1 Nisan 2020 Çarşamba

Nâzım Hikmet Ran - Konuşmalar

#NâzımHikmetRan #Konuşmalar

NÂZIM HİKMET'LE MÜLAKAT - Naci Sadullah
[Hafta, 6.3.1935]
***
(..)
- Şiirlerini ne zamanlar ve nasıl yazarsın.? Yani..
- Anlıyorum dostum, ne sormak istediğini anlıyorum. Söyleyeyim: Ben bugüne dek, bir masa başına geçerek, oturduğum yerde bir tek şiir yazmış değilim..!
- E, seyahat mektubu gibi, dolaşa dolaşa mı yazarsın.?
- Şaka diye yürüttüğün tahmin isabetlidir. Hakikaten ben şiir yazarken boyuna dolaşırım. Biraz iyice yazılarımı en kalabalık caddelerde bir aşağı bir yukarı yürüyerek yazmışımdır.!
Şiir evvela kafamda tamamlanır. Ondan sonra kâğıda geçiririm ve üzerinde teknik bakımdan işlerim. Bunun haricinde, fizyolojikman sıhhatli ve tabii olmadığım zamanlarda bir tek mısra yazdığım vaki değildir.
- En çok hangi esrlerini seversin.?
- Kitaplarım içinde en sevdiğim Benerci Kendini Niçin Öldürdü.? dür. Şiirlerim arasında ise ''Berkley''i ve ''Duvar''ı iyice bulurum.
Türkiye'nin, eserleri en çok okunan şairinden, kaleminin kendisine temin ettiği maddi kazancın miktarını öğrenmek istedim:
- Aşağı yukarı, dedi, on kitabım çıkmıştır. Bütün bu, senelerce uğraşıp yazdığım on eserden kazandığım 500 lira kadardır. Yani kitap başına aşağı yukarı elli lira düşüyor demektir.
- Bu hesapça kazançta değil, ziyandasın dostum. Zira bu para, işinin masrafına tekabül etmez.!
O hayretle sordu:
- Neden.?
Ben acı acı güldüm:
- Şiirlerini mütemadiyen caddelerde dolaşarak yazdığına nazaran, aldığın bu para, ilham peşinde eskittiğin kunduraların bedellerini bile ödeyemez de.!
Mütevazi şairin bu nükteye savurduğu kahkaha sona erince sordum:
- En sevdiğin şair kimdir.?
- Vallahi, benim kendime göre bir şiir anlayışım vardır. Gün olmuştur ki ben, en güzel şiiri bir iktisad-ı siyasi kitabının satırlarında okumuşumdur. Gene gün olmuştur ki, Aleksadr Blok'ın iki mısraından, Vayan Kotoryen'in bir poeminden, yahut Simavlı Bedreddin'in bir sözünden şiirlerin şiirini tatmışımdır.
Mesela bugünlerde, bu, benim anlayışıma göre, şiir tadını, Kerim Sadi'nin, içleri ışık ve ateş dolu küçücük kitaplarında buluyorum. Hele Profesör Kessler'e verdiği cevabın satırları gözlerimin önünde alev alev dolaşıyor.
- Yerli ve beynelmilel muharrirlerden kimlerin eserlerini okuyorsun.?
- Mahmut Yesari, Sadri Etem, Suat Derviş, Peyami Safa ve Reşat Nuri başta olmak üzere romancılarımızın hemen hepsini okurum.
Yalnız, ben, sanatı yazıcılık olan bir adamım. Bu itibarla yazı piyasasını yakından takibe borçluyum. Binaenaleyh, bu meslekdaşlarımı okuyuşum, onlarla aynı düşüncede olduğum zannını uyandırmasın.! Eserlerini okumak zevkimi doyurmak maksadıyla takip ettiğim ecnebi romancılar çoktur. Onların başında da, Henri Barbusse, Andre Gide, Maksim Gorki, İlya Ehrenburg, Jack London, Upton Sinclair gelir..
Hele Gorki'nin, Barbusse'ün ve İlya Ehrenburg'un adeta hayranıyım. (Sayfa: 15-16)

#NâzımHikmetRan #Konuşmalar

- Üstat; emellerine erişmek uğrunda bazen ölümü bile hiçe saymalarını manasız bulanlara hak vermez misin.?
(..)
- Bence, dedi, asıl yaşayanlar, bir emel uğrunda ölebilen bahtiyarlardır. Yaşamak yalnız budur. İnsanla ot arasındaki fark buradadır. Ve asıl mânâsızlık bunu bilmemektir.! (Sayfa: 17)

#NâzımHikmetRan #Konuşmalar

Mahkûmiyetten yeni kurtulan şaire biraz da hapishane hayatından bahsetmesini rica ettim ve:
- Melsela, dedim, sence, dört duvar arasında geçen ömrün en güç tahammül olunan sıkıntısı nerededir.?
Bu sualim onu epey düşündürdü. Nihayet gözlerinde, hiç küflenmemiş çelik bir kelepçe parıltısı belirdi:
- Vallahi, dedi, bunun cevabını birdenbire bulamayacağım. Yalnız şu muhakkak ki, hapishane haricindeki hayatın ıstırapları arasında hapishane hayatının en ağır sıkıntılarını mumla aratacak kadar ağır basanlar var.!
Onu gideceği yoldan daha fazla alıkoymaya hakkım yoktu. En çok sevdiğini söylediği ''Duvar'' şiirinde:
O duvarın dibinde ölenlerin
Koparıyorlar erkekliğini
Gençlik aşısı yapmak için
Milyonerlerin
Kibrit çöpünden frengili iskeletlerine.!
diyen kuvvetli şaire son sualimi sordum:
- Bir yabancı olsaydın ''Nâzım Hikmet'' ismini bir milyonerin servetine tercih eder miydin.?
O, yerinden doğruldu. Kâinata metelik vermeyen fütursuz bir insan jestiyle şapkasını önüne yıktı, bileklerindeki kelepçe yerlerine bakarak kıllı ensesini kaşıdı. Sonra gözlerini gözlerime dikti ve sordu:
- Bunu bana mı soruyorsun, dostum.? (Sayfa: 17-18)

#NâzımHikmetRan #Konuşmalar

- Mayakovski'nin tesiri altında kaldığını ve onu kopya ettiğini söylüyorlar.?
- Hece veznini bırakıp ''vezinsiz'' yazı yazmaya başlamamın ilk verimi ''Açların Gözbebekleri''dir. Ben bu yazıyı yazdığım zaman Rusça bilmezdim ve Mayakovski'nin adını bile duymamıştım. Ne malum.? diyecekler. Şahitle ispat ederim.
Mayakovski bir nevi Rus aruzunun bir çeşit, son haddine vardırılmış, müstezatlı (bir dizeye, ''ziyade'' adı verilen yarım dizelik parça eklemek suretiyle uzunlu kısalı dizelerden oluşan Divan edebiyatı nazım türü) tarzıyla yazar. Hani Hâmit'in ''Mevkii Viyana'' diye başlayan bir yazısı vardır, işte aşağı yukarı onun gibi.. Halbuki benim yazılarımda böyle muayyen bir veznin son haddine vardırılmış müstezatlı tekniği yoktur. Ahengi ve ''vezni'' anlayış bakımından aramızda hiçbir benzerlik olmayan Mayakovski'yle muhteva bakımından da ayrılırız.. O, her şeyden önce ve her şeye rağmen ferdiyetçidir. Ben, değilim..
Rusça öğrendikten ve Maykovski'nin eserleri ve şahsıyla tanıştıktan sonra ondan birçok şey öğrendim. Fransızcayı öğrendikten sonra birçok Fransız şairlerinden ve Rusçayı öğrendikten sonra da birçok Rus şairlerinden birçok şey öğrendim. Bunların arasında Mayakovski de vardır. Harp sonrası edebiyatında dil bakımından hâkim olan cereyanın en güzel örneklerini Mayakovski'de okudum. Bir aralık, bir iki yazımda, Mayakovski'nin değil umumiyetle ''fütürizm''in tesiri altına düştüm. Fakat bu ''fütüristlik'' devrim çok çabuk geçti.
Bugün yeni verim bakımından Mayakovski'yi taklit etmekle itham edenler Mayakovski'yi aslından okumamış, onu tetkik etmemiş olanlardır. Çünkü Mayakovski'yi aslından okumuş olsalardı ''müstezatlı'' Rus ''aruzunu'' görürlerdi ve bu büyük şairi tetkik etselerdi onun ''ferdiyetçiliğini'' anlarlardı. (Sayfa: 33-34)

