2 Kasım 2018 Cuma

Sylvia Plath - Sırça Fanus


Arka Kapak
*
Sylvia Plath'ın kendi yaşamından yola çıkarak kaleme aldığı ve ilk kez 1963 yılında, ölümünden bir ay önce, başka bir isim altında yayımlatmayı başarabildiği Sırça Fanus, o günün olduğu kadar bugünün insanının da metropol yaşamındaki yabancılaşmasını anlatan modern bir klasik haline gelmiştir. 20. yüzyıl Amerikan edebiyatının melankolik prensesi Sylvia Plath'ın başyapıtı 50 yılı aşkın bir süredir okurları etkilemeye devam ediyor.
*
''Neşeli, hüzünlü, yalın, parlak ve doğal. En üstün niteliğiyse şaşırtıcı derecede dolaysız oluşu, tıpkı güpegündüz çekilmiş bir dizi fotoğraf gibi.''
*
-Time

Sessizlik bunaltıyordu beni. Sessizliğin sessizliği değildi bu. Benim kendi sessizliğimdi.'' (Sayfa: 23)
*
''.. Geceyle gündüz arasında birdenbire kayan ve hiç bitmeyecek olan bir üçüncü zaman diliminde yaşadığımız duygusuna kapılmıştım.'' (Sayfa: 25)

''Bu hain kentin seni üzmesine izin verme.'' (Sayfa: 43)
***
''..Birlikte kusmak kadar insanları birbirine yakınlaştıran bir şey yoktur.'' (Sayfa: 48)
***
''..Simsiyah bir uykunun derinliklerinden yukarıya doğru yavaşça yüzdüm..'' (Sayfa: 53)
***
''.. İşte şimdi yatağımda sırtüstü yatarken, Buddy'nin o soruyu soruşunu canlandırıyordum kafamda: ''Şiir nedir Esther, biliyor musun.?''
''Hayır, nedir.?'' diyordum.
''Bir parça toz.''
Sonra, tam gülümseyip gururlanmaya başlarken,''Senin kesip biçtiğin kadavralar da öyle,'' diyordum. ''Tedavi ettiğini sandığın insanlar da o kadar toz. Toz ne kadar tozsa onlar da o kadar toz. Sanırım iyi bir şiir o insanların yüzünün toplamından çok daha uzun yaşar.'' (Sayfa: 60)
***
''.. bir milyon yıllık evrim, diyordu acı acı, ve hâlâ hayvandan farkımız yok..'' (Sayfa: 83)


