Arka Kapak
*
Dünya üzerine gelip geçmiş bütün felsefeciler arasında, “filozof”, hatta “feylosof” tanımına en çok layık olanı; herhalde aslen felsefeci değil, klasik filolog olan Friedrich Nietzsche’dir (1844-1900). Üretken hayatı boyunca Hıristiyanlıkla bütünleşmiş Batı kültürüyle boğuşan Nietzsche; bu kültüre bir itirazdan ibaret olan külliyatını, kimi zaman yıkıcı ve sert, kimi zaman yumuşak ve incelikli ama her zaman çarpıcı üslubuyla kaleme almıştır. Felsefesinin temeli, ne kadar kökleşmiş olursa olsun, insanın coşkun enerjisini engelleyen her türlü öğretinin sorgulanıp ayıklanması ve bunun yerine “hayatın olumlanması”dır. Bu kapsamda Apollon-Dionysos ikiliği, güç istenci, bengi dönüş, üstinsan gibi anahtar kavramlar eşliğinde oluşturduğu felsefesinde kendini Deccal ilan edip Tanrı’nın öldüğünü ileri sürerek Zerdüşt kimliğiyle Batı kültürünü ıslah etmeye girişmiştir.
*
Nietzsche’nin düşüncelerini döneminin bağlamına (Prusya militarizminin, Darwinci bilimin, antisemitizmin, gençlik ve özgürlük hareketlerinin yükselişi) yerleştiren elinizdeki biyografi, bahtsız filozofun hayatını bütün boyutlarıyla anlatmaktadır. Lou Salomé’ye duyduğu umutsuz aşkın kişiliği üzerindeki yakıcı etkisini dile getirmekte, kırk dört yaşında aklını yitirmesinin sebeplerini anlamaya çalışmaktadır. Ölümünün ardından düşünsel mirasına el koyan kız kardeşi tarafından çarpıtılarak Nazizme felsefi payanda haline getirilen ve bu prangadan ancak on yıllar sonra kurtulan eserlerini, bütün alt anlamlarıyla birlikte titizlikle ele alıp incelemektedir.
*
19-20. yüzyıl Alman felsefesi uzmanı olan yazar Profesör Julian Young, Nietzsche’nin hayatı ve felsefesine dair bugüne kadar yazılmış bu en kapsamlı biyografisinde özel bir bölümleme yapmıştır. Böylece isteyen okur Nietzsche’nin sadece hayatıyla, isteyen de sadece eserleriyle ilgili bölümleri okuyabilir. Elbette yazarın dileği, ünlü filozofun hem sarsıcı eserlerinin, hem de dokunaklı hayatının okunmasıdır.
*
*
*
Kronoloji:
*
1882:
*
''16-17 Haziran: Lou'yla buluşmak için Berlin'de bir gün boyunca bekledi.
25 Haziran - 27 Ağustos: Tautenburg'da. Lou ve Elizabeth de 7-26 Ağustos'ta oradaydı.
Lou N'ye ''Gebet an das Leben'' (Hayata Dua) adlı şiiri hediye etti. N şiiri derhal besteledi, 1874'teki bestesi Hymnus an die Freundschaft'ın (Dostluğa İlahi) melodisini kullandı.'' (Sayfa: XXIV)
GENÇLİK:
*
Da Capo
*
Röcken
''Nietzsche'ye göre, ruh sağlığı gayet yerinde olan bir insan geriye bakıp bütün hayatını gözden geçirdikten sonra coşkuyla ayağa kalkıp ''oyunun ve performansın tamamına'' ''Da capo.!'' -bir daha.! Bir daha.! Tekrar en baştan.!- diye haykırabilmeliydi. Bu fikir onun en büyük esin kaynağıydı. Sağlığı tamamen yerinde olan bir insanın ''en büyük coşkuyla arzuladığı şey'' kendi hayatının sonsuz bir zaman boyunca ''bengi dönüşü''dür. (ewige Wiederkehr) -kötü parçaları atılarak arıtılmış haliyle değil, tam olarak aynı hayatı, ne kadar acı ve utanç verici olursa olsun, en ufak ayrıntısına kadar ister. Nietzsche'nin kendi amacı da bunu yapabilmek, kendi hayatına ''Da capo.!'' diye haykıracak bir noktaya ulaşabilmekti. Bakalım o noktaya varıncaya dek nelerle yetinmek zorunda kalmış.'' (Sayfa: 3)
*
''..Nietzsche'nin dört bir yanı Lutherci papazlarla doluydu diyebiliriz. Ama daha sonra Hıristiyanlığa suikast girişimini köktenci ya da bağnaz bir geçmişe tepki olarak değerlendirmek hata olacaktır. Ailesi ne köktenci ne de bağnazdı, mesleğinin sonunda yazdığı yarı otobiyografik eseri Ecce Homo'da kendisi de bunu doğrular: ''Hıristiyanlıkla savaşıyorsam, bu tam benim işimdir; çünkü o yönden hiçbir yıkımla, hiçbir engelle karşılaşmadım. En koyu Hıristiyanlar benden hiç esirgememişlerdir sevgilerini.''..'' (Sayfa: 5)
*
''Elizabeth küçük yaşlardan itibaren Fritz'in yazdığı ne bulursa aşırma alışkanlığı edinmişti; Nietzsche'nin ölümünden geriye kalan epeyce yayımlanmamış metni (Nachlass) kaynağı bu alışkanlıktır. Soyut düşünme kapasitesinden yoksun ve duygusallıkla yüklü (tüm o ''oh'' ve ''ah''lardan kurtulsa yazdıkları çok daha iyi olurdu, diye annesine yakınır Nietzsche) Elizabeth, yine de açıkgözce (hatta en sonunda suç niteliğinde) bir girişimcilik yeteneği edinecek, böylece ağabeyinin delirmesinden sonra onun adını kullanarak geçimini gayet iyi sağlayacaktı.'' (Sayfa: 8-9)
*
''Röcken'deki bu kral yanlısı ailede Fransız Devrimi'nin tekrarına (bu tekrara Dresden'deki Richard Wagner ve Rhineland'daki Karl Marx da dahil olmuştu) hiç sempatiyle bakılmıyordu elbette. Prusya kralının kalabalığı yatıştırmak için sosyalist devrimcilerin kızıl armasını taktığını duyan Ludwig (babası) gözyaşlarına boğulmuştu. Göreceğimiz üzere, Nietzsche ömrü boyunca Rousseau'ya (Fransız Devrimi'ne ''Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik'' savaş çığlığını veren kişi), sosyalizme, hatta her türlüsünden devrime nefretini korumuştu. Ayrıca babasının kralcılığına sadık kalarak daima monarşiyi ideal bir hükümet biçimi olarak görmüştü.''(16) (Sayfa: 11)
Dip Not (16): Nietzsche'nin edebi mirasının korunan ilk fragmanının on yaşında bir oyunun taslağı olması dikkate değerdir. Bu taslakta kral kahramandı ve bir isyanla karşı karşıyaydı (KGW I.1 1 [1]). Nietzsche, 18 yaşından kalma başka bir fragmanda monarşik devletlerin gündelik işleri halletmekte ve bilhassa savaşta daima en iyisi olduğunu yazar. Yunanlılar bunu anlamış ve Zeus'u tüm diğer tanrıların hükümdarı yapmışlardı; Pers İmparatorluğu'nun gücü de, Perslerin çok akıllı olmasından değil, krala çok bağlı olmalarından kaynaklanıyordu (KGW 1.2 10 [33]). 1883'te Batı modernliğinin yozlaşmışlığından bahsederken, ''kralların çağı geçti çünkü insanlar artık onlara layık değil: krallarda ideallerinin simgesini değil kârlarının aracını görmek istiyorlar'' (Gİ 725), der. Geç dönem düşüncesinde Platon'un ''filozof-kralının'' büyük yer kapladığını da göreceğiz.'' (Sayfa: 847)
*
''..on dört yaşındayken şiir dışında kolayca ifade edemediği hislerinin yüzeye çıkmasına müsaade ederken şöyle yazmıştı:
*
Nereye.?
Ey gökteki minik kuş,
Bir cıvıltıyla uçup git
Selamımı götür
Sevgili yuvama.
*
Ah, sen tarlakuşu, al bu çiçeği
Koru bağrında
Süslesin diye kopardım
Babamın uzaklardaki evini
*
Uçuverip gel yanıma bülbül
Al şu gül goncasını
Bırak babamın mezarına. (Sayfa: 12-13)
*
Naumburg:
*
''Fritz'in acayip ve çok yönlü zekâsını, ayrıca kralcı hislerini gözler önüne seren başka bir oyun da Elizabeth'in hatıralarında görülür:
*
Ağabeyim ve ben.. kendimize ait hayali bir dünya yaratmıştık; bu dünyada minik insan ve hayvan bibloları, kurşun askerler vs. tek bir merkezi şahsiyetin, yani Kral Sincap adını verdiğimiz beş santim boyundaki minik porselen sincabın çevresinde yer alırdı.. Bir sincabın kral olamayacağı bir an bile aklımızdan geçmemişti; aksine, en haşmetli varlığın o sincap olduğunu düşünüyorduk.. bu küçük kral her türlü şenlikli küçük seremoninin başkahramanıydı.. -Ağabeyimin yaptığı her şey Kral Sincap şerefineydi; tüm müzikal üretimini Majestelerine övgü olsun diye yapıyordu; doğum gününde.. şiirler okundu ve piyesler sahnelendi, bunların da hepsini ağabeyim yazmıştı. Kral Sincap sanatın koruyucusuydu; bu yüzden bir resim galerisi olmalıydı. Fritz kendi yaptığı Meryem tablolarından, manzaralardan oluşan bir galeri hazırladı. Özellikle güzel bulduğum birinde, eski bir manastır hücresindeki bir oyukta, eski moda bir kandil yanıyor ve odayı tuhaf bir ışıkla aydınlatıyordu.'' (Sayfa: 20)
*
''Nietzsche utangaç olduğu ve çok şey beklediği için dost edinmekte zorlanıyordu. Ama biriyle dost olursa ona çok değer veriyordu. Bu yüzden olgunluk dönemindeki yazılarında dostluğun çok tartışılması şaşırtıcı değildir. Farklı yerlerde, hakiki bir dostlukta muhakkak bulunması gereken iki unsurdan bahseder. Bunlardan birincisine ''mücadeleci'' unsur denebilir; bu unsur Antik Yunan'daki agon -nihayetinde işbirliğine dayalı bağlantıların barındırdığı saldırgan rekabet- idealini temel alır. ''Dostunda en büyük düşmanını bulmalısın,'' der, İşte Böyle Dedi Zerdüşt'te. Krug'la dostluğunda kavgacı unsur güçlü bir şekilde hissedilmektedir; Fritz şöyle diyor: ''Sıklıkla bir partisyona birlikte bakar, aksi görüşler öne sürer,'' piyanoyu ''sırayla çalarak kendi iddiamızın sağlamasını yapardık. (Sayfa: 22) (..)
Nietzsche insanın ruhunu başkasına fütursuzca açmasının bir yararı olacağına inanmıyordu: Zerdüşt'te, kişi en iyi kıyafetlerini giymeli ve dostunun önüne ''kıyafetsiz'' çıkmamalıdır, der. Hakiki dostluğun ikinci unsuru olarak ruhların samimiyeti yerine ortak bir amaca bağlılığı önerir. İki dostun mücadelesinde ortak bağları teşkil eden budur. (..)
Nietzsche yaratıcı hayatının ikinci yarısında şiddetli bir yalnızlık çekti. Öteki beni Zerdüşt gibi o da kendini (İsviçre'de) bir dağın doruklarında yalnız buldu. Ama hiç değilse düşünsel bakımdan bu durumunu kabullenmişti. Çünkü radikal bir toplum eleştirmeni olarak, kendisi gibi ''özgür ruhlu birinin'' toplumsal hayatın dayandığı temel anlaşmalara karşı çıktıkça, muhtemel yoldaş sayısının azalacağı, dolayısıyla muhtemel arkadaşlarının sıfıra yaklaşacağı sonucuna varmıştı. Ama gençliğinde toplum eleştirmeni olmaktan çok uzaktı. Birazdan göreceğimiz üzere, daha ziyade topluma uyma yanlısıydı, hatta ateşli bir toplumsal konformistti. Dolayısıyla hiç arkadaş sıkıntısı çekmiyordu. Yapısı gereği dostluk kuramadığı suçlamasının hatalı olduğu açıktır.'' (Sayfa: 23)
*
''Geriye baktığı zaman kendi karakterini şöyle değerlendirir:
*
Gençliğimde zaten fazlasıyla trajedi ve üzüntü yaşamıştım, bu yüzden çocukların genellikle olduğu kadar coşkulu ve neşeli değildim. Bu sadece ilkokulda değil Enstitü'de [Herr Weber'in], hatta gramer okulunda da geçerliydi. Çocukluğumdan beri yalnız olmayı aradım ve kendimi en çok yalnız kalıp rahatsız edilmediğimde iyi hissettim. Bu da genellikle en hakiki neşeyi bulduğum doğanın özgür tapınağında mümkün oluyordu. Bu yüzden gök gürültülü fırtınalar bende derin etkiler yaratırdı; uzaklardan gelen gümbürtüler ve patlayan parlak ışık sadece Tanrı karşısında hissettiğim huşuyu artırırdı.'' (Sayfa: 24)
2. Bölüm
*
Pforta:
Bölünmüş Miras:
*
''Pforta nasıl bir yerdi.? Bir kere, 1843'te okulun 300'üncü kuruluş yıldönümü kutlamasında müdürün yaptığı konuşmada belirtildiği gibi, ''kendi kendine yeten bir eğitim devletiydi'', devlet içinde ''devlet''ti ve bu devlette ''tüm ebeveynlik hakları ergenlikten üniversiteye girişe kadarki altı yıl boyunca eğitim kurumuna devrediliyordu''. Böylece çocuklar ''şehir hayatıyla bağlantılı tüm dikkat dağıtıcı şeylerden uzaklaşabiliyordu''.
Pforta'nın öğrencileri bu mutlak tecritin yanı sıra neredeyse eksiksiz bir kontrol altında yaşıyordu. Hemen her şey için izin almak gerekiyordu. Nietzsche'nin Nachlass'ında sayısız not vardır; bunların hepsi yürüyüşe çıkmak, biraz harçlık almak, piyano kiralamak, pasta satın almak, ailesiyle görüşmek vs. için hocasından izin istemek üzere yazılmıştı. Bu kadar kontrol hakkı verilen müdürün, öğrencinin varlığının ''bütününü'' okulun oluşturduğu iddiası boş bir böbürlenme değildi; ''sadece zihinlerinin gelişimini değil, ahlaklarını ve karakterlerini de biçimlendiriyor''lardı, neticede ''her Pforta çocuğu kurumu istisnasız sağlam bir sebat duygusuyla terk ediyor ve hayatı boyunca bu duyguyu taşıyor''du.
''Sağlam sebat'' tipik Pforta tevazusunun ürünüydü. (Elizabeth'in yorumuna göre öğretmenler Fritz'in tanıdıkları en yetenekli öğrenci olduğunu bilmelerine rağmen, ''bunun şüphesini uyandıracak tek söz edilmemişti'', çünkü Pforta ''yetenekli öğrencilerini hiçbir koşulda pohpohlamazdı'').'' (Sayfa: 30)
*
''..meyve ve sebzelerin hepsi okulun kendi bahçe ve bostanlarından taze taze toplanıyordu ve büyük ihtimalle çok lezzetli oluyorlardı. Fritz'in gündelik hayatı betimlemesi şöyle devam eder:
*
Bir haftalık [öğlen yemeği] mönüsü şöyle:
Pazartesi: çorba, et, sebze, meyve.
Salı: çorba, et, sebze, ekmek ve tereyağı.
Çarşamba: çorba, et, sebze, meyve.
Perşembe: çorba, haşlama et, sebze, ızgara böbrek ve salata.
Cuma: çorba, ızgara domuz pirzolası, sebze, ekmek ve tereyağı; ya da çorba, yeşil mercimek, sosis, ekmek ve tereyağı.
Cumartesi: çorba, et, sebze meyve.
*
Akşam 7.00'de yenen akşam yemeği mönüsü de şöyleydi:
*
Pazartesi ve Cuma: çorba, ekmek, tereyağı, peynir.
Salı ve Cumartesi: çorba, patates, ringa balığı, ekmek ve tereyağı.
Çarşamba: çorba, sosis, patates püresi, salatalık turşusu.
Perşembe: çorba, gözleme, erik sosu, ekmek ve tereyağı.