#NâzımHikmetRan #Konuşmalar

- Şiirlerinin onları nesirden ayıran muayyen ölçüleri, şekilleri var mı.?
- Yazılarımda umumiyetle, topyekûn muayyen ''ölçü'' ve muayyen ''şekil'' yok. Fakat ölçü ve şekil var. Hem de bana göre, tecrübelerime göre; umumiyetle, önceden tesbit edilmiş muhtelif hece ve aruz vezinlerinin yahut bunların müstezatlı tarzlarının ölçü ve şekillerinden daha ince hesap edilmesi, daha ustalıkla kullanılması lazım gelen bazen bir lastik gibi uzayıp kısalması kolay, bazen bir demir çember gibi mahdut ölçü ve şekiller.. Ne hece vezni, ne aruz, hem ''hece vezni'', hem ''aruz'', hem de onlardan başka bir şey, hem de bunların hepsinin a'mal-i erbaa (dört işlem, matematik terimi) ile değil, müsellesat-ı kereviye (trigonometri) ile birleşmelerinin meydana getirdiği sentetik netice. Hem melodi, hem armoni. Hem kafiye, hem kafiyesizlik, hem ''mısra-i berceste'' (en güzel dize), hem ''kül''. Hem solo keman, hem orkestra, yani bütün bu mürekkepliği ve bütün hareketiyle, mazisi, hali ve istikbali ile realiteyi ve o realite içindeki faal insanı ''iç'' ve ''dış'' âleminde aksettirmesi lazım gelen şiire uygun dinamik şekil ve ölçüler.. ''Bütün bu söylediklerin bir sürü mücerret laf (soyut),'' diyecekler.. ''Senden ölçü ve şekil sorduk; 6-5, 7-7, failâtun fâilâtun gibi hudutları çizilmiş çerçevelerin var mı, dedik,'' diyecekler.. Öyle ise, bende onlar yok. Fakat ben onlardan daha mürekkep (bileşik), daha yüksek bir şekle, bir ölçüye, hareket ve değişme halindeki çerçevelere ulaşmak istiyorum.
Benden evvelki hececilerden edebi teknik telakki (anlayış, görüş) itibarıyle bu suretle ayrılıyorum. Fakat benden evvelki hececilerle bir müşterek tarafım var gibi geliyor. Onlarda da, bende de ışık ve vuzuh (açıklık) daima ön planda gelmiştir. (Sayfa: 34)

#NâzımHikmetRan #Konuşmalar

- Sanat hakkındaki telakki.?
- Sanat hakkındaki telakki denince akla ilkönce, şu sual gelir:
''Sanat sanat için midir, sanat muayyen bir gaye için mi.?''
Bence bu sual ters sorulmuştur. Sorulacak sual şöyle olmalıdır:
''En geniş manasıyla hangi sosyal şartlar dahilinde ve bu sosyal şartların hangi sınıfi, ferdi, ruhi tezahürlerinde sanat sanat içindir iddiası ortaya atılır ve sanatkâr bu iddianın peşinde koşar.? Ve hangi sosyal, sınıfi, ferdi, ruhi şartlar ve sebeplerle sanatkâr, sanat gaye için bayrağını çeker.?''
Sosyal muhitiyle, sosyal sınıfıyla tezat içine düşen sanatkârda sanat sanat içindir nokta-i nazarına rastlarız. Aksi taktirde sanat gaye içindir, cemiyet içindir görüşü ileri atılır. Ben kendi sosyal sınıfi muhitimle tezat halinde değilim. Bundan dolayı da ''Sanat sanat içindir.!'' diyorum. Bence ''Sanat sanat için değildir'' demek, sanatın kadrini azaltmak değildir. Bilakis sanatı cemiyet içinde aktif bir müessese olarak anlamak, sanatkârı ''insan ruhlarının mühendisi'' olarak görmek demektir.. (Sayfa: 34-35)

#NâzımHikmetRan #Konuşmalar

- Eserlerinde yapmak isteyip de yapamadığın taraflar.?
- Şiirde mürekkep, diyalektik realizme ulaşmak istiyorum.
Zola ve Balzac, ilk bakışta bu iki romancı realisttirler. Fakat hakikatte Zola'nın realizmi tek taraflıdır, buna karşılık Balzac'ın realizmi çok taraflı, realiteyi bütün mürekkepliği mazi, hal, istikbal unsurlarıyla ve hareket halinde veren bir realizmdir. Ben şiirde işte böyle bir realizme, onun şiire tatbiki bakımından, ulaşmak istiyorum. Fakat hâlâ ulaşamadım. Birçok yazılarımın realizmi tek taraflıdır. Bundan dolayı da çok defa fazla haykıran bir ''propaganda'' edasını taşıyorlar. Bu hatamı anladım. Yeni verimlerimde bu hataya bir daha düşmeyeceğim. Cihanı görüş, anlayış bakımından değil, bu cihanı görüş ve anlayışın sanattaki tezahürü bakımndan telakkilerim bir hayli değişti. (Sayfa: 35)

#NâzımHikmetRan #Konuşmalar

TÜRKİYE'DEN NİÇİN KAÇTIM
(Banda okunmuş olan bu metnin tarihi belirtilmemiş. 1950'lerin ilk yarısında olsa gerek.)
[Türkiye'de yayımlanışı: Tiyatro 76, 16.11.1976]
***
Türkiye'de okuyucularıma ve beni sevenlere, yurttaşlarıma, gerçek Türk yurtseverlerine bir hakikati açıklamak istiyorum: Ben eğer Türkiye'mden çıkmasaydım öldürülmüş olacaktım, gayet besit. Biliyorsunuz, birbiri ardınca on üç sene hapiste yattım. Bu on üç senelik hapis doğrudan doğruya işlediğim bir suçun karşılığı değildi. Uydurulmuş bir suçun, omuzuma yüklenen bir suçun cezasıydı. Bu yetmiyormuş gibi, hapisten çıktıktan sonra elli yaşıma basmama ancak bir yıl varken ve yüreğim dehşetli hastayken beni askere almak istediler, yani kırk dokuz yaşında ve on üç yıl hapiste yatmış bir insanı askere almak istediler. Ben askerden kaçan adam değilim. Ama o yüreğimle askere gitmek, talim meydanına çıkmak, basit bir nefer olarak talim meydanına çıkmak, elbette ki basit neferliğin büyük şerefi var, fakat bu şerefi hayatımla ödemem demekti. Sonra, yine haber aldığıma göre, beni sadece askere alacak değillerdi. Askere almak bahanesiyle harcayacaklardı, sonra, ''Nâzım Hikmet askerden kaçtı ve kaçarken öldürdük,'' diyeceklerdi. Şimdi burada açıklayamam vesikalarını, fakat Menderes hükümetinin bana böyle bir tuzak kurduğuna dair elimde gayet kuvvetli vesikalar da var, gün gelince bu da ortaya çıkar. Onun için, elbette ki memlekette kalsaydım, aranızda bulunsaydım çok daha faydalı olurdum, ama cesedim memlekette kalsaydı, size şimdi yaptığım hizmeti dahi yapamazdım. (Sayfa: 46)

#NâzımHikmetRan #Konuşmalar

EDEBİYAT KONUŞMALARI - Ali Karaman - György Hazai
K.S = Kadın Spiker / E.S = Erkek Spiker
***
K.S. : Bugünkü Türk Edebiyatı hakkında ne düşünüyorsunuz.? Yakından takip edebiliyor musunuz.?
N. H. : Bir defa Türk edebiyatı hakkında ana hattıyla şunu söyleyebilirim ki bizim edebiyat hiçbir zaman bu kadar güzel, bu kadar derin, bu kadar -ana hattıyla söylüyorum tabii- yurtsever, bu kadar halksever olmadı ve böyle usta olmadı. Çok usta, mükemmel bir edebiyatımız var. Zannediyorum, dünya ölçüsünde şairlerimiz var. Dünya ölçüsünde hikâyecilerimiz var. Yakından takip etmeye çalışıyorum tabii. Size, okuduğum, hatta her zaman okuduğum, sık sık okuduğum bazı kitaplardan bile bahsedebilirim, isterseniz.
E.S. : Acaba bu sık seyahatleriniz esnasında yanınızda bu kitaplardan bulundurabiliyor musunuz.?
N. H. : Her zaman. Bu sefer Budapeşte'ye gelirken bavulumun yarısı bu kitaplarla doluydu. Bu kitaplarla adeta bavulumda memleketimin en güzel taraflarını, en güzel parçalarını taşıyor gibi oluyorum. Şimdi size söyleyeyim, mesela benim bavulumda neler var: Bir defa tabii Orhan Veli var. Öyle sanıyorum ki Orhan Veli bizim en güzel şairlerimizden biri. Çok genç öldü, yazık oldu. Ama ölümsüz.. Ve Türk dilini bu kadar güzel konuşan şairlerimiz gayet az. (..) (Sayfa: 51)

#NâzımHikmetRan #Konuşmalar

N.H. : Şimdi ben başlıyorum Orhan Veli'den. Bütün Şiirleri kitabın ismi. Çok az şaire nasip olmuş bizim memlekette bu basılış. Çok sevdiğim bir şiiri okuyacağım:
*
SERE SERPE
*
Uzanıp yatıvermiş, sere serpe;
Entarisi sıyrılmış, hafiften;
Kolunu kaldırmış, koltuğu görünüyor;
Bir eliyle de göğsünü tutmuş.
İçinde kötülüğü yok biliyorum;
Yok, benim de yok ama..
Olmaz ki.!
Böyle de yatılmaz ki.!
*
Ne güzel Türkçe. Sonra nasıl İstanbul.! Nasıl İstanbul kızı. (Sayfa: 52)

#NâzımHikmetRan #Konuşmalar

N. H. : Bir de ben sevdiğim bir şiiri okuyayım olur mu.?
*
CEVAP
*
-Ciğercinin kedisinden sokak kedisine-
*
Açlıktan bahsediyorsun;
Demek ki sen komünistsin.
Demek bütün binaları yakan sensin.
İstanbul'dakileri sen,
Ankara'dakileri sen..
Sen ne domuzsun, sen.!
*
Orhan Veli Kanık (Sayfa: 53)

