#OrhanPamuk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
#OrhanPamuk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Haziran 2020 Çarşamba

Orhan Pamuk - Babamın Bavulu

Orhan Pamuk - Babamın Bavulu
''Asıl korkum, bilmek, öğrenmek bile istemediğim asıl şey ise, babamın iyi bir yazar olması ihtimaliydi. Babamın bavulunu asıl bundan korktuğum için açamıyordum. Üstelik bu nedeni kendime açıkça söyleyemiyordum bile. Çünkü babamın bavulundan gerçek, büyük bir edebiyat çıkarsa babamın içinde bambaşka bir adam olduğunu kabul etmem gerekecekti. Bu korkutucu bir şeydi. Çünkü ben o ilerlemiş yaşımda bile babamın yalnızca babam olmasını istiyordum; yazar olmasını değil.''(Sayfa: 10)
Orhan Pamuk - Babamın Bavulu
''Benim için yazarlığın sırrı, nereden geleceği hiç belli olmayan ilhamda değil, inat ve sabırdadır. Türkçe'deki o güzel deyiş, ''iğneyle kuyu kazmak'', bana sanki yazarlar için söylenmiş gibi gelir. Eski masallardaki, aşkı için dağları delen Ferhat'ın sabrını severim ve anlarım. Benim Adım Kırmızı adlı romanımda, tutkuyla aynı atı yıllarca çize çize ezberleyen, hatta güzel bir atı gözü kapalı çizebilen İranlı eski nakkaşlardan söz ederken yazarlık mesleğinden, kendi hayatımdan söz ettiğimi de biliyordum.'' (Sayfa: 11)
Orhan Pamuk - Babamın Bavulu
''Yazar olmak için, sabır ve çileden önce içimizde kalabalıktan, cemaatten, günlük sıradan hayattan, herkesin yaşadığı şeylerden kaçıp bir odaya kapanma dürtüsü olmalıdır. Sabır ve umudu kendimize yazıyla derin bir dünya kurmak için isteriz. Ama bir odaya, kitaplarla dolu bir odaya kapanma isteği bizi harekete geçiren ilk şeydir. Bu kitapları keyfince okuyan, yalnızca kendi vicdanının sesini dinleyerek başkalarının sözleriyle tartışan ve kitaplarla konuşa konuşa kendi düşüncelerini ve âlemini oluşturan özgür, bağımsız yazarın ilk büyük örneği, modern edebiyatın başlangıcı Montaigne'dir elbette.'' 
(Sayfa: 12)
Orhan Pamuk - Babamın Bavulu
''Edebiyatın insanoğlunun kendini anlatmak için yarattığı en değerli birikim olduğuna inanıyorum. İnsan toplulukları, kabileler, milletler edebiyatlarını önemsedikleri, yazarlarına kulak verdikleri ölçüde zekileşir, zenginleşir ve yükselirler; ve hepimizin bildiği gibi, kitap yakmalar, yazarları aşağılamalar milletler için karanlık ve akılsız zamanların habercisidir.'' (Sayfa: 13)
Orhan Pamuk - Babamın Bavulu
''Kendi hikâyemizden başkalarının hikâyeleri gibi ve başkalarının hikâyelerinden kendi hikâyemizmiş gibi bahsedebilme hüneridir edebiyat.'' (Sayfa: 13)
Orhan Pamuk - Babamın Bavulu
''..iyi bir hayatın ölçüsünün mutluluk olduğunu nereden çıkarmıştım ki.? İnsanlar, gazeteler, herkes en önemli hayat ölçüsü mutlulukmuş gibi davranıyordu hep. Yalnızca bu bile, tam tersinin doğru olduğunu araştırmaya değer bir konu haline getirmiyor muydu.?'' (Sayfa: 15)
Orhan Pamuk - Babamın Bavulu
''Herkesin bildiği ama bildiğini bilmediği şeylerden söz etmektir yazarlık. Bu bilginin keşfi ve onun geliştirilip paylaşılması okura çok tanıdığı bir dünyada hayret ederek gezinmenin zevklerini verir.'' 