Pazar: çorba, sütte haşlanmış pirinç, ekmek ve tereyağı; ya da yumurta, salata, ekmek ve tereyağı. (Sayfa: 32)
*
''..disiplin ve düzen aslında müdürün söylediği kadar mutlak ve katı değildi. Yürüyüşlere çıkmak, dokuz kuka oynamak, Saale'de yüzmek ya da kışları kaymak için -Fritz ikisini de sever ve iyi becerirdi- bol bol vakit vardı. Sabah 4.00'de kalkılmasına rağmen, yatma saati akşam 8.30 ya da 9.00'du, bu yüzden çocuklar yaklaşık sekiz saatlik uykularını alabiliyorlardı. Ayrıca Fritz'in yazdığı kadarıyla yazları sıcaklık 24 dereceyi geçerse dersler iptal ediliyor ve okulun bütün öğrencileri yüzmeye gidiyordu. Pazar günleri çocuklara okulun kendi bağlarından üretilen şarap ikram ediliyordu. (Saale-Unstrut Almanya'nın en kuzeyindeki şarap üretim merkezidir).'' (Sayfa: 32-33)
*
''..Nietzsche özünde Prusyalıydı ve hayatı boyunca öyle kaldı. Evi onu bu yönde hazırlamıştı ama Prusya disiplinine tereddütsüz bağlılığı -sonraki terminolojisiyle ''kendini alt etmesi'' çok büyük ölçüde Pforta'nın ürünüydü. Ama kendisi çelişkili olan Pforta, Nietzsche'de de bir çelişki yaratmıştı. İngiliz özel okulları nasıl toplumun liderlerini yarattığı gibi vefasız muhalefeti de -Burgess, Maclean, Philby ve Blunt gibi komünist casusları- yarattıysa, Pforta da Nietzsche'nin şahsında Prusya karşıtı bir Prusyalıyı, Prusya'nın kendi ''köstebeğini'', olgun yaşlarında, Prusya'nın temsil ettiği her şeyi baltalayacak kişiyi yaratmıştı.'' (Sayfa: 36)
*
''Nietzsche'nin baş ağrılarının fiziksel bir sebebi olabilir. Ama aşırı miyopluğu ve çok fazla kitap okuması da büyük ihtimalle baş ağrısını artırıyordu. (Çoğunlukla bütün gece, uykusu açılsın diye ayağını buz gibi bir kova suya sokarak okurdu.)'' (Sayfa: 46)
*
''Sonra da (Şen Bilim'in önemli bir sözü olan ''Ancak yaratıcılar olarak yıkabiliriz''i, yani Nietzsche'nin niye sadece bir yapıbozumcu'' olmadığını gösteren bir aforizmayı önleyerek) şöyle yazar:
*
Her şeyi inkâr etmeyi denedim [Versuch]. Ah, yıkmak kolay -peki, ya yapmak.! Yıkım bile olduğundan daha kolay görünür, çünkü çocukluğumuzda zihnimize kazınanlar en içsel varlığımızı etkilemektedir, ebeveynlerimizin ve eğitimimizin etkisindeyizdir; öyle ki, bu derine işlemiş önyargılar rasyonel argümanlarla kolayca sökülüp atılamaz kesinlikle.'' (Sayfa: 50)
Müzik:
*
''Dinin başka yollardan sürdürülmesi bakımından Fritz'in gözünde müzik en öncelikli sanat biçimi, dolayısıyla başlıca yaşam faaliyeti haline gelir. Ama başka iki bağlantısı bakımından da önceliklidir.
Birincisi, dil karşısında önceliklidir:
*
Bir dil ne kadar eskiyse ses bakımından o kadar zengindir, hatta o kadar zengindir ki çoğunlukla şarkıdan ayırt edilemez. Yani en eski dillerde çok az sözcük vardır ve hiç evrensel kavram yoktur. Bunların kelime dilleri değil duygu dilleri olduğunu söylemek bile mümkündür neredeyse.'' (Sayfa: 56)
*
Ahlak ve Siyaset:
*
''..başka bir ilginç söz de, ''iyi, sadece kötünün en incelikli gelişimidir'' sözüdür. Bu sözün altında neyin yattığını bilmenin yolu yok. Ama ilginç bir sözdür, çünkü ''kötünün'' yüceltilerek ''iyi halini alması'', daha sonra göreceğimiz üzere, Nietzsche'nin olgunluk dönem felsefesinde ana temalardan biridir: İnsandaki kötülüğü ''kısırlaştırmaya'' çalışmamalıyız, çünkü onun içindeki tüm iyilikler gerçekte yüceltilmiş kötülüktür.'' (Sayfa: 67)
*
3. Bölüm:
*
Bonn
*
''Nietzsche 7 Eylül 1864'te Pforta kapısından son kez öğrenci olarak geçti.''
*
''İlk iki hafta Naumburg'da geçti ve Deussen, Nietzsche ailesi üzerinde çok iyi bir izlenim bıraktı. Sonra 23 Eylül'de iki arkadaş batıdaki Bonn'a doğru dolambaçlı bir yol izlemeye başladılar.
Nietzsche hâlâ Pforta'da olan bir arkadaşına, ''İnsan özgürlüğün tadına varmak için kısıtlanmayı yaşamış olmalıdır,'' diye yazıyordu. Altı yıllık yoğun çalışmanın sonrasında, gerçek dünyayı birkeç bin yıl öncesine taşıyan yarı-manastır tarzı bir kurumdan çıkan Nietzsche, Rhineland yolculuğu sırasında ilk özgürlüğünün çekici yönlerini yoğun ölçüde yaşadı. Mektupları her istediğini yapabilmenin heyecanıyla, her ayrıntısı canlı ve önemli olan yeni bir dünyanın (daha önce Doğu Almanya'dan hiç ayrılmamıştı) hayranlığıyla ışıl ışıldı: ''Her şeyi not ediyorum; yiyeceklerin, faaliyetlerin, tarımın vs. ayırt edici özelliklerini yazıyorum,'' diyordu eve gönderdiği mektupta.'' (Sayfa: 75)
*
''Nietzsche gerçekten de esasen iffetli bir yaşam sürmüştür. Fakat aynı zamanda Zerdüşt'ün ''Çöl Kızları Arasında'' başlıklı bölümündeki gibi şiirler de yazmıştır:
*
Ey sevgili kızlar
Bir Avrupalı olarak
İlk bana bağışlandı
Oturmak ayaklarınızın dibinde
Şu palmiyeler altında..
Öyle uzağım ki çölden,
Hiçbir şeyim çölleşmemiş:
Çünkü yutmuş beni
Şu küçücük vaha:
- Açıverdi, esneyerek,
O güzelim ağzını,
En güzel kokulusu tüm küçük ağızların:
Düştüm işte derken,
Düştüm tam ortanıza,
Ey sevgili kızlar.!
Oturmuşum işte
Şu küçük vahada..
Bir değirmi kız ağzı özleyerek'' (Sayfa: 81)
*
Nietzsche'nin kızkardeşi Elizabeth'e yazdığı mektuptan:
*
''Kendi gençliğimizden itibaren bütün kurtuluşun İsa'da değil de mesela Muhammed'de olduğuna inansaydık, aynı kutsallığı yaşayacağımız kesin değil midir.? Kutsallık hissini yaratan, imanın ardında yatan nesnel gerçeklik değil, imanın kendisidir. Sana bunları yazmamın sebebi, sevgili Lizbeth, imanların sarsılmazlığını göstermek üzere içsel deneyimlerine başvuran dindar insanların genellikle benimsediği ispatlama çizgisini karşılamak sadece. Her hakiki iman sarsılmazdır, insanın imanda bulmayı umduğu şeyi verir ama nesnel doğruluğuna kanıt olarak en ufak bir destek sunmaz.
İnsanların seçeceği yollar burada ayrılır: Ruhsal huzur ve mutluluk peşindeysen inanırsın, doğrunun havarisi olmak istersen sorgularsın.'' (Sayfa: 88)
*
4. Bölüm:
*
Leipzig:
GÖRSEL: File:Nietzsche3l philolog-gesell-leipzig.jpg
*
Görsel Kaynağı: https://it.m.wikipedia.org/.../File:Nietzsche3l_philolog...
''Leipzig'e gelmesinden yaklaşık bir ay sonra Nietzsche'nin hayatındaki en önemli felsefi karşılaşma meydana geldi: Ev sahibinin sahaf dükkânında Arthur Schopenhauer'ın başyapıtı İstanç ve Tasarım Olark Dünya (Die Welt als Wille und Vorstellung, 1818-1819) ikinci el bir nüshasını buldu, satın aldı, baştan sona okudu ve dünyasını şaşırdı (Richard Wagner'in de on bir yıl önce benzer bir ''dönüşüm deneyimi'' olmuştu.) Derhal kendisini ''Schopenhaur'cı'' ilan etti ve sonraki on yıl bu iddiasından vazgeçmedi.'' (Sayfa: 94)
''Nietzsche'nin mutluluğunun üçüncü kaynağı da ''hak etmediği muhabbeti'' bahşeden Ritschl sayesinde rüyalerındaki profesörü -on dakika görüşebilmek için bir ay önceden yazılı başvuruda bulunmanız gereken (bugün de farklı değildir), bilinen Alman ''Tanrı-profesörlerin'' tam tersi birini- bulmuş olmasıydı. Parlak, eksantrik, eğlenceli, konusuna kafayı takmış Ritschl sevdiği öğrencilere her şeyden önce baba gibi davranıyor, onların hayatının ve kariyerinin her yönünü düşünüyordu. (Hatta Nietzsche, yüzüne söylemese de ondan ''Ritschl Baba'' diye sevgiyle söz ediyordu.) Nietzsche daima onun gözde öğrencilerinden biri olma şansına erişmişti.
Nietzsche ilk olarak (daha önce Pforta'da hakkında ödev yaptığı anlaşılması güç Yunan şairi) Theognis hakkında yazdığı bir incelemeyi Ritschl'e gösterme cesaretini bulduğunda, istisnai yeteneğiyle onun gözüne girdi. Birkaç gün sonra Nietzsche görüşmek üzere çağrıldı. Bir öğrenciden bu kadar çarpıcı bir eser geldiğini daha önce hiç görmediğini söyleyen Ritschl ondan kendisinin editörlüğünü yürüttüğü akademik klasikler dergisi (hâlâ gelişme aşamasındaydı) Rheinisches Museum für Philologie'de yayımlanmak üzere incelemeyi genişletmesini istedi.'' (Sayfa: 96)
*
Görsel Kaynağı: http://www.friedrichnietzsche.de/.bin/showpic.php?picnr=82
Bu müziğe karşı eleştirel mesafemi bir türlü koruyamıyorum. Sinirlerimin her bir telini titretiyor; sarhoşluk halimi bu uvertür kadar uzun süre devam ettiren bir parça olmamıştı nicedir.'' (Sayfa: 112)
''Peri Masalımsı ve Yedi Fersahlık Çizme Misali:
*
''1869 başında Basel Üniversitesi'nin klasik filoloji kürsüsü boşaldı. Kürsünün eski sahibi olan Adolf Kiessling eski hocası Ritschl'e bir mektup göndererek eserini Rheinishes Museum'da okuduğu Nietzsche'nin durumunu sordu. Ritschl verdiği cevapta otuz dokuz yıllık öğretmenlik hayatında ''bu kadar erken olgunlaşmış başka bir delikanlı tanımadığını'' yazdı. Onun Leipzig'deki genç filozofların lideri olduğunu belirtti ve günün birinde en önde gelen Alman klasikçilerinden biri olacağı kehanetinde bulundu.
(..)
23 Mart'ta sınava sokulmaksızın Rheinisches Museum'da yayınlanan eserlerine dayanılarak doktorası verildi. Alman sisteminde her akademik mevki için önşart olan Habilitation, yani ikinci doktorayı ise hiç yapmadı.
Böylece, akademik mevki için yıllarca bekleyecek olan Rohde ve Deussen'in aksine Nietzsche 24 yaşındayken aniden kendini yılda 3000 İsviçre frangı (yaklaşık 800 taler ya da 2540 mark kazanan bir doçent olarak buldu.
(..)
Nietzsche bir yıl sonra da profesörlüğe getirildi. on Gersdorff'a yazdığı gibi, Ritschl sayesinde akademik mesleğin normal engellerini atlamadan -daha doğrusu hepsini birden atlayarak- ilerlemesinde ''peri masalımsı ve yedi fersahlık çizme misali'' bir kolaylık yaşamıştı.'' (Sayfa: 116-117)
*
5. Bölüm
*
Schopenhauer:
''1865 Kasım'ında, Leipzig'e vardıktan kısa süre sonra bir gün Nietzsche öğrenciliğin dar geçim imkânlarına rağmen ani bir güdünün etkisine girdi.
*
Rohn'un sahaf dükkânında bu kitaba rastladım, büyük bir özenle elime alıp sayfalarını çevirmeye başladım. Hangi iblis kulağıma fısıldadı bilmem: ''Bu kitabı alıp evine götür.'' Kitap almakta aceleci davranmama alışkanlığıma rağmen kitabı aldım. Odama çıktığımda kendimi ganimetimle birlikte kanepenin köşesine attım ve o enerji dolu, hüzünlü dâhinin zihnime işlemesine izin verdim. Her satırı feragat, inkâr ve tevekkülle haykıran bu kitapta bütün dünyanın, hayatımın ve kendi zihnimin korkutucu bir görkemle akseden görüntüsünü izlediğim bir ayna buldum.'' (Sayfa: 119)
''İstencin yolunda.. hep aradığımız ama hep bizden kaçan huzur.. Epikuros'un en yüce iyi ve tanrıların hali diye övdüğü acısız hale ulaşırız; o an için istencin sefilleştirici baskısından kurtuluruz. İstenç hapishanesindeki cezamıza ara verilir; İksion'un(*) çarkı durur.''
*
Demek ki her sanatın özünde dünyanın -elbette görülür dünyanın, ''görünüşler'' dünyasının- saflaşmış, istençten uzak algısını bize sunmak vardır. Ama müzik farklıdır, çünkü Schopenhauer'ın malumu ilamıyla, görsel dünyayı temsil etmez. (Kuş-ötüşü ve savaş-sahnelerinin temsilini müziğin önemsizleştirilmesi olarak görür.) Bu da geriye iki seçenek bırakır. Birincisi ''biçimci'' görüş olarak adlandırabileceğimiz, müziğin hiçbir şeyi temsil etmediği görüşüdür; buna göre, soyut resim nasıl anlamsız renklerin uyumlu bir deseniyle haz veriyorsa müzik de aynı şekilde anlam-sız seslerin uyumlu bir deseniyle sadece haz verir. Schopenhauer'ın aktardığı kadarıyla müziği ''zihnin saydığını fark etmediği bilinçsiz bir aritmetik alıştırması'' olarak tanımlayan Leibniz bu görüştedir. İkinci seçenek ise ''derin tasarım'' adını verebileceğimiz görüşü benimsemektir. Buna göre müzik görünüşler dünyasının değil ''kendinde şey''i temsil eder. Schopenhauer müziğe atfettiğimiz derin anlamı açıklayamadığı gerekçesiyle biçimci görüşü reddeder ve sanatlar içinde sadece müziğin kendinde gerçekliğe''örtü''-süz erişimimizi mümkün kıldığı sonucuna varır.''
*
(*) Dipnot: Yunan mitolojisinde, günahları ve nankörlüğü nedeniyle Zeus'un, alevler saçan bir çarka bağlı olarak sonsuza dek dönme cezası verdiği kral. (Sayfa: 123)
*
Nietzsche'nin Dönüşümü:
*
''Nietzsche kesinlikle Schopenhauer'ın büyüsüne kapılan tek kişi değildi. Aksine Schopenhauer ömür boyu anlaşılmaz ve karanlıkta kaldıktan sonra 1860'taki ölümünün ardından gelen on yıl içinde, Nietzsche'nin daha sonra belirttiği üzere, en meşhur on dokuzuncu yüzyıl Alman filozofu olmuştu. Bu yüzden Nietzsche temsili bir figür sayılabilirdi: Schopenhauer'ın felsefesinde ona çekici gelenin ne olduğunu sormakla, on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında, hatta yirminci yüzyılda ciddi sayıda eğitimli kişiye neyin çekici geldiğini de sormuş oluyoruz.
Albert Camus Sisyphos Söylenine [1988, Le Mythe de Sisyphe, 1942] şu meşhur sözlerle başlar: ''Gerçekten ciddi tek bir felsefi problem vardır, o da in*tihardır. Hayatın yaşamaya değip değmediğine karar vermek felsefenin temel sorusuna cevap vermekle birdir.'' Hayatın değeriyle (ve kaçınılmaz olarak anlamıyla) ilgili bu sorunun ortaya atılmasıyla yeni bir tür felsefe doğuyordu: ''Varoluşçuluk''. Bu felsefe, teorinin sadece dar bir profesyoneller kliğine ilginç (hatta anlaşılır) gelen çetrefilli meseleleri sökmeye çalışmak yerine, her insan ''varoluşunun'' bilincinde saklanan derin, endişe verici ve çok zor sorulara bakar. Ama Camus'nün sorusunu ilk kez ortaya atan (aynı zamanda adeta davayı savcılığa sunan) kişi Schopenhauer'dır. Demek ki bu anlamda Schopenhauer ilk ''varoluşçuydu'', felsefeyi kütüphanelerden ve dersliklerden çıkarıp insanların hayatlarına götüren (antik dönemden beri) ilk filozoftu.
Üstelik bunu ustaca bir berraklıkla, zarafetle, zekâyla, akkor halinde bir öfkeyle (esasen Hegel'in ucuz iyimserliğine ve ''beyin çürüten'' anlaşılmazlığına yönelik bir öfke), bin tane boş lafla boy ölçüşebilen somut, anlamlı örneklerle yapmıştı.'' (Sayfa: 127-128)
*
''..Schopenhauer'ın idealizmine göre ölüm sadece hayat ''rüyasının'' sonra ermesidir. Ama rüya görmek için rüya gören biri gerekir, bu kişi rüyanın dışında olmalıdır. Bu yüzden idealizme göre asıl benliğimiz kesinlikle ölümden zarar görmez. İşte bu yüzden Schopenhauer idealizmin ölümsüzlük sorusuna ''en eksiksiz cevabı'' verdiğini söyler, zira ölümle ''içsel [hakiki] doğamızın yok edilemeyeceğini'' kanıtlamaktadır. Zamanın büyük bir kısmında gündelik, cisimleşmiş, ''ampirik'' benliğimizi tanımlamak için müphem ''ben'' sözcüğünü kullanırız elbette ki bu ben gerçekten de ölümle sona erer. Fakat metafizik içgörünün bizi götürdüğü noktada ''ben''in hakiki anlamının ''aşkın'' ben olduğunu, zamanın ötesinde kalan, dolayısıyla doğumun ve ölümün ötesinde kalan bir ben olduğunu görürüz.