''.. Bir kadının bir tek temiz yaşantısı olması gerektiği, oysa bir erkeğin biri temiz, öteki kirli iki yaşantısı olabileceği düşüncesi beni çileden çıkarıyordu.'' (Sayfa: 85)
***
''Hep aynı şey oluyordu.
Uzaklarda kusursuz bir erkek görüyor ama o erkeğin yakına gelir gelmez hiç de uygun biri olmadığını anlıyordum.'' (Sayfa: 87)
***
''Eğer iki karşıt şeyi aynı anda istemek nevrotiklikse ben tepeden tırnağa nevrotiğim. Hayatımın geri kalan kısmını karşıt şeylerin birinden öbürüne uçmakla geçireceğim.'' (Sayfa: 99)
***
''..kolları güçsüz antenler gibi sallanıp duruyordu..''
''..Gökyüzünün kocaman gri gözü de bana bakıyordu..''
(Sayfa:101)
***
''İki yanımda insanlar ve ağaçlar bir tünelin karanlık duvarları gibi geriye doğru akarken, ben tünelin ucundaki durgun, parlak noktaya, kuyunun dibindeki çakıla, annesinin karnında gizlenen tatlı, beyaz bebeğe doğru hızla atılıyordum.'' (Sayfa: 102)
***
''Her şeyi birden, ilk ve son kez yapıp kurtulmak istiyordum.''
(Sayfa: 133)
***
''Doktor Gordon başımın iki yanına birer metal plaka yerleştirdi. Sonra onları klipslerle, alnımı sımsıkı saran bir banda tutturdu, bana da ısırmam için bir tel verdi.
Gözlerimi yumdum.
İçeri çekilen bir soluk gibi kısa bir sessizlik oldu.
Sonra bir şey eğilip beni kavradı ve dünyanın sonu gelmiş gibi sarstı. Mavi ışıklarla çatırdayan havada tiz bir çığlık yankılanıyordu ve her parlamada büyük bir sarsıntı beni yerden yere vuruyordu, bir an kemiklerimin kırılacağını ve yarılmış bir bitki gibi özsuyumun akıp gideceğini sandım.
Bunu hak etmek için ne yaptığımı merak ediyordum.'' (Sayfa: 149)
***
''Romalı bir düşünüre nasıl ölmek istediğini sorduklarında damarlarını ılık banyo içinde kesip açacağını söylemişti. Bunun kolay olacağını sanıyordum, küvete uzanıp bileklerimde çiçeklenen kızıllığın berrak suyun içinde dalga dalga kabarışını izleyerek gelincik rengi köpüklerin altına kayıp uykuya dalacaktım.
Ama iş bunu yapmaya gelince, bileğimin derisi gözüme öylesine beyaz ve savunmasız göründü ki bir türlü yapamadım. Sanki asıl öldürmek istediğim şey o derinin altında ya da baş parmağımın altında atan o ince mavi damarda değil, daha başka bir yerde, daha derinde, daha gizli ve ulaşılması çok daha güç bir yerdeydi.'' (Sayfa: 153-154)
***
''Bir dalga bir el gibi geri çekildi, sonra ilerleyip ayağıma dokundu.
(..)
Beyaz köpüklü ağzıyla ikinci bir dalga ayaklarımın üzerine yığıldı ve soğuk, ölümcül bir sancıyla bileklerimi kavradı.
Bedenim böyle bir ölümden korkakça irkildi.'' (Sayfa: 159)
***
''Başımı kaldırıp gözlerimi kısarak parlak mavi bir tabak gibi uzanan denize baktım -kirli kenarları olan parlak mavi bir tabak. Taşlı kıyıdan bir mil kadar uzakta iri, yuvarlak, gri bir kaya, kafasını br yumurtanın tepesi gibi sudan dışarı uzatmıştı.'' (Sayfa: 161)
***
''Durumun ne kadar umutsuzsa, seni o kadar uzağa saklamaya çalışırlar.'' (Sayfa: 166)
***
''Bir insan topluluğuyla konuşmaktan nefret ederim. Bir toplulukla konuşurken her zaman içlerinden bir tanesini seçip sözlerimi ona yöneltirim ve konuştuğum sürece ötekilerin de gizliden gizliye bana bakıp hakları olmadan dinledikleri duygusuna kapılırım. Nefret ettiğim bir şey daha varsa, o da insanların kendinizi berbat hissettiğinizi bildikleri halde neşeyle hatırınızı sorup, 'iyiyim,' demenizi beklemeleridir.
''Berbat hissediyorum.''
(Sayfa: 183)
***
''.. nerede olursam olayım -bir gemi güvertesinde, Paris'te bir sokak kafesinde ya da Bangkok'ta- hep aynı sırça fanusun içinde kendi ekşimiş havamda bunalıyor olacaktım..''
(..)
''.. ırmağın suları dokunulmamış bir içki gibi yanımdan geçip gitmişti..'' (Sayfa: 192)
***
''Bir defasında Protestan Kilisesi'nin o hiç hoşlanmadığım papazını bile getirmişlerdi. Adam yanımda olduğu sürece müthiş tedirgindi, benim iyiden iyiye keçileri kaçırdığıma hükmettiğinin farkındaydım, çünkü ona cehenneme inandığımı ve benim gibi ölümden sonra yaşama inanmayanların öldükten sonraki cehennemi kaçıracakları için ölmeden önce cehennemde yaşamak zorunda olduklarını ve kim neye inanıyorsa öldüğü zaman başına onun geleceğini söylemiştim.'' (Sayfa: 209)
***
''Sırça fanusun içinde ölü bir bebek gibi tıkılıp kalan insan için dünyanın kendisi kötü bir rüyadır.''
(..)
''Belki de unutkanlık, kar gibi her şeyi örtüp susturmalıydı.''
(Sayfa: 244)
***
''.. İkinci bir kez doğanlar için de bir dinsel tören olmalı, diye düşünüyordum. Yamanıp lastikleri değiştirilmiş ve tekrar yola çıkmaya uygun olanlar için bir tören..'' (Sayfa: 251)