#NâzımHikmetRan #Konuşmalar

EDEBİYAT KONUŞMALARI - Ali Karaman - György Hazai
K.S = Kadın Spiker / E.S = Erkek Spiker
***
N. H. : Şimdi Oktay Rifat'tan okuyalım bir parça isterseniz. Kitabı elime yeni geçti. Ben Oktay Rifat'ı da çok severim. Karga ile Tilki adlı kitabı. Bu, Yeditepe neşriyetı. ''Bayır Aşağı'' adlı şiiri okuyayım..
*
BAYIR AŞAĞI
*
Sağımızda Pir Sultan
Apdallarıyla rüzgâr gibi
Solumuzda Köroğlu
Kırk atlısıyla dolu dizgin
Bolu dağını aştık vadiye iniyoruz
Bir kasırga halinde
Zangır zangır kamyon
*
Ne kadar bizim Anadolu'nun yolu, ne kadar bizim Anadolu'nun romantizmi.. Mükemmel şey.
#NâzımHikmetRan #Konuşmalar
N. H. : Şimdi size bir şey söyleyeceğim. Üstüngel'i tanıyorsunuz.?!
K ve E. S. : Tabii.!
N. H. : Kitabını okudunuz.! Ve sanıyorum Savaş Yolu kitabıyla Üstüngel Türk edebiyatına girdi, haklı yerini aldı. Bizim en yurtsever, en halksever ve en usta yazıcılarımızdan oldu. Türkiye'de bu kitabın çok okunduğunu biliyorum. Şimdi Üstüngel yeni bir kitap hazırlıyor.
K. S. : Zannederim birçok dillere de çevrildi bu Savaş Yolu.
N. H. : Savaş Yolu'nun çevrilmediği dil yoktur. Çinceden Moğolcaya, Fransızcaya, İngilizceye, Gürcüceye, Ermeniceye, Macarcaya, Rusçaya kadar, bütün dillere aşağı yukarı, çevrildi. Ve tercüme edilmeye değer bir eser. Çok güzel bir eser. Şahsen benim çok sevdiğim bir eser. Şimdi bu mükemmel yazarın yeni bir kitap hazırladığını biliyorum. Ve kendisinden bazı parçaları bana vermesini rica ettim. İsterseniz onları da okuyalım. (..)
K. S. : Hay hay,okuyayım:
Amerikan Hastanesi üç katlı yeni bir yapı. Pencereleri, taraçaları geniş. Görünüşe diyecek yok. Güzel bir semte kurulmuş. Ihlamur deresi ayaklarının altında. Boğaziçine tepeden bakıyor. Bahçesinde çam ağaçları. Hastahanenin kapı kenarına bir denizci başı işlenmiş. Amiral Bristol. Şapkasının viziyerası yana eğik, forsu yüksek. Bakışları sömürgelerde köle avlayan bir korsan bakışı. Bu şifa yurdu, bu Amerikalının adını taşır. İstanbul'da epey saltanat sürmüştür bu amiral. 1919-23 yıllarında Yüksek İşgal Komiseriydi. 1926'ya kadar bu bizim boğazlara demir atmıştı. (..)
Sıcak insanı pelteye çeviriyor. Bir taksi hastahanenin önünde durdu. Kapıcı Şevrole markalı otomobili nezaketle selamladı. Fakat taksinin kapısını açınca hemen başkalaştı. İki adım yana çekildi. İri gözleriyle muhacir Ayşe arabadan indi. Üzerinde işbaşıyla azıcık savruk görünüyor. Emine, otomobilin öbür kapısından çıktı. Bu semt,, bu bina, bu tütüncü kadınlara pek yabancı gelmişti. Çekine çekine bakınıyorlar. İki kadın doğumluğu arabadan aldı. Şoför onlara yardım etti. Kapıcı sadece müşteriden anlayan bir gözle gelenlere bakıyor. Beyazlı, siyahlı, alacalı çakıl taşları, çam, ıhlamur, çiçek kokuları. Sonra geniş geniş kaldırım basamakları. Rabia daha üç adım atmadan ilk basamağa çöküverdi. Emine arkasına bakmadan içeriye dalıverdi. Bu Amerikan sağlık işletmesi öbürlerine pek benzemiyordu. Her şeyi var. Burada yok, yoktur. Vakit, nakittir. Pazarlık yoktur. Paranın yarısı peşindir.
- Hanım, burası doğumevi değildir. Fakat müşteriyi geri çevirmek de âdetimiz değildir. Peşin iki yüz elli lira, gerisi çıkarken.
- Asker karısı, ne gezer onda bu kadar para.
- Asker sivil farkı yok bizde. Serbestsiniz yatırıp yatırmamakta.
- Yanlış kapı çalmışız.
Bu pırıl pırıl, her yanı sütbeyaz hastahane Emine'yi korkutmuştu. Geri döndü, yürüdü. Parke döşeli, cilalı koridor yılan gibi kayıyor ayaklarının altında. Amerikalı değil mi kökü kurusun. Emine söyleniyor. Bu Amerikalı, İstanbullu işçi kadının ne söylediğini pek iyi anlıyor. Yirmi beş yıldır bu şehirde yaşıyor. (..)
Emine kendisini dışarıya zor attı. Kulakları uğulduyor. Rabia çakıltaşları üzerinde debeleniyor. Sırtüstü gelmişti. Yüzü mosmordu. Çeneleri kenetlenmişti. Tırnakları, avuçlarına geçmişti. Boğuk boğuk inliyordu. Taşların üstünde sanki onu birisi boğazlıyordu. Muhacir Ayşe'nin iri göğsü heyecanla inip kalkıyor. Vücudundan umulmayacak kadar çevik hareketler yapıyor. Bir sıçrayışta sırtından işbaşısını çıkardı, diz çöktü, tütün tozuyla sararan işbaşı gömleğini bir çarşaf gibi doğumluğun kalçaları altına serdi. Bir ebe gibi işliyor elleri, parmakları. Bir yandan da söyleniyor:
- Bağır kız utanma, dünya âlem duysun. Bağır kolay gelir.
Mavi gökkubbenin altında, güneşin altın koynunda ve kara toprağın üstünde Rabia'nın sesi çın çın çınlıyor.
- Ayy.! Amann.!
Döl, Ayşe'nin tombul avuçlarının içine düştü. Hemen göbeğini boynundan çözdü, bağladı. Taksi şoförü çakısını uzattı, yavruyu eşinden kesip ayırdılar. Çakıl taşlarına kan aktı. Bir işçi kadın ana oldu. İstanbul'a erkek bir işçi çocuğu daha geldi. Ayşe çocuğu baş aşağı etti. Havaya kaldırdı, güneşe tuttu. Tabanlarına vurdu. İpincecik bir ses, hiçbir çalgı aletinin, hiçbir keman telinin çıkaramayacağı bir ses, boğucu, sıcak havayı yırttı:
- Uvvveeee.!
Emine, lohusanın yanan başını dizlerine almıştı. Rabia daha çok güzelleşmişti. Gözlerini açmıştı. Güneşin bin bir renkli tülleri içinde ve Ayşe'nin elleri üstünde pırıl pırıl yanan oğluna bakıyor. Şoför ceketini çıkardı, utana utana bebeğe doğru uzattı.
- Hanımalar, üşütmeyelim yavruyu, buna sarıverin, ilk kundak bezi olsun ona. Emektardır benim ceket, yağlıdır, yamalıdır ama..
Emine teşekkür etti:
- Sağ ol kardeşim. Cömert gönlün dert görmesin.
Ayşe beyaz başörtüsünü çözdü, çocuğun beline sardı. (..) (Sayfa: 59-61)

#NâzımHikmetRan #Konuşmalar
K. S. : Barış şarkıları yazdığınızı duyduk. Nedir bunlar.?
N. H. : Şimdi, efendim, mesele şu. Ben atom silahlarının kullanılması aleyhinde şiirler, türküler yazıyorum. Ve kompozitörler bunları besteliyor. Şimdi isterseniz size şu şiiri okuyayım. Yani türkünün şiirini.
K. S. : Tabii çok memnun oluruz.
N. H. : Bu Bikini'de bir tecrübe yapıldı ya, o tecrübenin sonunda, balıkçılar, Japon balıkçıları da mahvolduydu, işte onlara ait bir şiir.
*
JAPON BALIKÇISI
*
Denizde bir bulutun öldürdüğü
Japon balıkçısı genç bir adamdı.
Dostlarından dinledim bu türküyü
Pasifik'te sapsarı bir akşamdı.
*
Balık tuttuk yiyen ölür.
Elimize değen ölür.
Bu gemi bir kara tabut,
lumbarından giren ölür.
*
Balık tuttuk yiyen ölür,
Birden değil, ağır ağır,
Etleri çürür, dağılır.
Balık tuttuk yiyen ölür.
*
Elimize değen ölür.
Tuzla, güneşle yıkanan
bu vefalı, bu çalışkan
elimize değen ölür.
Birden değil, ağır ağır,
etleri çürür, dağılır.
Elimize değen ölür..
*
Badem gözlüm, beni unut.
Bu gemi bir kara tabut,
lumbarından giren ölür.
Üstümüzden geçti bulut.
*
Badem gözlüm beni unut.
Boynuma sarılma, gülüm,
benden sana geçer ölüm.
Badem gözlüm beni unut.
*
Bu gemi bir kara tabut.
Badem gözlüm beni unut.
Çürük yumurtadan çürük,
benden yapacağın çocuk.
Bu gemi bir kara tabut.
Bu deniz bir ölü deniz.
İnsanlar ey, nerdesiniz.?
Nerdesiniz.?
*
E. S. : Fevkalade, fevkalade.
K. S. : Çok çok güzel. Şimdi demek bunu besteleyecekler.
N. H. : Bunu besteleyecekler. Bunun gibi bir türkü daha var. Onu da besteleyecekler. Ve zannediyorum ki bu türküler bütün dünyada söylenecek, barış türküsü olarak. Bununla, kendi türküm diye değil, fakat asılları Türk dilinde yazılmış ve biraz da Türk halkının türküsü diye övünüyorum doğrusu. (Sayfa: 72-73)