Demek ki Nietzsche'nin Schopenhauer'dan aldıklarının kalbinde bu vardır. Ölümün son-olmamasını bilme yönündeki ''metafizik ihtiyacı'' artık Hıristiyanlıkla doyurulamayacak, Schopenhauer idealizminin içerimlerinde yeni bir doyum alanı bulacaktır.'' (Sayfa: 131)
*
Kant ve Lange'nin Etkisi:
*
''Lange'nin kitabı iki kısma bölünmüştü. Birincisinde antik Yunanlardan Kant'a kadar materyalizmin tarihi vardı, ikinci kısımda da Kant'tan on dokuzuncu yüzyıl ortasına kadar materyalizmin eleştirel tartışması bulunuyordu.'' (Sayfa: 132)
*
6. Bölüm
*
Basel, 1870'te Basel:
Görsel: Basel, Spalentor
Görsel Kaynağı: https://ak-fundus.ch/produkt/basel-spalentor/
''Nietzsche ilk haftalarını geride kalan kapı komplekslerinden en büyüğü olan Spalentor'un ''korkunç denebilecek'' Spalentorweg 2'de geçirdi.'' (Sayfa: 146)
*
''Nietzsche hafta içi her sabah yediden sekize kadar ders veriyor, haftada toplam sekiz saat öğrencilerle temas halinde oluyordu. Buna ilaveten Padegogium'da haftada altı saat ders veriyordu.'' (Sayfa: 148)
*
''Öğretmenlik görevlerinin üstüne bir de üniversite meclisi, fakülte ve kütüphane komitesi toplantılarına katılması gerekiyordu, 1874'te insan bilimleri dekanı seçilmesi, meslektaşları arasında ne kadar saygın olduğunu gösterse de, muazzam iş yükünü daha da artırmışa benzer. Tüm bunların üstüne bir de sıklıkla hasta meslektaşlarının derslerine giriyor ve üniversitenin kamuoyu nezdindeki profilini iyileştirmek için sayısız ücretsiz ders veriyordu. Üstelik Prusyalı vicdanı yüzünden verdiği her derste yüzde yüz elli oranında çaba harcamadan edemiyordu elbette. Sadece bir yıllık çalışmanın ardından, yirmi beş yaşındayken profesör olması bu yüzden pek de şaşırtıcı değildir.
Nietzsche öğretmen olarak hem heyecan verici hem de talepkârdı. Altıncı sınıftaki öğrencilerine sanki şimdiden üniversite öğrencisi olmuşlar gibi davranıyor, onlardan bol miktarda bağımsız araştırma talep ediyordu. En iyilerini de Leipzig'deki mezun olduğu okula gönderiyordu. Ayrıca öğrencilerle sosyal bağ da kuruyor, dönem sonlarında yemekler düzenliyordu. Nietzsche içgüdüsel bir tarzda ve çaba harcamadan disiplin sağlayan öğretmenlerdendi. Ecce Homo için hazırladığı bir taslakta (ama bunun sadece bir kısmı eserde basılmıştır) şunları hatırlar:
*
Temelde pedagojik ilkelere ne ihtiyaç duyan ne de bunlara sahip olan gönülsüz öğretmenlerden biriyim. Basel Padagogiumu'ndaki üst sınıflara ders verdiğim yedi yıl boyunca tek bir ceza bile vermeme gerek kalmaması, daha sonra yeminlerle anlatıldığına göre en tembel öğrencilerin bile benim derslerimde çok çalışması bunun delili olsa gerek. Öğrencilik günlerimden zekice küçük bir strateji kalmış aklımda: Bir öğrenci önceki dersin konusunu yeterince iyi anlatamıyorsa daima alenen kendimi suçladım -örneğin anlattıklarım çok üstünkörüyse ya da belirsizse herkesin benden daha fazla açıklama ve yorum isteme hakkı olduğunu söylerdim. Bir öğretmenin her zekâ düzeyinin anlayacağı dilden konuşma zorunluluğu vardır.. Bu küçük stratejinin her türlü azarlamadan daha etkili olduğu söylenirdi bana. -Gramer okulundaki öğrencilerle ve üniversite öğrencileriyle ilgilenirken gerçekten hiç zorluk yaşamadım.'' (Sayfa: 149)
*
Burckhardt
''Burckhardt'ın en tanınmış eseri, Nietzsche'nin olgunluk dönemi düşüncesine derin etki yapmış bir eser olan İtalya'da Rönesans Kültürü'dür. (2010; Geschichte der Renaissance in Italien). 1860'ta çıkan bu eserin baskısı hiç bitmemiştir. On dördüncü ve on beşinci yüzyıllarda İtalya'nın ortaçağdaki geçmişiyle belirleyici kopuş yaşandığını ve modernliğin doğuşunun bu kopuşla gerçekleştiğini en iyi ortaya koyan eser buydu. Eserde İtalyan Rönesansı'nda güçlü, özbilinçli bireyciliğin ilk ortaya çıkışına vurgu yapılır ve bu bireycilik iki yüzlü bir fenomen olarak tanımlanır: Bir taraftan azgın şehvet, şiddet ve savaş patlaması yaratmıştır, diğer yandan Raffaello, Leonardo ve Michelangelo'nun sanatını yaratmıştır. (İsviçre bağlantısını da düşünürsek, Burckhardt'ın Rönesans anlatımı büyük ihtimalle şu meşhur satırların kökeninde yatıyor denebilir:
*
Borgia(*) hanedanı yönetimindeki İtalya otuz yıl boyunca savaş, te*rör, ci*nayet, k*an gördü ama Michelangelo, da Vinci ve Rönesans'ı yarattı. İsviçre'de kardeşçe sevgi ve beş yüz yıllık demokrasi ve barış var. Peki, İsviçre ne üretti.? Guguklu saat.''
*
Dipnot: Bu satırlar 1944 yapımı The Tird Man (Üçüncü Adam) adlı filmdendir, ya senaryoyu kendi romanından uyarlayan Graham Greene tarafından, ya da Harry Lime karakterini oynarken bu repliği söyleyen Orson Wlles tarafından uydurulmuştur. Yönetmen Carol Reed'di. (Sayfa: 152)
Overbeck:
''Overbeck ömrü boyunca Nietzsche'ye sadık kalan tek dostu oldu. Aynı zamanda Nietzsche'nin hiç kavga etmediği tek dostuydu: ''Dostluğumuz hiç gölgelenmedi,'' diyordu Overbeck. Nietzsche ise şöyle diyordu:
*
Overbeck insanın dost olarak görmek isteyebileceği en ciddi, dürüst, sevilesi bir kişilik, ayrıca bildiğim en sorunsuz insan ve araştırmacı. Aynı zamanda bağlantı kurduğum tüm insanlarda görmek istediğim o radikal niteliğe sahip.
*
Nietzsche 1879'da sağlığının en kötü setrettiği dönemde Overbeck'in sadakatinin ve dostluğunun hayatını kurtardığını itiraf edecektir: ''Hayatın ortasında bizim Overbeck ''tarafından kuşatılmıştım'' -yoksa diğer eşlikçim beni karşılamak üzere kalkacaktı: Mors.'' İleride göreceğimiz gibi, on yıl sonra Overbeck Nietzsche'nin gerçekten hayatını kurtarmıştır.'' (Sayfa: 154)
*
7. Bölüm
*
Richard Wagner ve Tragedyanın Doğuşunun Doğuşu:
''Tragedyanın Doğuşu bu duygusal ve entelektüel yakınlığın ürünüydü. Kitabın Önsöz'ünde eser Wagner'e ithaf edilir, onunla ''sohbetin'' bir devamı olarak tanımlanır ve bu sohbetin asla başka bir kimseyle yapılamayacağına dikkat çekilir. Bu ''sohbeti'' mümkün kılan şey dâhi bir besteci, orkestra şefi ve şair olan Wagner'in aynı zamanda gelişmiş ve seçkin bir dünya görüşüne sahip ciddi bir entelektüel olmasıdır. Nietzsche akademisyenleri ve meraklıları neredeyse hep Nietzsche'nin bu dünya görüşüne borcunu inkâr etmeye çalışmışlardır, zira nahoşluğu su götürmez şu iki durumdan dolayı rahatsızdırlar: Yahudi karşıtlığı ve daha sonra da Alman şovenizmi. Fakat bu etkiyi inkâr etmenin anlamı yoktur: Nietzsche'nin bu kitabını gerçekten anlamak için, defterlerinde tanımladığı ''Bayreuth ufkunu'' anlamak gerekir. Eserin, içinde geliştiği bu ufuk, dünyaya bakışında çağdaş bir yorumcunun ifadesiyle, taktığı bu ''Wagner gözlükleri'' anlaşılmak zorundadır.'' (SayfaÇ 165-166)
*
Wagnerci Dünya Görüşü:
*
''Wagner kendi zamanındaki pek çok eğitimli kişi için Hıristiyanlığın artık inandırıcı olmadığının farkındaydı. Gelgelelim, Hıristiyanlığın kötü bir miras bıraktığını öne sürüyordu. Yunanlar mutluluğu normal bir insanlık durumu olarak kavrarken, Hıristiyan dünya görüşü bizi ''iğrenç bir zindanda'' yaşamaya mahkûm eder. Hıristiyanlık bize dünyevi olan her şeyden nefret etmeyi öğretir -aynı zamanda evrensel kardeşçe sevgiyi öğütlediği için kendisiyle çelişir. Fakat İsa'nın yaptığı bu değildi. Bu Celileli marangozun kendisi bir tür devrimci sosyalistti, öğütlediği evrensel sevgiyi gerçekten hayata geçiren, işçi sınıfından bir adamdı. Bu dünyayı küçümsemeye yol açan öbür-dünyalı metafiziği icat eden İsa değil Roma Kilisesi'ydi (Nietzsche'nin sonraki eserinde başlıca temalardan biri budur). Demek ki genellikle Hıristiyanlık yıkıcı bir kuvvetti ve bize kendini değersiz görmeyi miras bırakmıştı.
Üstelik modern ekonomik hayatın gayri insani karakteri için de ortam hazırlamıştı. İnsan değersiz bir varlıksa, ona modern sanayileşmiş toplumun yaptığı gibi ''salt mekanizmanın buhar gücü'' muamelesi yapmamak için hiçbir sebep yoktu. Yani modern toplumda çalışma bitap düşürücü, insanlıktan çıkarıcı bir ''eziyete'' dönüşmüştü. İnsanlar makinenin köleleri olmuş, hatta kendileri makineleşmişlerdi.
Bunun insan refahına korkunç bir etkisi olmuştu. Kitleler salt makine parçaları olmak üzere eğitildiğinden ve her halukârda çalışmaktan bitkin düştüğünden, verilen dinlenme anlarında ucuz, düşünce içermeyen hazların tadına varabiliyordu ancak. Fakat ucuz tüketimcilik sürekli daha az haz verdiğinden, modernliğin en çok öne çıkan ruh hali sıkıntıydı. Tüketim toplumunda insanlar ''haz alırken ölümüne sıkılıyordu''. Wagner'in Yahudi karşıtlığı kısmen Yahudilerin tüketimcilik yarattığını ve bu tüketimciliğe kendilerini kaptırdıklarını düşünmesine dayanır; gerçi sonraki yazılarında bu kez parmağını Fransızlara uzatır: Modernliği kuşatan şey ''Fransız materyalizmidir''..'' (Sayfa: 166-167)
*
''Wagner milliyetçiliği sonradan daha farklı ve nahoş bir hal almıştır. Nietzsche'nin onun aleyhine dönmesini açıklarken 1888'de yazdığı gibi, orta-yaşlı Wagner gençliğindeki ''kozmopolit havayı'' kaybetmiş, artık reichsdeutsch, yani Bismarkçı bir aşırı milliyetçi olmuştu. Yine de nispeten yaşlı Wagner hiç değilse teoride konumunu nihayetinde enternasyonalist kaygılarla uzlaştırmış, Fransa-Prusya savaşının patlamasından üç yıl önce şöyle yazmıştı:
*
Kendimizi materyalist medeniyetin [Fransa'nın] tiranlığından kurtarmak.. tam Almanya'ya düşen misyondur; çünkü kıta ülkeleri içinde bir tek Almanya daha soylu bir kültür getirmekte zorunlu niteliklere ve zihinsel kuvvetlere sahiptir.
*
Yani Almanya'nın ''içedönüklüğü'' -gerekirse si*lah zoruyla'' genişletilmelidir ki kendini Fransız yozlaşmasının hâkimiyetindeki medeniyetten koruyabilsin. (Tanrı-vergisi bir Alman ''misyonuna'' başvurmanın tehlikesi, Almanya'nın Birinci Dünya Savaşı'na girişini meşrulaştırmaya çalışan sağcı entelektüellerin de, küçük Bush'un Irak'ı işgalini meşrulaştırmaya çalışan Alman-felsefesinden-esinlenmiş entelektüellerin de aynı şekilde ulusal misyona başvurmasından anlaşılıyor zaten.)'' (Sayfa:: 173-174)
*
''Bütün büyük sanatlar doğrudan müzikten değilse bile ''müziğin ruhundan'' doğar aslında, der Wagner: Yunan kültürü de böyle yaratılmıştır, İtalyan Rönesansı'nın sanatı da.'' (Sayfa: 181)
*
''Tekrarlayalım, Albert Camus, felsefenin tek ciddi probleminin ''in*tihar sorunu'' yani hayatın yaşamaya değip değmediğinin sorgulanması olduğunu söylemişti. Nietzsche-Wagner-Schopenhauer kötümserliği benimsemezler. Ama Nietzsche, Camus'nün bu sözünü yanıltıcı bulurdu, çünkü in*tihar bir seçenek değildir. Rasyonel olmayan ama kaçınılmaz (biyolojik olarak programlanmış) ''yaşama istenci'' -summum malum [en büyük kötü] sayılan ö*lümden nefret-, ''bedeli ne olursa olsun'' varlığı yokluğa yeğleyeceğimiz anlamına gelir (sadece çok özel durumlarda, biyolojik bozukluklarda istisnalar oluşur. Yaşamaktan başka seçeneğimiz yoktur. Bu da sorunun şeklini değiştirir. Doğru soru hayatın yaşamaya değip değmemesi değil, yaşamak zorunda olduğumuza göre yaşamaya nasıl katlanacağımız, kötü bir işin iyi yanını nasıl göreceğimizdir. Antik Yunan'ın, özellikle de Yunan sanatının anlam kazandığı nokta tam da burasıdır.'' (Sayfa: 185)
*
Homeros'un Sanatı:
''Tragedyanın Doğuşu'nun kafa karıştırıcı yönlerinden biri ''Apolloncu'' tabirini iki anlamda kullanmasıdır. İlk başta bu tabir sadece gündelik dünyayı, Schopenhauer'ın principium individuationisinin denetimindeki dünyayı anlatır. Apollon tekilliği (aynı zamanda adaleti) yaratan hudut çizme tanrısı olduğundan, gündelik dünya sırf tekil şeylerin dünyası olması bakımından '2Apolloncudur''. Bu dünyayı yaratan insan zihninin yetenekleri açısından, kavramsal, dilsel, rasyonel alanların hepsi de (popüler nörolojiye göre, bu alanlar beynin sol yarımküresinde yer alır) Apolloncudur.
İkinci anlamda ise, Homeros sanatında ''Apolloncu'' tabiri bu dünyanın bir haşmet haline, ''kusursuzluğa'', ''ilahlaşmaya'', ''ululaşmaya'' yükseltilmesi demektir. Hıristiyan sanatı gayri insani, hatta insan-karşıtı bir ideal oluştururken -hiçbirimiz bir bakireden doğmayız, dolayısıyla da ci*nsel şe*hvetten kaçamayız- Apolloncu sanat, tanrıları ve kahramanları resmetme bakımından tam tersini yapar. ''[İnsan] olan her şeyi iyi kötü demeden ilahlaştırır''. Yunanlar Apolloncu sanatta kendilerinin ışıltılı bir portresini inşa etmiş, ''varoluşlarının ideal imgesini'' yaratmışlardı. Bu yüzden, der Nietzsche -Homeros sanatının bir din olduğunu, ''ödev ya da çileciliğin değil, hayatın dini'' olduğunu açığa vurarak- tanrılar ''insan hayatını doğrudan kendileri yaşayarak meşrulaştırıyordu- tek tatmin edici teodise.!'' Sekizinci yüzyılın Yunanları bu sayede varoluşun ''dehşet ve korkularını'' yenmiş.. veya her koşulda örtmüş'', varlıklarını sürdürmeye kendilerini ikna etmişlerdi. ''Böyle tanrıların parlak gün ışığında varoluşu başlı başına arzu edilir bir şey olarak görülüyordu''..'' (Sayfa: 186-187)
*
(Sözlükçe) Teodise: ''Tanrı her şeye kadir ve mutlak iyiyse dünyada bunca kötülüğün olmasına nasıl izin veriyor.?'' sorusunu inandırıcı biçimde açıklama çabasına, Hıristiyan teolojisinde verilen isim. (Sayfa: 922)
Mitin Rolü:
*
''Dinsel mitin önemi nedir.? Yine Wagner'i neredeyse kelimesi kelimesine tekrar eden Nietzsche, ''ancak mitlerle çevrili bir ufuk, tüm bir kültür hareketinin bütünlüğünü kurabilir,'' der. Sadece mit bir kültüre ''güvenli ve kutsal bir köken yeri'' sağlar. Mit imgelerinin, diye devam eder,
*
genç ruhun onların koruması altında büyüyeceği, yetişkin erkeğin yaşamını ve savaşımlarını onların işaretleriyle yorumlayacağı daemonik bekçiler olmaları gerekir: devletin kendisi de, dinle bağlantısına, mitsel tasavvurlardan yetişmiş oluşuna kefil olan mitsel temelden daha güçlü bir yazılmamış yasa tanımaz.
*
''Sanat ve Volk [halk], mit ve ahlâk zorunlu olarak.. iç içe geçmiştir,'' diye sözlerini bitirir. Bir halk ancak deneyimine mitsel, ''ebedi'' bir görüşü yükleyebilirse doğru düzgün bir halk olabilir. ''Mitsel anayurdu'' oluşturan ''evin ocağının tanrıları'' olmadan ne bir halk ne de bir birey varlığını sürdürecektir.
