#Homeros etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
#Homeros etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Şubat 2020 Cumartesi

Homeros - Odysseia

#Homeros #Odysseia #ÇeviriAzraErhatAKadir

Odysseia'nın Kuruluşu
*
İlyada bir olayın, Odysseia bir kişinin destanıdır. Çağdaş okuyucu destan da demez Odysseia'ya, onu daha çok bir romana, bir filme benzetir. Gerçekten de konusuyla romanı, kuruluşuyla filmi andırır Odysseia.
İlyada'nın önsözünde Homeros'un anlatma tekniğini incelerken, Troya destanında olayların düz akışlı bir anlatımla ortaya serildiğini, Odysseia'nın bambaşka bir yönteme göre kurulduğunu belirtmiştik. Odysseia beş ayrı destan parçasından bir araya gelir. Destanın bu ana bölümlerini aşağıdaki adlarla şöyle sıralayabiliriz:
I. Telemakhia (I. Bölüm'den IV. Bölüm'e)
II. Kalypso'nun Adasında (V. Bölüm)
III. Phaiakların Ülkesinde (VI. Bölüm'den IX. Bölüm'e)
IV. Odysseus'un Serüvenleri (IX. Bölüm'den XIII. Bölüm'e)
V. İthake'de (XIII. Bölüm'den XXIV. Bölüm'e)
Bu beş ana bölümden birincisini, ikincisini, dördüncüsünü ve beşincisini Odysseia'nın ozanı kimse o anlatır, asıl Odysseia destanı olan Odysseus'un serüvenlerini ise Odysseus'un kendisi anı olarak anlatır. (Sayfa: IX)

#Homeros #Odysseia #ÇeviriAzraErhatAKadir

Odysseia'da adlarıyla sanlarıyla iki ozana rastlarız: Biri Phaiakların toplumunda önemli bir yer tutan Demodokos, öteki taliplerin şölenini şenelten Phemios'tur. Demodokos'u Kral Alkinoos hiç ayırmaz yanından, her fırsatta çağırıp ezgi söyletir ve şu sözlerle niteler insanlar arasındaki rolünü:
''Ozanlar saygı görürler ve değerli bilinirler
bu yeryüzünde yaşayan tekmil insanlar arasında,
çünkü Musa öğretmiştir onlara ezgi söylemeyi,
Musa çok sever ozanlar soyunu.'' (Sayfa: XIX)
*
Bu Demodokos öyle önemli bir tiptir ki, Homeros hakkında ne söylenmişse, hep Odysseia'daki bu ozan tipine bakarak uydurulmuştur. Kör oluşu, şölenlerde ezgi söyleyişi, birçok destan geleneklerini sürdürüp okuyuşu ve bir ozanlar okulu kurduğu söylentileri hep buradan gelmedir. (..)
Olympos ya da İda dağlarının tepelerinde en küçük ayrıntılarına dek önceden kararlaştırılıp yeryüzünde sadece gerçekleştirildiği İlyada'nın olaylar dünyasından çok uzağız. Destan da iki katlı bir sahnede değil, tek düzeyli insanlar dünyasında oluşan bir olaylar toplamı olarak canlanır gözümüzün önünde. Odysseia'nın kuruluşunu ve olay içinde olay, öykü içinde öykü tekniğini ancak bu açıdan incelersek gereğince anlayıp değerlendirebiliriz. Odysseia tanrı-insan ikiliğini, bir gökte, bir yerde yansıtan bir destan değil, insan ağzından anlatılan ve insanın insan-üstü, insan-dışı varlıklarla ilişkilerine yeni yeni anlam, imge ve simgeler arayan bir romandır. Uygarlığımızın ilk romanı. Film dedik, roman diyoruz; ikisi de doğrudur: Odysseia göze görüneniyle film, kafaya değineniyle romandır. (Sayfa: XX-XXI)

#Homeros #Odysseia #ÇeviriAzraErhatAKadir

Açıkça beliren bir şey varsa, İlyada'nın insana karşı insanın savaşını anlattığı halde, Odysseia'nın insanın doğaya karşı savaşını dile getirdiğidir. Bu ölümsüz konuyu ilkin dile getiren büyük insanlık destanıdır Odysseia.
*
Azra Erhat (Sayfa: XXIV)

#Homeros #Odysseia #ÇeviriAzraErhatAKadir

Odysseus'un Mavi Yolculuğu
*
Kimi adlar vardır, dile girer, ölümsüzleşir. Mausolos, nasıl anıtkabirlerin hepsine adını vermişse, Odysseus da aşılmaz engellerle dolu, sonu gelmeyen yolculuklara vermiştir adını. ''Odise'' denilen, böyle bir yolculuktur. Mavi yolculuk diyesim geliyor. Ne var ki, maviliği unutulmuştur bu yolculuğun, yalnız tüyler ürpertici korkunç tehlikeleri kalmıştır akılda. Öyle ya, on yıl denizlerde sürünmek ne demek.? Güzellik, mavilik mi kalır gözün önünde.? Yine de mavidir Odysseus'un destanı. Masmavi, çünkü Odysseus, Kristof Kolomb'tan bunca yüzyıl önce bir kıta keşfetmiş. Hangi kıta mı.? Halikarnas Balıkçısı'nın ''altıncı kıta'' diye adlandırdığı Akdeniz kıtası, Akdeniz dünyası. Geçirdiği bunca tehlikelere de değmiş, çünkü Kolomb'un eremediği bir mutluluğa ermiş Odysseus: Destanını yazmış koca bir ozan.! Troya ve Odysseus: Mutsuzlukların en büyüğünü yaşayıp mutlulukların en büyüğüne ermiş bir kent ve bir adam. Homeros'u bulmuş ikisi de. Bu yüzden masmavi olmuşlar ve ölümsüz.
Okuyucularım, Troya'yı bize Schliemann açtı, Odysseia'yı da bilginler yıllar yılı inceledi durdu, ama hiçbiri yaşatamadı bize Akdeniz destanını. Bir İngiliz denizcisi, tıpkı Schliemann gibi Homeros'a inanmış bir adam, yedi yıl denizlerde küçük bir yelkenliyle dolaştı Odysseus'un yolculuğunu bir daha yaşayacağım diye. Dostlarım, yaşantıya inanıyorum ben, onun için yıllar yılı Homeros destanlarını çevirirken okuduğum bunca kitabı bir yana bırakıp bu inanmış denizcinin kitabını izleyerek anlatacağım size Odysseus'un mavi yolculuğunu. Bilginler nasıl Schliemann'a ateş püskürmüşlerse, Ernle Bradford'u da masal uyduran bir deli sayarlar herhalde. Boş verelim onlara, biz mavi yolcular.! Yalnız, yaşamakla bulunur gerçek. Bilimin tek gerçeği de yaşantıdır. Gelin Ernle Bradford'la birlikte yaşayalım biz de Odysseus'un serüvenlerini. (Sayfa: XXVIII-XXIX)

#Homeros #Odysseia #ÇeviriAzraErhatAKadir

Homeros'un Dünya Haritası
*
Bu destanın sonunda bir dünya haritası görecek ve şaşacaksınız elbet. Yusyuvarlak bir tabağa benzeyen bu dünya bizim dünyamız mı, diyeceksiniz. Homeros'un Odysseia'da anlatıığı kadarınca bizim dünyamız. Odysseia'nın kaleme alındığı MÖ VIII-VI yüzyıllarda harita yoktu. Tuhaftır ki bu iki kavramı da Homeros denilen o koca ozan yarattı; Batı şiirini ve yazınını da yarattığı gibi. Hem de tutarlıdır bu dünya haritası, bu dünya coğrafyası; gelecek kuşakların coğrafya bilgilerine hep örnek ve kaynak olmuştur. Bakın bu haritaya: Yunanistan'ı, Anadolu'su, Ege ve Karadeniz'iyle kusursuz bir harita. (Sayfa: XXVIII-XXIX)

#Homeros #Odysseia #ÇeviriAzraErhatAKadir

Fenikelilerin MÖ XII. yüzyıldan beri Batı Akdeniz'e uzandıkları, Sardinya ve Sicilya'da üsler; IX. yüzyılda da Kuzey Afrika kıyılarında Kartaca'yı kurdukları bilinir. Bu denizci ve alışverişçi ulusun açtığı çığır önce sözlü, sonra da yazılı geleneğe dökülerek ''periplous'' denilen seyahatnamelerin oluşmasını sağlamıştır. İlk periplous yazarı, yani ilk coğrafyacı bizim Miletli Hekataios'tur, ama yapıtlarının birine ''Europe'' (Avrupa), öbüründe ''Asie'' (Asya) adını veren bu İonyalı bilgin, Homeros'tan birkaç yüzyıl yaşadığı halde, dünya görüşünü yine Homeros'tan alır, yani o da dünyayı yuvarlak bir disk biçiminde tasarlar. Bu diski çepeçevre dolanan engin su akıntısı, Olympos tanrılarından önce yeryüzünde egemenliği ellerinde tutan tanrılardan Okeanos'tur. Ne doğu, ne kuzey, ne de güney yönünde Okeanos'un kıyılarına varan olmamıştır, yalnız güneybatıda İonyalıların pek iyi bildikleri Mısır ve onun ünlü ırmağı Nil ile Poseidon'un şölenlerine gittiği Yüzüyanıkların, yani Habeşlerin, Zencilerin bulunduğu biliniyor; kuzeyde ise korkunç devlerin, en batıda da gün ışığının hiç uğramadığı karanlıklar ülkesinde Kimmerlerin oturduğu sanılıyordu. Bu yönde en öteye giden adam Herakles'ti. Okeanos'a açılan çifte kayalara varmış, orada gökkubbesini sırtında taşıyan dev Atlas'a rastlamış, korkunç yükünü Atlas'ın omuzlarından alarak bir süre kendi taşıyıp Atlas'ı Akşam Kızlarının Bahçesi'nde altın elmalar koparmaya göndermişti. Güçlü yiğit çifte kayalara adını verdikten sonra üç altın elmayla Olympos'a dönmiştü. İlkçağ boyunca ''Herakles sütunları'' diye anılan Cebelitarık'a Herakles'ten sonra giden oldu mu, olduysa ilk giden Odysseus muydu, değil miydi bilmiyoruz, ama herhalde oradan ötesinin Okeanos ırmağının çepeçevre dolandığı sonsuz bir deniz akıntısı olduğu ve insanın gemiyle buraya varamayacağı kanısı Yunan dünyasında ta Euripides'e dek tutunmuştur. Bu denli efsanevi ve esrarlı bir âlemdi Batı Akdeniz. * Azra Erhat (Sayfa: XXX)

#Homeros #Odysseia #ÇeviriAzraErhatAKadir


Phaiakların Düzeni
*
Bu önsözü fazla uzatamam, yoksa Phaiakların toplum düzeninden söz açacaktım size. Bilginlerin bazıları Phaiakları hayal saymışlar, bir çeşit ölüm gemicileri; kentlerinin ve yaşayışlarının düzenini de pek üstünde durmadıkları bir ütopya. Günah değil mi böyle kara düşünmek masmavi aydınlığın karşısında.? Korfu'dur, Phaiakların Skherie Adası. Düzenlerinin iki yönüne de parmak basmadan geçemeyeceğim: Dış ve iç yönü.
Saraylarının yapısına ve güzelliğine hayran kalır Odysseus. Hem mimar, hem denizcidir bu ulus, gemileri öyle sağlam yapılıdır ki aşamadıkları engin yoktur, Odysseus gemilerine biner binmez, on yıllık sürüncemelerini unutup ilk kez rahat ve güvenli bir uykuya dalacaktır. Haksever, töreye saygılı, uygar ve demokratik bir düzendir toplum düzenleri. En başta kadına ve sanata saygılıdırlar. Barış içinde yaşarlar, günleri yarışmalar, horunlar ve hele tanrıdan esinli ozanları dinlemekle geçer. Özgür insanlardır bunlar; Alkinoos eş haklarla toplumu yöneten danışmanlarını her fırsatta toplar, dışişlerini tartışır onlarla.