#NâzımHikmetRan #Konuşmalar
..insanların her şeye rağmen inanmasıyla da Melih Cevdet'in bir şiiri hep aklımda. Onu da okumak istiyorum size. Şiirin ismi ''Güzel Düş''.
*
GÜZEL DÜŞ
*
Amanın bu ne güzel düş böyle
Daha yıl varken ayın ondördüne
Işıyıvermiş dağın ardı
Şavkı vurmuş geceye
*
Uyanın çocuklarım hadi
Kalkın canlarım hadi
Çağırın bülbüllerim hadi
Uyanın kalkın bağırın be. (Sayfa: 89)

#NâzımHikmetRan #Konuşmalar
Bir tane daha. Bakın nasıl ümitli. İsmi: ''Gelecek''
*
GELECEK
*
Protohippus atın ceddi
Dinothorium filin ceddi
Biz insanın ceddi..
GELECEK MUTLU İNSANIN.
*
Melih Cevdet
*
E. S. : Hakikaten insana inancı çok kuvvetli bu şiirde.
N. H. : Öyle. (Sayfa: 90)

#NâzımHikmetRan #Konuşmalar

N. H. : Günlerden bir gün sizin yayını dinliyorum. Sabahattin Ali'den hikâyeler okuyordunuz. Bende de onun kitabı var. Şeçilmiş hikâyeleri. ''Kağnı'' hikâyesini pek severim. Sizden onu okumanızı isteyeceğim, bu bir..
E. S. : Hay hay.!
N. H. : İkincisi de şunu söylemek istiyorum: Sabahattin Ali bizim Türk edebiyatının büyük şehididir, hürriyet için, milli bağımsızlık için dövüşen Türk halkının büyük şehidi.. Ve zannediyorum ki, bizde gerçek halk edebiyatının da ilk kurucularından biridir. (Sayfa: 91)

#NâzımHikmetRan #Konuşmalar

K. S. : Sizde Mahmut Makal'ın zannederim Memleketin Sahipleri isimli kitabı var, değil mi.?
N. H. : Var.
K. S. : Köyümden adlı kitabı da var mı.?
N. H. : Oda var. Bende üç kitabı da var. Mahmut Makal hakkında gayet kısa bir şey söylemek istiyorum. Yazdıklarını gayet beğeniyorum. Doğruyu yazıyor. Fakat bana öyle geliyor ki bir eksik tarafı var, bütün bu doğrunun. Yani köyü bir parça ümitsiz görüyor, gibi geliyor bana. Halbuki bizzat kendisinin bu köyün içinden çıkmış olması, bunları, yazmış olması, köyün aydınlık tarafı. Ve bana öyle geliyor ki, belki Mahmut Makal'ın köyünde ikinci bir Mahmut Makal yok, ama yakınlardaki köylerde, biraz daha uzaklardaki köylerde bir sürü Mahmut Makal var. Hepsi belki Mahmut Makal gibi yazı yazmıyor, okuyamamış. Fakat bizim Türk köylüsünün içinden bu aydınlık, yeni unsurları da herhalde vermek lazım.
Şimdi, çok rica ederim, Köyümden kitabını ben çok seviyorum. Şuradan ''Çarık'' parçasını okuyuverin. (Sayfa: 95)

#NâzımHikmetRan #Konuşmalar

N. H. : (..) Elimde Yeditepe Yayınları'ndan Halk Türküleri var. Eflâtun Cem Güney toplamış, derlemiş. Çok güzel şeyler. İçinde bir türkü var. Harikulade. Böyle bir türkü yazmak için, böyle bir şiir yazmak için ömrümden çok şeyler verirdim. Size okuyayım. Ve dikkat edin prensibine, ne güzel yapılmış. İsmi: ''Burçak Tarlası''.
*
BURÇAK TARLASI
*
Sabahtan kalktım ki ezan sesi var
Ezan sesi değil, burçak yası var
Sorun şu adama kaç tarlası var
---Aman ne zor imiş burçak yolması
---Burçak tarlasına gelin olması
*
Sabahtan kalktım da sütü pişirdim
Sütün köpüğünü yere taşırdım
Burçak tarlasında aklım şaşırdım
---Aman ne zor imiş burçak yolması
---Burçak tarlasına gelin olması
*
Elimin kınasın hamur ettiler
Gözümün sürmesin kömür ettiler
Burçak tarlasına gelin ettiler
---Aman ne zor imiş burçak yolması
---Burçak tarlasına gelin olması
*
Elimi salladım değdi dikene
İnkisar eyledim burçak ekene
İlahi kaynana ömrün tükene
---Aman ne zor imiş burçak yolması
---Burçak tarlasına gelin olması
*
N. H. : Görüyor musunuz, bütün bizim köylü kadının, fakir köylü kadınının bütün ıstırabı var. Çalışma şartları var. Dehşetli bir şey velhasıl. Ne söylesem, bundan iyisini söylemek imkânı yok. (Sayfa: 97-98)

#NâzımHikmetRan #Konuşmalar

N. H. : Bilhassa şunu söylemek istiyorum ki, bizde cidden yurtsever, hakiki gerçek şair denilen şair tipi, artık her gün rastlanan aydın tipi. Halbuki bu eskiden pek de o kadar çok değildi. Şiir daha ziyade, halk ile, yurt ile, günün meseleleriyle ilgili olmayan bir nevi fikir oyunu sayılırdı. Şimdi bizim yeni şairlerin şüphesiz dilleri çok güzel, teknikleri çok güzel, seçtikleri konular çok güzel, çok mükemmel. Yalnız, yeni şair derken biraz da kelimeyi ters kullanıyoruz galiba. Çünkü içlerinde mesela Oktay Rifat gibi, Melih Cevdet gibi, rahmetli Orhan Veli gibi hiç de artık genç sayılmayan, hiç de yeni diye, hemen yeni çıkmış manasına gelmeyen şairler var. Artık bunlar ve bu şairlerin arkadaşları bizim çoktan beri eskimiş şairlerimizdir. Ama eskimek, çoktan beri yazdıkları manasında.
Şimdi yalnız benim bazı söylemek istediğim şeyler var. Zannediyorum birbirlerine çok benziyorlar demiştim. Birbirlerine hakikaten bazen çok benziyorlar. Bundan kurtulmak için de bir çare var. O da her şairin kendi seçeceği konuya en uygun şekli bulması ve bunu araştırması lazım. Sonra şekil oyunları ve şekil o halde olmalı ki ben, bunu hissetmemeliyim, duymamalıyım. Yani bir deri gibi olmalı. İnsan vücudunda deri neyse, yahut bir kadın bacağında ince çorap neyse, hiç gözükmeyen çorap neyse, fakat eti veyahut içindeki bacağı güzelleştiren şeyse, şekil de bu kadar ince ve bu kadar hissedilmeyen bir şey olmalı. (Sayfa: 102)