O halde tragedyanın mitsel içeriğinin camaatin ethosunu alegorik biçimde dile getirdiğini söyleyebiliriz kısaca. Böylece ''[tekil''] Yunan sanatlarının kutlamayla yeniden birleşimi'' olması ve cemaati bir araya getirip onu koruması bakımından iki anlamda ''kolektif sanat'' eseri olur. Ortaçağ Almanyası'ndaki dini tiyatro oyunları bireyin kendini cemaatten ayırarak mahremiyette tefekküre çekilmesine imkân verme işlevine sahipken, ''Yunanlar antik tragedyaları, kendilerini bir araya getirmek (sich sammeln) için izliyordu''.. '' (Sayfa: 193-194)
*
Sokrates ve Tragedyanın Ölümü:
''Sokratesçilik hakkında Nietzsche'nin iki iddiası vardır. İlkine göre, Sokratesçilik yanlıştır, ''yanılsamadır''. ''Kant ve Schopenhauer'ın olağanüstü cesareti ve bilgeliği sayesinde'', bir başka deyişle metafizik idealizmin nedenselliği, görünüşlerin rüya-dünyasına kapatması sayesinde, nihai gerçekliğe bilimle ulaşılamayacağını, dolayısıyla ''düzeltilebilir'' olmadığını biliyoruz. Bu yüzden Sokratesçilik bir tür güç zehirlenmesidir; o yüzden de ''çocuk-tanrı'' kumdan kalelerden birini yıkınca Sokrates kültürü felaketvari ve tamamen beklenmedik travmalar yaşayabilir. Nietzsche'nin ikinci iddiası da Sokratesçiliğin şu an içinde bulunduğumuz Aydınlanma sonrası Batı'nın içinde bulunduğu durum olduğudur. (O halde 11 Eylül'ü ya da küresel ısınmayı böyle bir travma olarak düşünebiliriz.) Modern insan Sokratesçi insandır. Nietzsche bu iddialara bir üçüncüsünü ekler: Sokratesçi kültür bozulmuş bir kültürdür. Peki bu nasıl oluyor.?
*
Şu Anki Halimizde Yanlış Olan Nedir.?
*
Nietzsche modern kültürde iki şeyin yanlış olduğunu belirtir. Birincisi, bilimsel materyalizmin hâkimiyeti ve dolayısıyla Dionysosçuluğun yok oluşu yüzünden, ''bireysel varoluşun dehşeti'' karşısında ''korkudan kaskatı kesilmekten'' bizi koruyan ''metafizik teselliyi'' yitirdik. Nietzsche Wagner Bayreuth'ta'da, ''birey, ölüm ve zamanın getirdiği korkunç endişeden kurtarılmalıdır,'' diye yazar. Fakat Hıristiyanlık-sonrası, metafizik-sonrası kültürümüz bizi kurtaramaz. Dolayısıyla Sokratesçi kültüre ölüm karşısındaki endişe, sakınma ve en nihayetinde dehşet musallat olur.
Nietzsche'ye göre Sokratesçi kültürün ikinci yanlış yönü, mitin yitirilmesidir. Modern insan ''mitsiz insandır''. Bunun sebebi de modernlikte sanatın rolüyle ilgilidir.'' (Sayfa: 196-197)
*
DİPNOT: Nietzsche Tragedyanın Doğuşu'nun son sayfalarında, Die Meistersinger'in en sonundaki Sachs'a çok benzer bir tarzda, ''Alman mitinin yeniden doğumunu'' sağlama çağrısında bulunur (TD 23; vurgular Nietzsche'nin). Wagner'e hayranlığından kurtulur kurtulmaz, düşüncesindeki bu tür milliyetçi duyarlılıklar yok olur -hatta ona küfür gibi gelir bu duyarlılıklar. Ama ondaki, cemaat mitinin, ulus-üstü cemaat mitinin hayati önemine bağlılığın asla yok olmadığını göreceğiz. (Sayfa: 198)
*
8. Bölüm
*
Savaş ve Sonrası:
*
Şi*ddet:
''..''İnsani olan'', yani insanlığı hayvanların üzerine yükselten şey Yunanlarda en yüksek gelişim düzeyine ulaşmıştır. Fakat aynı zamanda Yunanların doğasının köklerinde ''nedensiz zalimlik'', ''kaplanlara yaraşır bir yıkıcılık hazzı'' vardı: İskender ve Akhilleus'un yendikleri düşmanlarını savaş arabalarının arkasında sürükleme âdeti bunun bir kanıtıdır. (On sekizinci yüzyıldaki sakince ve çaba harcamadan insani olan Yunan portresine burada kasten karşı çıkarak yazmaktadır).
Bildiğimiz gibi, Yunanlar kendimize bakmamızı sağlayan ''bir aynadır''. İnsan türünün en insanisi şidde*te yatkınlıktan muaf değilse hiçbir insan türü bundan muaf değildir. Zalimliğe, saldırganlığa, şiddete (Nietzsche daha sonra ''güç istencinden'' bahsedecektir) yatkınlık, insanlarda doğuştan vardır, yapıtaşımıza ''kazınmıştır''. Bu yüzden şidd*ete yatkınlığı ortadan kaldırmak söz konusu olamaz. Tek mümkün olan şey kültürün bu yatkınlığı sınırlandırması ya da başka yere yönlendirmesidir.'' (Sayfa: 208)
*
''Nietzsche'nin Yunanlar üzerine düşüncelerinden çıkardığı kalıcı ders, insan doğasından za*limliği ve şid*deti silmenin imkânsızlığı değildi sadece; bunları silmeyi zaten istememeliydik, zira ''insanın .. gayri insani olarak görülen kor*kunç gizilgüçleri .. aslında tüm insani şeylerin, insani duyguların, işlerin ve başarıların doğabileceği tek verimli topraktır''. Nietzsche olgun felsefesinde ''soylu'' ve ''insani''nin doğaüstü bir fail tarafından doğal düzene aşılanan bir şey olmadığını, daha ziyade içimizdeki ''sarışın canavarın'' kültür tarafından yeniden yönlendirilmesiyle ortaya çıktığını vurgular. ''İyilik'' hakkı için ''kötü'' gizilgüçlerimizi muhafaza etmeliyiz.'' (Sayfa: 210)
*
Öğretim Kurumlarımızın Geleceği Üzerine:
*
''Hegel felsefesinin -özellikle okulların kendisinde- propaganda amacıyla kullanılması da daha kurnazca bir yoldur. Hegel, devleti (Nietzsche'ye göre) ''mutlak ölçüde tamamlanmış etik organizma'' diye övdüğünden, doğal olarak hayatın anlamı da devlete hizmet ya da devlet için fedakârlıktır -belki de en büyük fedakârlığı yapmaktır. Dolayısıyla ''eğitimin görevi her birimizin devlete en çok faydalı olacağı yer ve mevki bulmamızı sağlamaktır.
Devletin amacı gayet basittir: ''her şeye kadirlik'' noktasına ulaşmak, bir başka deyişle diğer devletlere nazaran bütünsel güç sahibi olmak, küresel egemenlik kurmak. Böylece Hegelci ''devlet kültürü'' propagandasının yapıldığı okullar başka bir Prusya yeniliği olan zorunlu askerlikle paralel gider. Bana kalırsa Nietzsche burada 4. Bölüm'de tartışılan ''bütünsel'' toplum kavramına doğru gitmektedir. Daha özel olarak da, yarım yüzyıl sonra Nietzsche'nin hayranı Ernst Jünger tarafından dile getirilen ''toptan seferber olmuş toplum'' kavramının ilk işaretlerini görüyoruz. Toplumsal hayatın tüm yönlerinin devletin amaçlarına doğru çekilmesi ve bu amaçların hükmüne girmesi anlamında ''totaliter'' bir toplum. Burada devletin amaçları da esasen güç kullanarak fetihte bulunmak ve genişlemektir.'' (Sayfa: 213)
*
''Nietzsche'nin modeline göre gymnasium'un misyonu devletin faydalı bir görevlisi olmaya yönelik eğitim değil, ''kültüre [Bildung] yönelik eğitimdir [Erziehung]''. (Nietzsche ''hakiki eğitimi'' kültüre yönelme olarak, diğerini ise ''kurs'' ya da ''talim'' olarak tanımladığından, tezi bir totoloji olarak da ifade edilebilir: Eğitimin asıl amacı eğitimdir.)'' (Sayfa: 214)
*
''Bildung'a [kültür] yönelik eğitimin amacı, der Nietzsche dinleyicilerine, ''dahinin doğuşu ve eserini yaratması için hazırlık yapmaktır''. Böyle bir eğitimin odağında Alman dili ve edebiyatının öğrenilmesi vardır ama daha da önemlisi ''Alman özünün'', kritik olmasına rağmen ''gizlerle dolu ve kavranması zor'' bir şekilde bağlı olduğu klasik antik dönem öğrenilmelidri. Öğrenci hakiki ''Alman ruhunun'' doruğundakilere aşina olmalı ''Goethe ve Winckelmann gibi otantik ''dâhileri'' tanımalı, ''klasik eğitimin bu yüksek rahipleri'' aracılığıyla Yunan antikitesiyle, yani ''eğitimin tek ve doğru yuvasıyla'' yakınlaşmalıdır. Yani eğitim bize ''Yunan anayurdumuzu'' geri vermelidir. ''Sonsuz uzaklıkta ve elmas surlarla çevrili Helen dünyası, insanların en iyileri ve en yeteneklilerinin hac yer'' haline gelmelidir.
Bu görüşü gayri Schopenhauer'ci yapan şey, Schopenhauer dâhiliği sadece sanat bağlamında tartışırken, Nietzsche'nin burada gayet açıkça ahlaki gelişimi kastetmesidir -von Gersdorff'a gönderdiği mektupta verdiği adla ''etik eğitimden'' bahsetmektedir.'' (Sayfa: 215)
*
''Hakiki gymnasium'da Yunanlar kendi aksimize baktığımız ''bir ayna''dır -ne olduğumuza değil, daha ziyade ne olmak istediğimize bakarız bu aynada.'' (Sayfa: 216)
*
''Nietzsche'nin reddettiği ''Hegelci'' falsefeye göre birey için anlamlı bir yaşam, nihai ''etik organizma'' olan ''devlete'' -kişinin yetilerine uygun olarak- bağlılık ve hizmet demektir. Ama kendisi de aynı ölçüde ''organik'' bir çerçevede kalır. Onun ideal toplumu, yani ''orkestrası'', her bireyin her hareketi diğer bireylerinkiyle ahenkli -ve serbest- bir biçimde koordine olabilsin diye dâhi şef tarafından yönetilir. Birey ''orkestra'' topluma aidiyeti ve hizmeti sayesinde anlamlı bir yaşam sürer. Demek ki ''Hegelci'', Bismakçı devlete Nietzsche'nin karşı çıkışı kesinlikle bireyin önceliğine dair liberal-demokratik anlayışın olumlanması değildir. Nietzsche devletin işlevinin bireylerin kendi atomik hayatlarını sürebileceği, başkalarının hayatlarıyla koordine olmadan yaşayıp gidebileceği bir alan yaratmak olduğu fikrini desteklemez. Onun itirazına göre hakiki ''etik organizma'' devlet değil ''halk'' ve halkın kültürüdür. Devlet halkın ve kültürün ''sınır bekçisi, düzenleyicisi ya da denetçisi'' olmamalıdır, der.'' (Sayfa: 218)
*
''Martin Heidegger, lidere liderlik etmek (Almanca deyişle ''den Führer zu führen'') için Nazi partisine katıldığını söylediğinde, aslında siyaset ile kültür ve devlet ile ruhun hayatı arasındaki ilişkiye dair eski bir Alman geleneğine uygun davranıyordu ki Nietzsche de daha önce bu geleneğe sahip çıkmıştı.'' (Sayfa: 219)
*
9. Bölüm
Anal Filoloji:
*
''Nietzsche'nin sağlığı 1871 Şubat'ında o kadar kötüleşti ki hastalık izni alıp iyileşmek için altı haftalığına Lugarno'daki Hotel du Parc'a çekildi. Orada ona Elizabeth baktı. Basel'e döndüğünde felsefe kürsüsüne başvurusunun reddedildiğini öğrendi. Schopenhauer taraftarlığının kurbanı olduğunu iddia etti ama aslında reddedilmesi gayet yerinde bir karardı, zira felsefi yöntem eğitimi almadığı gibi felsefe tarihinin temel bilgisinden de yoksundu -bu boşluğu hiçbir zaman doldurmadı. Aristotales'in, Retorik (2006; Tekhne Rhetorike) dışında hiçbir önemli eserini bilmiyordu, ortaçağ skolastiklerinden haberi yoktu, kıta rasyonalistlerini ya da İngiliz amppiristlerini de tanımıyordu. Kant'ın Yargı Yetisinin Eleştirisini okumuş olsa da, Arı Usun Eleştirisi'ni neredeyse kesinlikle ikincil kaynaklardan biliyordu. (Putların Alacakaranlığı'nda ''Hakiki Dünya Sonunda Nasıl Masal Oldu.?'' başlıklı yarım sayfalık Batı felsefesi tarihi özetinde, Platon ile Kant arasındaki iki bin yıllık boşlukta yaşamış hiçbir filozofun adının geçmemesi dikkat çekicidir.) Bu yüzden Nietzsche bu küçük bölümün ders ihtiyacını karşılama kapasitesinden yoksundu.'' (Sayfa: 222)
*
Dağlara Çekilme:
''Nietzsche Eylül sonunda yaralarını sarmak için dağlara doğru yola çıktı. İtalya'ya kadar gitme niyetiyle küçük Splügen köyüne posta arabasıyla vardı. Deniz seviyesinin üç bin metre yukarısında bir vadiye kurulmuş olan köy İsviçre-İtalya sınırındaydı. ''Sanki İsviçre'yi hiç görmemiştim .. bu benim doğam,'' diye yazıyordu dramatik Via Mala boyunca arabayla yolculuğu için. Annesine mektubu şöyle devam ediyordu:
*
Splügen'e yaklaşırken orada kalma arzusu beni etkisi altına aldı. İyi bir otelde son derece sade bir oda buldum. Balkonu şahane bir manzarayı görüyordu. Bu yüksek Alp vadisi .. tam istediğim şey. Sert rüzgârlar tertemiz havayı getiriyor, her türden tepeler ve kayalar var, ayrıca bunların hepsini karla kaplı heybetli dağlar çevreliyor. Ama en çok hoşuma giden şey uzun saatler boyunca yürüdüğüm yayla yolları.. Öğlen saati posta arabası geldiğinde yabancılarla birlikte yemek yiyorum. Konuşmak gerekmiyor, kimse beni tanımıyor.. Küçük odamda taptaze bir gayretle .. şu andaki başlıca konum olan ''Öğretim Kurumlarımızın Geleceği'' üzerine çalışıyorum. [Bu aşamada dersleri bir kitaba çevirmeye niyetlenir.] .. Artık güçlü ve taze bir faaliyette bulunurken insanlardan tümden uzak yaşayabileceğim bir köşe biliyorum dünyada. İnsanlar burada siluetlerden farksız.
*
Neticede Nietzsche İsviçre'nin aynı köşesindeki Engardine'de daha yüksek başka bir vadiye yerleşti. Fakat giderek daha çok öne çıkan şu temanın burada belirdiğini görüyoruz: Nietzsche'nin düşünceleriyle baş başa kalma ihtiyacı.'' (Sayfa: 232-233)
*
Varoluşçu Filoloji:
*
''Tragedyanın Doğuşu'nun, filolojinin kurulu düzenini huzursuz etmesinin bir sebebi de Yunanların ''sakin ve rasyonel'' olduğu yolundaki görüşü baltalamasıydı. Nietzsche Yunan hayatındaki irrasyonel, Dionysosçu unsuru vurgulamak suretiyle Yunan ''rasyonelliğinin'' doğuştan gelen bir şey değil ulaşılan bir şey oldğunu vurgulayarak -bana göre eserin kalıcı, tarihsel fazileti de budur- kurulu düzenin hâlâ bağlı olduğu Winckelmann-Goethe-Schiller klasikçiliğini zayıflatmıştır.
Sonucu ve belki de en büyük suç da ''teorik'', bilimsel insanın anal takıntılı bir kontrol manyağı olarak resmedilmesi, ya da en azından kitabın böyle bir okumasının mümkün olmasıydı. Burada resmedilen insan, hayatın gizemi karşısında dehşete kapılmıştı ve bilime değil sadece Dionysosçu vecit halindeki sanatçıya açık nihai gerçeklikten habersizdi. Wilamowitz benzerleri, kendilerini tam da dört başı mağrur bilimsel insanlar olarak tasavvur ettiklerinden, ''teorik'' ya da ''İskenderci'' insan tasvirini kendilerinin hakaret içeren bir portresi saymışlardı -Ritschl bunu açıkça söylemişti. Von Gersdorff'un deyişiyle Wilamowitz'in risalesi, ''teorik açıdan ilk kez gerçek yansımasını görünce bir çığlık atıp aynayı kırmak istemesiydi.''..'' (Sayfa: 234-235)
*
Wagnergille İlişkiler:
''Temel meselelerde, kimsenin benden daha doğrucu ve daha derinden bağlı olabileceğini sanmam: Nasıl yapacağımı bilsem daha fazlasını da yaparım. Fakat ufak tefek, tali meselelerde ve belli başlı, neredeyse ''sıhhi'' konularda, kendimi şahsi biraradalıktan uzak tutmayı gerekli görüyorum, kendime biraz özgürlük vermeliyim ki daha yüksek anlamda sadakatimi gerçekten koruyabileyim.
*
Nietzsche'nin mektuplarında Wagner-Nietzsche göğünde varlığı ima edilen ilk buluttur bu.'' (Sayfa: 236)
*
''..''Doğrunun Dokunaklılığı''na göre, (..) ..doğru diye bir şey yoktur -o filozofları trajik kişiler yapan da budur. Mutlak doğru fikri ''tanrı kuruntusundan (Wahn)'' ibarettir. ''Doğru ve Yalanlar''da (''Doğrunun Dokunaklılığı''nın sondan üçüncü paragrafıyla başlar) ise bunun sebebini açıklamaya çalışır.