#Homeros #Odysseia #ÇeviriAzraErhatAKadir

Düzenin içişlerine de Arete bakar; insanlar arasındaki ilişkilere yön veren, adı Erdem anlamına gelen bu kraliçedir. Hem ne güzeldir bu ilişkiler.! Homeros burada Platondan çok önce ideal bir cumhuriyetin örneğini vermiştir. Bu düzeni Homeros İthake'de de yansıtmak istemiş, ne var ki, yönetici baş (kral demeyeceğim, kral değil ki Homeros destanlarının önderleri) olmadığından İthake'nin düzeni bozulmuş, çıkarcıların, çapulcuların eline düşmüştür. Yoksa Eumaios, Eurykleia, çobanlar ve bağcılar orada da insana saygılı, uyumlu bir düzenin özgür kişileridir. Bu düzenlerin içinde insan mutludur. Odysseus'un bunca yıl, bunca çileye dayanması ancak bu mutluluğa olan özlemiyle anlaşılabilir. Bu sağlam yapılı düzene kavuşmak içindir ki insanüstü çabalara girişmek ve yalnız insan aklıyla akıldışı düzensizlikleri yenmek gücünü bulur kendinde. İthake'ye vardıktan sonra sömürücüleri öldürmesi, yalnız doğruluk üstüne kurulu düzeni yeniden kurmak içindir.
*
Azra Erhat (Sayfa: xIııı)

#Homeros #Odysseia #ÇeviriAzraErhatAKadir

Bulutları devşiren Zeus Karşılık verdi, dedi ki:
''Ne biçim söz kaçtı yavrum dişlerinin arasından.?
Hiç unutur muyum ben tanrısal Odysseus'u,
ölümlülerin en üstünüdür akıldan yana,
engin gökteki tanrılara az mı kurbanlar kesti.
Ama yeri sarsan Poseidon çok içerler ona,
tanrıya denk Polyhemos'un gözünü kör etti diye,
Polyhemos, Tepegözler arasında en üstünüdür güçte,
Peri Thoosa'dır anası onun,
ekin vermeyen denizin efendisi Phorkys'in kızı,
Thoosa, Poseidon'la birleşmişti oyuk mağaralarda.
İşte Poseidon, Odysseus'a ondan bu yana öfkeli.
Ama ne öldürür, ne de yurduna koyverir onu.
Haydi gelin, verelim burada baş başa,
bulalım evine kavuşturmanın yolunu.
Poseidon'da bıraksın ertık öfkesini,
bütün ölümsüzler, tanrılar ona karşı,
kafa tutamaz onlara tek başına.'' (Sayfa: 5)

#Homeros #Odysseia #ÇeviriAzraErhatAKadir

Pylos'ta
*
Güneş güzelim gölün içinden çıktı,
tunca boyalı gökte ışıdı ölümsüzlere,
bereketli toprak üstünde ölümlülere ışıdı.
Onlar da vardılar Pylos'a,
Neleus'un sağlam duvarlı kentine.
Kurbanlar kesiliyordu denizin kıyısında,
kapkara boğalar sunuluyordu
toprağı sarsan lacivert yeleli tanrıya.
Sayfa: 35

#Homeros #Odysseia #ÇeviriAzraErhatAKadir

Sarışın Menelaos karşılık verdi ona dedi ki:
''Bu dediklerin tekmil doğru kadınım,
ben de bir sürü yiğit kişi tanıdım,
dinledim onları, öğrendim ne düşünürler,
kalmadı gezip dolaşmadığım yer,
ama görmedim hiçbir yerde böylesini,
görmedim çok çekmiş Odysseus'un yüreği gibi yürek.
Ne zor işler başardı bu güçlü adam.!
En seçkinler nasıl da saklanmıştık hani
o oymalı tahtadan atın içine..
Götürmüştük biz Argoslular ölümü, yıkımı Troya'ya.
Sonra da sen geldiydin oraya Helene,
bir tanrı getirmişti herhal seni,
Troyalılara ün sağlamak isteyen bir tanrıydı bu,
arkandan tanrıya benzer Deiphobos geliyordu,
üç kez dolandın, yokladın koca karınlı tuzağı,
Danaoların seçkinlerini adlarıyla çağırdın bir bir,
karılarının sesine benzettin sesini ayrı ayrı.
Ben, Tydeusoğlu, bir de Odysseus
oturmuş kulak veriyorduk sesine,
Tydeusoğlu'yla ben şöyle bir davranalım dedik,
ya kalkıp gelecektik yanına, ya da seslenecektik,
Odysseus durdurdu, yatıştırdı bizi,
sessiz kalakalmıştı öbür Akhaoğulları tekmil,
bir Antiklos yenemedi sana seslenme isteğini,
ama Odysseus dayadı iki güçlü elini çenesine,
öylece tuttu, kurtardı tekmil Akhaları,
Pallas Athene seni oradan alıp götürene dek.'' (Sayfa: 62)

#Homeros #Odysseia #ÇeviriAzraErhatAKadir

Erken doğan gül parmaklı Şafak görününce,
çabucak giydi Odysseus gömleğini, kaftanını,
Nymphe de gümüş renkli harmanisini atmıştı sırtına,
çok güzel ince bir harmaniydi bu,
altından güzel bir kemerle sardı belini,
örttü başını bir yaşmakla
ve düşündü ulu yürekli Odysseus'un yolculuğunu.
Bir büyük balta verdi ona, tam avucuna uygun,
iki ağzı bilenmiş tunç bir balta,
sağlam bir sapı vardı zeytin ağacından.
Sonra da bir keser verdi eline pırıl pırıl,
geçti öne, yol gösterdi öbür ucuna doğru adanın.
Koca koca ağaçlar yetişmişti orada,
kızılağaçlar, kavaklar, bulutlara değen çamlar,
kupkuru olmuştu hepsi çoktan,
suyun üstünde yüzmeye elverişliydiler.
Gösterdikten sonra ona büyük ağaçların yerini
Kalypso, yüce tanrıça, döndü evine.
Odysseus da koyuldu odun kesmeye,
yirmi ağacı bir çırpıda deviriverdi,
baltayla yontup düzeltti güzelce,
bir ip çekip denk getirdi hepsini.
Derken delgiler getirdi Kalypso, yüce tanrıça,
o da delikler açıp takozlar yaptı,
sonra birbirlerine çaktı tahtaları.
Bir marangoz ambar dibini nasıl ölçerse,
geniş bir yük gemisini nasıl ustaca yaparsa,
Odysseus da öyle en ve boy verdi salın döşemesine,
sık mertekler dikip kurdu küpeşteyi,
sonra geniş tahtalarla kaplayıp tamamladı onu,
bir direk yaptı, sereni taktı ona,
bir de dümen yaptı yönetmek için salı,
boydan boya örttü her yanı saz örgülerle,
sonra bol odun yükledi safra olsun diye dalgalara.
Bu sırada bez getirdi Kalypso, yüce tanrıça,
yelken yapılacaktı bu bezlerle,
Odysseus biçti yelkenleri bir güzel,
bağladı halatı, ıskotayı, yaka iplerini,
sonra feleklerle indirdi salı denize.
*
Bitmişti dördüncü günde salın bütün işleri,
Kalypso uğurladı Odysseus'u adadan beşinci gün,
onu yıkamış, rubalar giydirmişti güzel kokulu,
bir tulum siyah şarap vermişti yanına,
daha büyük bir tulum dolusu da su,
koymuştu kumanyayı bir meşin torbaya,
her türlü yiyecek vermişti bol bol.
Ardından uğurlu, tatlı bir yel saldı,
Odysseus da sevinç içinde açtı rüzgâra yelkeni.
Dümenin başında güzel güzel yönetiyordu salı,
bir damla uyku girmiyordu gözlerine,
bakıyordu Ülker'le genç batan Küçükayı burçlarına,
Kutupyıldızına göre yön veriyordu sala,
yerinde döner bu yıldız, boyuna Orion'a bakar,
dalmaz sularına Okeanos'un hiçbir vakit.
Öğüt vermişti ona Kalypso, yüce tanrıça,
demişti o yıldızı hep solunda tut. (Sayfa: 91-92)

#Homeros #Odysseia #ÇeviriAzraErhatAKadir
Jacob Jordaens (1593–1678) The Meeting of Odysseus and Nausicaa (c 1630-40)

#Homeros #Odysseia #ÇeviriAzraErhatAKadir
Valentin Alexandrovich Serov (1865–1911), Odysseus and Nausicaa (1910)

#Homeros #Odysseia #ÇeviriAzraErhatAKadir
Malmström, August; 1829-1901
"Odysseus before Alcinous, King of the Phaeacians", 1853.