#NâzımHikmetRan #Konuşmalar

N. H. : (..) Şiirlerin yazıldığı tarihe bakmamak lazım. Şiir, iyi şiirse her zaman yazılmış şiirdir. (..)
Biliyorsunuz bir büyük Türk ressamı var, çok büyük bir Türk ressamı, bir köylü çocuğu. İsmi: İbrahim Balaban. İbrahim Balaban ''Bahar Tablosu'' diye bir tablo yapmıştı. Ben İstanbul'dayken bu tabloyu görmüştüm. Onun üzerine bir de şiir yazdım bu tabloyu anlatan. İsterseniz şimdi onu okuyayım:
*
İBRAHİM BALABAN'IN ''BAHAR TABLOSU'' ÜSTÜNE SÖYLENMİŞTİR.
*
İşte seyreyle gözüm, hünerini Balaban'ın.
İşte şafak vakti, Mayıs ayındayız.
İşte aydınlık:
---akıllı, cesur taze, diri, insafsız.
İşte bulut:
---kaymak gibi lüle lüle.
İşte dağlar:
---hem de mavi, hem de srin.
İşte sabah seyranı tilkilerin:
---uzun kuyruklarında ışık,
---sivri burunlarında telâşları..
İşte seyreyle gözüm:
---işte karnı aç
-----tüyleri diken diken
-------ağzı kırmızı
-----------işte dağ başında kurdun biri.
Kendinde hiç duymadın mı sen
----------aç kurdun öfkesini sabah vakitleri.?
İşte seyreyle gözüm: kelebekler, arılar,
İşte kıvıl kıvıl devranı balıkların.
İşte bir leylek:
---Mısır'dan yeni gelmiş.
İşte bir geyik:
---daha güzel bir dünyanın hayvanı.
İşte seyreyle gözüm:
---inin önünde ayı,
---uyku sersemi henüz.
Sen aklından geçirmedin mi hiç
---toprağı koklayarak,
---ayılar gibi dalgın yaşamayı,
---bala, armuda, yosunlu loşluğa yakın
-----insan sesinden, ateşten uzak.?
İşte seyreyle gözüm: sincaplar, tavşanlar,
işte kertenkele, işte tosbağa,
işte üzüm gözlü eşeğimiz.
İşte seyreyle gözüm: bir ağaç pırıl pırıl,
---güzellikte insana en çok benzeyen.
İşte çayır çimen:
İşte, kokla burnum: nane, kekik.
İşte sulan ağzım: labadalar, ebegümeçleri..
Ellerim, ellerim dokunun, okşayın, avuçlayın.
İşte anamın sütü, karımın eti, gülüşü çocuğumun.
İşte sürülen toprak..
İşte seyreyle gözüm, işte insan:
dağın, taşın, kurdun, kuşun efendisi,
işte çarıkları,
işte poturunda yamalar,
işte karasaban,
işte sağrılarında kederli, korkunç oyuklarıyla öküzleri.. (Sayfa: 117-118)

#NâzımHikmetRan #Konuşmalar

NÂZIM HİKMET GELENEK, STİL VE YENİLİK
Toma George Maiorescu
***
Bundan iki yıl önce, Varşova'da bir sokakta itiraf ettiği eski bir özlemini gerçekleştirdi böylece. 6 yıl önce ''yaşama bir kapı'' saydığı ülkeyi ziyaret fikri, hep kafasında idi. Romanya, şairin dediği gibi ''bizim'' ülkemiz, yani hapishaneden çıktıktan sonra konakladığı ilk yerdir. Dört gün kalmasına rağmen, anılar kafasında ve kalbinde canlı. Çoktan anlattığı bir olayı anımsıyorum. Bir köyümüzden geçerken, onun adını işiten bir köylü Nâzım Hikmet'e yaklaşarak: ''Sen Türk şairi Nâzım Hikmet misin.?'' diye sormuş. ''Evet.'' Köylü manalı manalı gülümseyerek: ''Neden serbest olduğunu biliyor musun.?'' diye soruyor ve yanıt beklemeden ekliyor: ''Biz, köyümüzde geçen hafta senin için bir protesto toplantısı yaptık.''
İşte o zamandan beri Nâzım Hikmet'in halkımıza dair izlenimi: yardıma koşan, ateşli, yürekli insanlar.
*
[Contemporanul, 26.4.1957] (Sayfa: 123)

#NâzımHikmetRan #Konuşmalar

- (..) Şuna inanıyorum ki, şiirlerini yaşama bağladığın taktirde, bizim için kutsal olan fikirlere daha iyi hizmet edersin. Ama bu bağlantı, iplik görünmeden yapılmalıdır. Piyeslerimde, kişilerimi diktiğim iplik henüz görülüyor. Öğreneceğim daha çok şey var. Zaten ajitasyon yapanın ustalığı sonunda -ki her şair bir ajitasyoncudur- onun ajitasyoncu olduğunu kimse farketmemelidir. Piyes yazarından daha iyi bir şairim, (parantez içinde şunu söyleyeyim ki, hem şair ve hem dramaturg olarak zayıfım.)
- Bunu not edeceğim.
- Rica ederim, not et. Fikirlerimi söylemekte serbest değil miyim.?
*
[Contemporanul, 26.4.1957] (Sayfa: 124-125)

#NâzımHikmetRan #Konuşmalar

- Son bir soru: Mihail Şolohov'un ''Innostrannaia Literatura'' dergisinde teklif ettiği ''yazarların bir yuvarlak masa toplantısı'' hakkında fikriniz nedir.?
- Böyle bir toplantıya var gücümle taraftarım. Yalnız bir yuvarlak veya dört köşe bir masa etrafında bir kere toplanmak yeterli değildir. Günlerce, haftalarca konuşsan bile, yine de sorunları tüketmekten uzak kalacaksın. Tüm ülkeler yazarları (faşitler ve ırkçılar hariç) aralarında daimi kişisel bağlar kurmalıdırlar; birbirlerini resmi değil, evlerinde ziyaret etmelidirler. Zaten kanaatimce yazarların -diplomatlar gibi- her ülke için vizesi olmalıdır. Yalnız mektuplaşmalarla değil, faal polemiklerle canlı fikir teatisi yapmalıyız. Bu, barış davasını kutsal sayan tüm dünya yazarları arasındaki dostluğu önemli derecede kuvvetlendirebilir.
Evet.. pek çok tartışma olabilir, ama her şeyden önce yazarın vazifesi yazmaktır. Hem de halkın emellerine uygun olarak daha iyi daha da iyi yazmak.
*
[Contemporanul, 26.4.1957] (Sayfa: 126)

#NâzımHikmetRan #Konuşmalar

NÂZIM HİKMET İLE SANAT ANLAYIŞI ÜZERİNE BİR KONUŞMA, 1958
Charles Dobzynski (Çeviren: Kenan Somer)
***
(..) gerçek (hakikat) ancak çelişkilerin birliği ile kavranabilir. (..)
Öyle yazmalı ki, şiirden bir tek virgül atılınca, her şey yıkılsın. İşin özüne girecek biçimde kurmalı şiiri. Deneyimleme alanında tüm olanakları kabul ediyorum. Eğer benim öze yönelik yalınlık eğilimimi açıklayacak teorik bir neden isterseniz bu belki de geleneksel Divan sanatına karşı soyutlamaya ve entellektüel Doğu süslemesine karşı bir tepkidir. (..) Ben kendimi, sadece Türk kültürünün kalıtçılarından biri olarak değil, ama tüm insanlık kültürünün kalıtçılarından biri olarak görüyorum. Kültürden söz ettiğim zaman, sadece eski Yunan kültürünü ya da Rönesansı değil, ama Asya, Afrika, Amerika kültürlerini de düşünüyorum. Batılı bir insan olarak, Batı kültürünün kendi ülkemin kültürüne katkıda bulunmuş olmasından gurur duyuyorum; ama, tersine, ülkemin ve tüm Doğu kültürünün, Batıdaki dahil, tüm insanlığın ortak kalıtını zenginleştirmiş bulunmasından da gurur duyuyorum. Bana göre, bir insan, müzik bakımından, ancak Alman, Çin ya da Türk müziği karşısında aynı derecede duyarlı olursa, zengin demektir. (Sayfa: 130-132)