Ortaya üç sav atar Nietzsche. (..) O dönemden kalma bir notta, ''bitki için bütün dünya bitkidir, bizim için insandır'' diye yazmıştır. O halde ''doğrular yanılsama olduğunu unuttuğumuz yanılsamalardır''..'' (Sayfa: 238)
*
10. Bölüm
*
Zamana Aykırı Bakışlar:
''1873'ün başında Nietzsche'nin Yunan ve Roma Retoriği dersine sadece iki öğrencinin kayıt yaptırdığını görmüştük. Bu yüzden dersleri Giftrütte'deki dairesinde yapmaya karar verdi. Kimi zaman bira da ikram ediliyordu. Çoğunlukla gramer okulu öğrencilerini de orada ağırlıyordu. Bu öğrencilerden biri olan Louis Kelterborn, Nietzsche'nin evdeki haline dair bir tasvir bırakmıştır:
*
Tavır ve davranışlardaki istisnai kibarlık ve inceliğin son derece cazibeli ve doğal bir iyilikle birleşimi insanı hemen çarpıyor; öyle ki, kısa süre sonra doğrudan ve kendiliğinizden daha soylu, temiz ve yüce bir manevi atmosfere yükseldiğinizi hissediyorsunuz.. Tavırlarının ve giyiminin, ayrıca neredeyse askeri hassasiyetinin zarifliğiyle tamamen uyum içinde döşenmiş hoş bir orta sınıf dairesi burası. Açık renkli pantolon ve kahverengi frak ya da ceketle, dışarıya çıktığında da silindir şapkayla [o zaman bile antika duruyordu] -belleğimde işte böyle yaşıyor. Sıcak yaz günlerinde [Basel son derece nemli olabiliyor] buz küpleri kullanarak odasının ısısını düşürmeye çalışırdı.'' (Sayfa: 245)
*
Bayreuth'da Kasvet:
''Nietzsche 1873 Mart'ında Herr Monod'un düğün töreni(*) için bir Monodie a deux'' yani dört elle çalınan bir payano düeti besteledi -anlaşılan von Bülow'un vahşice yorumları, içindeki bestecilik dürtüsünü tamamen ezip yok etmemişti- ''monide'' tek sesli bir parça olduğundan (aynı zamanda eseri besteleme vesilesi olan kişinin adı üzerine bir kelime oyunu yaratıyordu), bu eser ''bir düğün için son derece simgeseldi''. Sonraki ay nihayet Bayreuth'a ilk ziyaretini gerçekleştirdi.''
*
DİPNOT: Gabriel Monod'un evlendiği Olga Herzen, Rus sosyalist devrimci Alexander Herzen'in kızı ve Herzenlerin Londra'daki evine bakan Malwida von Meysenburg'un manevi kızıydı. (Sayfa: 247)
Monodie a deux (Lob der Barmherzigkeit)
Zamana Aykırı Bakışlar'ın Birincisi: David Strauss: İtirafçı ve Yazar:
''Birinci Bakış'ta kendisinde de Strauss'un bir zamanlar iyi bir araştırmacı olduğunu kabul eder. Fakat onun saldırdığı kişi yaşlanmış, yumuşamış ve sağlam kafayla düşündüğü sıralarda ön kapıdan kovduğu dini arka kapıdan geri alan Strauss'tur. Nietzsche'ye göre, Eski ve Yeni İman'ın (Des alte und neue Glaube) yazarı Hegel'ci iyimserliğin bir versiyonunu -bir nevi evrimci panteizmi- alternatif bir din olarak sunuyordu. ''Gerçeğin rasyonelliğinin'' insanı ''yeryüzündeki cennete götüreceğini öne sürüyordu. Nietzsche bu konuda üç eleştiri hattı kurar..'' (Sayfa: 251-252)
*
Rosalie Nielsen Olayı:
*
Rosalie Nielsen, tabiri caizse ilk sol Nietzsche'cidir herhalde. Nielsen olayı Tragedyanın Doğuşu'nun çıkışından kısa bir süre sonra başladı. (..) Anlaşıldığı kadarıyla kadın Leipzig'e döndükten sonra Wagnerlerin yayımcısı Fritzsch'ten yayınevini satın almaya kalkmıştı; Nietzsche'ye söylediği kadarıyla böylece onların yazılarının iyi muamele görmesini garantiye alacaktı. Solcu sendikaların grevlerinden mustarip olan ve mali güçlük çeken Fritzsch gerçekten de yayınevini devretmeye ikna olabilecek haldeydi. Nielsen'in Mazzini ve İtalyan Marksistleriyle bağlantıları varmış gibi göründüğünden, Nietzsche Ekim ayında eski sosyalist Wagner'i sahneden silmek üzere ona yakın yayınevini satın almaya yönelik uluslararası bir komplodan korkmaya başladı. Fritzsche gerçekten de sıkıntıda olmasına rağmen, anlaşıldığı kadarıyla komplo sadece Nietzsche'nin ve bir ihtimal Nielsen'in kafasındaydı sadece. (..) Bu olay biraz komik olsa da, Nietzsche'nin daha o zamandan ciddi bir sosyalizm ve örgütlü emek düşmanı olduğunu göstermektedir; üstelik sendika aktivizmiyle sorun yaşayan Basel'in asil ailelerinin evlerinde de bu düşmanlığı güçlenmişti. O dönemden kalma notlarından birinde, ''birkaç sofuca dileği,'' olduğunu yazar: ''Herkese oy hakkının kaldırılması, ö*lüm cezasının korunması ve grev hakkının kısıtlanması''. Düşmanlığının temelinde ''Yunan Devleti''nde açıkladığı görüş yatıyordu elbette: Sanat çoğunluğun çalışmasıyla azınlığa boş vakit yaratılmasını gerektirdiğinden, sanat ve sosyalizm birbirinin can düşmanıydı. (Wagner bu temelsiz karşıtlığı kabul etmediğinden, sosyalizme karşı o kadar paranoyakça bir tavrı yoktu ve Nielsen olayını hafife almıştı.)'' (Sayfa: 257-258)
Zamana Aykırı Bakışlar'ın İkincisi: Tarihin Yaşam İçin Yararı ve Sakıncası:
''İkinci Bakış, nihayetinde biraz gazetecilik tarzı içeren birincisine nazaran daha farklı bir eserdir, tümden başka bir düzeydedir. Başlıkta belirtildiği gibi tarihin yararları ve zararları üzerinedir; burada ''tarih'' sözcüğü ''geçmiş'' anlamına gelmez, ''geçmişin tasarımları'' ya da tarihyazımı anlamındadır. Eserin genel savına göre, doğru türden bir tarih ''hayat'' için esasken, yanlış türden tarih ise hayatı öldürür. Nietzsche burada ''hayat'' derken ''sıhhat'' gibi bir anlamı kasteder, yani ''gelişmekten'' bahsetmektedir: İyi bir tarih canlı bir varlığın, ''bu canlı varlık ister bir insan, ister bir halk ya da kültür olsun'', gelişmesi için zorunludur, kötü tarih ise onu engeller. Nietzsche gelişmeyi artıracak üç tür tarihten bahseder.'' (Sayfa: 261)
Yeraltından Notlar:
''Darwin'in evrim teorisi, sanat, din ve ahlkata korkunç sonuçlara yol açsa da (Strauss'un yüzleşmeyi reddettiği sonuçlar), bu teorinin ''doğru olduğunu savunuyorum'' diye yazar Nietzsche. Peki, bu kabul Kant'ın idealizminin kabulüyle tutarsız değil mi.? Hiç de değil: ''İnsan jeolojik ve Darwinci süreçlerden söz edebilir .. ama (dünya-yaratan) özneyi devreden çıkarmak kesinlikle imkânsızdır.'' Bir başka deyişle, Darwincilik doğrudur doğru olmasına, fakat sadece belli -insanca- bir bakış açısıyla. ''Kendinde'' gerçekliğin Darwinci (hatta uzamsal ya da zamansal) olduğunu var sayma hakkımız yoktur, çünkü kendinde gerçeklik bilinmeyen bir alandır.'' (Sayfa: 267)
*
''Neden Felsefe.? Nietzsche ''Platon-Öncesi'' filozoflar üzerine düşünürken, hiçbirinin kitlesel olarak takip edilmediğini gözlemler. Peki, o zaman nihai iyilik, yani cemaatin kültürel sağlığı bakımından felsefenin faydası nedir.? Felsefe çok farklı şeyler yapabilir: Thales ve Demokritos'ta olduğu gibi bilimsel ''hakikat'' hissini kuvvetlendirerek ''mitsel olanı boyunduruğa alabilir'', ya da tam tersine Herakleitos gibi yapabilir. Sokrates'te olduğu gibi her türlü dogmacılığı yerle bir edebilir. O yüzden sağduyulu filozof ''kültürün hekimi'' olma ihtiyacı duyar: Zamanının kültürel ihtiyaçlarını teşhis etmeli ve reçetesini yazmalıdır. Bizim için filozofun görevi ''dünyevilikle'' (materyalizmle) savaşarak ''bilgi güdüsünün barbarlaştırıcı etkisini sınırlamaktır'', diye devam eder. Günümüzün kültürel hekimi ''kültürün ancak bir sanatın ya da sanat eserinin merkezileştirici öneminden çıkabileceği'' bilgisiyle hareket etmelidir.'' (Sayfa: 269)
''..Nietzsche'nin bütün hayatı ve felsefesi her şeyden önce ''kültürü'' yeniden kuracak yeni bir dini bakış açısı bulma çabasıdır.'' (Sayfa: 270)
*
11. Bölüm
*
Aimez-vous Brahms.? (Brahms'ı Sever misiniz.? François Sagan'ın 1959 tarihli romanının ve 1961 yılında bu romandan çekilen filmin adı.)
Wagner Bilançosu:
*
''1873'te Nietzsche'nin defterlerinde Wagner eleştirisinin izine bile rastlanmadığını önceki bölümde vurgulamıştım. ''Üstat'' üzerine mahrem düşünceleri de aleni ifadeleri kadar saygılıydı. Bu yüzden 1874 başından itibaren bambaşka ifadelere düzenli olarak rastlamamız şaşırtıcıdır: ''büyük bestecilerimizden hiçbiri yirmi sekiz yaşındaki Wagner kadar kötü besteci değildi'', ''Bach'tan ya da Beethoven'dan saf bir doğa yansır. Wagner'in vecitleri çoğunlukla şiddetlidir ve yeterince naif değildir''. Böyle ifadelerde asıl irkiltici yön, ezici eleştirellik değildir; o kadar ezici oldukları söylenemezse de, salt eleştirel olmalarıdır. Demek ki Wagner artık ''Üstat'' değildi, yarı-dini bir saygı nesnesi olmaktan çıkmış, salt bir ölümlü olmuştu ve ölümlülüğün pek çok kırılganlığını da taşıyordu.Kısacası, tanrılar katından insanca bir kata indirilmişti.'' (Sayfa: 276)
*
''..Wagner bir ''aktör'' olmakla kalmaz, özellikle ''tiranlık'' yapısına sahip bir aktördür. Eserlerinin her bakımdan ''muazzam'' olmasının sebebi budur -Parsifal beş buçuk saat sürer, Yüzük (Der Ring) dörtlemesi on yedi saat sürer (araları saymazsak), ayrıca yeni opera binasının ihtiyaçları Wagner'in daha önce hiçbir bestecinin hayal bile etmediği ölçekteki orkestra ve sahne kaynakları talebine göre belirlenmiştir. Wagner sadece duygulandırmayı değil aynı zamanda alt etmeyi, sırf eserlerinin boyutlarıyla ''korkutmayı'' amaçlar. Nietzsche'nin sonraki terminolojisiyle, cisimleşmiş ''güç istencidir''. Wagner'in tiranlığı (siyasi iktidara sahip olmadığı için şükretmeliyiz, diye düşünür Nietzsche) hem başka bestecilere cevabını hem de toplumsal düşüncesini etkilemektedir.'' (Sayfa: 277)
*
''Wagner'in olumlu erdemlerine dair Nietzsche'nin anlattıkları, son derece önemli bir sözcük olan 'birlik' ile özetlenebilir:
*
Müzik çok iyi değil, şiir ve olay örgüsü de aynı, çoğunlukla salt retorik olan oyunculukta da pek iş yok. Ama hepsi bir bütün, birlik oluşturuyorlar ve hepsi aynı boyda. Düşünür olarak Wagner müzisyen ve şair olarak Wagner'le tam olarak aynı düzeydeler.'' (Sayfa: 280)
*
Ev Cephesi, Yeni Yayıncı, Kadınlar:
*
''Nietzsche'nin kadın arkadaşlarına biçtiği birkaç rol vardır: salt anne, MalwidaVonMeysenburg; kardeş-sevgili, Cosima; anne-sevgili, Marie; salt arkadaş, Meta von Salis; salt sevgili, Lou Salome; salt kardeş, Elizabeth. Fakat tüm kadın arkadaşlarının (Elizabeth hariç) ortak noktası çok bilgili, iyi eğitimli olmaları ve okumaya merak duymalarıdır. Bu yüzden Leipzig'den Fraulein Rubinstein'ın doktora programına yaptığı başvuru 10 Temmuz 1884'te Basel'in birleşik fakülteler komitesinin önüne üniversiteye kadınları kabul edip etmeme sorununu koyduğunda, Nietzsche'nin kadınları kabul etme yanlısı dört üyeden biri olması biyografik açıdan şaşırtıcı değildir. İki saatlik tartışmanın ardından (Burckhardt dahil) altı üye karşı oy kullanınca ret sonucu çıktı. Fakat Nietzsche ve kadınları kabul etme yanlısı diğer üç üye buna bozulmuş olmalıydı, zira itirazlarının açıkça kayda geçirilmesini istediler. Nietzsche'nin olgunluk dönemi yazıları feminizm karşıtı, hatta kadın düşmanı olmakla ünlüdür. Özgürlükçü taleplere en azından kısmen verdiği bu desteğin nasıl doğduğunu daha sonra sorgulayacağız.'' (Sayfa: 284-285)
*
Berggrün:
*
''..Elizabeth'e yazdığı kadarıyla, önceki yıl Flims'te tanıştığı Fraulein Berta Rohr'la, ''neredeyse evlenmeye karar veriyordu''. Elizabeth bu evliliğe karşı çıkınca Fritz yeniden aile diplomasisini devreye soktu ve sadece şaka yaptığına onu temin etti. Fakat aynı sıralarda von Gersdorff'a da Berta yüzünden Chur'dan ayrılmaya gönülsüz olduğunu yazdığına göre, şaka yaptığı biraz şüphelidir. Hatta Nietzsche'nin aslında eşc*insel olduğu teorisine karşı, ''Bayreuth çöpçatanlık-komisyonunun'' bir eş bulması talimatına uymasının önündeki en büyük engelin Elizabeth'in yarı-ens*estvari bir kıskançlıkla, aşktan konuşmak şöyle dursun bir kadının Fritz'e ondan daha fazla yakınlaşmasına bile katlanamaması olduğu söylenebilir.'' (Sayfa: 285)
*
''Ayrıca Wagner bu olaydan arkadaşı Hans von Wolzogen'e de bahsetmiştir. Wolzogen'in hatırladığı kadarıyla Wagner şöyle der:
*
Nietzsche bu müzik hakkında doğru bir görüş edinmek için onu tanımam gerektiğini söyledi. Kabul etmedim ama üzerime gelmeye devam etti. En sonunda ona çok öfkelendim (kızınca nasıl olurum bilirsin-zavallı Cosima benden çok çekmiştir). Kabalaştım -Tanrım, kesinlikle öyle yaptım.!- Nietzsche fırladığı gibi kapıdan çıkıp gitti. Evet, ben böyleyim işte. -bir daha hiç dönmedi.! Şimdi de.. Nietzsche'mi kaybetmeme vesile olan Brahms'ı sevmem bekleniyor.!'' (Sayfa: 289)
*
Auf Wiedersehen Bayreuth (Hoşça Kal Bayreuth.!)
*
Biz Filologlar:
*
''Yunanlar hakkındaki en önemli mesele, tüm insanlığa açık olan evrensel doğayı paylaşmalarına rağmen, çocuksu masumiyetlerinin ve ''naifliklerinin'', önemli insani fenomenlerin -devlet, eğitim, ci*nsellik ve sanat- eşsiz bir netlikle ortaya çıkmasını sağlamasıdır: ''Yunan aşçı başka aşçıdan daha aşçıdır.'' Yunanlar açık ve dürüst insanlardı, çünkü Hıristiyan ve Hıristiyanlık sonrası insanlığın tersine utançları yoktu.
*
Yunanların toplu olarak modern insanlıktan daha etik olduğunu söylersem bunun anlamı nedir.? Eylem halindeki ruhlarının bütün görünürlüğü onların utançlarının olmadığını gösterir. Vicdan azabı diye bir şey bilmiyorlardı. Sanatçılar gibi daha açık, daha tutkululardı; bir tür çocuksu naifliği de taşıyorlardı, bu yüzden yaptıkları tüm kötü şeyler de bir nevi saflık, kutsala yaklaşan bir şey barındırıyordu.
*
(Albert Camus de Yunan ''naifliğini'' benzer bir şekilde över ve özellikle atletlerin çıplaklığıyla ilişkilendirir.) O halde Yunanlar neticede özel ilgiye layıktı. Gelgelelim, on sekizinci yüzyıldan beri baskın olan duygusallaştırılmış, ''yaldızlı kâğıda sarılmış'', ''kısırlaştırılmış'' Yunan imgesine değil, gerçek Yunanlara bakılmalıydı. Yunanların -ve insanın- doğasındaki ''insanca, pek insanca''lığı tanımalıyız: ''İnsan ilişkilerindeki irrasyonelliği hiçbir utanç duymadan aydınlığa çıkarmak'' zorundayız. Ancak bunu yaptıktan sonra ''temel ve geliştirilemez olan ile geliştirilebilir olan arasında ayrım yapabiliriz''. Üstelik ancak pek-insanca olanı dürüstçe tanıdıktan sonra onunla makul bir tarzda uğraşabiliriz. Tıpkı Yunanların kendisi gibi biz de şunu kabul etmeliyiz:
*
Esriklik, hilekârlık, intikam, kin besleme, iftira gibi arzuların insaniliğini .. böylece toplumu ve etiği inşa ederken bu arzuları da katmalıyız. [Yunan] kurumlarının bilgeliği iyi ile kötü, siyah ile beyaz arasındaki ayrımın yokluğunda yatıyordu. Demek ki kendini gösteren doğa inkâr edilmeyip onunla kaynaşılıyor, belli kültler ve günlerde sınırlanıyordu. Antiklerin tüm özgür-ruhluluğunun [Freisinnigkeif] kökünde bu vardı: İnsanlar doğa kuvvetlerini imha ve inkârın değil, ılımlı tahliyenin peşindeydi.
*
Nietzsche'nin daha sonra Hıristiyanlığın ''kötü''yü ele alışına yönelttiği eleştirinin önemli bir öncelini görüyoruz burada. Daha yerel bağlamda ise örneğin cinselliği ara sokaklardaki randevuevlerine süren ikiyüzlü Viktoryen namus bekçiliğine de bir karşı çıkıştı bana kalırsa. (..)