(Sayfa: 17)
Orhan Pamuk - Babamın Bavulu
''Bütün gerçek edebiyat, insanların birbirine benzediğine ilişkin çocuksu ve iyimser bir güvene dayanır. Kapanıp yıllarca yazan biri, işte böyle bir insanlığa ve merkezi olmayan bir dünyaya seslenmek ister.'' (Sayfa: 17)
Orhan Pamuk - Babamın Bavulu
''Emreden, yasaklayan, ezen, cezalandıran sıradan bir baba olmadığı, beni her zaman özgür bırakıp, bana her zaman aşırı saygı gösterdiği için de ona müteşekkirdim. Pek çok çocukluk ve gençlik arkadaşımın aksine, baba korkusu bilmediğim için hayal gücümün zaman zaman özgürce ya da çocukça çalışabildiğine bazan inanmış, babam gençliğinde yazar olmak istediği için yazar olabildiğimi içtenlikle düşünmüştüm.'' (Sayfa: 19)
Orhan Pamuk - Babamın Bavulu
''Bildiğiniz gibi biz yazarlara en çok sorulan, en çok sevilen soru şudur: Neden yazıyorsunuz.? İçimden geldiği için yazıyorum.! Başkaları gibi normal bir iş yapamadığım için yazıyorum. Benim yazdığım gibi kitaplar yazılsın da okuyayım diye yazıyorum. Hepinize, herkese çok çok kızdığım için yazıyorum. Bir odada bütün gün oturup yazmak çok hoşuma gittiği için yazıyorum. Gerçekliğe onu ancak değiştirerek katlanabildiğim için yazıyorum. Ben, ötekiler, hepimiz, bizler İstanbul'da, Türkiye'de nasıl bir hayat yaşadık, yaşıyoruz, bütün dünya bilsin diye yazıyorum. Kâğıdın, kalemin, mürekkebin kokusunu sevdiğim için yazıyorum. Edebiyata, roman sanatına her şeyden çok inandığım için yazıyorum. Bir alışkanlık ve tutku olduğu için yazıyorum. Unutulmaktan korktuğum için yazıyorum. Getirdiği ün ve ilgiden hoşlandığım için yazıyorum. Yalnız kalmak için yazıyorum. Hepinize, herkese neden o kadar kızdığımı belki anlarım diye yazıyorum. Okunmaktan hoşlandığım için yazıyorum. Bir kere başladığım şu romanı, öteki yazıyı, bu sayfayı artık bitireyim diye yazıyorum. Herkes benden bunu bekliyor diye yazıyorum. Kütüphanelerin ölümsüzlüğüne ve kitaplarımın raflarda duruşuna çocukça inandığım için yazıyorum. Hayat, dünya, her şey inanılmayacak kadar güzel ve şaşırtıcı olduğu için yazıyorum. Hayatın bütün bu güzelliğini ve zenginliğini kelimelere geçirmek zevkli olduğu için yazıyorum. Hikâye uydurmanın ve kurmanın zevkleri için yazıyorum. Tıpkı bir rüyadaki gibi gidilecek başka bir yere bir türlü gidemiyormuşum duygusundan kurtulmak için yazıyorum. Bir türlü mutlu olamadığım için yazıyorum. Mutlu olmak için yazıyorum.'' 