#NâzımHikmetRan #Konuşmalar

Haksızlıklara karşı daima başkaldırdım. Gençlik yıllarımda Bahriye Okulu'nda okuyordum. Arkadaşlarımla birlikte yaşamak zorunda kaldığımız baskıya karşı okul gemisinde bir devrimci harekete geçtik. Bu yüzden okuldan ayrılmak zorunda kaldım. O zamandan beri hayat gemisinde, okyanus gibi büyük dalgalara ve inançlarımdan dolayı bana iyi gözle bakmayanlara, haksızlıklara karşı daima başkaldırdım. Gençlik yıllarımda Bahriye Okulu'nda okuyordum. Arkadaşlarımla birlikte yaşamak zorunda kaldığımız baskıya karşı okul gemisinde bir devrimci harekete geçtik. Bu yüzden okuldan ayrılmak zorunda kaldım. O zamandan beri hayat gemisinde, okyanus gibi büyük dalgalara ve inançlarımdan dolayı bana iyi gözle bakmayanlara karşı koyarak yüzüyorum. (Sayfa: 156) karşı koyarak yüzüyorum. (Sayfa: 156)
*****
NÂZIM HİKMET İLE SANAT ANLAYIŞI ÜZERİNE BİR KONUŞMA, 1958
Charles Dobzynski (Çeviren: Kenan Somer)
***
(..) Biliyorsunuz, 1923'den beri Komünist Parti üyesiyim; övündüğüm tek şey bu. Bana öyle geliyor ki, devletler arasındaki ilişkilerde yansızlık siyasası yararlı ve tekili olabilir, ama yazarlarda olamaz. Dünya tarihinde, çağının sorunları karşısında büsbütün yansız ve edilgin kalmış bir tek büyük yazar göstermek kuşkusuz güç olacaktır. Yansız olunduğu sanılabilir ve söylenebilir, ama nesnel olarak hiçbir zaman yansız olunamaz. Bana gelince, ben bile bile yan tutmayı yeğlerim. (..)
Ben yazarların, en başta da komünist yazarların, yaşamın tanınmasının zorunlu kaynaklarından biri durumuna gelecek bir edebiyat yapmaları gerektiğine inanıyorum. Krupskaya'nın, Lenin Üzerine Anıları'nda, Rus edebiyatının, Lenin için gerçekliği tanıma kaynaklarından biri olduğunu belirttiği bir tümcesini hep anımsarım. Halkım için, başka halklar için, en yenisinden en yüksek yöneticisine kadar partimin tüm üyeleri için, bu erdemi taşıyan şiirler, romanlar, tiyatro oyunları yazmak isterim. Ama, bunun için, doğru olmayı, öz sözle süssüz, belirsizlikten uzak yazmayı, sağ kulağını sol elle göstermeye kalkmamayı bilmek gerek. Bu sorun, her türlü öncü için, hatta gelecekte de kendini gösterecek sürekli bir sorundur. (..)
Yazarın sosyalist toplumun kurulmasında, halka ve Partiye yardımcı olması gerektiği kanısındayım. Önemli olan, yazarın nasıl yardımda bulunabileceğini bilmektir. Her şeyden önce, yazarın yetenekli olması önemli; yoksa edebiyata bile hiçbir katkıda bulunamaz. Bazı yazarlar moda tarafından sürüklenir ve gerçek bir başarı ile kendini göstermek için bazen uzun bir süre isteyen, ama kalımlı bir başarı ile karıştırılmaması gereken, çabuk, ama geçici bir başarı kazanırlar. Öte yandan, yazarın, kuruluş durumunda bulunan bir toplumda ortaya çıkan tüm sorunları, bu toplumun çelişkileri dahil, ele almaktan korkmaması gerektiğine de inanıyorum. (..)Komünist bir yazarın, sosyalist bir toplumda, bu toplumla uyuşmazlık içinde bulunması olanaksızdır. Ama bu yazar eğer başka bir toplumda çalışıyorsa durum hiç de böyle olmayacak, o zaman bambaşka güçlüklerle karşılaşacaktır.
Örneğin, eğer İvan İvanoviç'i, yarı-feodal yarı-kapitalist, bir ülke olan Türkiye'de, bir Türk kişisi olarak yaratsaydım, Petrov, Türk toplum koşulları içinde, İvan İvanoviç'in elleri arasında hep bir oyuncak olarak kalacağına göre taban tabana karşıt bir duruma varılırdı. O zaman hiçbir şey değişmezdi; oysa, tersine, sosyalist bir toplumda, İvan İvanoviç'in değişmekte olduğu ve daha da değişeceği şimdiden saptanabilir.
Kendi payıma, ben kesinlikle bir parti edebiyatından yanayım; ama bu, hiç de, Fransa ya da başka ülkelerde, komünist olmayan yazarların yapıtlarına da hayran olmadığım anlamına gelmez.
- Parti edebiyatından ne anlıyorsunuz.?
- Bu konuyu Lenin'in anladığı gibi düşünmeye çalışıyorum. İşte bu da çok güç; çünkü, tüm derin düşünceler gibi, Lenin'in düşüncesi de görünüşte çok yalın. Önce, yazar olarak, Parti üyesi olarak, Parti ile benim aramda kurulan bağ, hiç de edilgin değil, ama etkin bir bağ. Bir değişim var: Parti bana bir şeyler verir ve sıram gelince ben de ona bir şeyler vermeliyim.
Ben Partiye, Kongre tarafından onaylanmış bulunan tüzük ve programı ile bağlıyım. Bu belirli ilkeler dışında kimseden buyruk almam. Kuşkusuz, Partinin belgilerinden, tüm belgilerinden, onları halka yaymak için, esinlenirim: ama onları gerçekten sanatsal bir düzeye yükseltmeye çalışarak
Öte yandan, Partinin, halkımın ruhunu benim yapıtlarımdan öğrenip kavrayabileceği bir biçimde yazmaya çalışırım. ''Ozanlar geleceği önceden sezerler,'' diyordu Engels. Eğer onlar geleceği önceden sezmeye yetenekli iseler, o zaman bugünün sorunlarını haydi haydi sezinleyebilirler. Parti tarafından önerilen genel konular ile ozanın duyduğu şey arasında çelişki olamaz.
- Gene de, böylece, düpedüz ozanın kendi esinlenmesi dışında kalan bazı konuları ''süsleme''ye, ya da daha iyisi ''cilalama''ya varılmasından korkmuyor musunuz.?
- Dikkat. ''Süslemeli'' demiyorum: Sanat süsleme değildir. Gene de, gerektiği zaman, örneğin benden güncel bir sorundan esinlenmem ve onu halka yaymam istendiği zaman, bunu dürüstçe, yani içtenlikle yapmaya çalışırım. Yaşamımda, duruma uygun, örneğin somut bir grev olayı için şiirler ve şarkılar yazdım. Ama, öte yandan, bir destanda tüm bir tarih dönemini yansıtmaya da giriştim.
Tüm engellere, tüm güçlüklere karşın, sanat alanında da sputnikler bekleyebiliriz sanıyorum. Bugün bunun için tüm toplumsal koşullar var, ama daha ancak ilk denemeler evresinde bulunuyoruz.
Daha çok güçlüklerle karşılaşacak ve üstelerinden gelecek, daha çok başarısızlıklara uğrayacağız. Eğer perspektifler görülmezse, denemelerin bir sonuca ulaştırılması beklenemz.
(..) Nâzım'dan ayrılırken, bana gizemini şöyle açıkladığı yalın ve derin bir sanatı tanımak:
- Ben ''Yüz Çiçek''ten yanayım; yeter ki, yüz çiçek arasında, kâğıttan bir çiçek olmayan bir sosyalist sanat çiçeği, bizim olan ve yetiştirilmesinde bize yardım edilen bir çiçek olsun.
(Sayfa: 133-136)
*
(Paris, Ma Rose, Pierre Jean Oswald, Paris 1961, ss. 12-25)

#NâzımHikmetRan #Konuşmalar

NÂZIM'LA SÖYLEŞİ - Eve Griliquez
[2000'e Doğru, 19.2.1989]
***
- Önce size Türk şiirinin Türkiye sınırları dışına çıkıp çıkmadığını sormak istiyorum.
- Türk şiirinin Türkiye sınırlarını çoktan aştığı kanısındayım. Türk şiirinin Fransız izlenimciliği (empresyonizm) üzerinde bir etkisi olduğunu bile söyleyebilirim.
- Doğrusu, ben de sizden Fransız şiirinin Türk şiirini ne ölçüde etkilediğini öğrenmek istiyordum.
- Çok büyük etkisi olmuştur.
- Sizin üzerinizde bile mi.?
- Evet, benim üzerimde çok olumlu etkisi olmuştur. Farkındaysanız, ben Fransızcayı çok kötü konuşurum, ama okuduğum zaman çok iyi anlarım. 14 yaşındayken Baudelaire'i okurdum, şimdi 55 yaşındayım onu okumaya devam ediyorum, onu çok seviyorum.
- Baudelaire'in şiiriniz üzerinde etkisi oldu mu.?
- Evet, çok. Kısacası, sözcüklerin rengini, ağırlığını ve her sözcükte bulunan müziği ve kokuyu, rengi, yani şiirde görülebilen rengi, koklanabilen kokuyu.
- Baudelaire'in özellikle hoşunuza giden bir şiiri var mı.?
- Şiirlerinin tümünü severim.
- Sizi etkileyen başka ozan var mı.?
- Evet, Fransız ozanları arasında, Victor Hugo.
- Çağdaş ozanlar arasında.?
- Çağdaş ozanlardan, Aragon'u çok severim, sevgili genç dostum François Mono'yu, Paul Eluard'ı severim, Charles Dobzynski'yi de severim, güvenirim ona.
- Bu yayın ''12 Yabancı Ozan'' başlığıyla sunulduğuna göre size önemli bir soru sormak istiyorum. Şiirin başka bir dile çevrilebilirliği konusunda ne düşünüyorsunuz.?
- Belki her şiir biçimi için değil, her şiir değil, ama genellikle şiir oldukça çevrilebilir bir türdür.
- Şiirlerinizden yapılan çevirilerden hoşnut musunuz.?
- Sonuç olarak evet. Çevirinin bir iş olduğunu biliyorum. Yetenek ve iyi niyet ister, üstelik bir kimseyle ve şiiri ile ilgilenmek için onu gerçekten sevmek gerek. Örneğin; ben bir satır bile çeviremem. Bunun için her şeyden önce çok büyük bir yeteneğe sahip olmak gerek. Şiirlerimi tüm dillere çeviren ozanların hepsine minnettarım.
- Çeviri açısından sizi tatmin eden ve sizce Türkçeye en yakın olan dil hangisi.?
- Size bir şey diyeyim mi; benim izlenimime göre diller birbirine yakın olduğu zaman çeviri daha da zorlaşır. Buna karşılık diller birbirinden uzaksa, çevirinin daha kolay olacağı kanısındayım. Örneğin, benim şiirlerim değişik Türk dillerine çevrildi; Azerice, Tatarca, Özbekçe ve diğerleri. Dili çok iyi anladığım için, bu çevirilerde bir şeyler değişiyor, tat alamıyorum. Çünkü Türkçeyi biliyorum.
- Evet.
- İşte bu nedenle yakın dillere çeviri çok zor oluyor kanısındayım.
- Sizi en çok etkileyen özellikle çağımızın önemli tarihi olayları mı, yoksa daha eski tarihi olaylar mı.?
- Tüm olaylar beni etkiler, bana esin verir. Fakat ben çağımızla ilgilenmeyi yeğlerim. Evet tarihle de ilgilenirim, tarih üzerine büyük şiirler yazdım; örneğin, ''Şeyh Bedrettin'' adlı uzun bir şiirim var. Şeyh Bedrettin olayının Türk köylü sınıfının ilk sosyalist hareketi olduğu söylenebilir. Ütopyacı bir hareket değildi bu. Demek istediğim, bu sıradan bir köy ayaklanması değildi. Kanımca, dünyada ilk enternasyonalist birlik yanlısı, oldukça bilinçli bir hareketti. (Sayfa: 140-141)