Yani Yunanlar tıpkı Romalılar gibi salt ''dekorasyon ve ciladan'' ibaret değildir. Onlara göre kültür hayatın köklerine aitti. ''Kültürü'' salt pastanın üstündeki süsleme olarak, ahmakça ticaretçilik gerçeğinin üstüne çekilmiş ince bir vernik olarak gören modernlik, Yunanların en iyi yönlerini tekrarlamakla övünür. Fakat aslında ''dekorasyon'' olarak kültür kavramı zaten çoktan Antik Yunan'ın büyüklüğünden düşüşü temsil eden İskender-Roma döneminden gelir. Nietzsche'nin buradaki itirazı on dokuzuncu yüzyılın cephe beğenisinedir -birbirine aynen benzeyen binaların üzerine klasik ya da gotik bir süsleme cilası çekilmesine- dir.'' (Sayfa: 302-303)
![]() |
Jakob Burckhardt |
''..modern tarihçiler gizli teologlardır. Nietzsche bu kısır döngünün tek bir istisnasını görmüştür -meslektaşı Jakob Burckhardt.'' (Sayfa: 304)
*
''..Elizabeth'in ihtimamına ve teselli edici varlığına rağmen korkunç göz ağrısı, baş ağrısı ve mide kasılmaları geçirdi; bazı kasılmalar o kadar şiddetli oluyordu ki safrayla beraber kan da kusuyordu. (..)
Bu arada Cosima onun durumunu bilmesine rağmen Temmuz'da her zamanki alışveriş listelerinden birini gönderdi. Acaba rica etse Strazburg'dan (burası Basel'den epeyce uzaktı) ''bir kaç kilo karamelli şeker, kayısı ezmesi, bir paket meyveli şekerleme (şurup içinde değil şeker kaplı olanlardan), bir torbada portakal şekerlemesi'' alabilir miydi.? Sanki Nietzsche'nin Wagnerlerin ev hizmetini görmekten daha iyi bir işi yoktu. Nietzsche Derlenmiş Görüşler ve Düsturlar'da, gayri şahsilik örtüsü altında, bu tür bir muamelenin en sonunda nasıl bir tepki yarattığını yazmıştır:
*
En Acı Hata: -Sevildiğimize inandığımız bir yerde aslında sadece evdeki bir mobilya ve evin sahibi için konuklarının önünde caka satmasına yarayan bir süs olduğumuzu fark etmek bizi öyle bir yaralar ki bu durum asla bağışlanamaz.'' (Sayfa: 309)
*
Karl Fuchs'a gönderdiği mektuptan:
*
''İnsan ne istediğini kaderin görmesine müsaade etmemelidir.. En derindeki mizacım bir şeyi yıllar boyu barındırıp kendime onu tanıma izni vermemek ama beni sardığında onu kucaklamaktır; ''hazırım'' demektir.'' (Sayfa: 314)
*
Yeni Ev ve Yeni Dostlar: Paul Ree ve Heinrich Köselitz:
*
''Theodor Lessing, Der jüdisch Selbsthab (1930; Yahudilerde Kendinden Nefret) adlı kitabında Ree'yi çevresindeki Yahudi karşıtlığını benimsemiş ve bunu güçlü bir kendinden nefret etme güdüsüne çevirmiş kişilere örnek gösterir. En nihayetinde psikanalist olan Freud'un yakın çevresine katılan Lou Salome de Ree'nin kendinden nefret etmesi ile özgeciliği arasında bir bağ kurar: Başkalarına özverili bir tarzda kendini adamaya kapılmasını, kendinden ''sevindirici bir kurtuluş'' olarak yaşıyordu.'' (Sayfa: 317)
*
''La Rochefoucauld'nun, ''Özsaygı dünyanın en zeki adamından daha zekidir'' (Schopenhauer da bu sözü alıntılar) ve eylemlerimizin hakiki güdüleri konusunda sürekli kendimizi kandırmamıza yol açar..'' (Sayfa: 318)
*
Bayreuth'a Dönüş ve Bir Flört:
*
''..Elizabeth'in yazdığı kadarıyla, müptelanın uy*uş*rurucuya ihtiyaç duyması gibi Nietzsche'nin müziğe ihtiyaç duymasıydı. Elizabeth Nietzsche'nin ''İpekböceği kozadan çıktıktan sonra eski hapishanesini bir süre beraberinde sürükler,'' sözünü alıntılar.'' (Sayfa: 337)
*
13. Bölüm
*
Sorrento
Güneye Gidiş:
*
''Ayrıca Isabella'nın hatırladığı kadarıyla Ree, onun Nietzsche'yle zaman geçirmesini kıskanmıştı: ''Beni bir kenara çekti ve aksi yöndeki tüm çabalarına rağmen benim Nietzsche'yi tehlikeli ölçüde heyecanlandırmamdan hiç hoşlanmadığını uzun uzun anlattı'', o sırada ''ciddi bir sinirsel rahatsızlık yüzünden'' gereken şey ''büyük bir sükûnet ve yalnızlıktı''. (Burada Ree'nin eşcinsel eğilimleri olduğu iddiası insanın aklına geliyor.)'' (Sayfa: 343)
*
''..Nietzsche onun annece tavırlarını taktir ettiği gibi, karakterine de büyük saygı duyuyordu. Memoiren einer Idealistin (1869-1876; Memoirs of a Female Idealist; Bir Kadın İdealistin Anıları) başlıklı otobiyografisini tekrar tekrar okumuş, arkadaşlarına hevesle tavsiye etmişti. Malwida'nın onun üzerinde ciddi bir etkisi vardı -meşhur ''müziksiz hayat bir hata olur'' sözü Malwida'nın Wagner'le alakalı ''müziksiz hayat kimsesizliktir'' sözünden türetilmiş görünmektedir. Bana kalırsa aralarındaki dostluğu, mizaçlarındaki ve hayat hikâyelerindeki bazı benzerlikler de sağlamlaştırıyordu.'' (Sayfa: 343-344)
*
''Malwida'nın otobiyografisi kişisel özgürleşmenin, özgürlüğünü gerçekleştirmeye -''neyse o olmaya''- çalışan özgür ruhlu bir şahsiyetin hikâyesidir. Erken feminist hareketin kahramanlarından biri olan Malwida -Anılar'ı sonraki özgürlükçüler kuşağının zorunlu okuma listesine girmişti- 1848 işçi ayaklanmalarını desteklediği için aşırı-muhafazakâr ailesiyle bağlarını koparmıştı. Yani radikal bir demokrat ve sosyalist olmuştu; ilk dönemindeki Wagner'le onu yakınlaştıran da buydu. (Wagner'in sosyalizmden vazgeçmesi yüzünden tartışmışlardı.) Malwida'nın özgür ruhluluğunun odağında kadınların özgürleşmesi vardı -ona göre işçilerin davası ile kadınların davası birdi. Özgürleşmenin mali bağımsızlık gerektirdiğini, bunun da eğitimle mümkün olduğunu görmüştü. Dolayısıyla, devrimciliği yüzünden Londra'ya kaçmak zorunda bırakılmadan önce Hamburg'da bir kadın üniversitesinin temellerinin atılmasında rol almıştı.'' (Sayfa: 344-345)
*
Villa Rubinacci
*
''Akşam yemeğinden sonra ''koloni'' sakinlerinin çeşitli projeleri tartışılıyor ya da başkalarının yanı sıra Voltaire, Montaigne, Diderot, Burckhardt, Ranke, Thucydides, Herodotus, Calderon, Cervantes, Michelet, Turgenyev, Renan, İncil, La Rochefoucauld, Stendhal okumalrı yapılıyordu. Ayrıca Platon'un Yasalar'ından ya da Burckhardt'ın Yunanlar üzerine derslerinde Adolf Baumgartner'in aldığı notlardan parçalar okunuyor ve mekânın klasikçisi olarak Nietzsche metinlerle ilgili yorumlar yapıyordu. (Günümüzde böyle akşamların katledilmesinde televizyonun büyük payı olsa gerek.)'' (Sayfa: 346-347)
*
14. Bölüm
*
İnsanca, Pek İnsanca
Pozitivizme Dönüş:
*
''.. Nietzsche'nin stratejisi metafiziği çürütmek değil, metafizik dünyanın ''lüzumsuz'' bir hipotez olduğunu göstermektir. Örneğin Freud'u ele alalım. İnsanlar niçin Tanrı'ya inanır.? Bir açıklama şöyle olabilir: -Güneşe inanmaya benzer bir sebeple- Tanrı vardır ve insanlar onun varlığını deneyimler. Ama Freud'un açıklaması şöyledir: Çünkü insanların bir baba figürüne ihtiyacı vardır, Tanrı'yı uydururlar. Bu yüzden Freud'un açıklaması din için ''pek insanca''dır, çünkü eğer doğruysa dini inancı açıklamak için ''Tanrı hipotezine'' ihtiyacımız olmadığını gösterir. Benzer şekilde, Darwin'in ''tehlikeli fikri'' din için ''pek doğaldır'': doğal ayıklanmanın tamamen doğal mekanizması çerçevesinde dünyadaki ''akıllı tasarımın'' ortaya çıkışını açıklayarak, Tanrı hipotezinin fazlalık kalacağı başka bir yol daha gösterir.'' (Sayfa: 363)
*
Özgür Ruhluluk: Nietzsche ve Hayat Reformu Hareketi:
*
''Nietzsche'ye göre kitaplar -en azından onun kitapları- yanlış ellerde ''tehlikelidir''. Bu yüzden daima sayıca ''çok az'' olan çok seçkin bir kitle için yazar. Kendi kendine yönelttiği ''anlaşılmazlık'' suçlamasına karşı da, yola devam etmek için ''masumiyetlerinden'' başka bir şeyleri olmayan ''her iki cinsten kızkurularını'' yozlaştırmak istemediğini söyler. Bu yüzden sadece ''dostlarının'' anlayacağı şekilde yazmaktadır. Göreceğimiz üzere -içtenlikle sevdiği- farklı farklı ''kızkurularına'' kendi kitabını okumamaları için sıklıkla yalvarmıştır. O halde altbaşlığın işlevlerinden biri adeta bir sağlık uyarısında bulunmaktadır: sadece ''özgür ruhlular için'' -en azından sadece potansiyel özgür ruhlar için. Altbaşlık adeta ''kısıtlı bir kitleye yöneliktir'' uyarısıdır.'' (Sayfa: 363)
*
''Çoğu insan para için kitap yazar. Akademisyen olanlar yükselmek ya da kürsü sahibi olmak için yazarlar. Ya da en iyi durumdakiler ilgi çekmek ve öğretmek için yazarlar. Ama Nietzsche bunların hiçbirine benzemez. Kavrayışlı Lou Salome'nin deyişiyle, ''eğitmek için değil, düşünceleri değiştirmek için'' [Er will nicht lehren sondern bekehren] yazmaktadır.'' (Sayfa: 363-364)
''Nietzsche şöyle yazar: ''Özgür ruhlu kişi, kökeni, çevresi, sınıfı ve mesleği temelinde ya da çağının baskın görüşü temelinde beklenenden farklı düşünen kişidir. Demek ki özgür ruhlu insan, Nietzsche'nin daha sonra ''sürü-tipi'' diyeceği ''zincirli ruhtan'' farklı düşünen -dolayısıyla farklı davranan- insandır. Özgür ruhlu insan çağındaki akıntıya karşı yüzer, bir başka deyişle ''çağa aykırıdır''. ''Özgür ruhlu'' çağa aykırı ruhunun'' halefi olan kavramdır.'' (Sayfa: 364)
*
''..gençliğe de güveni vardı: eserlerim daima ''gençlik'' içindir, diye yazar. Üstelik 1882'deki çarpıcı bir fikir değişikliğine kadar kadınların özgürleşmesinden yanaydı ve unutmayın ki Basel Üniversitesi'ne kadınların kabulü için savaş vermişti. Son olarak ve her şeyin ötesinde, Nietzsche neşeyi faydalı buluyordu, hayatı neşeli bir tamlıkla sürdürmek anlamında ''hayata'' inanıyordu: felsefesinin tüm amacının eskilerin sahip olduğu ama Hıristiyanlığın yok ettiği ''neşelenme'' yetisini yeniden kazanmak, yeni bir ''neşe tapınağının'' temellerini atmak olduğunu yazmıştı.'' (Sayfa: 367-368)
*
''Nietzsche'ye göre yıkma daima yapmanın başlangıcıdır -onu Nazi olarak okumaktan sonraki en ciddi hata, onu salt bir ''yapıbozumcu'' olarak okumaktır.'' (Sayfa: 369)
*
Özgür Ruhlular Manastırı:
*
''Manastır ideali yer yer yayımlanmış eserlerde de yer alır. Nietzsche 1879'da manastırı şöyle anlatır:
*
Yetişkinler için dersler ve meditasyon; bunlar günlük, zorunlu değil ama âdet gereği herkes katılır: kiliseler en kıymetli buluşma yerleri olacak, çünkü hatıra bakımından çok zenginler: her gün adeta insan aklının ulaşılmış ve ulaşılabilir şerefine şenlik: öğretmen idealinin yeni ve daha eksiksiz bir çiçeklenişi, yani rahibin, sanatçının ve hekimin, bilgili insan ile bilgi insanının [yani Nietzsche] kaynaşmış hali.. hayalim budur: tekrar tekrar aklıma gelir ve geleceğin örtüsünü bir köşesinden kaldırdığına kesinlikle inanıyorum.'' (Sayfa: 371)
*
İnsanca Pek İnsanca: Metafiziğe Saldırı:
*
''Nietzsche ve Ree'nin kullandığı ''tarihsel'' yöntem, bana göre, şu soruya yaratıcı ve etkili bir cevaptır: Metafizik inançların yanlışlığının kanıtlanamayacağını düşünürsek, onların rasyonel bir eleştirisini nasıl inşa edebiliriz.?
Din. İnsanlar dinsel metafizik dünyasına niçin inanır.? Nietzsche'nin yaklaşımı matadorun değil pikadorun [boğa güreşi öncesinde boğayı yoran atlı.] yaklaşımıdır: tek bir öldürücü darbe indirmek yerine, dini inanca katkı yapan çok sayıda sebep tespit eder ve hepsinin çürütülebileceğini tek tek, sabırla gösterir. Örneğin dini inanç insanı mutlu etse de, bunun hiçbir şekilde inancın doğruluğunu gerektirmediğini gösterir. Bu fikir, standart bir Eleştirel Düşünce'ye Giriş dersinden sonra zikredilmeye değmezmiş gibi görünebilir, ama Nietzsche aslında mutluluktan bilinçdışı hakikat çıkarımının ''pek insanca'' ve pek yaygın bir hata olduğu gözleminde kesinlikle haklıdır. Onun da işaret ettiği gibi, insanlar gündelik hayattaki pek çok konuda amansızca mantıklı ve en sağlam şekilde rasyonelken -örneğin mali yatırımlarda- iş ''büyük'', varoluşsal sorunlara gelince aniden rasyonel beyni tarafsızlaştırıyorlar. Hatta derin ve teselli edici bir anlam bulma arzusu, hüsnükuruntuya, örneğin astroloji, reenkarnasyon, karma, uzaylılar ya da Hıristiyan cennetine inanmaya yol açıyor.'' (Sayfa: 372)
''Nietzsche ''metafizik dünya'' diye bir yerin olabileceğini kabul eder. ''Her şeye insan kafası yoluyla şahit olduğumuza ve bu kafayı kesip atamadığımıza göre'', bu ihtimali göz ardı edemeyiz. Kant'taki insan zihninin ''gözlüklerini'' kaldıramayacağımızdan, ''kendinde'' gerçekliğin nasıl olduğunu kesin bir tarzda bilemeyiz. Gelgelelim, ''sadece tutku, hata ve kendini kandırma'', metafizik dünyayı ''değerli, korkunç, zevkli'' yapmış, sonra da Tanrı, melekler ve göçmüş ruhlarla doldurmuştur. İnsan bu inançların itibarsız kökenlerine maruz kaldığında, ''bunların çürütülmüş olduğunu'' söyler -inançların yanlış oldukları değil, rasyonel inanca değer olmadıkları, rasyonel gerçekten yoksun oldukları gösterilmiştir.'' (Sayfa: 373-374)
*
''Sadece sanatçılar dâhi kültünü desteklemez, biz izleyiciler de onlarla suç ortaklığı yaparız -bunların hepsi de pek insanca kibir hissinden kaynaklanır. Kendimiz oturup bir Shakespeare oyunu yazamadığımız için, bu oyunların mucizevi br kaynağı olduğunu düşünerek kendimizi kandırırız. Böylece kibrimizi kurtarırız, çünkü, Goethe'nin sözleriyle, ''yıldızlara imrenmeyiz''. O yüzden birine ilahi muamelesi yaptığımızda (bir şarkıcıya ''diva'' dediğimizde ya da bir besteciye Maestro -veya ''üstat''- dediğimizde), ''onunla rekabet etmeye gerek yok'' demek istiyoruzdur aslında.'' (Sayfa: 376)
*
Metafizik Neden Yapıbozuma Uğratılır.?