(Sayfa: 19-20)
Orhan Pamuk - Babamın Bavulu
''Babamın bavulunu bana bırakmasından yirmi altı yıl önce, yirmi iki yaşımdayken her şeyi bırakıp romancı olmaya karar vermiş, kendimi bir odaya kapatmış, dört yıl sonra ilk romanım Cevdet Bey ve Oğulları'nı bitirmiş ve henüz yayımlanmamış kitabın daktilo edilmiş bir kopyasını okusun ve bana düşüncesini söylesin diye titreyen ellerle babama vermiştim. Yalnız zevkine ve zekâsına güvendiğim için değil, annemin aksine, babam yazar olmama karşı çıkmadığı için de onun onayını almak benim için önemliydi. O sırada babam bizimle değildi, uzaktaydı. Dönüşünü sabırsızlıkla bekledim. İki hafta sonra gelince kapıyı ona koşarak açtım. Babam hiçbir şey söylemedi, ama bana hemen öyle bir sarıldı ki, kitabımı çok sevdiğini anladım. Bir süre, aşırı duygusallık anlarında ortaya çıkan bir çeşit beceriksizlik ve sessizlik buhranına kapıldık. Sonra biraz rahatlayıp konuşmaya başlayınca, babam, bana ya da ilk kitabıma olan güvenini aşırı heyecanlı ve abartılı bir dille ifade etti ve bugün büyük bir mutlulukla kabul ettiğim bu ödülü bir gün alacağımı öylesine söyleyiverdi.''
*
Aralık 2006, Stockholm (Sayfa: 21)
***
''..benim gibilerin durumunda, en iyi tedavi, en büyük mutluluk kaynağı, her gün iyi bir yarım sayfa yazmaktır. Otuz yıldır aşağı yukarı her gün on saatten az olmamak üzere bir odada, masamda yazıyorum.'' (Sayfa: 26)
***
''Romancının siyaseti, romancının hayal gücünden kaynaklanır, roman yazarının kendini bir başkasının yerine koyma gücüdür. Bu güç onu yalnızca hiç seslendirilmemiş insani gerçekleri keşfeden kişi değil, sesi çıkmayanların, öfkesi duyulmayanların, bastırılmış sözün, dile getirilmemiş olanın sözcüsü durumuna da getirir.'' (..) ''Gelmiş geçmiş en büyük siyasal roman olan Cinler'i, bugün Dostoyevski'nin istediği gibi, Rus Batılılaşmacıları ve nihilistlerine karşı yazılmış bir polemik romanı olarak değil, Slav ruhu, Rus gerçeği hakkında bize büyük bir sır ifşa eden bir kitap olarak okuyoruz.'' (Sayfa: 38)
Orhan Pamuk - Babamın Bavulu
''Hepimiz biliriz: Birisinin çok fazla gururlandığı, çok mağrur davrandığı yerde. ''öteki''nin utancının ve aşağılanışının gölgeleri vardır. Ya da çok fazla aşağılandığını hayal eden biri, mağrur bir milliyetçilik ile çıkar karşımıza.'' (Sayfa: 39)
***
''Roman sanatı, sır gibi saklamak istediğimiz utançlarımızı başkalarıyla paylaşabilmenin bizi özgürleştireceğini öğretti bana.'' (Sayfa: 40)
Orhan Pamuk - Babamın Bavulu
''İyi edebiyatın seslendiği şey yargılama gücümüz değil, kendimizi bir başkasının yerine koyabilme yeteneğimizdir.'' (Sayfa: 41)
Orhan Pamuk - Babamın Bavulu
Mallarme'nin ''dünyadaki her şey bir kitabın içine girmek için vardır''sözü bence sonuna kadar doğrudur. (Sayfa: 44)



18 Ekim 2018 Perşembe

Orhan Pamuk - Saf ve Düşünceli Romancı

Orhan Pamuk - Saf ve Düşünceli Romancı