Çok çekmiş tanrısal Odysseus yürüdü evin içinden,
yoğun sis vardı üstünde, Athene'nin döktüğü,
yürüdü Arete'ye ve Kral Alkinoos'a doğru.
Dizlerine kapandı Arete'nin, sarıldı kollarıyla ona,
Odysseus'u saran siz ossaat dağıldı.
Birdenbire önlerinde bir adam görünce ordakiler,
yuttular dillerini, apışıp kaldılar,
Odysseus da başladı yalvarmaya:
''Arete, tanrıya denk Reksenor'un kızı,
saygıdeğer eşi ulu yürekli Alkinoos'un,
çok acılar çektikten sonra, bak işte,
kapanıyorum ayaklarına, dizlerine senin,
yalvarıyorum tekmil konuklarına ayrı ayrı:
Mutlu yaşamayı bağışlasın tanrılar size,
bırakasınız çocuklarınıza evinizin varlığını,
halkın size verdiği onur payını bütün.!
Yola koyun beni, tezelden gönderin yurduma,
çile doldururum ne zamandır sevdiklerimden uzakta.'' (Sayfa: 117-118)

#Homeros #Odysseia #ÇeviriAzraErhatAKadir

Euryalos, yüzüne karşı yerdi onu, dedi ki:
''Oyunlara yatkın değil senin elin besbelli,
bunca oyunun hiçbirinden haberin yok,
erkek adamların oynadığı bunca oyunun hiçbirinden.
Çok kürekli bir gemiyle sık sık gitmiş gelmişsen,
alışveriş peşindeki gemicilerin başındaydın demek,
aklın fikrin yüklediğin mallardaydı herhal,
yolcuların vereceği paradaydı ve bol kazançta.
Yoksa senin güreşçiye benzer neren var ki.?''
*
Çok akıllı Odysseus tepeden tırnağa süzdü onu, dedi ki:
''Duymuyorsun ağzından çıkanı delikanlı,
senin aklın bir karış havada.
Tanrılar vermez insana bütün güzel, iyi şeyleri,
boy bos ve akıl ve söz ustalığı toplanmaz bir adamda.
Tanrı kimine güzellik vermemiştir ama
bakarsın bir konuşur, bütün gözler ona döner,
ölçülü sözleriyle sevdirir kendini halka,
bakarlar ona her geçtiği yerde tanrı gibi.
Kimi de güzellikten yana tanrılara benzer ama,
bir konuşması vardır, berbat mı berbat.
Sen de öylesin işte, bir tanrı gibi güzel,
akıldan yanaysa, fukara mı fukara.
Bu hiç yakışık almaz sözlerinle sen
allak bullak ettin göğsümde yüreğimi,
oysa hiç de acemisi değilim oyunların,
en başında gelirdim oyuncuların ben eskiden,
gençliğime ve ellerime güvenirdim o günler,
şimdiyse mutsuzluğa, acılara gömülmüşüm,
neler çekmişim neler, savaşırken yiğitlerle,
zorlu dalgalarla boğuşurken neler çekmişim neler.
Ama yine, bütün çilelerim bir yana,
deneyeceğim oyunlarınızı, çünkü bana meydan okudun,
çünkü ısırdın sözlerinle benim yüreğimi.'' (Sayfa: 130-131)

#Homeros #Odysseia #ÇeviriAzraErhatAKadir
''Haberci, al götür, Demodokos'a ver şu eti,
bu dertli yürekten ona merhaba, yesin afiyetle,
ozanlar saygı görürler ve değerli bilinirler
bu yeryüzünde yaşayan tekmil insanlar arasında,
çünkü Musa öğretmiştir onlara ezgi söylemeyi,
Musa çok sever ozanlar soyunu.''
*
Odysseus böyle dedi, haberci aldı eti,
götürdü verdi yaman yiğit Demodokos'un eline,
o da aldı ve yürekten sevindi.
Herkes önündeki yiyeceklere uzattı ellerini.
Yiyip içildikten sonra doyasıya,
çok akıllı Odysseus, Demodokos'a şöyle dedi:
''Daha çok sayarım, Demodokos, seni tekmil ölümlülerden,
sanatını ya Musa öğretti sana ya da Apollon.
Ne güzel söyledin Akhaların destanını, olduğu gibi,
neler yaptıklarını ne güzel söyledin,
nelere katlandıklarını, neler çektiklerini.
Orda mıydın sen, başka birinden mi duydun yoksa.?
Haydi şimdi geç başka bir konuya,
şu tahta at olayını anlat şimdi bize,
Athene'nin yardımıyla Epeios yapmıştı onu hani,
getirmişti Akropolis'e dayamıştı tanrısal Odysseus da kurnazca.
İlyon'u yıkacak adamlarla doluydu içi.
Anlatabilirsen bunları getirip bir biçimine,
bundan böyle tekmil insanlara ben de diyeceğim ki:
Tanrı sevdi onu, tanrısal bir şiir bağışladı ona.''
*
Odysseus böyle dedi, ozan da tanrıdan hız aldı
ve kalkıp başladı şiirini okumaya.
İlkin sağlam bordalı gemilerden açtı.
Argoslular nasıl ateşe vermişlerdi barakalarını,
gemilere nasıl binmiş, açılmışlardı denize,
ama önderler çok ünlü Odysseus'un çevresindeydiler
atın karnında saklı getirilmişlerdi pazar meydanına,
Troyalılarsa çevresine dizilmişlerdi atın,
konuşup tartışıyorlardı soluk almadan,
üç yol vardı bir türlü karar veremedikleri:
Ya insafsız tunçla bu oyuk karnı deşeceklerdi,
ya kayaların ucuna dek çekip boşluğa atacaklardı,
ya da saklayacaklardı tanrılar için bir adak gibi.
Sonunda bu üçüncü yol uygun göründü onlara,
çünkü kaderlerinde yok olmak vardı,
kocaman tahta atı o gün kente almışlardı,
Argosluların önderleri saklanmıştı içine
yıkım ve ölüm getirmek için Troyalılara.
Akhaların kenti nasıl yıktıklarını söylüyordu ozan,
atın oyuk karnından çıkıp yere indikten sonra nasıl
her biri saldırıyordu kentin bir başka yerine,
Odysseus nasıl, tıpkı Ares gibi, Menelaos'la birlikte,
evine karşı yürüyordu Deiphobos'un,
nasıl atılmıştı orda en korkunç bir savaşa,
sonunda ulu canlı Athene'nin yardımıyla nasıl yenmişti.
*
Çok ünlü ozan bunları söylüyordu işte,
Odysseus'un da yiyordu içi içini,
yanaklarını ıslatıyordu kirpiklerinden sızan yaşlar. (Sayfa: 141-142)

#Homeros #Odysseia #ÇeviriAzraErhatAKadir

'Ne oldu sana böyle Polyphemos, ne bağırırsın acı acı,
tanrısal gecenin ortasında böyle uykusuz korsun bizi.?
Ölümsüzlerden biri sürülerini mi kaçırdı ne.?
Yoksa seni biri mi tepeliyor düzenle ya da zorla.?'
*
Güçlü Polyphemos karşılık verdi mağaranın içinden:
'Beni Kimse tepeliyor, dostlar, zorla değil düzenle.'
*
Onlar da kanatlı sözlerle karşılık verdiler ona:
'Sana karşı Kimse zor kullanmazsa ve yalnızsan,
Büyük Zeus'tan çaresiz bir dert gelmiş olacak başına.
Ama baban Poseidon'a yalvar yakar sen yine.'
*
Böyle dediler ve gittiler, ben de yürekten güldüm,
adımla aldatmıştım onu, parlak bir düzen kurmuştum. (Sayfa: 158)

#Homeros #Odysseia #ÇeviriAzraErhatAKadir

Uzaklaşmıştık henüz sesimin duyulacağı kadar,
seslendim Tepegöz'e, çıkıştım şu sözlerle, dedim ki:
*
Gördün mü, hey Tepegöz, kısmet değilmiş bak sana
güçsüz bir adamın dostlarını yemek zorla, kıtır kıtır.
Bize ettiklerinin karşılığını bol bol al işte,
çekinmedin kendi evinde konuklarını yemekten, alçak seni,
sana Zeus'un ve öbür tanrıların verdiği bir ceza bu.!'
*
Ben böyle konuştum, o daha çok kudurdu yüreğinde,
kopardı kocaman bir kayanın tepesini,
lacivert pruvalı gemimizin önüne fırlattı attı,
baş bodoslamasını tuzla buz edecekti az daha,
düşen kaya parçası denizi etmişti allak bullak,
bir dalga gerisingeri karaya attı bizi,
baktım gemi koca akıntıyla nerdeyse kıyıya çarpacak,
bereket aldım elime en uzun saplı kancayı,
ittim gemimizi geriye ve yüreklendirdim arkadaşları,
sarılın dedim küreklere, kurtulalım yıkımdan,
başımla buyruklar veriyordum onlara boyuna,
onlar da habire kürek çekiyorlardı yatarak öne doğru. (Sayfa: 160)

#Homeros #Odysseia #ÇeviriAzraErhatAKadir
Sonra dedim, bırak beni artık, gideyim yoluma,
olmaz, demedi, hazırladı dönüşümü kendisi:
Yüzdü dokuz yaşında bir sığırın derisini, bir tulum yaptı,
bağladı tulumun içine azgın yellerin yollarını,
çünkü Kronosoğlu yellerin yöneticisi yapmıştı onu,
dilediği yeli durdurur, dilediği yeli salardı.
Parlayan gümüş bir sicimle bağladı bu tulumu,
koca karınlı teknenin dibine sımsıkı,
en ufak bir yel bile artık dışarı sızamazdı.
Sonra saldı ardımızdan bir Zephyros yeli,
bu yel götürecekti gemileri ve bizi varacağımız yere,
ama varamadık oraya çılgınlığı yüzünden adamlarımın
ve perişan olduk, ölecektik nerdeyse. (Sayfa: 165-166)
#Homeros #Odysseia #ÇeviriAzraErhatAKadir

'Arkadaşlar, büyük bir tezgâhta mekik dokur içerde biri,
bir güzel türkü de söyler, her yer çın çın öter,
yaklaşıp ses edelim, bir tanrıça mı o yoksa kadın mı.?'
O böyle dedi, ötekiler de seslenip çağırdılar.
Kirke de çıktı dışarı ve parlak kapıları açtı,
çağırdı hepsini içeri, onlar da boş bulunup girdiler,
bir Eurylokhos kalmıştı dışarda, sezmişti tuzak kokusu.
Tanrıça onları içerde iskemlelere, tahtlara oturttu,
peynir, sarı bal ve arpa unu ezdi Pramnos şarabında,
sağrağa korkunç ilaçlar karıştırdı
büsbütün unutsunlar diye baba toprağını.
Verdi onlara bu içkiyi, onlar da hemen diktiler,
onlar diker dikmez içkiyi, Kirke hepsine değneğiyle vurdu
ve kapattı yoldaşlarımı domuz ağılına.
Şimdi onlar tıpkı domuza benzemişlerdi
başları ve sesleri, kılları ve gövdeleriyle,
ama akıl vardı yine içlerinde eskisi gibi.
Ağlar sızlar halde onları kapadı oraya,
attı önlerine kayın kozalağı, palamut, kızılcık yemişi,
hep yediği şeylerdi bunlar yerde sürünen domuzların. (Sayfa: 172-173)