*
''..Nietzsche en azından kısa vadede dinin yok edilmesinin insanlarda daha fazla acıya yol açacağına karar verir, çünkü bilim kesinlikle benzer bir teselli sunamaz. O halde, Byron'ın Manfred şiirinde dediği gibi (Nietzsche'nin bahtsız Manfred Tefekkürü (Manfred-Meditation, 1872)de buradan esinlenmişti),
*
Hüzün bilgidir: en çok bilenler
En derin yasını tutmalıdır vahim doğrunun
Bilgi Ağacı, Yaşam Ağacı değil ki.'' (Sayfa: 383)
*
Nietzsche'nin Yüksek Kültürü:
*
''..yeni çağda kültür ''kültür araçları'' tarafından tehdit edilmeyecektir. Nietzsche burada her şeyi kontrol eden ''büyük'' devlete karşıtlığını ifade etmektedir. Gerek Bismarck'ın Prusya'sında, gerekse sosyalizm geldiğinde ortaya çıkacak ''totaliter'' devlete karşıdır. Burckhardt'ın İtalyan Rönesansı (Geschichte der Renaissance in Italien, 1878) anlatısından etkilenen Nietzsche istisnai bireyin ortaya çıkması için belli bir düzeyde toplumsal ana*rşinin zorunlu olduğunu düşünür. Her şeyi kontrol eden bir devlet, salt ''sürü'' tipleri, robot gibi, Orwellvari konformistleri doğuracaktır: ''Devlet bireyleri birbirlerine karşı korumak için akıllıca bir kurumdur: devletin ıslah edilmesi abartılırsa, sonunda birey devlet sayesinde zayıflatılmış, hatta ortadan kaldırılmış olacaktır -yani devletin başlangıçtaki amacı, temelli boşa çıkacaktır.'' (Sayfa: 389)
*
''Faal insanlar ''üretken yaratıklardır'', sürü tipleridir: Düşünmekten ziyade eyleme geçtiklerinden, içinde bulundukları ve eylemlerini biçimlendiren kültürde yanlış giden bir şeyler olabileceğini düşünme şansları yoktur. Ancak düşünürler, statükoya meydan okuma, eşsiz bireyler -bir başka deyişle ''özgür ruhlar''- haline gelme şansına sahiptir.'' (Sayfa: 390)
*
Kültürel Evrim Teorisi:
''Nietzsche ''zincirlenmiş ruhların akıldan ziyade alışkanlıkla hareket ettiğini düşünür. İnsan karşılaştırmalı din dersinden sonra derin düşüncelere dalması neticesinde Hıristiyan olmaz, şarap içilen ülkelerde doğanlar nasıl şarap içmeye alışık olurlarsa öyle Hıristiyan olur. (Dinlerin coğrafi kümelenmeleri Nietzsche'nin genel düzeyde haklı olduğunu gösteriyor.) Zincirlenmiş ruhlular özgür ruhluları tehlikeli sayar, çünkü cemaat yararını en fazla artıracak şeyin yerleşik ''iman'' olduğunu düşünürler. Fakat tam da geleneksel pratikleri akla değil imana dayandığından bazen yanılırlar. Bir mecaz yaparsak, cemaat kendisini bir ormanda bulabilir ve yolunu kaybedebilir. Özgür ruhluların -ya da ''dâhinin''- faydalı olabileceği yer burasıdır. Buradaki ''dâhi'' tabirinin ''mitolojik ya da dini tatlar taşımadığına'' dikkat edilmelidir: özgür ruhlu kişi ya da dâhi kimi zaman ''başka kimsenin bilmediği yeni bir yol keşfetmesi'' anlamında ''özgündür''.'' (Sayfa: 390)
*
''Darwincilik sadece en iyi adaptasyon sağlayan türlerin en çok hayatta kaldığını savunur. En sağlıklı ya da en güçlü türlerin içsel örgütlenme sistemini en iyi koruyan tür olarak tanımlandığı bir ''en güçlünün ayakta kalması ' anlayışı Darwincilik değildir.'' (Sayfa: 392)
*
Rasyonel Yaşam: Kölelik, Ceza, Öt*ena*zi, Soyarıtımı, Çevrecilik:
*
''(Nietzsche çevreyi koruma ihtiyacını şimdiden görmüştür. 1882'deki defterlerinde küresel ısınmayı önceden görmesi hayret vericidir: ''Ormanların korunması .. gerekir. Şurası kesinlikle doğru: Ormanların kesilmesi ve açılması yüzünden yeryüzü ısınmaktadır.)'' (Sayfa: 393)
*
Yüksek Kültürde Din ve Sanat:
*
Benim Notum:
*
Friedrich Wilhelm Nietzsche: 15 Ekim 1844, Röcken, Lützen, Almanya/25 Ağustos 1900, Weimar, Almanya
*
Émile Durkheim: 15 Nisan 1858, Épinal, Fransa/15 Kasım 1917, Paris, Fransa
*
''Nietzsche Tragedya'nın Doğuşu'nda antik Yunan'da miti öl*düreni ''Sokratesçilik'' -hayatı güzelleştirip geliştirmek için bilimden başka bir şeye ihtiyaç duyulmadığı görüşü- olduğunu ve bu görüşün şimdi modernlikte de aynı şeyi yaptığını öne sürer. Cemaat ancak paylaşılan bir dinsel mitle var olabildiğinden, modernlikte cemaatin kaybının sebebi Sokratesçiliktir. Daha önce gördüğümüz üzere Nietzsche İnsanca'da ''canlı bir cemaat hissine'' Tragedyanın Doğuşu'ndaki kadar değer vermeyi sürdürür, modernliğin ''alacalı'' kültürel kaosunu aşılması gereken bir şey olarak görmeye devam eder. Yunanlara tereddütsüz hayranlığının yanına bunları da koyduğumuzda, kafasındaki yüksek kültürde Yunanların dinini örnek alan bir şeyler istediği açıklık kazanır. Ne de olsa Yunanların dini gayri metafizik olmasına rağmen ancak dinin yerine getirebileceği şu görevi yerine getirir: Bir cemaat yaratmak ve o cemaati korumak. Nietzsche'ye göre dinin yapması gerekenlerin, sosyolog Emile Durkheim'ın dinin ne olduğuna dair anlayışına tıpatıp uyduğuna dikkat etmek gerekir. Durkheim ''din''i kutsal şeylerle ilişkili inançlar ve pratiklerin birleşik sistemi .. onlara inanan herkesi .. tek bir ahlaki cemaatte birleştirir'' diye tanımlıyordu. Nietzsche'ye göre de dinin meselesi tam olarak bu ''ahlaki cemaat''tir. (Sayfa: 396)
*
''Nietzsche şöyle der: ''Her şeyden önce sanat binlerce yıl boyunca her biçimdeki yaşamı ilgiyle ve zevkle görmeyi ve duygularımızı sonunda [Goethe'nin sözleriyle] 'nasıl olursa olsun, yaşam iyidir' diye bağıracak düzeye getirmeyi öğretmiştir.'' Burada aklında ''Apolloncu'' sanat, yani bize doğa dünyanın ''ardında'' değil içinde neşeyi bulmayı öğreten sanat vardır. Bu da yüksek kültürden metafizik sanat temizlense bile Apolloncu sanatın kalacağını gösterir.'' (Sayfa: 396)
*
Küresellşeme:
*
''Nietzsche, savaş temelde ''medeniyetler çatışmasıdır'' der gibidir. Bu yüzden, ancak kendini bir tür dünya hükümetiyle ifade eden küresel bir kültür, askerilikten arınma umudunu doğurabilir; ''gerçek barışa giden'' tek muhtemel yol da budur.
Dünya barışı başlarsa, insanlığın doğuştan gelen saldırganlığı ve ''ruhun yerkabuğu misali sarsılmaları'', gerilim, heyecan ve savaşın görkemli deneyimlere ihtiyacı gibi meselelere ne olacağı sorunu ortaya çıkıyor elbette. Bu bir kültür sorunudur -savaş daima ''kültürün melezleşmesini'' temsil eder. Bildiğimiz gibi, kültürel çözüm kötü Eris'in yüceltilerek iyi Eris haline getirilmesi, savaşın yerini ''rekabetin'' almasıdır. Bu durum çok ya da az üretici biçimlere girebilir. Romalılar Pax Romana'da ''hayvanlara eziyet, gladyatöre dövüş, Hıristiyanlara zulüm''e alışmıştı, günümüzde ise ''genel olarak savaşa tövbe etmiş gibi görünen'' İngilizler ''tehlikeli keşif gezileriyle, denizcilikle, dağa tırmanışlarla'' -tehlikeli sporlarla uğraşıyor.'' (Sayfa: 399)
*
Özgür İrade Problemi:
*
''Ona göre sadece kafası karışmış olanlar özgür iradeden vazgeçilmesini tehlikeli bulabilir. İnsanlar burada bir tehlike görmektedir, çünkü ''İslami kaderciliğe'', kaderi, mücadele etmemiz gereken ama daima bize üstün gelecek bir güç olarak somutlaştırma hatasına düşmüşlerdir. Buradan da tüm eylemlerin beyhude olduğu, çünkü geleceğimizin çoktan belirlenmiş olduğu gibi moral bozucu bir sonuç çıkartırlar. Nietzsche bunun bir hata olduğuna işaret etmekte haklıdır. Bu bir hatadır, çünkü
sen, acınası korkak adam, evet sen, olan her şeye hükmeden tanrıların bile üstünde, amansız bir moira'sın [kader]; sen orada olan bütün nesneler için mutluluksun, lanetsin, sen güçlülerin vurulduğu bağsın; sende insanın bütün geleceği önceden belirlenmiş: kendine bakıp bakıp titremenin bir yararı yok sana.
*
Bir başka deyişle, determinizm insanın eylemlerini boşa çıkarmaz, çünkü bu eylemler geleceği yaratan sürece aittir. Dışsal bir kuvvet olarak kader tarafından ezilemeyiz, çünkü biz adeta kaderin içinde dururuz. Ama o zaman da ''biz''in kim olduğu sorusu gündeme gelir. ''Kader'' bensem, kendimi normalde yaptığım gibi kısa bir zaman aralığıyla özdeşleştirmek yerine, evrenin tüm tarihiyle ve tüm geleceğiyle özdeşleştirmem gerekir. Özgür iradenin kaldırılması hayatı illaki değersiz kılmaz. Ama kişisel kimlik konusunda kökten yeni bir anlayış gerektirir -normal ben anlayışı aşılmalıdır. Göreceğimiz üzere, olgun Nietzsche bu yeni anlayışı kabul eder ve över.'' (Sayfa: 400-401)
*
Gezgin ve Gölgesi:
''Dünyayı Tanrı'nın tetikte ve gazaplı gözlerinin önünde insan dramının oynandığı bir sahneden ibaret görme fikrinden vazgeçtiğimiz zaman, kendini-yücelten insanın ''dünyanın komedyeni'' olduğunu, Sartre'ın Tragedyanın Doğuşu'ndan devraldığı dille, ''absürd'' olduğunu görebiliriz. Bu da dertlerimizi küçültmemize ve ataraksiyaya ulaşmamıza yardımcı olur.'' (Sayfa: 420)
*
''Ruhun sükûnetine sadece tek kaynaktan tehdit gelir elbette: arzu ve heyecan, ''tutkular''. O halde hem Epikuros'a hem Nietzsche'ye göre dinginlik özdisiplin gerektirir, akıl ''tutkuları yenmelidir'', kişi ruhunu disiplin altına alıp rasyonel bir hayat planına sağlam bir şekilde tutunmalıdır. Daha önce gördüğümüz gibi, Epikuros gerçekleşeceği belirsiz tüm ''gereksiz arzuların yarı-çileci elenmesini savunmaktadır, Nietzsche de öyle:
*
Zorunlu ihtiyaçların [insani ihtiyaçların] yetersiz düzeyde de olsa elden geldiğince kendi kendine giderilmesi, ruhsal ve kişisel özgürlüğe giden yoldur. Kişinin ihtiyaçlarını başkalarının karşılamasına izin vermesi de.. onu özgür olmamaya alıştırır. Sofist Hippias içine ve dışına giydiği her şeyi kendi elleriyle yaptı; bu davranışıyla, en yüksel düzeydeki özgürlüğe giden yolu tarif etmiştir.'' (..)
*
En gerekli jimnastik -Küçük çapta kendine hâkim olmanın eksikliği yüzünden, büyük çapta kendine hâkim olma yeteneği ufalanır. Hiç olmazsa bir kez küçük bir şeyden yoksun kalınmayan her gün, kötü kullanılmıştır ve sonraki gün için tehlikedir: kişi kendisinin efendisi olma keyfini sürmek istiyorsa bu jimnastik kaçınılmazdır.'' (Sayfa: 421)
*
''Tüm antik filozofların ısrarla belirttiği gibi, ancak insan ''kendini tanıyorsa'' iyi ya da mutlu olmayı umabilir.'' (Sayfa: 422)
*
Walden İki'nin İnşası:
*
''İktisat: Yeni dünyada ''makine kültürünün'' tehlikelerinden kaçınılacağını biliyoruz. İçinde bulunduğumuz çağda zanaat ekonomisinin üretim karakterindeki gururu yitirdik, ayrıca satın almanın tesis ettiği ''bireylere ayrıcalık bağışlama'' niteliğini de yitirdik. İşçiler ''isimsiz ve kişiliksiz köleliğe'' zorlandılar. Bu gidişle, çalışanlara yatıştıracak düzeyin üstünde ''yüksek bir ücret'' ödememe, işçinin işinden aldığı tatmini yeniden kazanma isteği gibi durumlar baş gösterecektir. Burada Nietzsche'nin neredeyse çağdaşı olan William Morris'in bir yankısı görülmektedir. Nietzsche sosyalizmin amansız bir karşıtı olmasına rağmen, bu tip sözler onun on dokuzuncu yüzyıl sosyalizminin tüm damarlarına hoşgörüsüz yaklaşmadığını göstermektedir. Bu sözler, en azından Gezgin açısından, Nietzsche'nin sadece istisnai bireyin refahına değer verdiğini düşünmenin yanlışlığını da göstermektedir.'' (Sayfa: 423-424)
*
''Savaş ve Barış. (..) Nietzsche uluslararası düşmanlıktan bahsederken, ordu değil ''savunma gücü''ne sahip olunan ve ''silahlı barış'' diye anılan barışın hiç de gerçek barış olmadığını, çünkü komşusunu kötüleyerek gelecekteki savaşın tohumlarını ektiğini söyler. Hakiki barış, ''yeryüzünde barışın, tüm insanlığa karşı iyi niyetin'' olduğunu hakikaten söyleyeceğimiz zaman, ancak en güçlü ulusun gönüllü olarak silahsızlandığı, karşılıklı nefret ve korkuyla yaşamaktansa yok olmanın daha iyi olduğunu anladığı zaman mümkündür. (Nietzsche bugün yaşasaydı, herhalde bir Nükleer Silahsızlanma Kampanyası'nı desteklerdi.)
Bildiğimiz haliyle insandaki saldırganlık asla tam olarak silinemez elbette. Bu yüzden ''Yunanların basiretinden'', jimnastik ve sanat yarışmalarıyla siyasi düzeni tehdit etmeden ''zafer ve şan dürtüsünü'' boşaltma yöntemlerinden ders almalıyız. Saldırganlık yüceltilmelidir. Kötü Eris'in yerine İyi Eris geçirilmelidir. Dünya Savaşı'nın yerine Dünya Kupası başlatılmalıdır.'' (Sayfa: 425)
*
Kadınlar:
*
''Birkaç alıntı: ''Birçok kadının ruhunda kurban olmak vardır ve kocası onu kurban etmeyi reddederse artık hayattan keyif alamaz.'' ''Kadınların erkek zihni hakkında ne düşündüklerini, onlar için süslenip boyanırlarken en son vurgulayacakları şeyin yüzlerinin düşünsel nitelikleri oluşundan anlayabiliriz.'' Kadınlar yüzlerine ''şehvet yüklü bir duygusallık ve akıl kıtlığı'' görüntüsü vermeyi tercih ederler. ''Erkeklerin entelektüel kadınlardan korktuğuna öyle inanmışlardır ki (erkeğin rehberliğine ihtiyaç duyan ''aptal sarışın'' imajına bürünürcesine) kendilerindeki zihinsel keskinliği kasten yalanlayıp bile bile ileriyi görememekle ünlenmeye çalışırlar. Fakat kadınlar da, kendi aralarında ''erkek gibi budala'' sözünü kullanırlar. Gerçekten de budalalık yakıştığı yerdedir: ''Budalalık, kadındaki kadınsı olmayandır.''
Bu tür sözler bana kalırsa doğru düzgün okunduğunda ''hedefi on ikiden vurmakla'' kalmamakta, kadınların on dokuzuncu yüzyılın erkek egemen toplumundaki mücadelesine son derece sempatik yaklaşmaktadır. Daha doğrusu bana çarpıcı ölçüde duygudaşça görünüyorlar -Nietzsche'nin kişiliğinin en dikkat çekici özelliklerinden birinin bu olduğunu belirten çoktur. Bu sözlerle hedeflenen kadınlar değil, onları değersiz rollere zorlayan erkek kültürüdür.'' (Sayfa: 426)
*
''..Epikurosçu bir edayla Malwida'ya acil vasiyetini bildirmişti:
*
Bunun son [mektubum] olacağına şüphe yok.! Hayatımın korkunç ve amansız işkenceleri sonuma susar hale getirdi beni; bazı belirtilere göre, kurtarıcı bir beyin felci umut bağlanacak kadar yakın görünüyor. İşkence ve mahrumiyet bakımından son birkaç yıldaki hayatım herhangi bir çilecinin hayatıyla boy ölçüşebilir.. Gelgelelim, aynı yıllarda ruhumu arıtıp parlatmada çok mesafe katettim -artık bunun için dine ya da sanata ihtiyacım yok .. Hayatımın eserini tamamladığıma inanıyorum .. Hiçbir acı beni hayata, bildiğim anlamda hayata yalancı tanıklık etmeye ayartamadı, hiçbir zaman da ayartamayacak.'' (Sayfa: 431)
*
Cenova, Recoaro ve Sils Maria:
''..Cenova'nın denizine karşı mistik bir sevgi geliştirmişti; böylece panteist bir bütünselliğe kapılıp gidebiliyordu:
*
İşte deniz, burada şehri unutabiliriz.. Her şey durgun.! Deniz orada solgun ve pırıltılı uzanıyor, konuşamıyor. Gökyüzü, sonsuz sessiz akşam oyununu kırmız, sarı ve yeşille birlikte oynuyor, konuşamıyor. Küçük kayalar ve kaya şeritleri en ıssız yeri bulmak için denize yuvarlanıyor; bunların hiçbiri konuşamıyor. Aniden üzerimize çöken bu korkunç sessizlik hem güzel, hem tüyler ürpertici, bu sırada insanın gönlü kabarıyor.. Konuşmaktan nefret etmeye, hatta düşünmekten nefret etmeye başladım; .. Ah deniz, ah akşam.! .. İnsana insanlığı bırakmayı öğretirsiniz.! İnsan size teslim mi olsun.? Sizin şimdi olduğunuz gibi solgun, pırıltılı, suskun, heybetli mi olsun, kendinden çıkıp mı dinlensin.? Kendinden mi yükselsin.?