Roman okumanın asıl zevki, dünyayı dışarıdan değil; içeriden, o dünyada yaşayan kahramanların gözünden görebilmekle başlar. Roman okurken başka hiçbir edebi biçimin sağlayamadığı bir hızla, genel manzarayla geçici anlar arasında, genel düşüncelerle özel durumlar arasında gider geliriz. Genel manzara resmine uzaktan bakarken, bir anda kendimizi manzaradaki insanın düşüncelerinin içinde, ruh durumunun gölgeleri arasında buluruz. Açılarak uzayan Çin manzara resimlerindeki kayalık dağlar, nehirler, on binlerce yapraklı ağaçlar arasında, küçük çizilmiş bir insanı görüp, ona odaklanıp, daha sonra büyük manzarayı hayalimizde onun gözünden canlandırmak gibidir bu. (Çin manzara resimleri böyle bakılsın diye yapılır.) O zaman manzaranın, içinde ilerleyen kahramanın düşüncelerine, duygularına, algılarına uygun olarak resmedildiğini de anlarız. Romandaki manzaranın, romanın içindeki kahramanların ruh durumunun bir uzantısı, bir parçası olduğunu sezerken, benliğimizin de yumuşak bir geçişle bu kahramanlarla özdeşleştiğini fark ederiz. Roman okumak, bir yandan bu genel manzarayı aklımızda tutarken, diğer yandan kahramanların tek tek düşüncelerini, yaptıklarını izlemek, onları genel manzara içerisinde anlamlandırmak demektir. Az önce dışarıdan gördüğümüz manzaranın şimdi içindeyizdir ve dağların görüntüsünden başka, nehrin serinliğini, ormanın kokusunu hisseder, diğer kahramanlarla konuşur, romandaki âlemin içine doğru daha da ilerleriz. Romanın dili, birbirinden uzak ve ayrı bütün bu şeyleri birleştirmemize ve kahramanların kafalarının içerisini ve dışarısını tek bir bakışın parçası olarak görmemize yardım eder.
(Sayfa: 13)
***
Romanların kurgusallığı fikrinin 19. yüzyılın sonundan başlayarak, bütün 20. yüzyıl boyunca Batı dışındaki kapalı ve yarı-kapalı toplumlarda milli romancılar tarafından kullanılışının karmaşık ve eğlenceli hikâyesini ülke ülke, yazar yazar ayrıntılarıyla gözden geçirebilseydik, iki temel şey kalırdı aklımızda: Roman yazmak, okuyucunun beklentileriyle satranç oynamak, okuyucunun beklentisini tahmin edip ona karşı çıkmak ve yaşanmış deneyim ile hayal edilmiş şeyi ustaca ve bilgece karıştırma işidir. Modern romanın yerleştirdiği kurmaca anlayışının sinema sayesinde dünya çapında yaygınlaşmasından sonra bile, Defoe zamanından kalma, ''Siz bunları gerçekten yaşadınız mı.?'' sorusu geçerliliğini kaybetmedi. Tam tersi, bu soru, son üç yüz yılda roman sanatını ayakta tutan, çekici kılan temel güçlerden biri olmaya devam ediyor. (Sayfa: 28)
***
Her romancının eseri, kitapları; hayat hakkında yaptığı on binlerce küçük gözlemini, yani duyumlara dayalı hayat deneyimini sergilediği bir yıldızlar kümesidir. (Sayfa: 34)
***
Roman okuma ve yazmanın verdiği bu zevklerin iki türlü okur tarafından tamamen kaçırıldığını ekleyeyim burada:
1) Bütünüyle ''saf'' okurlar: Bunları, ellerindeki şey romandır diye ne kadar uyarırsanız uyarın, metni yazarın kendi hayat hikâyesi ya da yaşadığı şeylerin biraz değiştirilmişi olarak görürler.
2) Bütünüyle ''düşünceli'' okurlar: Onlara, ne kadar ellerindeki kitabın sizin en mahrem duygu ve düşüncelerinizle yazıldığını söyleseniz de fayda etmez, bütün metinlerin hesap kitap ile ayarlanmış kurmacalar olduğuna inanırlar.
