20 Aralık 2019 Cuma

Yannis Ritsos - Seçme Şiirler, Çeviri: Cevat Çapan

#YannisRitsos #SeçmeŞiirler #ÇeviriCevatÇapan

Cevat Çapan:
Ay ışığında, açık bırakılmış bir pencereden de girebilirsiniz Ritsos'un şiirine, toplama kampı olarak kullanılan adalardaki telörgülerin boşluklarından da. İlk bakışta sessiz, ıssız bir boşlukta bulursunuz kendinizi. Çünkü şair ''yalın şeylerin arkasına'' gizliyordur kendisini, onu bulabilmemiz için:
.......
beni bulamazsan, eşyayı bulacaksın,
elinin dokunduğu şeylere dokunacaksın,
parmak izlerimiz karışacak birbirine.
*
Ağustos mehtabı ışıyor mutfakta
kalaylanmış bir tencere gibi (sana bu söylediklerim
----------yüzünden öyle görünüyor),
boş evi ve evin diz çökmüş sessizliğini aydınlatıyor-
sessizlik hep öyle diz çökmüş gibi kalıyor.
*
Her sözcük bir geçittir
bir buluşmaya, çoğu zaman vazgeçilen,
işte o zaman doğrudur o sözcük: buluşmakta direttiği
----------zaman. (Sayfa: 7)
*****
Şiire, aşka ve ölüme inanıyorum,
işte bu yüzden ölümsüzlüğe de inanıyorum.
Bir dize yazıyorum, dünyayı yazıyorum; ben varım;
----------dünya var.
Bir ırmak akıyor serçe parmağımın ucundan
ilk gerçek oluyor bu arılık, bu benim son dileğim. (Sayfa: 8)
*****
Gece. Hiç ses yok. Yalnız kükremesi boşluğun.
ve saydam belirsiz ay ışığı.
hâlâ bir biçim almadan duran ve o kadını inciten. (Sayfa: 9)
*****
RİTSOS'UN OLGUNLUK DÖNEMİ (Chrysa Papandreou) (Çeviri: Cevat Çapan)
*
Şiirin bel kemiğinden sürekli olarak uzaklaşmaya ve okuyucunun dikkatini ikincil önemi olan ''anlamsız'' ögelere çekmeye dayanan bu yöntem, kamera tekniğini hatırlatır bize. Genel görüntüden, büyük planda titizlikle gösterilmiş bir ayrıntıya, bu ayrıntıdan da tekrar genel görüntüye geçen bir kameradır bu. İmgelerden, çağrışımlardan, anılardan, seraplardan oluşan bir labirentin içinde kaybolmak, sonra da yeni bir alana kaymak için bütün bunları bağlamak; nesnelerin sonradan yerlerine yerleşebilmeleri, ya da kendi başlarına gizli bir biçimde etki yaratabilmeleri için, ilk bakışta belirsizlik içinde bırakılmaları: İç dünyayı keşfetmeyi, analiz etmeyi, araştırmayı amaçlayan bu şiirin yöntemi budur işte. Bunların yanı sıra şairin titiz betimlemelere verdiği önemi de unutmamak gerek. Nesneyi doğrudan doğruya ele almaktansa, inatla onun etrafını kuşatmaya dayanan bir yöntemdir bu. Böylelikle, okuyucunun şiire kendine özgü bir yaklaşımla bakarak duyarlığını harekete geçirmesi ve şiiri kendi kişisel çabasıyla çözmesi sağlanır. Böylece de, bulduğu şey duyarlığını zedelememiş olur, zira bulunan şey okuyucuya kendi buluşuymuş izlenimini verir. (..)  Antik mitos, Ritsos'un trajediyi, ya da daha doğru söylemek gerekirse zamanımızın dramını işlediği bir kanaviçedir. Ritsos, olaylarla biz arasında yapay bir uzaklık yaratarak, dramatik ögeyi çıplak ve yalnız bırakır. Dramatik ögeyi geçici olanın dışında incelemeyi amaçlar. (..)