#Homeros #Odysseia #ÇeviriAzraErhatAKadir

'Getir yerine artık ey Kirke, bana verdiğin sözü,
beni evime göndereceğini söylemiştin hani,
ben de can atarım gitmek için, arkadaşlar da,
sen biraz uzaklaştın mı buradan, sararlar çevremi,
ağlar sızlarlar durmadan, yüreğim parçalanır.'
*
Böyle dedim, yüce tanrıça hemen karşılık verdi, dedi ki:
'Çok kurnaz Odysseus, Laertesoğlu, tanrıların beslediği,
kalmayın benim evimde istemeye istemeye,
ama bir başka yolculuk yapmanız gerek daha önce:
Gidilecek Hades'in ve korkunç Persephone'nin ülkesine,
danışmak için Thebailı Teiresias'ın ruhuna,
henüz yitirmemiş aklını bu kör bilici,
Persephone bir ona bilinç bağışlamıştır ölülerden,
bir odur düşünen, ötekiler uçuşurlar gölgeler gibi.' (Sayfa: 180)

#Homeros #Odysseia #ÇeviriAzraErhatAKadir

Tantalos'u da gördüm, korkunç işkenceler çekerken:
Duruyordu bir gölün içinde ayakta,
yüksele yüksele çıkıyordu su çenesine kadar,
ama içmek için davrandı mıydı, damlasını alamıyordu suyun,
ihtiyar adam eğiliyor eğiliyor eğiliyordu,
su da çekiliyor, çekiliyor, yok oluyordu emen toprakta
ve bir çamur peyda oluyordu ayaklarının dibinde kapkara,
ossaat bir tanrı kurutuveriyordu gölü.
Yemişler sarkıyordu başının üstünde dallı budaklı ağaçlardan
armutlar, narlar, pırıl pırıl elmalar,
ballı incirler, tombul zeytinler sarkıyordu,
ama ihtiyar adam koparayım diye ellerini uzattı mıydı,
bir yel geliyor, savuruyordu onları kara bulutlara. (Sayfa: 203-204)

#Homeros #Odysseia #ÇeviriAzraErhatAKadir

Sisyphos'u gördüm korkunç işkenceler çekerken:
Yakalamış iki avucuyla kocaman bir kayayı
ve de kollarıyla bacaklarıyla dayanmıştı kayaya,
ha bire itiyordu onu bir tepeye doğru,
işte kaya tepeye vardı varacak, işte tamam,
ama tepeye varmasına tam bir parmak kala,
bir güç itiyordu onu tepeden gerisingeri,
aşağıya kadar yuvarlanıyordu yeniden baş belası kaya,
o da yeniden itiyordu kayayı tekmil kaslarını gere gere,
kopan toz toprak habire aşarken başının üstünden,
o da habire itiyordu kayayı, kan ter içinde. (Sayfa: 204)

#Homeros #Odysseia #ÇeviriAzraErhatAKadir

O sıra seslendim arkadaşlara, yüreğim acı içinde:
'Yalnız biriniz ya da ikiniz bilmiş ne çıkar,
ulu tanrıça Kirke'nin bana dediklerini dostlar,
bir bir anlatayım size, bilesiniz siz de her şeyi,
bakalım ölecek miyiz, yoksa kurtulacak mıyız kara kaderden.?
Ne yapın yapın, tanrısal Sirenlerden sakının, dedi bana o,
büyüleyen seslerinden sakının, dedi ve çiçekli çayırlarından,
sen dinle dedi istersen, ama bağlasınlar ayakta seni,
hızlı geminin içinde iplerle bağlasınlar
kollarından bacaklarından, dedi, orta direğe,
size yalvarır da, çözün iplerimi ne olur, dersem,
bağlayacaksınız beni o zaman bir kat daha sıkı.' (Sayfa: 212)

#Homeros #Odysseia #ÇeviriAzraErhatAKadir

Böylece geldik dar boğaza içimizi çeke çeke,
Skylla bir yanımızda, tanrısal Kharybdis bir yanımızda,
Ne korkunçtur bu canavar yutarken denizin acı sularını,
kustuğu zamanda kaynayıp gümbürder koca engin
ateşin üstünde dopdolu bir kazan gibi,
köpükler yükselir iki kayanın doruklarına kadar,
sonra doruklardan aşağı yuvarlanır bu köpükler.
Bir daha yutunca acı sularını denizin,
dibi görünür anaforların içinde,
sarsılır gümbürtüyle çevresinde kayalar,
dipteki masmavi kumlar fırlar dışarı.
Sapsarı bir korku kapladı o zaman bütün arkadaşları.
Ölüm ondan gelecek diye biz tam bakarken,
Skylla daldı geminin içine ve kaptı kopardı
en güçlü kürekçilerimi, en iyi altı yoldaşımı (Sayfa: 214)

#Homeros #Odysseia #ÇeviriAzraErhatAKadir

Tanrıça böyle diye diye dağıttı sisi, göründü yeryüzü,
çok çekmiş tanrısal Odysseus'un yüreği doldu sevinçle,
başladı öpmeye yurdunun bereketli toprağını.
Ve hemen kaldırdı ellerini, yakardı Nymphelere:
*
''Ey Nympheler Naiadlar, Zeus'un kızları,
hiç ummazdım sizi bir daha göreceğimi,
şimdi içten yakarırım size, hepinize merhaba,
size çok armağanlar sunacağım eskisi gibi,
Zeus'un kızı bana iyilik ve sağlık dilesin yeter ki,
talan tanrıçası bıraksın yeter ki sevgili oğlum büyüsün.'' (Sayfa: 232)

#Homeros #Odysseia #ÇeviriAzraErhatAKadir

#Homeros #Odysseia #ÇeviriAzraErhatAKadir

''konuğunu ağırlarken kim düşse aşırılığa, onu kınarım asıl ben,
en iyi töresince davranmaktır her işte;
gitmek istemeyen bir konuğa soğuk davranmak da bir,
gitmeye can atanı zorla alıkoymak da.
*
Menelaos (Sayfa: 255)
#Homeros #Odysseia #ÇeviriAzraErhatAKadir
Böyle konuşurlarken onlar birbirleriyle,
yerde yatan bir köpek başını kaldırdı, kulaklarını dikti,
Argos'tu bu, sabırlı Odysseus büyütmüştü onu,
ama hayrını görmeden gitmişti kutsal İlyon'a,
genç adamlar ava götürürlerdi onu eskiden,
takarlardı yabaneçilerinin, geyiklerin, tavşanların peşine,
oysa şimdi bakımsız ve sahipsizdi,
dış kapının önünde yatıyordu, gübrenin içinde,
katırların ve öküzlerin gübresi yığılmıştı oraya,
uşaklar ordan alırlardı gübreyi,
götürür dikerlerdi Odysseus'un engin topraklarına.
İşte orda yatıyordu Argos, her yanı bit dolu.
Yaklaşan Odysseus'u hemen o anda tanıdı,
kuyruk salladı ve indirdi iki kulağını,
ama çok bitkindi, kalkıp gelemedi efendisinin yanına.
(..)
Ama kara ölümün kaderi yakalamıştı Argos'u,
görür görmez Odysseus'u yirmi yıl sonra. 
(Sayfa: 296-297)

#Homeros #Odysseia #ÇeviriAzraErhatAKadir

''Tamam, bitti İros, aradığı belayı buldu şimdi,
çaputların altından ne bacaklar çıkardı, ihtiyara bak.''
Böyle dediler birbirlerine, İros'un ağzına geldi yüreği,
uşaklar soydular onu, getirdiler zorla
korkudan kol ve bacaklarındaki etler titriyordu. (Sayfa: 309)

#Homeros #Odysseia #ÇeviriAzraErhatAKadir

'Delikanlılar, madem tanrısal Odysseus öldü,
çaresiz varacağım içinizden birine,
ama ne olur bekleyin bir parça daha,
bitsin şu dokuma, boşa gitmesin bunca iplik,
bir kefen dokuyorum yiğit Laertes'e,
gün gelir de, ölüm onu yere sererse upuzun,
mezara kefensiz yatarsa o varlıklı adam,
Akhalı kadınlar ne der sonra bana.'
Böyle dedim, kanardı bu sözlere taşkın yürekleri.
Oysa ben, gündüzleri dokuduğum koca bezi
bir çırağı önünde sökerdim geceleri. (Sayfa: 325)

#Homeros #Odysseia #ÇeviriAzraErhatAKadir

Böyle dedi, kocakarı Eurykleia da gitti çabucak
içinde ayak yıkanan pırıl pırıl bir leğen getirdi,
leğene bolca soğuk su döktü, sonra kattı sıcak su
Odysseus o ara gitmiş ocaktan uzak bir yere oturmuştu
ve birden çevirmişti sırtını ışığa,
çünkü bir korku düşmüştü yüreğine apansız,
ya ayağını ellerken, yarasını görüp anlarsa her şeyi. (Sayfa: 332)

#Homeros #Odysseia #ÇeviriAzraErhatAKadir

Onlar böyle dediler, çok akıllı Odysseus da bu ara
koca yayı yoklamış ve her yanını gözden geçirmişti.
Sazı iyi kullanmasını bilen bir ozan nasıl
koyun bağırsağından bükülmüş yepyeni bir teli
kolaycacık gerer de tutturursa sazın iki yanına,
Odysseus da öyle gerdi koca yayı, hiç zorluk çekmeden,
sonra sağ eliyle kirişi tutup çekti,
kiriş de öttü güzel güzel, tıpkı kırlangıç gbi.
Büyük bir korku aldı tekmil talipleri,
suratlarında renk menk kalmadı hiçbirinin,
o sıra Zeus da büyük bir işmar verip gürledi,
çok çekmiş tanrısal Odysseus çok sevindi buna,
bir işmardı bu kendisine sivri akıllı Kronos'un oğlundan.
Masanın üstüne koyduğu çıplak sivri oku aldı eline,
öbür oklar duruyordu okluğun içinde sessiz sedasız,
az sonra onları birer birer Akhalar deneyecekti.
Oku koluna aldı taktı yaya, kirişle yeleği çekti,
nişan aldı oturduğu yerden ve attı oku.
Ağır tunç hiç şaşmadı, geçti delikten deliğe,
tekmil baltaların halkaları arasından dümdüz (Sayfa: 367)