Aman bu insanlardan uzak durun, diye uyarmak isterim sizleri. Çünkü onlar, roman okuma zevklerini hiç bilmezler. (Sayfa: 36)
***
Bir kişiyi anlamak, ahlâki yargıdan önce, dünyanın o kişinin bakış açısından nasıl göründüğünü kavramaktır. (Sayfa: 42)

Orhan Pamuk - Masumiyet Müzesi

Arka Kapak.
*
''Pamuk bu kitapla aşkı elle tutulur bir şey olarak önümüze koyuyor.''
The Washıngton Post
*
''Sınırsız zevkler veren bir hikâye.''
Guardıan
Orhan Pamuk - Masumiyet Müzesi
''İnan, kalbim yalana daha çok kırılır..'' (Füsun)
(Sayfa: 57)
***
Dergilerde, televizyonda, şarkılarda durmadan aşktan söz edilmesinden hoşlanmasına rağmen bu duygudan her an bahsedilmesini dürüst bulmuyor, âşık olmayan pek çok insanın ilgi çekmek için duygularını abarttığını düşünüyordu. Onun için aşk, bir insanın uğruna bütün hayatını verebileceği, her şeyi göze alabileceği bir şeydi, evet. Ama hayatta da bir kere olurdu ancak.
(Sayfa: 66)
***
Bu sekiz yılda yavaş yavaş anlayacağım gibi, ben her akşam Keskinler'in evine yalnızca Füsun'u görmeye değil, onun içinde yaşayıp havasını soluduğu âlemde bir süre yaşamak için de gidiyordum. Bu âlemin temel özelliği de ''zamandışı'' olmasıydı. Tarık Bey, karısına ''Zamanı unut,'' derken, işte bunu kastediyordu. Müzemizi ziyarete gelen meraklının, Keskinler'in bütün eski eşyalarına, bozulmuş, paslanmış, yıllardır çalışmayan çalar saatlerine, kol saatlerine bakarken, bu ''zamandışı'' tuhaflığı ya da bu şeylerin kendi aralarında oluşturdukları özel zamanı fark etmesini isterim. Bu özel zaman, Füsun'ların evinde yıllarca soluduğum ruhtur. (Sayfa: 296)
Orhan Pamuk - Masumiyet Müzesi
Orhan Pamuk - Masumiyet Müzesi
Tam da söylendiği gibi, Aşk elle tutulur, gözle görülür bir şey oluyor ''Masumiyet Müzesi''nde..
*
Orhan Pamuk, kitaba konu olan Aşk'ı işlerken, içinde yaşanan dönemin siyasi hareketleri (1970-1980), askeri darbeleri; gelişmişlik adına burjuva kesimin yaşadığı gel-gitleri; kenar mahallelerde yaşayan fakir halkın yaşamlarından kesitleri ve özellikle film sektörünün arkasında yaşanan gerçekleri, hiç sıkmadan vermiş..
Yine ilginç gelen yönlerinden birisi de, satır aralarında, müze gezen ya da gezecek olan okurlara ve hatta yıllar yıllar sonra kitabı okuyacak olan kişilere yaptığı göndermeler..
*
Kitapta ''Bazan'' başlığıyla verilen bölümde (Sayfa: 415), yedi sayfa boyunca ''Bazan'' sözcüğüyle başlayan cümleler hiç sıkmadan, bir resmi izler gibi akıp gidiyor..
Ve zaman zaman Aristo'nun ''zaman'' kavramına yaptığı atıflarla, ''zaman''ı okuyucuya düşündürüyor..
*
Kitaba yeni başladığımda ''Benim Adım Kırmızı'' kadar etkilenmeyeceğimi düşünmüştüm ama ilerledikçe, zevkle, içinde kaybolarak okuduğumu fark ettim..
''Masumiyet Müzesi'' okuduğum ikinci kitabı ve ikisinde de gördüğüm, kitabı kısa bölümler halinde yazmış olması, okumayı kolaylaştırıyor..