*
Gelgelelim, dramatik öge yeni bir biçimde yorumlanmış bile olsa, antik mitosun bir tekrarından ibaret kalmaz onun şiirinde. Çünkü burada üzerinde düşünülen konu, ''olayların yanı sıra bir de tarihin gördüğü'' işlevdir. Ritsos'un şiirinde, Antik Çağ'dan Hıristiyanlığa, Bizans'tan Batı'ya, yüceliğin kendi içinde taşıdığı yıkıcı güçler tarafından yok edildiği her dönemde, çözülen birliği yeniden kurma çabasına girerek tarihi gözden geçiririz.
Ritsos'un Antik Çağ'a bakışında bir değişme arzusu değil, bir kopma arzusu yatar. Kopma Ritsos düşüncesinin temel taşıdır. Bu kopma masal düzlemiyle sınırlı kalmaz. Bize geleneksel biçimleriyle aktarılmış kişiler, olaylar, olayların sebepleri, klasik dönem, fizik ötesi.. Bu bunları yadsır Ritsos. Böylelikle, doğaüstü yazgı; insani ya da toplumsal zorunluluğun bir sınırı, bir yakarıcı başkaldırı haline gelir. Onun şiirinde trajik olan tek şey, hem yaratıcı güç, hem de şiirle felsefe üzerine düşünme anlamına gelen ölümdür. (Sayfa: 15- 17)


RİTSOS'UN OLGUNLUK DÖNEMİ
(Chrysa Papandreou) (Çeviri: Cevat Çapan)
**************************************************
Mayakovski üzerine yazdığı denemeden bir bölüm:
*
1930'dan bugüne kadar birçok olay geçti: Demokrat İspanya'nın düşüşü, İkinci Dünya Savaşı, atom enerjisinin bulunması, Hiroşima, Nagazaki, Stalin'in düşüşü; bunlar sadece bazıları. Büyük ve korkunç deneyimler, kahramanlık eylemleri, cinayetler, kurban etmeler, kan, galibiyetler, küller, çamur. Bilimsel alanda mucizeler, teknik uygarlığın serpilmesi, sosyalist alanın genişlemesi; aynı zamanda da tepkiler, güçlüklerle tehlikeler. Başlangıcın coşku ve hayranlık çığlıkları yerlerini daha suskun bir içe dönüşe bırakıyorlar artık. ''Tümcelerimi çığlık kalıplarına göre kuruyorum,'' demişti Mayakovski. Bugünün şairleri söylediklerinin anlaşılmasından ya da anlaşılmamasından korktuklarından olacak, basit ya da gizli konuşma kalıplarına göre kuruyorlar tümcelerini: Edebi kaçmasını göze alarak şunu söylemek istiyorum: Tümcelerini suskunluk kalıplarına göre kuruyorlar. (..)
Bugün her başarıyı, ama aynı zamanda her güçlüğü daha açıkça görmek mümkün. Eski ya da çağdaş mitoslar ya yıkıldılar, ya da kapanması imkansız olan yaralar aldılar; bunun insan psikolojisiyle insan düşüncesi üzerinde ciddi sonuçları oldu. En yüce özgürlük ideali adına bize emanet edilmiş olan gücü kötüye kullanmamanın, bireyciliğe karşı savaşayım derken kendini beğenmişliğe düşmemenin, alçakgönüllü kitle adına kişisel üstünlük kavgasına girişmemenin, gerçekleştirilmesi ne denli güç şeyler olduğunu artık öğrendik.