31 Ocak 2020 Cuma

Homeros - İlyada


#Homeros #İlyada

Homeros
*

Homeros kimdir.? İnsanlar yirmi beş yüzyıldır bu soruyu evirdiler çevirdiler, araştırdılar durdular, yine de bir sonuç alamadılar. Homeros bir bilmece olarak kaldı: Onu hiç bilmiyoruz, hiçbir zaman bilemeyeceğiz desek de yeri, biliyoruz, hiçbir şairi bilmediğimiz gibi biliyoruz desek de yeri. İnsanlık tarihinde bir gün geldi ki sanatçının kimliğini kestirmek için eserine bakmakla yetinmez oldu insanoğlu. Kimdi bu sanatçı ne zaman doğdu, nerede doğdu, nasıl yaşadı diye bir sürü soru sormaya girişti. İşte o gün Homeros gürültüye gitti, çünkü hiç hazırlıklı değildi bu sorulara cevap vermeye. O gün bilim doğdu diyeceksiniz, evet ama bilim Homeros'un üstüne üstü karalı kâğıtları öyle bir yığdı ki altından Homeros'u bulup çıkarmak güç iş oluverdi. Bir üniversite profesörü, ''Homeros sorunu mu.? 40.000 cilt cevap.!'' derdi bana. Yani eni konu bilgin olmadan girişilmez Homeros'u anlatmaya demek isterdi. Bu iş koyun çokluğundan sürüyü görmemeye varır. Kitapların altında az daha Homeros kayboluyordu, hem birçokları için kaybolmuştur bile. Bugün okuyucu Homeros destanlarının tadına varmak için bilimden ne kadar arınmaya çalışsa boşuna uğraşır, bilime ne kadar dalsa, o kadar çıkmaza girer, kısacası bilimle de yapamaz, bilimsiz de edemez. Ama Homeros'u bilime başvurmadan dinleyen çağlar varmış.
(
Sayfa: IX)

#Homeros #İlyada

Homeros İlyada'yı yazdı mı, yazmadı mı.? İlyada'yı yarattı ya, eserini kendisinin ya da bir başkasının kaleme alması o kadar önemli değildir. Kaldı ki efsane geleneği içinde bu bilinçli seçmeyi yapan ozanın yazının bilindiği bir çağda aslında okunmaya yarayan destanını yazı ile yazması da akla uygun geliyor. Ama öyle değilse, yani destanları Homeros kendi kaleme almamış da bir başkası almışsa, bu başkası da kimi eklemeler yapmışsa, bundan ne çıkar.? Homeros problemi bilimin yersizce şişirdiği bir çıkmazdır. Homeros'u anlamak için 40.000 cilt kitap okumamalı, tersine yalnız İlyada ile Odysseia'yı okumalı, tadına vara vara. 
(Sayfa. XXI) Azra Erhat



#Homeros #İlyada #ÇevirenAzraErhatAKadir

#Homeros #İlyada #ÇevirenAzraErhatAKadir
Çanakkale'den bir kaptıkaçtıya binersiniz. Kentten çıkıp biraz yükseldiniz mi, boğaz rüzgârı püfür püfür eser. Bir yanınız deniz, bir yanınız çamlık, zeytinlik; alabildiğine maviler, yeşiller, sarılar, küme küme kırmızı gelincikler. İçiniz bir hoş olur, çünkü bu toprak başka toprak, kahramanlık destanları anlatılır size karış karış. Yüzyılları birbirine katmış da hep Doğu ile Batı arasında kavgaya, dövüşe sahne olmuş bu toprak. Çanakkale Boğazı'na baktıkça bir kıtayı bir kıtaya bağlayan su köprüsünün ne demek olduğunu anlarsınız. Hellespontos derlermiş ilkçağda ona, küçük Helle'nin boğulduğu deniz. Efsane en eski çağlarda bile kana boyamış bu su geçidini. Yığın yığın insanlar bir bu kıyıdan o kıyıya, bir o kıyıdan bu kıyıya geçmişler Boğaz'ı; göçler, ordular, donanmalar.. Hepsi de iki dünyanın kapısını açan bu kilidi ele geçirelim diye uğraşırmış. Boğaz'a baktıkça Batı uygarlığının ilk büyük destanı neden burada doğdu diye şaşmazsınız artık. Bu destan Troya destanıdır.Bir varmış, bir yokmuş, Troya diye bir kent varmış. Bu kentin alınyazısı ta kuruluşundan beri belliymiş, çünkü kurucuları onu insanoğlunu şaşırtan Ate (Gaflet) tanrının hüküm sürdüğü tepeye kurmuşlar; diyor masal. Masal ne desin, Boğaz'ın kilit noktasında kurulan bu kentin başına gelenleri nasıl anlatsın başka türlü.? Bu kent zengindi, arkasında bolluk, uygarlık kaynağı koca Anadolu vardı da ondan boyuna saldırılara uğradı demek masalın değil, tarihin işi. Masalcı ipuçlarının hepsini veriyor, alsın tarihçi anlatsın bize Troya destanının gerçeklerini.
*
(Sayfa: XXIII) Azra Erhat

#Homeros #İlyada #ÇevirenAzraErhatAKadir

Troya ve Hisarlık
*
Hisarlık Tepsi'ne çıktığınız zaman karşınızda iri gümüşi taşlarla örülmüş bir duvar görürsünüz. Bu duvar bir iki saatte dolaşabileceğiniz bir höyüğü çevreler: Koca Troya kenti bu mudur demekten alamazsınız kendinizi. Bu kuşkucu tavrı sizden önce birçok insan takınmış, ama bugün Hisarlık Tepesi'ndeki dokuz katlı oturma yerinin Homeros destanlarının anlattığı Troya olduğuna hiçbir kuşku kalmamıştır. Bu sonuca varıncaya dek ne kavgalar oldu, ne çok mürekkep döküldü, ne çok mürekkep yalandı.! Troya'nın savaş dolu alınyazısı bir otuz yüzyıl sonra bilim dünyasında kopan kavgayla bir daha canlandı sanki. Homeros'un Troya'sı efsanelik bir kenttir gerçi; Homeros destanlarını yazdığı zaman Troya beş yüzyıldan beri yıkılıp gitmişti. Ama ozan bu kenti İda, yani Kazdağı'nın eteğinde, Skamandros ya da Ksanthos (Küçük Menderes) ile Simoeis (Dümrek) Çayı'nın sınırladıkları ve bir yanı Ege Denizi'ne, bir yanı Boğaz'a bakan üçgen biçimli ovaya egemen yüksekçe bir kale olarak öylesine yerleştirir ki Troya'yı Hisarlık'ta elinizle koymuş gibi bulursunuz. Ne var ki Homeros Troya'sının bir gerçek olabileceğini geçen yüzyılın ortasına kadar kimse aklından bile geçirmemişti. Büyük buluşlar âşıkların işidir.
*
(Sayfa: XXIV) Azra Erhat

#Homeros #İlyada #ÇevirenAzraErhatAKadir

Homeros Âşığı
*
Geçen yüzyılda bir Homeros âşığı çıkmış, adı Heinrich Schliemann, yurdu Almanya'nın Mecklenburg bölgesinde bir köy. Heinrich Schliemann çocukluğunda babasından Noel hediyesi olarak aldığı bir resimli tarih kitabını okurken vurulmuş Homeros'a, ona ulaşabilmek için de dünyada hiçbir âşığın aşamayacağı engelleri aşmış. Köylü çocuğu önce gemi tayfası, sonra ticarethane kâtibi, sonra tüccar, sonra altın arayıcısı, sonra milyoner olur, bu arada kırk düvelin dilini öğrenir, en sonunda Latince ve eski Yunancayı da söküp emeline kavuşmak, yani Homeros'un Troya'sını bulmak üzere yola çıkar. Yıl 1870. Schliemann elinde bir İlyada, bir de Odysseia metni, Çanakkale'ye varır. Cebinde bütün engelleri yenebilecek kadar çok para vardır. Amerikan konsolosunun kendisine gösterdiği Hisarlık Tepesi'nde hemen kazıya başlar. Höyük bir define kuyusudur. Kazıdıkça bir kent, bir kent daha, bir kent daha çıkıverir ortaya; dokuz kat yerin dibine iner de bu soğan gibi kentin hangisi Homeros'un Troya'sıdır diye düşünür Schliemann. Arkeoloji bilgileri de derme çatmadır, bütün bilgileri gibi. Mantık der ki destan Troya'sı en eski Troya olduğuna göre en alt katta olmalı. Homeros âşığı üst katlarda bulduklarına pek önem vermeden kazıdıkça kazır, indikçe iner. Priamos'un ülkesine varayım diye ana toprağa ulaşır. Homeros'un Troya'sı hangisidir.? Derken bir iz, bir parıltı.. Altın arayıcısına yolu yine altın gösterir. Schliemann bir define bulur: Altın gerdanlıklar, altın iğneler, altın bilezikler, kucak dolusu altın. Helena gibi Yunanistan'dan alıp getirdiği genç karısı Sophia'nın şalına sığmaz olur altınlar. Schliemann, Priamos'un definesini bulduğundan emindir. Defineyi de kentin alttan ikinci katında bulduğuna göre, ikinci Troya Homeros'un Troya'sıdır demek. Buraya kadar hepsi iyi hoş; kazı yaparken Schliemann'ın birçok değerli buluntusu Homeros'un Troya'sına ait değil diye bozması, o zamanlar arkeolojik kazılar bilgisi henüz pek ilerlememişti diyerekten bağışlanabilir, ama bundan sonrası hoş değil. Heinrich Schliemann altın parıltısını görür görmez, işçilerini paydos eder, karısıyla birlikte çıkarırlar altınları, gizli gizli barakalarına saklarlar, sonra binbir dalavereyle Yunanistan'a, oradan da Almanya'ya kaçırırlar. Haram maldan hayır gelmezmiş, İkinci Dünya Savaşı'nda bir köye saklanan Berlin Müzesi hazinesinin yerinde yeller eser bugün. Bu hazine üstüne bir bildiğimiz varsa, Priamos'a ait olmadığıdır, çünkü Schliemann'ın Homeros Troya'sı sandığı Troya II. Homeros Troya'sı değildir.
*
(Sayfa: XXIV-XXV) Azra Erhat

