.'' * Ayağa kalkıldıktan sonra yeni bir direniş başlatmayı anlamsız bulduğumu söylüyorum. Koğuşta bütün gece sürüyor eleştiriler. Koyulan eylem yeterli bulunmuyor, özellikle sonuçları açısından. ''Sonunda bütün koğuş dövülsek de sürdürmeliydik direnişi,'' diyor Gülay Büyüközden. Kendi grubundaki arkadaşları da, bir anlamda eylem kırıcı durumunda görüldüğü için Sevim'i kınıyorlar. Çok üzülüyor Sevim, ona üzülmemesini söylüyorum. Her olaya olduğundan büyük boyutlar yüklemeye kalkışmanın faydasızlığını söyleyerek yatıştırıyorum onu. Ertesi gün karşı koğuştan haber geliyor. ''Onlar hiç sayım yaptırmamışlar.!'' Bizim koğuş daha da bozuluyor. İş nerdeyse koğuşlar arası sivrilik yarışına dönüşecek. Oysa sayım öncesinde kapının yanında olduğum için, karşı koğuştan gelen ''burda'' sözcüklerini duyduğumu söylüyorum arkadaşlarıma. Kimsenin aşağılık duygusuna kapılmasına gerek yok. Karşı koğuştan gelen haberi daha inandırıcı buluyorlar. ''Duydum da duydum,'' diye ısrar etmiyorum ben de. Daha fazla sopa yemek, daha fazla eziyet ve işkence görmek değil mesele. Acısını çoğaltarak inancını bileyen Hıristiyanlar değiliz biz. (Sayfa:211)
*
''Ben her şeyin bir bir yok olmasına o kadar alıştım ki.. Ve her şeyin yeniden, bir bir var olmasına o kadar alışacağım ki..''

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...