İşte bu yüzden Mayakovski şiirinin bir zamanlar haklı olarak ''biz''i temsil eden ''birinci tekil şahıs''ı o şiirin dışında pek kibirli kaçıyor artık. Bu konuda gerçek bir alçakgönüllülükle davranılması da, en azından bu kibirli tavır da kulağa ters gelen, uyumsuz bir şeyler olduğunun bilincine varıldığından olacak, üçüncü tekil şahısı kullanmanın hiç olmazsa bir alçakgönüllülük maskesi olduğu anlaşılmış durumda. Bunun sonucunda, günümüz şiirinde, bu ''birinci tekil şahıs'', daha nesnel ve daha ılımlı olan ikinci ve üçüncü şahıslara bıraktı yerini. Şimdiki zaman, gelecek zaman ve emir fiilleri geçmiş zamanlara kayıyor; günümüzün bir özelliği de bu: Geçmiş zamanı kapsama arzusu. Dizenin ünlemsel yapısı (ki, bu, şiir yüksek sesle okunurken dinleyenlerle doğrudan doğruya iletişim kurma ihtiyacından doğmuştur) bu tür meçhul üçüncü şahsın anlatısına dayanan öykülemeli yapıya bıraktı yerini. Günümüz şairi, şimdiki zamanla birinci şahsı kullanma gereğini duyunca başka bir şahıs arkasına gizlenmekte, özneyi nesnelleştirerek başka bir kişiliğe bürünmektedir. Çağımızın başlıca şiir yapıtları üzerine yapılacak bir inceleme, insanın hem mikrokozm, hem de evrensel boyutlardaki yeni kavrama gücünü, onun geçmiş, şimdi ve geleceği kapsayan görüş alanının kaydettiği gelişmeyi ve eskiden ''yazgı'' denilen -ve insanın özü ile evrendeki yerini, onun ölümünü kaçınılmaz kılan şeyi araştırma açısından bugün de geçerliğini koruyan- o kavramı açıklayabilir. (Sayfa: 19-20)
*****
*
''Hep çiğneyip durmuşlar bir lokma gökyüzünü
duydukları acıyı boğabilmek için. (Sayfa: 26)
*
''ve ufkun dört kapısına kanat çırparak
binlerce güvercin havalanıyor ellerinden her şafak. ''(Sayfa: 28)
*****
*
''Masada kabuk ekmek ve zeytin.
Tırmanan asmaya takılı duran akşam yıldızı.
Ve çok yükseklerde, bir şişe geçirilmiş gibi dönen,
sarmısak, biber ve yanık yağ kokan samanyolu.
Daha nice yıldız dokulu ibrişim gerek çam pürlerinin
''Bu da geçer, yahu.!'' sözlerini işleyebilmesi için
yazın kavrulmuş ağılına.
Daha nice germeli yüreğinin tellerini
yedi oğlu boğazlanmış bu ana mezarları başında,
daha kaç gün geçmeli ki, yeniden aydınlık ulaşsın
ruhunun sarp yamacına.?'' (Sayfa: 30)
*
''Ve lir gibi türkü çağırır kayıkların halatları.
Ve Odysseus'un şarap kupasından acı denizi yudumlar
----------denizci.'' (Sayfa: 30)
*
''Onlar alevlerin ve demirin içinden geçmişler.
Onlar oturup taşlarla söyleşmişler.
Onlar atalarının kafataslarıyla sunmuşlar
Ölüme ısmarladıkları rakıyı.
Digenis'le karşılaştıkları harman yerlerinde
yemeğe oturduklarında,
bir zamanlar dizlerinde kırarak nasıl
----------bölüşmüşlerse kara somunlarını
onunla öyle bölüşmüşler acılarını.'' (Sayfa: 31)
*
''Gel kadınım, tuza bulanmış kirpiklerin,
yılların çilesiyle tunçlaşmış elin
ve yoksulların yakasını bırakmayan kederinle.
Sevgi, yolunu bekliyor fundalıkta.
Martı, mağarasına asıyor senin kararmış, azizleşmiş
----------suretini
ve saygıyla ayaklarını öpüyor küskün deniz kirpisi.'' (Sayfa: 32)
*****
*
Burada gözümüzün yağını azaltmaz hiç gökyüzü.
Bu ülkede, sırtımızda taşıdığımız kayanın
yarı ağırlığını yüklenir güneş.
Damlar sessizce çatlar öğle sıcağının dizinde
ve gölgeleri önünde sıçrayıp gider insanlar
Skiaothos kayıklarıyla yarışan yunuslar gibi.
Sonra bir kartala dönüşür gölgeleri
kanatlarını batan güneşin rengine bulayan
ve onlar kızıl-kara salkımlar arasında uzanırlarken
----------güneşli yamaçta
yıldızları düşünmek için başlarına tüneyen. (Sayfa: 35)
*****
*
''Ağaçtan ağaca, taştan taşa dünyadan geçtiler.