#Homeros #İlyada #ÇevirenAzraErhatAKadir

Ege'de Kaynaşma
*
Helenler çeşitli kavim adları ile bütün Yunanistan'a yerleşmişler, küçük kentler kurup her bölgeyi güçlü bir kaleyle egemenlikleri altına almışlardı. Mykene, Pylos, Sparta, Phthie bu kalelerin birkaçıydı; her birinin başında bir kral vardı. En güçlü kral Mykene kralı (efsanede adı Agamemnon'dur) olduğuna göre, öbür krallar ona savaşta hizmet borçludurlar. Kral en çok sürüsü, en çok tarlası olan adamdır. Tanrı vergisi sayılan skeptron, yani asa bu çoban kralların elinde bir değnekten ibaret olduğundan, biz bunu Türkçe ''değnek'' diye çevirdik. Akhalar atı da yanlarında getirmiş olacaklar. Ata ne büyük bir önem verildiğini Homeros destanlarında görürüz: At tanrısal bir hayvandır, ikinci bölümde yiğitlerden hemen sonra atların adı sayılır, ne var ki dikkati çeken bir nokta atların hep iki tekerlekli arabalara koşulduğu, hiçbir zaman binek hayvanı olarak kullanılmadığıdır. Akhalar Ege'nin kültürüyle birlikte din ve tanrı görüşlerini benimsemiş olacaklar ki en büyük tanrıları Zeus'un adı bile Hellence değildir. 2000'den 1000 yılına kadar süren bu ırk kaynaşmasında Ege ve Anadolu'nun tanrı efsanelerini, tanrı kültlerini Akhaların nasıl kendilerine göre uydurduklarını görüyoruz. Giritli tanrı Zeus, Anadolulu ana tanrıça Kybele, Anadolulu tanrı Apollon Akhaların din düzenine girip özlerini değiştirmişlerdir. Homeros destanlarında onlar bu ad ve biçimlerle karşımıza çıkarlar, ama bir yandan da bu destanlarda Hellenlerin ilkel dinlerinden kalma insan kurbanlarına rastlarız.
*
(Sayfa: XXX) Azra Erhat

#Homeros #İlyada #ÇevirenAzraErhatAKadir

Homeros Kimden Yana.?
*
Dinleyicilerin ulusal onurunu alabildiğine okşamakla birlikte, Homeros Anadolu toprağını övmek, Troyalıların Akhalardan çok daha insan, çok daha uygar olduklarını belirtmekte hiçbir fırsatı kaçırmaz. Benzetmelerde Akhalardan dem vurunca hep üstün benzetme öğeleri seçer, örneğin Akhaları aslanlara, Troyalıları sineklere benzetir, ama bu benzetmelerin her biri Anadolu gerçeğinden alınmış, Anadolu'nun doğasını dile getiren ve her dafasında da ozanın duygularını, sevgilerini taşıyan özgün şiir parçalarıdır. Homeros Hektor'dan, Andromakhe'den, Priamos'tan söz ettikçe ciğerini söyler, efendileri için Akhilleus'ları, Agamemnon'ları övmek zorunda kalan Anadolulu ozan onların bir yandan kavgalarını, sövgülerini, acımasızca adam öldürmelerini canlandırır, bir yandan da oturmuş, ağır, onurlu bir toplumun başına gelen belalara yanar, İlyada boyunca kulaklarımızda çınlayan ''Bir gün gelir, yok olur kutsal İlyon,'' dizesinde içimizi ürperten bir acılık vardır. Destan sonunda da Homeros bu canım kenti gelip yıkan Akhalara öyle bir insanlık dersi verir ki Hektor'a ağıtlarla kapanan İlyada Akhilleus'un değil, Hektor'un destanı oluverir. Ama bu kadar. Homeros'un hangi gerçekler içinde, hangi geleneklere uyarak İlyada'yı dile getirdiğini unutmayalım ve şu ya da bu tarafı tutmak için kendi zamanının bilmediği ya da biliyorsa da anlatmaktan hoşlanmadığı facia ve vahşet sahnelerini eserine alabileceğini sanmayalım.
İlyada ile Odysseia gerçeklikle örülmüş iki destandır. Canlandırdıkları çağları aydınlatmak için onlardan daha aydın bir belge bulunamaz. Gönül ister ki bilimin bu destanlarla el ele giden araştırmaları İlyada ve Odysseia'nın kapladığı gerçeklik alanını bize büsbütün açıklayabilsin birgün.
*
(Sayfa: XXXIII) Azra Erhat

#Homeros #İlyada #ÇevirenAzraErhatAKadir

İlyada
*
Homeros'un Yunanca İlias adını taşıyan destanı İlyon ya da Troya olarak anılan kentin destanıdır. Konusu Troya Savaşı olmakla birlikte, hem bu savaşın ancak kısa bir dönemini kaplar, hem de Troya efsaneleri diye andığımız büyük bir efsane ve masal çemberinin küçük bir bölümünü içine alır. İlyada'da bütün bir savaşın öncesi ve sonrasıyla bir otuz yıl süreyle uzanan öyküsünü arayan okuyucu büyük bir hayal kırıklığına uğrar. Aslında İlyada Troya'nın destanı değil, Akhilleus'un destanı sayılmalıdır. Konusu sınırlıdır: Akhilleus'un Akha ordularının başkomutanı Agamemnon'a karşı öfkesi yüzünden savaşı bırakıp barakasına çekilmesiyle başlayan destan, arkadaşı Patroklos'un ölmesi yüzünden savaşa geri dönmesi, Troya'lı kahraman Hektor ile çarpışması, onu öldürmesi, ölüsünü Troya surları çevresinde arabasına bağlı olarak sürüklemesi ve sonunda insafa gelerek Hektor'un ölüsünü babası Kral Priamos'a geri vermesi ile biter. 24 bölümlü ve 16.000'i aşkın dizeli bu koca destan Troya Savaşı'nın dokuzuncu yılında tam 51 günlük bir süreyi kapsar. Oysa Troya Savaşı'nın kendisi de savaştan önceki ve sonraki olaylarla birlikte Homeros'un yapıtlarını çok aşan dallı budaklı bir efsane bütünüdür. Bu efsaneleri tek tek olarak Homeros'un iki yapıtında da, Homeros destanlarının dışında çeşitli destan ve öykülerde de bulabiliriz. Troya savaşlarıyla ilgili efsaneler öyle çok ve çeşitlidir, Yunan yazınının her türüne öylesine yansımıştır ki ilkçağ Yunan öykü ve söylencelerinin kökeninden elimize geçen yüzlerce efsane bu gür ağacın kökenleriyle karışmış, dallarına dal uzatmış, yaprak ve ürünlerini birbirine karıştırmıştır. Yunan ve Roma uygarlıklarından doğma Latin ve Cermen dillerinin de efsaneleri aynı kökenden türemiş olduğuna göre, burada ne görkemli bir öykü, inanç ve söylence topluluğunun ortaya çıktığı kolayca anlaşılır. (..)
*
(Sayfa: XXXV) Azra Erhat

#Homeros #İlyada #ÇevirenAzraErhatAKadir

Olympos'ta tanrılar toplantısı: Zeus izin verir, her tanrı istediği gibi yardım edebilecektir savaşa. Tanrılar iki cepheye ayrılır: Hera, Athena, Poseidon, Hermes, Hephaistos Akhalardan; Ares, Apollon, Artemis, Leto, Aphrodite ise Troyalılardan yanadır.
*
(Sayfa: xIıı) Azra Erhat

#Homeros #İlyada #ÇevirenAzraErhatAKadir

Olympos
*
Homeros tanrıları belli bir yerde otururlar. Olympos Dağı'nda. Yunan ilkçağı Ege çevresinin birçok dağına Olympos adını vermişti, nitekim ''yüksek dağ'' anlamına gelen bu adı bizim Uludağ da taşırdı. Ama tanrıların ülkesi Teselya'daki Olympos olsa gerek. Homeros'a göre tanrılar buraya yerleşmişlerdi. Binbir doruklu, hep karlarla örtülü, pırıl pırıl ışıldayan bu dağ öylesine sarp ve yüksektir ki göklere karışır. Doruğuna atları uşan arabalarıyla ancak tanrılar ulaşabilirler. En yüksek tepesinde Zeus taht kurmuştur, oradan dünyada olup biteni gözler. Tanrıların sarayları biraz daha aşağıda olsa gerek. Bu sarayı da tunçtan ya da altından avlusuyla tanrı Hephaistos'un yaptığı çeşit çeşit daireleriyle tıpkı bir kral sarayı gibi tasarlar Homeros. Zeus bu sarayın kralı, Hera kraliçesidir. Hera'nın da tahtı Zeus'unki gibi altındandır.
*
(Sayfa: xIv) Azra Erhat

#Homeros #İlyada #ÇevirenAzraErhatAKadir

İlyada'da İnsanlar Dünyası
*
İlyada'da karşımıza çıkan kişiler belli bir dünyanın insanlarıdır. Homeros bu dünyayı en ufak çizgilerine varıncaya dek anlatır, gözümüzün önünde canlandırır. Troya Savaşı'nda iki toplum karşı karşıya gelir: Yurları Anadolu'da bulunan Troyalılarla yardımcıları ve Yunanistan'dan gelmiş Akhalar topluluğu. Binden fazla gemiyle ve Troyalıların ordusundan on kat büyük bir orduyla Troya'ya saldırdıkları söylenen Akhalar bu sefere niçin çıkmışlardır.? Karısı kaçırılan Menelaos'un öcünü almak için diyor Homeros. Bir kraliçenin kaçırılması İlyada'nın geçtiği çağlarda savaşa yol açabilecek önemli bir olaysa da, efsanenin bu olayı fazla şişirip Troya Savaşı'nın önür gerçek nedenlerini gölgede bıraktığına hiç kuşku yok. Bu savaşın nasıl çıktığını, Akha ordularının nasıl tooplandıklarını İlyada'da anlatılan toplum düzeninden iyice anlıyoruz. Akha ordusu Yunanistan'ın çeşitli bölge krallıklarından oluşmuş bir ordudur. Her kral kendi gemileri, kendi adamlarıyla yola çıkmıştır. Troya Ovası'nda da her kral ve ordunun ayrı yeri, ayrı barakaları vardır, ordular hep birlikte savaşa yürüyünce her birlik ayrı safa dizilir. Bu ayrılık içindeki topluluk feodal bir düzene dayanıyor. Mykene Kralı Agamemnon 1200 yıllarında bütün Yunanistan ve adaların en güçlü kralı olsa gerekti. İlyada'da ''erlerin başbuğu'', ''orduların güdücüsü'' diye anılan Agamemnon kralların kralıdır. Ona bu üstün gücü altın değneği ile birlikte Zeus vermiştir diye inanır Homeros. Krallık Zeus'un bir armağanıdır, tanrıların en büyüğü de buyruklarını doğrudan doğruya krala ulaştırır. Zeus'un alışverişi hep Agamemnon veya Priamos'ladır; oysa Agamemnon'un buyruğundaki küçük krallara yol göstermek, haber ulaştırmak, Zeus'un buyruğundaki öbür tanrılara düşer.
*
(Sayfa: Ivıı) Azra Erhat

#Homeros #İlyada #ÇevirenAzraErhatAKadir

Yalvarıcılık bir, konukluk iki, hiçbir yiğit bu kuralların dışına çıkamaz. Yunanistanlılarla Anadolulular bir kadın için mi, mal mülk için mi, ne için çarpışırlarsa çarpışsınlar, aralarında konukluk bağları yoksa amansız düşmandırlar birbirlerine, ama bu bağlar varsa akan sular durur, düşmanlığın yerini dostluk alır.