#NâzımHikmetRan #Konuşmalar

NÂZIM HİKMET VE YANNİS RİTSOS'LA ''SINIRSIZ ŞİİR'' KONUSUNDA BİR SÖYLEŞİ (1)
***
[Bu konuşma 5 Temmuz 1962'de, Prag'da ''Kültür'' adlı haftalık gazetede, daha sonra Rusçaya çevrilip ''Den Poezii'' adlı şiir yıllığında yayımlanmıştır. Okuduğunuz çeviri Rusçasından yapılmıştır.]
Çeviren: Ataol Behramoğlu
***
- Yaşadığımız şu günlerde, çağdaş insan bakımından şiirin önemi konusunda kuşku duymak iyi bir tavır sayılıyor. Bu nedenle ilk sorumuz şöyle olacak: Çağdaş şiirsel yaratıcılığın anlamı ve ödevleri üstüne sizin görüş açınız nedir.?
*
Ritsos: Oldukça basit görünen soru, pek çok su altı taşı gizliyor içinde. Aslında, eski zamanlardan başlayarak günümüze kadar, şiirsel yaratıcılığın tüm sorunsalını içermektedir bu soru. Şiirin kendisini tanımlamak, bu soruyu yanıtlamaktan daha da güç. Bu tanımlama, belki de yanıt yerine geçecektir. Yeni bir şey söyleyecek değilim: Şiir diye adlandırdığımız olgu, yüksek ölçüde karmaşık bir şey. Biyolojik, toplumsal, tarihsel, ahlaki (etik) vb. pek çok etkenin etkisi sonucunda ortaya çıkan bir olgudur bu. Çeşitli etkenler birbirini etkiliyor, çarpışıyorlar, iç içe geçiyorlar ve bu bakımdan hangisinin üstün geldiğine karar verebilmek güç. Şiirin her tanımı, şiirsel yapıtın her nitelenişinde olduğu gibi, bir tehlike gizliyor içinde, çünkü şiir tam bir açıklamaya teslim olmaz. Fakat gerçekten de şiir açıklanamaz değil midir ve onun büyüleyiciliğinin ve erdeminin özelliklerinden biri değil midir bu açıklanamaz yanı.? Düşüncenin ve şairin ruhunun ciddi dönemeçlerini barındırmıyor mu kendinde bu açıklanamazlık; ve gizleri açma yolunda ilerleyen okuyucuyu şiirsel yaratış sürecinin bir kalıtımcısı olmaya zorlamıyor mu.? Şiirin görevlerinden biri (fakat biricik görevi değil; diğer görevlerinden de söz edeceğim) -okuyucuyu sadece heyecanlandırmak değil, onu da yaratıcı yapmaktır. Böylece şiir bir yaşam keşifçisi olmakta ve bilinmeyeni açan yaşamsal bir ilke olarak ortaya koymaktadır kendini.
Sanatın hiç kuşkusuz toplumsal bir olgu olduğu çok eskiden beri bilinir. Onun yaşamı kapsamak, tümüyle ele geçirmek istediği bu niteliğinin mantıksal gereğidir. Fakat şiirden toplumsal bir olgu olarak söz ediyorsam, gözönünde bulundurduğum şey, uyakla ve uyumla söylenmiş basit sloganlar değildir. Daha ciddi sorunlardır söz konusu olan ve bu sorunların önemi, bizi, sanata, tıpkı geçmiş, şimdiki ve gelecek yaşama baktığımız gibi bakmaya zorunlu kılar. Daha somut söyleyeyim: Şiir, adına layıksa eğer, bir sözcük oyunu değildir. Öyle geliyor ki bana, sözün önemi, uyumdan ve ezgisellikten çok daha ağırlık taşır. Dilimizdeki, konuşma dilinde ve bu demektir ki şiir dilindeki her söz, birbirini anlama yolunda harcanmış binlerce yıllık çabaların deneyini, ellerin ve beynin çalışmasını birleştiren bu deneyimi içerir. Her sözün içeriği öyle bir ağırlık taşır ki, ondan basit bir oyuncak yapmak, hoş görülemez boş bir düşüncelilik olurdu. Sözlere gereken sorumlulukta davranmak konusundaki ısrarlı istek, buradan gelir. Ve ben özellikle buna bağlı olarak çağdaş şiirin büyük hizmetini, sözlerin gerçek önemini bulmakta; sözü, onu gerçek ve temel içeriği ile ifade etmekte görüyorum. Söze karşı derin bir sorumluluk bilinci, özellikle bu, insanların birbirlerini anlamasında şiiri gerçek bir aracı yaptı, şiir böylece herkesi herkesle tanıştırdı. Sadece toplumsal olmakla kalmayıp uluslararası ve evrensel de olan çağdaş şiirin önemi de bence buradadır işte. (Sayfa: 147-148)

#NâzımHikmetRan #Konuşmalar

N. Hikmet: Tümüyle aynı kanıda olduğum dostum Ritsos'un sözlerine candan katılırım. Sadece iki düşüncemi belirtmek istiyorum. İlki şu: çağdaş şiirin görevi, buğday tarlalarının ve sanayi kuruluşlarının görevlerinden pek az farklıdır. Şiir de onlar kadar önemlidir. Bir zamanlar eski Yunan'da ve benim eski zamanlar Türkiye'mde böyleydi bu. Fakat sonradan, başka toplumsal koşullarda, yaşamsal bir gerekliliğin zoruyla şiir, yapacak bir şeyi olmayan insanların oyuncağı oldu. Şimdiyse tarihsel gelişimin diyalektiğinin sonucu olarak şiir, yine başlangıçtaki rolüne dönüyor.
İkinci düşüncem şu: şiir sadece bir gereklilik değil, çağdaş toplumumuzun en devrimci ilkelerinden biri; insanı, onun ruhunu ve sonunda insandaki temel değişimleri öğrenmenin en etkin bir aracıdır. İnsanlığın teknik gelişimi son on yıllarda gerçekten fantastik bir boyuta ulaştı. Hemen en yakınımızdaki gelecek on yıllarda, örneğin şu sigarayı altına çevirebilmemiz olanağını sağlayacak siklotronların ve diğer araçların buyruğumuz altında olabileceğini var sayabiliriz. Fakat yine de insan ruhunu değiştirmenin sigarayı altına çevirmekten çok daha güç ve karmaşık olduğuna inanıyorum ben. İşte Yannis Ritsos'un sözünü ettiği, şiirin bu kesinlikle belirlenemez yanı, akışkanlığıdır ki (fluidum) şiire insanı değiştirmede kesin bir biçimde yardım eden bir olgu olarak ortaya çıkar. Çünkü şiirin bu yanı, denebilirse bugünün insanının ruhunda henüz açıklanmamış, belirlenmemiş, istemdışı kalan yanlarına yanıt olur. Şair, doğallıkla, tüm başkaları gibi bir insandır. Fakat o, salt, gerçekliği somut biçimde aydınlatmak değil, geleceğin kokusunu duyumlamak olanağına da sahiptir. Bir zamanlar Engels, şairlerin geleceğin kokusunu duyumladıklarını söylemişti. Onların özellikle bu yeteneği insan ve toplum üzerinde etki yapabilir.
*
Ritsos: İnsanı değiştiren bir etken olarak şiir üstüne söyledikleriniz, daha önce belirttiğim düşüncenin tutarlı bir devamı oluyor. Çağdaş şiirin karakteristik özelliğinin, insanların birbirini anlaması ve dolayısıyla da kardeşliğinin aracı olarak, söze karşı özenli bir tutum olduğunu savlıyorsam; bu, aynı zamanda, şairin, dünyanın geneldeki değişim sürecine de katılması demektir.
Bugün insanların karşılıklı olarak birbirlerini anladıklarını ve kardeş olduklarını söyleyemeyiz henüz. Şiir, bence de, sizce olduğu gibi, insanlığı değiştirmektedir. (Sayfa: 148-149)