Dikenden yastıklarda uykudan geçtiler.
Kavrulmuş elleriyle hayat ırmağını getirmekteydiler.'' (Sayfa: 38)
*
''Nasıl bir türküydü o dorukları titreten.!
Dizleri arasına alıp ayı bir tepsi gibi yemek yerlerdi.
Yüreklerinin kerpeteniyle bükerlerdi acının belini
Kalın tırnaklarıyla bit kırar gibi.'' (Sayfa: 39)
*****
*
''Ve çocukların ilk gülüşü gibi bir nar fışkıracak
----------gün ışığının göğsünden.
Ve sonunda yüreklerini okumak için o taşın üstüne
----------oturacağız
bütün insanlığın tarihini o yüreklerde okurcasına.'' (Sayfa: 45)
*****
*
''Siperlerde ölü komutanlar koruyor kaleleri.
Etleri kaputları içinde çürüyor.
Daha yorulmadın mı kardeş.?
Çiçek açtı yüreğine saplanan kurşun.
Beş sümbül filizlendi kayanın koltukaltından.
Her solukta bu masalı anlatıyor kokusu. Hatırlamıyor musun.?
Sana hayatı anlatıyor yaraya saplanan her bıçak.
Ve sana anlatmak için dünyanın güzelliğini
şifalı bir ot yeşeriyor tırnağının kirinden.
*
Tut elimden. Bu el senin. Deniz suyuyla beslenmiş.
Bu deniz senin. Acı özsuyu damlıyor incir dalından,
nerede olursan ol, gökyüzü seni görüyor, sen bir tel saç
----------koparırken sessizliğin başından.'' (Sayfa: 49)
*****
*
''Eğer şiir bağışlanma değilse,'' diyor kendi kendine
''o zaman başka hiçbir yerden medet ummamalı.'' (Sayfa: 63)
*****
*
ÖRÜMCEK
*
Bazen bir raslantı ya da önemsiz bir sözcük
umulmadık bir anlam kazandırır şiire,
nasıl ki, nicedir kimsenin uğramadığı
terkedilmiş bir bodrumda, büyük, boş bir küpün
karanlık kasnağında bir örümcek amaçsızca dolaşırsa-
(size göre amaçsızca, ama ona göre..) (Sayfa: 83)
*****
İŞİYLE BAŞ BAŞA
*
Bütün gece, çılgın gibi, acımadan mahmuzlayarak sağrısını
dörtnala sürdü atını. Bekliyorlar, diyordu; kuşkusuz
işi aceleydi. Gün doğarken vardığında,
kimseler beklemiyordu, bekleyen kimse yoktu. Dört bir
----------yanına baktı-
kapılar sürgülü, evler ıpıssız, herkes uykudaydı.
Yanıbaşında atının solumasını duydu-
ağzı köpük içinde, kaburgaları ezik, sağrısı soyulmuş.
Atının boynuna sarılıp ağlamaya başladı.
Hayvanın iri, karanlık, ölüme yakın gözleri
uzak, yağmur yağan bir ülkede, yapayalnız iki kuleydi. (Sayfa: 86)
*****
BENZERLİKLER
*
Su deposunda donuk yıldızlar,
mühürlü bir odadaki ayna gibi
eski avlunun ortasında duran depoda.
Güvercin konuyor çevresine.
Boş beyaz saksılar
sınırını çiziyor ayışığının.
Sessizce bir türkü söylüyoruz
içimizde bir yaraya bakarak. (Sayfa: 90)
*****
*
YALNIZLIĞIN ANLAMI
*
Yalın şeylerin arkasına gizleniyorum beni bulasın diye;
beni bulamazsan, eşyayı bulacaksın,
elimin dokunduğu şeylere dokunacaksın,
parmak izlerimiz karışacak birbirine.