Anton Çehov - Vişne Bahçesi

Arka Kapak
*
Rusya'da 19. yüzyılın ortalarında toprak köleliği kaldırılmış, burjuvazi yükselişe geçmiştir. Vişne Bahçesi ülkede değişen toplumsal, politik ve ekonomik düzenin gerçekliğiyle yüzleşemeyen aristokrat bir ailenin dokunaklı portresidir. İçinde büyük bir vişne bahçesinin bulunduğu aile çiftliğinin borçlar nedeniyle satılması söz konusudur. Çiftlik sahiplerinin çocukluk anılarıyla birlikte, vişne bahçeleri de geçmişte kalmıştır artık. Yeni düzen karşısında kararlı davranıp mülklerini ellerinde tutmaktan acizdirler. Vişne Bahçesi, 1904 yılında Moskova Sanat Tiyatrosu'nda Stanislavski tarafından sahneye kondu. Çehov yapıtının ''komedi, hatta yer yer fars'' olduğunu vurgulasa da, Stanislavski oyunu ''trajedi'' olarak ele almakta ısrar etmişti. Stanislavski o güne dek aşırı duygusal olan Rus tiyatrosuna doğal ve gösterişten uzak bir anlatım getirmesiyle ünlenmiş olsa da, Çehov'un kendi oyunları için istediği yalınlığı ve doğallığı yakalayamamıştı. *
''.. Ah çocukluğum benim, o lekesiz yıllar.! Bu odada uyur, buradan bahçeye bakardım, her sabah mutluluk da uyanırdı benimle..'' (Sayfa: 22)
***
''.. Sizi bir çift sözle rahatsız etmek istiyorum..'' (Sayfa: 33)
***
''.. Kim bilir.? Ve ne demektir ölüm.? Belki insanın yüz duygusu var da, insan öldüğünde bunlardan bizim tanıdığımız beş tanesi ölmektedir de, öteki doksan beş tanesi canlı kalmaktadır.''
(..)
İnsanlık, sahip olduğu güçleri yetkinleştirerek ileriye doğru gidiyor. Onun bugün akıl erdiremediği şeyler, bir zaman gelecek, elle tutulurcasına anlaşılır olacaktır; fakat çalışmalıyız, gerçeği arayanlara tüm gücümüzle destek olmalıyız. Rusyamızda şimdilik çok az kişi çalışıyor. Benim tanıdığım aydınların büyük çoğunluğu hiçbir şey araştırmaz, hiçbir şey yapmaz ve şimdilik kıllarını bile kıpırdatmazlar. Kendilerini aydın diye adlandırırlar ya, hizmetçi kadını ''sen'' diye çağırır, köylülere hayvana davranır gibi davranırlar. Doğru dürüst öğrenim görmezler, ciddi hiçbir şey okumazlar, hemen hemen hiçbir şey yapmazlar, bilimin sadece sözünü ederler, sanattan pek anlamazlar. Hepsi ciddidir, hepsinin yüzünden düşen bin parçadır, ciddiyet konusunda hiçbiri burnundan kıl aldırmaz, durmaksızın felsefe yaparlar.. Ama tüm bu aydınların gözleri önünde işçiler çok kötü beslenmekte, yastıksız uyumakta; tahtakurularının cirit attığı, leş kokulu, rutubetli, ahlaksızlığın hüküm sürdüğü tek göz odalarda otuz kırk kişi barınmaktadırlar. Nereye baksak karanlık, rutubet, ahlaksızlık.. Ve çok açık bir şey ki, bizde tüm iyi konuşmalar, sadece ve sadece başkalarını ve kendimizi kandırmak içindir. Gösterin bana, üstünde o kadar çok ve sık çene çaldığımız çocuk yuvalarımız hani nerde.? Nerde okuma salonlarımız.? Sadece romanlarda rastlıyoruz bunlara. Gerçek yaşamda kırıntıları bile yok. Var olan sadece pislik, bayağılık, Asyalılık.. Asık suratlardan korkarım ben, sevmem onları, ciddi konuşmalardan ben korkarım. En iyisi susalım.! (Sayfa: 44-45)
***
''.. Ey doğa, ey olağanüstü varlık, sonsuz bir aydınlıkta parlarsın, olağanüstü bir güzellikle ve umursamazca.. Ey kendisine anne dediğimiz; benliğinde yaşamın varlığını ve yokluğunu birleştirirsin. Can veren de, yok eden de sensin..'' (Sayfa: 45)
***
''.. bahçenizdeki her bir vişneden, her bir yapraktan, her bir ağaç gövdesinden size insanların baktığını hissetmiyor musunuz; seslerini işitmiyor musunuz onların.. Hepinizi, bugün yaşamakta olanlarınızı ve daha önce yaşamış atalarınızı, canlı insanların mülkiyetine sahip olmak çarpıklaştırdı.. Ve böylece, anneniz, siz ve dayınız, başkalarının hesabına, borç karşılığında, kapınızın eşiğinden bile içeri sokmadığınız başka insanların sırtından yaşadığınızın farkında bile değilsiniz..'' (Sayfa: 50)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...