#NâzımHikmetRan #Konuşmalar

- Konuşmanızda, şiirin evrenselliği sorununu getirdiniz. Dilleri ve değişik düşünce tarzlarını ayıran uçurumun üzerinde sadece çağdaş şiirin bir köprü olabileceğini savlıyorsunuz. Bu düşüncenizi biraz daha açıklar mıydınız.?
*
Ritsos: Bunu, çağdaş şair için en canalıcı sorunlardan biri sayıyorum. Çünkü kanımca şiiri gereksiz süslemelerden ve bezeklerden kurtaran sadece budur. Ve çağdaş şiirin bugünkü konumunu sağlayan olgu da budur özellikle. Kuşkusuz, insan toplumunun gelişmesinde kayıtsız olarak görev üstlenmiş bir şiir; Mayakovski'nin, Hikmet'in, Paul Eluard'ın ve Pablo Neruda'nın, Aragon'un ve Guillen'in, Asturias'ın şiiri ve, izin verirseniz, bir ölçüde kendi şiirimdir söz konusu olan burada. Bu şairleri ve onların yaratıcılıklarını etkileyen hangi toplumsal gereklilik, nasıl bir karşı durulmaz güç olmuştur.? Bana öyle geliyor ki, insanlar arasında bir anlayış gereksinimi, bir görüşme gereksinimidir bu. Ve bu genel insanlık ödevine belirli bir biçim yanıt verebilir. Öyle bir biçim ki, şiirsel bir dilin bir dilden bir başka dile çevrilmesine, hem de güzelliğine fazla zarar vermeden çevrilmesine olanak tanısın. Çünkü şiir sadece yaratıldığı biçimde varolur. Fakat eğer söz oyunlarıyla, sert uyaklar ve alışılmadık bir uyumla ağırlaştırılmışsa, şairin iç gereksinimini karşılasa da, onun dilini bilmeyen okuyucuya ulaşamaz. Bu görüş açısından, şiirin uyakları, uyumu ve ezgiselliğinin başka bir dilde karşılığını bulmak güç ve kimi zaman olanaksızdır. Bu türden şiirsel yapıtlar, tek bir ülkenin, tek bir halkın kazanımı olarak kalmamaya yazgılıdırlar; tabii genel olarak belli bir ülkede yayılabilme güçleri varsa. Çünkü her şiir kendi belirli dilinde yaratılır. Fakat adına yaraşan gerçek şiir, her şeyden önce bir düşünce ve duygu yükü içerir ki, uluslararasıdır bu yük. Dil, sözcük, daha doğrusu sözün çınıltısı, fonetiği, ulusal; sözün içeriği anlamı ise geneldir. Şu ya da bu halkın diliyle sınırlı, yani ezgiselliğe, ünlü ve ünsüz harflerin müziğine pek fazla önem veren şiiri çevirmek olanaksızdır. Bu bakımdan, benim kanımca, gerçekten çağdaş şiir, tüm yan öğelerden, onu ağırlaştıran, bir ülkenin ve bir halkın sınırından büyük bir sıçrama yapmasını engelleyen gereksiz her şeyden kendini kurtarmaktadır. Çünkü halkın sınırları hiçbir zaman şiirin sınırları değildir. Bu da, benim görüş açımdan, insanların karşılıklı olarak birbirlerini anlamaları ve kardeşlikleri idealine yanıt veren, tam anlamıyla çıplak şiire, asıl şiire varmak isteğiyle çağdaş şairin neden tüm gereksiz süslemelerden uzak durduğunun kanıtıdır.
*
N. Hikmet: Ay ışığında, deniz kıyısında, süslenip püslenmiş ve şık bir biçimde giyinmiş olarak duran kadın her zaman güzeldir. Fakat burada bir yapmacıklık öğesi vardır. Gerçek güzelliğini bilmek istiyorsak, çıplak ve öğle aydınlığında görmeliyiz onu. Ancak böyle tanırız kadını, ancak böyle tanırız şiiri.
*
- Evrensel dağılımına engel olan her şeyden arınmış bir şiirden söz ediyorsunuz. Fakat şiiri şiir yapan bir öğe daha var ki ona değinilmedi henüz. İmgeden söz ediyorum. Onu bir dilden başka bir dile çevirmek her zaman olanaklı değil, hele ulusal gelenekler ve denyelerden doğmuşsa.
*
Ritsos: İmgesiz şiir olmaz. Fakat ben ''imge'' derken, daha önce imge denirken anlaşılandan daha farklı bir şeydir göz önünde bulundurduğum. Şiirsel imgenin, benim onu anladığıma göre, ne resimle, ne süsleme sanatıyla, ne de bir düşünce ya da duygunun yüzeysel betimiyle hiçbir ortak yanı yoktur. Şiirsel imge, şiirin vücududur. Ve o, daha önceki dönemin şiirinde yer bulandan farklı, yeni bir simgesele dayanır. Yüzlerce yıllık geleneklerin ve deneyin yarattığı belirlenmiş (saptanmış, koşullu) simge; düşünce ya da duyguyu basit bir ima ile ifade etmek olanağını verdiği için, bugünün gerçekliğinin karşılığı olacak kendine özgü bir simgeseli aramaktan kurtarıyordu şair. Çağdaş şairin sorumluluğunun tipik noktası, bence, onun sadece, zaten var olan simgelere dayanmak değil, tersine, onları da kapsayan, daha geniş, kökleri çağdaşlığa uzanan bir kadran yaratmasıdır. Çağdaş şair, imgelerini buradan çıkarır. Bizi kuşatan sandalye, koltuk, makine, çağdaş yaşamın tüm atmosferi gibi gündelik şeylerin bugünün şiirsel estetiğinde böyle büyük bir önem kazanması bundandır. Çünkü bizi kuşatan şeyler, maddenin dış görünüşü değildir sadece. Onlar insan eyleminin milyonlarca yıllık ürünüdür. Onlar tarihin somut ifadeleridirler. Ve eğer aydınlık ve derin bir bakışla bakabilirsek, tüm dünyayı görürüz onlarda.
*
N. Hikmet: Çağdaş şair nesnel olanı (eşyayı) seviyor, bu bakımdan çağdaş şiirin kendine özgü bir özelliği de, dolaysızlığı ve somutluğudur.
*
Ritsos: Şiirimiz dolaysız ve somuttur, fakat o aynı zamanda karmaşıktır. Kadın ve erkek, yaşam ve ölüm, aşk ve nefret, aydınlık ve karanlık ilişkisi gibi somut ve karmaşıktır. Bana öyle geliyor ki şiirsel görüşün (görmenin) somutluğu, soyut görüşün (görmenin) tersine, nesnenin (eşyanın) daha karmaşık bir çözümlemesine götürmektedir. Hatta diyebilirim ki bugünün şiiri soyuttan somuta giderken, daha önceki dönemin şiiri somuttan soyuta gitmekteydi.
*
N. Hikmet: Bunun sadece şiire değğin olduğunu sanmıyorum. Somut kavramı basitle, soyut kavramını karmaşıkla değiştirmeye hakkımız yok. Soyut diye nitelenen pek çok çağdaş sanat yapıtının, somut diye adlandırılan sanattan daha yalın ve apaçık biçimde gerçekliği içermeyi başardığını görüyoruz. Öte yandan sanatta pek çok yapmacık somut, nasıl da su katılmamış soyuttan başka bir şey değildir. 
(Sayfa: 149-151)

#NâzımHikmetRan #Konuşmalar

NEYE İNANIYORSUN.? - Carol Roman
***
- Genç insanlara bir öneride bulunmanız gerekirse, ne dersiniz.?
Şairin, doğduğundan beri göremediği oğlu Memet'in fotoğrafını göğsünden çıkardığını hatırlıyorum.
- Bir zamanlar oğluma şunu yazmıştım:
*
Dünyada kiracı gibi değil,
yazlığına gelmiş gibi de değil,
yaşa dünyada babanın eviymiş gibi..
Tohuna, toprağa, denize inan,
insana hepsinden önce.
Bulutu, makinayı, kitabı sev,
insanı hepsinden önce.
*
Benden sonra, bu dünyada yaşayacak gençler için yüreğim ve kafam ne kadar çarptı ve çarpıyor bilseniz. Oğlumun hasta düştüğü bir anda, ona şu dilekte bulunmuştum:
*
Uyu yavrum uyu ninni..
Uykunda uçsuz bucaksız bir deniz gör. Dalgalar dağlara çıksın. Dalgalar köpüklene köpüklene, açılıp kapanarak dalgalar..
Uyu yavrum uyu ninni.. Sen bir geminin kaptan köprüsündesin. Sağında haykıran su, solunda su; sana kafa tutan sudur ilerin gerin. Aldırma oğlum, korkma oğlum; makineler yüreğin gibi işliyor, omurga sağlam, dümen elde..
Bir kıyıdan bir kıyıya koskocaman bir asma köprü kuruyorlar. Sen ordasın. Şu parlayan putrelin üstünde. Bak aşağı, başın dönmesin. Yukarı bak, göklere değecek gibidir başın..
Bu ne kadar çok kitap.? Sen bunların hepsini okudun mu.? Bak alnında çizgiler, saçların ak. Gözlerin yeryüzünün en anlamış gözleridir. Yüzün sonsuzluk gibi güzel. Düşme kuşkuya, korkma bulamadım diye, oku bulursun. Oku çarpışarak, oku, okuduğunu kavgadan ayırmadan..
Bir gemici gibi yılmaz, bir yapıcı gibi yaratan, bir filozof gibi bilgili ve bir artist gibi yürekli ol..
..Böyle yürüyen sona erer oğlum. Sen de onun gibi inanarak yürü, oğlum. İnanan sona erer. 

(Sayfa: 153-154)

#NâzımHikmetRan #Konuşmalar

Haksızlıklara karşı daima başkaldırdım. Gençlik yıllarımda Bahriye Okulu'nda okuyordum. Arkadaşlarımla birlikte yaşamak zorunda kaldığımız baskıya karşı okul gemisinde bir devrimci harekete geçtik. Bu yüzden okuldan ayrılmak zorunda kaldım. O zamandan beri hayat gemisinde, okyanus gibi büyük dalgalara ve inançlarımdan dolayı bana iyi gözle bakmayanlara karşı koyarak yüzüyorum. (Sayfa: 156)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...