*
Ağustos mehtabı ışıyor mutfakta
kalaylanmış bir tencere gibi (sana bu söylediklerim
----------yüzünden öyle görünüyor),
boş evi ve evin diz çökmüş sessizliğini aydınlatıyor-
sessizlik hep öyle diz çökmüş gibi kalıyor.
*
her sözcük bir geçittir
bir buluşmaya, çoğu zaman vazgeçilen,
işte o zaman doğrudur o sözcük; buluşmakta direttiği zaman. (Sayfa: 105)
*****
KENDİNE YETERLİK
*
''Ağaçların altında iki iskemle. Niçin iki.?
Haa evet, biri oturmak, biri de bacaklarını uzatmak için.'' 
(Sayfa: 106)
*****
GECE YARISI
*
''Ölüler ayakkabılarını eskitmez, diyor-yumuşak yerlerde
yumuşak adımlarla yürürler. Bizim içimizde yürür ölüler,
bazen de, tutumlu olmak için, bizim ayakkabılarımzı bile giyerler.''
(Sayfa: 114)

#YannisRitsos #SeçmeŞiirler #ÇeviriCevatÇapan

BİR AD MÜZİK VE EVRENE DÖNÜŞÜNCE
>>>>>>>>>>>>>>>>>Nâzım Hikmet'e
*
Nâzım kardeşim
mavi gözlü Nâzım
mavi yüreğin
ve daha da mavi düşlerinle
sen ki karanlığa derin derin
baktığın zaman
en ufak bir kin duymadan
karanlığı bile mavileştirirsin
*
Nâzım
sen ki bir kadeh şarap
ve güzel bir kadının diziyle
üzerinde sevdanın halk bayrağı
dalgalanan bir deniz köşesiyle
ufukları ağartır
bir pencere açarsın
her şeyin yok olduğu yerde
ve tepelerden taşlar yuvarlanır keyifle
kayıklara kadar
ve sokak fenerinin altında
bir köpek düşlere dalar
*
Nâzım
senin küçük sokak çalgıcılarını gördüm
Galata Köprüsü üstünde
senden birkaç dize saklıydı
keman kutularının içinde
söylemeye izinli olduklarından başka birkaç dize
bulutlara bakarak bekliyorlardı
onları söyleyebilecekleri günü
(bazan bir keman Nâzım
sıkılmış bir yumruk gibidir
ve sıkılmış yumruğun içinde
bir kanat gizlidir)
*
Nâzım
grevci dok işçilerini gördüm
vinçler direkler şiirler arasında
çuvallar sandıklar güller arasında
ve büyük geminin yanında
bekleyen iki mavi ışık
demir almak üzereydi gemi
(Kimbilir hangi yolculuğa.?)
kavgaydı bu
sevdaydı bu
ve sen Nâzım kaptanıydın
sınırlardan öteye yönelen bu yolculuğun
*
Nâzım
biri çıkıyordu geminin merdiveninden
kafeste kanaryalarıyla
papuçlarının bağları çözük
''günaydın'' demesi gerekirken
''kırmızı'' diyen biri
bir kadın ağlıyordu kapıda
balıkçı geçti kimsenin gözüne ilişmeden
saatinin içinde
tozlu camın altında
küçük bir balık bağırıyordu
sen duydun onu ben duydum
ve istedim ki
en karanlık sözcüğü vereyim de
apak olsun yeniden
direttim
bugünkü gibi
her zamanki gibi
hepimiz gibi
işte böyle, Nâzım
*
Ama sen Nâzım
hangi zindandan
gecenin hangi köşesinden
hangi ölümden olursa olsun
gülümsüyorsun
dünyanın gülümseyişini koruyan
o masmavi gülümseyişinle
Nâzım kardeşim
yoldaşımız bizim
Merhaba Nâzım
*
Nâzım
sen bizi öyle çok sevdin
biz seni öyle çok sevdik ki
küçük adınla çağırır herkes seni
herkes sen der sana
Fransa da Rusya da Yunanistan da
Aragon da Nâzım
Neruda da Nâzım
ben de Nâzım
özgürlük ki adlarından biridir senin
o senin en güzel adın
*
Merhaba Nâzım. (Sayfa: 134)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...