*
Kitabın kahramanlarından Kemal ölene kadar 5723 müze geziyor..
Bu müzeleri gezerken, aktarılan duygu ve düşünce durumuyla da beni çok etkiledi.. Bundan sonraki gezilerimde, farklı bir bakış açısıyla gezeceğimi ve duygularımın çok daha derin olacağını seziyorum. Buna dâir küçük bir alıntı:
*
''Gerçek müzeler, Zaman'ın Mekan'a dönüştüğü yerlerdir''
(Sayfa: 528)
*
Pek çok alıntı yapmak istedim ama, özellikle romanlarda, kendim de romanı fazlaca tanıtan açıklamaları sevmem.. Okunması gerek ve okunduğunda pişman olunmayacak çok güzel bir kitap..
*
Sadece kitabın sonunda Orhan Pamuk'un ''Aşk ve Müze Üzerine'' başlığından bir iki bölümü yazmak istiyorum:
*
''Romanda ilk hedefim müze değil, aşk dediğimiz karmaşık, psikolojik, kültürel, antropolojik şeyi soğukkanlılıkla anlatmaktı. Aşkı yüksek bir yere koyup, sevilen şarkılarda yapıldığı gibi, ''Aman ne güzel bir duygu.!'' demek istemiyordum. Bu duyguyu -tıpkı bir trafik kazası gibi- hayatta başımıza gelen ve çoğu zaman bize istemediğimiz kadar acı veren bir şey olarak anlatmak istiyordum. Masumiyet Müzesi her şeyden önce aşk hakkında bir düşünmedir.'' (Sayfa: 558)
*
''Müze 2012 yılında açıldıktan sonra da çok sık karşılaştığım ''Orhan, sen Kemal misin.?'' sorusuna olumlu bir cevap verebilmeyi çok isterdim. Belki de bu yüzden şu cevabı geliştirdim: ''Evet ben de çocukluğumu ve ilkgençliğimi 1950-90 arasında romanda anlattığım Nişantaşlı burjuvalar arasnda geçirdim. Kemal'in ailesi, dostları benim aileme, yakın çevreme; gittiği, yaşadığı yerler de benim gittiğim, bulunduğum yerlere çok benzer. Sonra ama hem ben hem Kemal yaşadığımız sınıftan, çevrelerden dışarı itildik: Bir anlamda sınıfımızın dışına düştük. Kemal, Füsun'a olan aşkı yüzünden; ben, edebiyat sevgim ve siyasi durumlar yüzünden. İkimiz de pişman değiliz.

*
Orhan Pamuk, Ağustos 2013, Büyükada

4 Ekim 2018 Perşembe

Orhan Pamuk - Benim Adım Kırmızı

Orhan Pamuk - Benim Adım Kırmızı
(.. Bir köpek tencereyi yaladı diye o tencerenin ya atılması ya kalaylanması gerektiği yalanını ancak kalaycılar çıkarabilir.. Belki de kediler..) (Sayfa: 21)
***
(.. insanların yüzlerine baktıkça görüyorum ki ellerine daha cinayet işleme fırsatı geçirmemiş oldukları için pek çok kişi masum zannediyor kendini. Bu küçük talih ve kader meselesi yüzünden, insanların çoğunun benden daha ahlaklı ya da iyi olduğuna inanmak zor. Olsa olsa henüz cinayet işlemedikleri için biraz daha aptal suratlı oluyorlar ve bütün aptallar gibi iyi niyetli gözüküyorlar. Gözünde bir zekâ ışıltısı, yüzünde ruhundan yansıyan bir gölge gördüğüm herkesin gizli bir katil olduğunu anlamam için o zavallıyı öldürdükten sonra, İstanbul sokaklarında dört gün yürümem yetti. Yalnızca aptallar masumdur..)