#Homeros #İlyada #ÇevirenAzraErhatAKadir

Yolculuk
*
Homeros dünyasında insanlar epey yolculuk ederler. İş için olsun, konukluk için olsun, gemiyle, arabayla Ege çevresindeki ülkelere gidip gelirler. Homeros destanları bu yolculuk öyküleriyle doludur. Tanrı misafirliği o eski zamanlardan kalma olsa gerek bu çevrede. Bir eve konuk geldi mi, kılığına kıyafetine bakılmaz, adı sanı sorulmaz, hemen içeriye alınır, eli ayağı yıkanır, sırtına temiz rubalar giydirilir, ocak başına oturtulur ve yemek ikram edilir.Fırsat düşerse, kim olduğu, nereden gelip nereye gittiği sorulur, ama fazla da ısrar edilmez. Odysseus gibi kimliğini gizlemek istiyorsa, sırrına saygı gösterilir. Konuğun şerefine oyunlar, şölenler düzenlenir, çalgı çalınır, ozanlar çağırılır, sonra da yoluna devam etmesi için bir arabaya, bir gemiye ihtiyacı varsa, o da sağlanır, armağanlar verilir, böylece ev sahibi ile konuk arasında kuşaktan kuşağa süregelecek konukluk bağları kurulur. İlyada'da da Odysseus'da da bu geleneğin çeşitli belirtilerini görürüz. Ant bozan insanlar vardır da, yalvarıcıya saygı ya da konukluk geleneğine karşı gelen Paris'ten başka bir tek kişi yoktur destanlarda. Ama Paris'in de bu suçu ne kadar pahalı ödediği belli.

#Homeros #İlyada #ÇevirenAzraErhatAKadir

Av, Denizcilik
*
Yiğitlerin hayatı hiç de tek yönlü değildir. Yurtlarında sürüleriyle, topraklarıyla uğraşmasalar, ava giderler. Her iki destanda da yaman avcılık öyküleri vardır. O zamanlar arslan, pars, yılan, yabandomuzu gibi vahşi hayvanlar Yunanistan ve Anadolu'da bol olsa gerek ki Homeros bunlar için yapılan avları doya doya anlattığı gibi, benzetmelerinde de boyuna onlardan dem vurur. Bir de buna tanrıların insanları cezalandırmak için denizden çıkardıkları efsanelik canavarları katacak olursak, Homeros yiğitlerinin bu alanda ne kadar çok uğraşıp didinmek zorunda kaldıklarını anlarız.
Denizciliğin de Homeros dünyasında hayli ilerlemiş olduğunu İlyada'dan ve hele Odysseia'dan anlarız. Homeros denizciliği, gemiciliği en usta bir denizci gibi bilir. Ozanın bu alandaki bilgisine şaşmamak elden gelmez. Gerçi ozanın her alanda teknik terimleri yerinde ve yanılmaz bir dakiklikle kullanması öteden beri okurlarını şaşırtmıştır, ama denizcilik bilgisi kendisine özgü değil de, zamanın ve çevresinin bir özelliği olsa gerek. Gemiyi en ufak parçasına kadar nasıl sayıp anlattığına okurlarımız İlyada'nın birinci bölümünde iki örnek bulacaklardır.

#Homeros #İlyada #ÇevirenAzraErhatAKadir

Destanda anlatan kişi üstüne kesin bilgiler aramak boşunadır. Ama kim anlatıyor sorusundan vazgeçip nasıl anlatıyor diye sorarsak, Homeros üstüne kucak dolusu bilgi edinebiliriz İlyada'dan.
*
Düz Akışlı Anlatma
*
İlyada düz akışlı bir anlatmadır. Yolculuğunun bir anında Phaiak'ların ülkesine varıp da, Alkinoos'un sarayında başından geçen türlü serüvenleri anlatan Odysseus'un geriye dönen, anılara dayanan anlatışı gibi değildir. Akhilleus'un öfkesi ile başlayıp Hektor'un cenazesi ile sona eren olaylar İlyada'da zaman sırasına göre anlatılır. Ne var ki düz akışlı değildir diyesim geldi. Bu iki cümle de az çok doğrudur. İlyada'ya kuşbakışı bakın, peşi sıra dizilmiş birçok olay görürsünüz; gözünüzü yaklaştırıp inceleyin, zamanda bir geriye, bir ileriye gidildiğini, hal ile geçmişin alt alta, üst üste geldiğini görürsünüz.Homeros'un anlatışına özgü bir ikilik çağdaş okuyucuyu şaşırtır belki, ama sanatının en tatlı yönlerindendir.
*
(Sayfa: Ixxı) Azra Erhat

#Homeros #İlyada #ÇevirenAzraErhatAKadir

Kral Agamemnon karşılık verdi, dedi ki:
''Doğru ihtiyar, hakkın var yerden göğe.
Ama bu adam herkesten üstün olmayı komuş aklına,
herkese sözünü geçirmeyi, buyurmayı,
herkesin kralı olmayı komuş.
Ona boyun eğmeyecek elbet biri var,
ölümsüz tanrılar onu neden dövüşçü yarattılar,
hep sövsün saysın, bağırsın çağırsın diye mi.? (Sayfa: 12)

#Homeros #İlyada #ÇevirenAzraErhatAKadir

Tanyeri ağarınca yine on ikinci günü
hep var olan tanrılar, başlarında Zeus, döndüler Olympos'a.
Thetis unutmamıştı oğlunun isteğini,
fırladı denizin üstüne,
yükseldi şafakla Olympos'a, yüce göklere.
En yüksek yerinde çok doruklu Olympos'un,
öbür tanrılardan uzakta,
oturur buldu iri gözlü Kronosoğlu'nu.
Çöktü önünde, tuttu dizlerini sol eliyle,
okşadı sağ eliyle de çenesini,
yakardı Kronosoğlu tanrılar Kral'ı Zeus'a, dedi ki:
''Zeus baba.! Bir gün ya sözümle, ya işimle
ölümsüzler arasında yararlı olduysam sana,
şimdi yerine getir şu dileğimi:
Kısa ömürlü oğluma değer ver.
Saygısızlık etti Agamemnon, erlerin başbuğu,
aldı onur payını, yoksun bıraktı onu.
Olympos'lu yüce Zeus, bari onu sen say,
gücü Troyalılar tarafına koy, ne olur,
Akhalar saysınlar oğlumu, ününü yüce kılsınlar.'' (Sayfa: 19)

#Homeros #İlyada #ÇevirenAzraErhatAKadir

Here söylemeseydi Athene'ye şu sözleri
vakitsiz bir dönüş olacaktı Argoslulara:
''Kalkanlı Zeus'un gücü tükenmez kızı,
gördün mü başımıza gelenleri.!
Bak nasıl kaçıyorlar evlerine,
sevgili baba toprağına Argoslular,
denizin engin omuzları üstünde.
Bir şanlı zafer belirtisi diye mi bırakacaklar
Priamos'la Troyalılara Argoslu Helene'yi.?
Birçok Akha bu Troya'da,
baba toprağından, sevgili yurtlarından uzakta,
o Helene uğruna ölmedi miydi.?
Haydi git, karış tunç zırhlı Akhaların arasına,
yumuşak konuş, yola getir her adamı.
Kıvrık burunlu gemileri denize sürmesinler.'' (Sayfa: 28)

#Homeros #İlyada #ÇevirenAzraErhatAKadir

Zephyros yelinin üst üste getirdiği dalgalar
yankılı kıyıya çarparsa nasıl,
önce açık denizde başkaldırır da yükselir hani,
gelir sonra kırılır karada, öter güm güm,
burunlarda olur sırtı yusyuvarlak,
tükürüp saçar köpüklerini;
işte tıpkı bu dalgalar gibi üst üste yığılarak
Danaolar durmadan geliyordu savaşa.
Bir önder komuta ediyordu her sıraya,
erler de yürüyorlardı sessiz soluksuz.
Diyemezdin arkalarında koca bir ordu var,
şu insanların göğsünde ses var diyemezdin.
Önderlerin ardından yürüyorlardı usulcana,
sıralar içinde ışıl ışıl parlıyordu silahları.
Troyalılarsa zengin bir ağanın ağılındaki
koyunlar gibi duruyorlardı, sürü sürü,
nasıl dururlarsa sağılırken ak sütleri.
Kuzuların sesini duyup çığrışırlarsa nasıl,
öyle yükseliyordu yaygın ordu boyunca çığlıklar,
sesler çıkıyordu karmakarışık,
başka başkaydı her birinin dili,
ayrı yerlerden gelme erlerdi bunlar.
Kimini Ares kışkırtıyordu,
gök gözlü Athene kışkırtıyordu kimini.
Üç tanrı daha vardı onları kışkırtan:
Korku, Bozgun, bir de kızgın Kavga,
insan öldüren Ares'in yoldaşı.
Önce birazcık doğrulur o,
uzar, uzar, yükselir sonra,
bakarsın ayakları yerdedir, başı ta göklerde.
İnsanları birbirine katan savaşı saldı yine ortalığa,
yürüdü insanlara doğru, yükseldi iniltiler.
*
Hep birden alana yığılıp kapıştılar,
vuruştu kalkanlar, kargılar kıyasıya,
girdi birbirine tunç zırhlı erlerin öfkesi,
göbekli kalkanlar yapıştı birbirine.
Koptu bir uğultu, bir kıyamet,
çıktı ölenlerin iniltisi, öldürenlerin çığlığı ta göklere,
toprak oldu kan ırmağı.
Karlar erir de seller nasıl akarsa dağlardan,
oyuk bir yarın dibinden kaynayan gür suları
iki dağ arasında birleşirlerse nasıl,
uzakta bir çoban uğultuları dinler hani;
işte girdi karıştı böylece birbirine
insanların korkuları, gürültüleri.
*
(Sayfa: 82-83)