(Sayfa: 23)

Orhan Pamuk - Benim Adım Kırmızı
Orhan Pamuk - Benim Adım Kırmızı
''Saf hiçbir şey yoktur,'' dedi Enişte Efendi. ''Nakışta, resimde ne zaman harikalar yaratılsa, ne zaman bir nakkaşhanede gözlerimi sulandıracak, tüylerimi ürpertecek bir güzellik ortaya çıksa, bilirim ki orada daha önceden yan yana gelmemiş iki ayrı şey birleşip bir yeni harikayı ortaya çıkarmıştır. Behzat'ı ve bütün Acem resminin güzelliğini, Arap resminin Moğol-Çin resmiyle karışmasına borçluyuz. Şah Tahmasp'ın en güzel resimleri Acem tarzıyle Türkmen hassasiyetini birleştirdi. Bugün herkes Hindistan'daki Ekber Han'ın nakkaşhanelerini anlata anlata bitiremiyorsa, nakkaşlarını Frenk üstatlarının usüllerini almaya teşvik ettiği içindir bu. Doğu'da Allah'ındır, Batı da. Allah bizi saf ve karışmamış olanın isteklerinden korusun.
(Sayfa: 186)
***
Duyuyorum sorduğunuzu: Nedir bir renk olmak.?
Renk gözün dokunuşu, sağırların müziği, karanlıkta bir kelimedir. On binlerce yıldır kitaptan kitaba, eşyadan eşyaya rüzgârın uğultusu gibi ruhların konuştuklarını dinlediğim için benim dokunuşumun meleklerin dokunuşuna benzediğini söyleyeyim. Bir yanım burada gözlerinize sesleniyor, o benim ağır yanım. Bir yanım havada bakışlarınızla kanatlanıyor, o benim hafif yanım.
Kırmızı olmaktan ne de mutluyum.! İçim yanıyor, kuvvetliyim; farkedildiğimi biliyorum; bana karşı koyamadığınızı da.
Saklanmam: Benim için incelik, zayıflık ya da güçsüzlükle değil, kararlılık ve iradeyle gerçekleşir ancak. Kendimi ortaya koyarım. Başka renklerden, gölgelerden, kalabalıktan ya da yalnızlıktan korkmam. Ne de güzeldir beni bekleyen bir yüzeyi kendi muzaffer ateşimle doldurmak.! Benim yayıldığım yerde gözler parıldar, tutkular kuvvetlenir, kaşlar kalkar, yürekler hızlanır. Bakın bana; ne kadar güzel şey yaşamak.! Seyredin beni; ne güzeldir görmek. Yaşamak görmektir. Her yerde görünürüm. Hayat benimle başlar, her şey bana döner inanın bana (Sayfa: 215)
***
(.. Zaten tek bir kırmızı vardır ve yalnızca ona inanılır.
''Bu kırmızının anlamı nedir.?'' diye yine sordu atı ezberden çizmiş kör nakkaş.
''Renklerin anlamı orada karşımızda olmaları ve onları görmemizdir,'' dedi öteki. ''Görmeyene kırmızı anlatılamaz.''
''Münkirler, zındıklar, inançsızlar da Allah'ı inkâr etmek için onun gözükmediğini söylerler,'' dedi atı çizen kör nakkaş.
''Oysa o görene gözükür,'' dedi öteki usta. ''Kuran-ı Kerim bu yüzden görenle görmeyenin hiç bir olmayacağını söyler.''
Güzel çırak, atın eğerinin örtüsüne beni yavaş yavaş sürmüştü. Güzel bir nakşın siyah beyazına kendi doluluğum, gücüm ve canlılığımı yerleştirmek öyle hoş bir duygudur ki, kedi kılından fırça beni kâğıda yayarkensevinçten gıdıklanırım. Böylece ben renklendirdikçe sanki âleme ''ol'' derim ve âlem benim kan rengimden olur. Görmeyen inkâr eder, ama her yerde ben varım. (Sayfa: 217)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...