#Homeros #İlyada #ÇevirenAzraErhatAKadir

Athene, kalkanlı Zeus'un kızı,
bedenini saran rubayı attı babasının avlusuna,
o alacalı rubayı işlemişti kendi eliyle.
Giydi bulutları devşiren Zeus'un gömleğini,
kan ağlatan savaş için silahlarını kuşandı,
püsküllü kalkanını attı omuzlarına;
o korkunç kalkanda çepeçevre diziliydi
Korku, Kavga, Savunma, adamı donduran Saldırış,
bir de korkunç canavar Gorgo'nun başı,
korku, yılgı salan azman,
kalkanlı Zeus'un belirtisi.
Yüz ilin yaya erleriyle süslü tolgasını geçirdi başına,
iki sorguçlu, dört altın siperli.
Ayak bastı alev saçan arabasına,
aldı eline ağır, uzun kargısını.
Öfkelendiği yiğitleri o kargıyla kırar geçirirdi,
en üstün güçlü tanrının kızı. (Sayfa: 111)

#Homeros #İlyada #ÇevirenAzraErhatAKadir

Gökyüzünün tam ortasına gelince gün
bir altın terazi kurdu baba tanrı,
bir kefeye Troyalıların kara ölümünü koydu,
bir kefeye Akhaların kara ölümünü.
Ortasından tuttu kaldırdı teraziyi,
ağır bastı Akhaların ölüm günü
İndi Akhaların kara kaderi at besleyen toprağa,
engin göğe kalktı Troyalıların kaderi,
Zeus yıldırımlar gürletti İda Dağı'ndan,
bir ışık saldı Akhaların ordusuna,
görünce ışığı sarsıldı Akhalar,
kapladı hepsini sarı yeşil bir korku. (Sayfa: 159)

#Homeros #İlyada #ÇevirenAzraErhatAKadir

Mutlu bir adamın buğday, arpa tarlasında,
orakçılar karşılıklı sıra olur yürürlerse nasıl,
biçip biçip yere düşürürlerse sarı başakları,
Troyalılarla Akhalar birbirlerine öyle saldırdı.
Uğursuz Bozgun akla gelmeden canlara kıyılacaktı.
Saldırıyorlardı birbirlerine kurtlar gibi,
savaş denk tutuyordu iki başı.
Yerinde duramıyordu hıçkırıklar kaynağı Kavga.
Savaşanlar arasında tanrılardan bir o vardı.
Öbür tanrılar orada yoktu,
Olympos'un kıvrımlarında, kendi evlerinde,
saraylarında yan gelmiş, oturuyorlardı.
Kara bulutlu Kronosoğlu suçluydu onlarca,
zaferi Troyalılara sunmak istemişti.
Ama hiç oralı değildi Zeus baba,
onlardan ayrı, uzaklara çekilmişti,
oturmuştu göz kamaştıran çalımıyla.
Troya iline, Akhaların gemilerine bakıyordu,
öldürenlere, ölenlere, tunçların ışıltısına. (Sayfa: 223)

#Homeros #İlyada #ÇevirenAzraErhatAKadir

Ama yeri titreten güçlü tanrı
gözleri kapalı durmuyordu nöbette,
oturmuş gözlüyordu savaşı, dövüşü,
ta yukarılarda, ormanlık Semendirek'in en sivri doruğunda.
Tekmil İda Dağı görünürdü o doruktan,
Priamos'un kenti, Akhaların gemileri görünürdü.
Denizden çıkmış, gidip oturmuştu oraya,
sıkışan Akhalara içi yanıyordu,
çok içerliyordu Zeus babaya.
Sarp kayalardan aşağılara indi birdenbire,
yürüdü geniş adımlarla.
Koca dağlar, ormanlar tir tir titredi
ölümsüz ayakları altında Poseidon'un.
Üç adım attı, vardı Aigai'a dördüncü adımda.
Ünlü bir evi vardı Aigai'da, denizin dibinde,
tekmil altındandı bu ev, pırıl pırıl,
hiç eskimezdi, yok olmazdı.
Orda tunç ayaklı atları koştu arabasına,
altın yeleli uçan atlardı bunlar.
Kendi bedenini de kapladı altınla
ustaca işlenmiş altın kamçısını aldı eline,
bindi arabasına, sürdü dalgaların üstüne.
Altında deniz canavarları sevindiler, hopladılar,
tanımışlardı efendilerini, çıktılar mağaralarından.
Mutlu deniz yol verdi, geç dedi Poseidon'a,
atlar da uçtular rüzgâr gibi.
Tanrıyı Akhaların gemilerine götürdü atlar,
arabanın altında tunç dingil bile ıslanmadı.
*
Denizin diplerinde, ta uçurumlarda,
Tenedos'la kayalık İmbros arasında
bir mağara vardır geniş, kocaman.
Durdurdu orda atları Poseidon, yeri sarsan.
Çözdü arabadan, tanrısal yemlerini koydu önlerine,
bağladı ayaklarına altın zincirler,
bunlar kırılmaz, çözülmez zincirlerdi,
efendileri gelene dek ayrılamazlardı oradan.
Kendi de Akhaların ordusuna doğru yürüdü gitti. (Sayfa: 269-270)

#Homeros #İlyada #ÇevirenAzraErhatAKadir
Akhilleus'un Savaşa Katılması

Ayağı tez Akhilleus kaygı içinde dedi ki:
''Madem koruyamadım ölümden arkadaşımı,
ne olur şu anda ölüp gideyim bari,
yurdundan çok uzakta can verdi o,
görmedi beni yanında bir koruyucu gibi.
Besbelli dönmeyeceğim sevgili baba toprağına,
olamadım Patraklos'a bir kurtuluş ışığı,
olamadım bir kurtuluş ışığı öbür arkadaşlarıma,
tanrısal Hektor'un sürüyle tepelediği.
Oturuyorum burada gemilerimin yanında,
toprağın boşuna taşıdığı bir yük gibi,
kurultayda benden üstün adamlar var, ama
Akhalardan bir tek kişi savaşta denk gelemez bana.
Tanrılarda, insanlarda yok olsun o kavga,
aklı başında adamı bile çelen o öfke,
bir bal damlası gibi akar insanın içine,
sarar göğsünü duman gibi,
beni de böyle çıkardı çileden o,
Agamemnon, erlerin güdücüsü.
Ama yeter artık bunca öfke,
bırakalım geçmişi, olan oldu,
gemlemek zorundayız göğsümüzdeki yüreğimizi.
Hektor'la karşılaşmaya gideceğim şimdi,
sevgili dostumun canını alanla,
Zeus'la öbür tanrılar istiyorsa ölmemi,
ölüm durmasın, varsın gelsin.
Güçlü Herakles bile ölümden kaçınamadı,
o ki Kronosoğlu Zeus'un en sevdiği adamdı.
Kader'le Here'nin manasız öfkesi tepeledi onu.
Varsa kaderimde, yere serilip ölürüm ben de
ama üstün bir ün kazanacağım şimdi,
Troyalı, alçak kuşaklı Dardanoslu kadınlar,
silsinler elleriyle ince yanaklarında akan yaşları,
başlasınlar hıçkıra hıçkıra ağlamaya,
anlasınlar benim savaştan uzak durmam artık bitti.
Ne kadar seversen sev beni ana,
ama savaştan uzak tutmaya kalkma beni.'' (Sayfa: 400-401)

#Homeros #İlyada #ÇevirenAzraErhatAKadir
''..
Gemilerin yanında yatıyor Patraklos'un ölüsü,
ne ağlayanı var, ne gömeni.
Unutamam onu canlılar arasındayken,
dizlerim tutana dek unutamam onu.
Unutulsa bile Hades'te ölüler,
ben yine anacağım sevgili dostumu.
Şimdi Akha delikanlıları, dönelim gemilerimize,
alın şunu da, çağırın Paian övgüsünü.
Büyük bir ün kazandık, öldürdük tanrısal Hektor'u,
Troyalılar bir tanrı gibi taparlardı ona.''
*
Ayağı tez Akhilleus böyle dedi,
tanrısal Hektor için düşündü kötü şeyler.
İki ayağını topukla bilek arasından deldi,
kayışlar geçirdi deliklerinden, bağladı arabaya,
başı bıraktı yerde sürüklensin diye,
sonra atladı arabaya ünlü silahlarıyla.
Kamçıladı atları, atlar öne atılıp coştu.
Yerde sürüklenen gövdenin çevresinde
bir toz bulutu yükseldi birdenbire.
Toz toprak içinde kaldı bütün başı,
kopkoyu saçları darmadağın oldu,
çok güzeldi bu baş eskiden,
şimdi Zeus verdi onu düşmanlarına,
kirletsinler diye yurdunun toprakları üstünde. (Sayfa: 486)

#Homeros #İlyada #ÇevirenAzraErhatAKadir

''Bir şey var insandan Hades ülkesinde bile,
içinde can yoksa bile, bir ruh var, bir gölge.
Bütün gece talihsiz Patraklos'un ruhu
başucumda inledi durdu,
yapacağımı sayıyordu bir bir bana.
Patraklos'a ne de çok benziyordu.'' (Sayfa: 494)
*
Yeni evli oğlunun kemiklerini bir baba
yakarken nasıl ağlarsa,
bu ölüm ananın babanın nasıl yakarsa yüreğini,
Akhilleus da arkadaşına öyle yanıyordu. (Sayfa: 498)

#Homeros #İlyada #ÇevirenAzraErhatAKadir

''ama yakında boyun eğecek ömür ipliğine,
ana karnından doğduğu gün ona kaderin büktüğü.'' (Sayfa: 437)

#Homeros #İlyada #ÇevirenAzraErhatAKadir

''Dili oynaktır insanoğlunun, söz tarlasında otlar durur,
ne söylersen onu alırsın geri.'' (Sayfa: 441)

#Homeros #İlyada #ÇevirenAzraErhatAKadir

''Kafadır oduncuyu oduncu yapan, gücü değil.
Şarap rengi denizi allak bullak edince rüzgârlar,
dümenci kafayla yönetir hızlı gemisini.'' (Sayfa: 501)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...