*
DİPNOT: Peter Paul Rubens, Strada Nuova'nın güzelliğinden öyle etkilenmişti ki buranın saraylarının mimari çizimlerini 1622'de iki ciltlik I Palazzi di Genova (Cenova Sarayları) adlı eserde yayımlamıştı. Bugün Via Garibaldi diye bilinen Strada Nuova, Dünya Mirası alanlarından biridir. (Sayfa: 436)
*
16. Bölüm
Tan Kızıllığı
*
Yavaş Okunacak Bir Kitap:
*
''İnsanca, Pek İnsanca'da olduğu gibi, Tan Kızıllığı da potansiyel ve fiili ''özgür ruhlara'' hitap ediyordu. Kitap, ''düşünürler topluluğuna'', yani ''biz maceracılara ve göçmen kuşlara [Wandervögel]'' sesleniyordu; mevcut gelenek ve göreneklere direnen, bu yüzden de ana akımın ''suçlular, özgür düşünürler, ahlaksız kimseler'' diye suçladığı, ''yasadışı [Vogelfreiheit] ilan ettiği'' kimselere yönelikti. İnsanca'da olduğu gibi Nietzsche bir hayat reformu hareketinin toplandığını hisseder: Kendilerini mevcut töre ve yasalarla bağlı görmeyen kimseler ''halen.. örgütlenmenin ve kendilerine bir hak sağlamanın ilk çabalarını göstermekteler.'' Eski ahlakın çöküşü nedeniyle, ''yaklaşan yüzyılın, insanların silah taşımayı zorunlu göreceği kadar tehlikeli bir yüzyıl haline gelmesi mümkün olmakla'' birlikte bu hareketi cesaretlendirmek ve yönlendirmek arzusundadır. Onun gözlemine göre, o sırada Avrupa'da ''artık Tanrı'ya inanmayan .. belki de on ile yirmi milyon insan vardır'' -bunlar ''birbirlerine bir işaret vermelidir'' ki ''Avrupa'da'' örgütlü ''bir güç olabilsinler.'' Bu tartışma in hoc signo vinces (''bu işaretle yeneceksin''(*) -Constantinus haçtan bahsediyordu) başlığı altında gerçekleştiğinden, Nietzsche büyük ihtimalle düz anlamıyla ''işareti'' kasteder: biz özgür ruhlar adeta bir karşı-haçla, bir nevi yaka rozeti ya da logoyla birbirimizi tanıyabilmeliyiz. (Tragedyanın Doğuşu'nun birinci baskısının kapağındaki zincirlerini kıran Prometheus resmi olabilirdi mesela.)''
*
(*) Hıristiyanlığı kabul eden ilk Roma İmparatoru I. Constantinus'un (İS. 280-337), Roma'da imparatorluğunu ilan eden Maxentius'a karşı giriştiği seferde (İS 312) gökyüzünde gördüğü haç işaretinin ardından duyduğunu öne sürdüğü söz. (Sayfa: 439-440)
Mutluluk:
*
''..Tan Kızıllığı teorik bir inceleme değil, tıpkı antik dönem felsefeleri gibi mutluluğu amaçlayan bir manevi terapidir. Epikuros'un ruhu önceki kitaplarda olduğu gibi Tan Kızıllığı'na da hâkimdir. Bu durum aforizmalardan üçte birinin tamamen teorik içerikten yoksun olup, daha çok ''hayat-bilgeliği'' alıştırması niteliğini taşımasını açıklar. Bu alıştırmalar yaşama sanatına, mutlu bir yaşamın nasıl sürdürüleceğine dair ''bol bol uyuyun'' ve ''yağcılara güvenmeyin'' türünden son derece somut öğütlerden oluşmaktadır.
Bu durum Nietzsche'nin bir kişiye yönelik ''doğru'' felsefenin, başka birine yönelik ''doğru'' felsefeden farklı olabileceğini söylemesini de açıklamaktadır. Belli bir tıbbi rejim nasıl her hastaya uymuyorsa, felsefeler de belki herkese faydalı unsurlar taşırlar, ama kişiden kişiye farklılaşmak zorundadır. Antik dünyadakilerin inandığı gibi, hangi felsefenin kişiye en iyi geleceği, neticede bireysel ''mizaçla'' ilgili bir meseledir.'' (Sayfa: 443)
*
Teorik Çerçeve:
*
''İki tane değil, bir tane dünya vardır. Üstelik bu dünya kesinlikle doğa dünyasıdır, hatta özellikle Darwin'in doğasının dünyasıdır. (..9 ..Nietzsche insanın sözde ilahi kökenlerine giden kapının önünde artık maymunun durup sırıttığını onaylar bir tarzda şunu belirtir: Darwin insanın insanca - pek insanca (daha doğrusu hayvanca - pek hayvanca) kökenlerini göstererek metafiziği yıkar. Ayrıca Nietzsche'ye göre, bugün evrimi inceleyen herkes ''gözün oluşumundaki amacın görme olmadığını'' bilir.. görme, ''daha çok rastlantının (rastlantısal mutasyonun) görme organını oluşturmasından sonra ortaya çıkmıştı''. ''Bu türün tek örneğidir'' diye devam eder Nietzsche, ''..ve insanların 'niyetlerini' gözlerinden okumak mümkündür.!''..'' (Sayfa: 444)
*
Hıristiyan Metafiziğinin Eleştirisi:
*
''Tanrı'nın var olmadığını kanıtlayarak dinsel inancı doğrudan çözmeye çalışmanın yerini bu yöntem almıştır, der: ''Vaktiyle Tanrı'nın olmadığı ispatlanmaya çalışılıyordu, bugün Tanrı'nın olduğu inancının nasıl ortaya çıkabildiği ve bu inancın ne ile ağırlık ve önem kazandığı gösteriliyor. Böylece Tanrı'nın olmadığı konusunda karşı ispat gereksiz oluyor. Bir başka deyişle, Tanrı'ya inanmaya yol açan sebeplerin, gösterilmesi beklenen sebepler olmadığını, -yanlış da olmadığını- ama irrasyonel, inanılmaya değmez sebepler olduğunu göstermeye çalışır.'' (Sayfa: 445)
![]() |
Giuseppe Mazzini |
Kendi Kendini Yaratma:
*
''Malwida von Meysenburg onun şu sözlerini kaydetmiştir: ''Tüm yaşamlar içinde en çok kıskandığı Mazzini'nin yaşamı, yani tek bir fikre [İtalya'nın birliği] mutlak yoğunlaşmanın bireyin içinde güçlü bir alevle yandığı bir yaşamdı. Öyleyse insan, kimi zaman bir güdünün, kimi zaman öbür güdünün hâkimiyeti ele geçirdiği ürpertici bir (Platon'un deyişiyle ''demokratik'') kaos yerine Platon'un Devlet'indeki ''tek adam'' olmalıdır. Peki ama nasıl.? Kişinin hayatını tanımlayan motifin nasıl bir karakteri olmalıdır.?'' (Sayfa: 457)
*
Mutluluk Paradoksu:
*
''Nietzsche şu sorunla ilgili bir uyarı yapar: ''Birey ne ölçüde mutluluk isterse istesin, ona mutluluğa giden yolu gösterecek bir reçete verilmemeli. Çünkü bireysel mutluluk başkalarının bilmediği kişisel kanunlardan çıkar, dışarıdan gelen reçeteler onu sadece engelleyip köstekler.'' (..) Nietzsche somut bir mutluluk ''reçetesi'' vermese de, nasıl mutlu olunacağı konusunda nispeten soyut nitelikte çok şey söyler.'' (Sayfa: 457)
*
17. Bölüm
*
Şen Bilim
*
Sils Maria'da İlk Yaz
*
''Nietzsche, düşünceler düşüncesinin aklına gelişini Ecce Homo'da şöyle hatırlar:
*
Zerdüşt'ün öyküsünü anlatmama geldi sıra. Yapıtın ana kavramı olan bengi-dönüş düşüncesi, erişilebilecek o en yüksek olumlama ilkesi, 1881 yılı Ağustos'una rastlar: Bir kağıt parçasına karalanmıştır, altında şu yazılıdır: ''İnsan ve zamanın 6.000 ayak ötesinde''. O gün Silvaplana Göl'ü kıyısındaki ormanlarda yürüyordum; Surlei yakınlarında, haşmetli, piramit biçimli bir kayanın dibinde mola verdim. Bu düşünce orada geldi bana.''..'' (Sayfa: 474)
*
''Spinoza panteistti. Tanrı ayrı bir dünya-yaratıcısı değil dünyanın ta kendisidir. ''Tanrı'' ve ''Doğa'' bir ve aynı bütünselliğin farklı vecheleridir sadece. Bu yüzden Spinozacı, ''kötülüğü'' reddetmek zorundadır: Dünya ilahiyse içinde kötülük olamaz. Spinoza'nın felsefesinin, basitçe Etika adı verilen büyük eserinde cisimleşen amacı, insanı ilahi bir dünyanın sevgisiyle mutluluğa ulaştırmaktır.'' (Sayfa: 476)
*
''Nietzsche on dokuzuncu yüzyıl Amerika mistiği ve Üniteryen Ralph Waldo Emerson'u çocukluğundan beri severdi. Sils'teki ilk yazında Emerson'u tekrar okuyordu. O sırada üzerinde çalışmakta olduğu Şen Bilim'in ilk baskısının giriş sayfasında Emerson'dan şu alıntı vardır: ''Şair ve bilge için her şey dost ve kutsaldır, tüm deneyimler kazançlı, tüm günler kutsal, tüm insanlar ilahidir.'' (Sayfa: 477)
Cenova'da İkinci Kış:
''Paganini'nin hafif, hatta havai keman ustalığı gösterilerinde hayranlığını kazanan da muhtemelen ağır, Alman, metafizik, kuzeyli ciddiyetin yerine güneyin parlaklığının ve zarafetinin dışa vurulmasıydı. Şen Bilim'in önsözünde bu hafiflik beğenisinden söz eder: ''Biz nekahet evresindekilerin teatral tutku çığlığına .. bütün o romantik [Wagnerci] gürültü patırtıya'' değil ''bulutsuz göğe parlak bir alev gibi uzanan dalgacı, hafif, uçucu, ilahi rahatlığa ulaşmış, ilahi yapaylıktaki sanata ihtiyacı vardır.''..'' (Sayfa: 478)
''Ree'nin yanında bir Danimarka daktilosuyla beş haftalık bir ziyaret için 4 Şubat'ta gelişi heyecanına heyecan katar. Daktilo yolda hasar görmüştür, yerel bir zanaatkâr tarafından tamir edilir, sonra da Nietzsche bu aletle on üç harf yazar. Fakat daktiloyu hem ''saldırgan'', hem de ''küçük bir hayvan gibi değişken ruhlu'' bulduğundan, Mart sonuna doğru, alet ruhunu teslim edince kızmaktan ziyade rahatlar.'' (Sayfa: 481)
*
Şen Bilim:
''Nietzsche'nin bir sonraki kitabı Şen Bilim'in (Die fröhliche Wissenschaft) altbaşlığı -daha doğrusu başlığın çevirisi- la gaya scienza'dır. Nietzsche başlığın kendisiyle ilgili şöyle der:
*
Çoğu insan için zekâ, biçimsiz, kasvetli, gıcırtılı ve çalıştırması zor bir makinedir; makineyi çalıştırmak istediklerinde .. buna ''işi ciddiye almak'' derler.. kahkaha ve şenlenmenin olduğu yerde düşüncenin işe yaramadığını [kabul ederler] -bu ciddi hayvanın her türlü ''şen bilime'' karşı önyargısı budur. Peki o halde bunun bir önyargı olduğunu kanıtlayalım.'' (Sayfa: 486)
*
Kültürel Evrim:
*
''..Nietzsche'nin içgörüsü bazılarının trajik bulabileceği bir şekilde sağlıklı bir toplumun daimi bir dinamik gerilim halinde var olacağı anlamına gelir. Reform kuvvetleri ile gerici kuvvetler arasındaki az çok açık ve şiddetli gerilim, geçici bir toplumsal hoşnutsuzluğu temsil etmez, tersine ortak sağlığın vazgeçilmez bir koşuludur. Tüm çatışmaların silinip gideceği, ''tarihin sonundaki'' bir cennet yoktur. ''Savaş ve barışın ebedi tekrarına'' uyum sağlamalıyız.'' (Sayfa: 490)
*
Şu Anki Halimiz:
''Batı modernliği hakkındaki en merkezi olgu ''Tanrı'nın ölümüdür'' -bu resmen ilk kez Şen Bilim'de ilan edilir. Bir açıdan Hıristiyan inancının bu terk edilişi memnuniyetle karşılanmalıdır. Zira Hıristiyanlık mutsuz bir insanlık yaratmıştır. İnsani olan her şeyi ''süsleyen ve ilahileştiren'' Yunanların aksine, Hıristiyanlık temelde kendinden utanan bir insanlık üretmiştir. (Cennet Bahçesi'nden kovuluşun pek çok görsel temsili bunu açıkça göstermektedir). (..)
Bu Nietzsche'nin Avrupa toplumundaki sekülerleşmeye tepkisinin aşina olduğumuz yanıdır. Fakat Tanrı'nın ''ölümünün'' kötü yanına dair keskin duyarlılığı o kadar dikkat çekmemiştir genellikle. Hıristiyanlığın kusurları ne olursa olsun, Avrupa kültürünü iki bin yıl boyunca koruyan ''evrensel bağlayıcılıkta bir inanç'' sağlamıştı. Fakat şimdi gitmiş, bizi ''inanç''sız durumda bırakmıştır. Özgür ruhların (ikinci sınıf) istisna değil kural haline geldiği modern Batı'da toplumsal olarak bağlayıcı inancın kaybolması ''insanlığın geleceğinden bahsederken pek az güven duyabildiğimiz'' anlamına gelir. Nietzsche Beşinci Kitap'ta Tanrı'nın ölümünün ''bütün Avrupa ahlakımızın'' çöküşüne yol açacağını öngörürken, sanki yirminci yüzyıldaki dünya savaşları, hatta nükleer savaş içine doğmuş gibidir. (..)
Tanrı'nın ölmekle kalmadığını, aynı zamanda biz modernlerin onu beşeri bilimlerimiz ve doğa bilimlerimizle ''öld*ürdüğümüzü'' ''delinin'' (hiç de deli değildir elbette) ilan ettiği meşhur pasajda Nietzsche bu yapılanın ''kefaretini ödemek'' zorunda olduğumuzu söyler.'' (Sayfa: 491)
*
''..Nietzsche'nin seçilmiş okurlarına biçtiği misyon budur. Yeni inanç ancak yaratıcı özgür ruhlulardan çıkabileceği için, Nietzsche'nin delisi, seçilmiş olanlara hayatlarının temel görevini bildirmektir.'' (Sayfa: 492)
![]() |
Fernand Léger |
''Nietzsche'nin ''yeni inanç'' kavramı (Wagner'in hâlâ cuk oturan diliyle) ''geleceğin sanat eserinde'' sürdürülür ve güçlendirilir. Hıristiyanların insanı değersizleştirmesinin yerine ''Yunan'' ilahlaştırmasını geçiren bu inanç ve sanat kulağa çok soyut gelmektedir. Fakat aslında Nietzsche yirminci yüzyılın ilk yarısının ruhunu çok iyi tahmin etmiştir. Nietzsche'nin fikirlerine benzer şekilde esinlenmiş inanç ve sanatı kavramak için yirminci yüzyılın ilk yarısındaki Sovyet sanatında askerlerin, işçilerin ve çiftçilerin nasıl yüceltildiğini hatırlamak yeterlidir -komünist ütopyanın nihai varış noktasını da kapsayan bir ''inanç''tır bu; Fernand Leger'in anıtsal yüzücü ve bisikletçilerini esinleyen de bu inançtır. Veya ''bağlılık'' yönünü değiştirirsek, Leni Riefenstahl'ın Aryan-insanlığı-yücelten filmlerinin Nürnberg ''festivalinde'' gösterilmesini ve 1936'daki ''kutsal oyunları'' da gözümüzün önüne getirebiliriz. (Nazilerin Nietzsche'ye sahip çıkması, düşüncelerinin felaket düzeyinde çarpıtılması anlamına gelse de, Nietzsche ile Naziler arasındaki sahici benzerlikleri ve süreklilikleri de kabul etmek gerekir, aksi takdirde ona nasıl ve neden sahip çıktıklarını açıklayamayız.)'' (Sayfa: 494-495)
![]() |
Görsel Kaynağı: https://www.tripadvisor.fr/LocationPhotoDirectLink... |
''Şen Bilim'in 329. Kesim'inde Nietzsche'nin daha önceki tüm eserlerinde yer alan modernlik eleştirisi özetlenir. Hepsinden öte ''Amerikalıların,'' der Nietzsche,
*
altına hücumu ve soluksuz bir hızla çalışması .. şimdiden eski Avrupa'ya yayılıyor ... insan şimdiden durağanlıktan utanıyor; uzun süreli durup düşünme neredeyse insanlara vicdan azabı veriyor. İnsan elinde bir saatle düşünüyor, tıpkı finans sayfalarını okurken yemeğini yiyen biri gibi .. her türlü biçim işçilerin acelesiyle yok ediliyor .. insanın artık törene zamanı ve enerjisi yok .. iş giderek tüm vicdan rahatlığını kendi yanına çekiyor; neşe arzusu, şimdiden kendine ''toparlanma ihtiyacı'' diyor .. ''insan sağlığını ona borçlu'' -kırda gezmeye giderken yakalanan biri böyle diyor. Çok geçmeden, vita contemplativa [düşünsel hayat] (yani fikirlerle ve dostlarla bir yürüyüşe çıkma) arzusuna kendimizi bırakamayacağımız bir noktaya gelmemiz de mümkündür..'' (Sayfa: 495)
*
Sacro Monte ve ''Kırbaçlı'' Fotoğrafın Gizemi:
''Zerdüşt'teki meşhur sözü -''Kadınlara mı gidiyorsun.? Kırbacını unutma''- düşünülürse, Nietzsche'ye atfedilen kadın düşmanlığına sadistçe bir renk verme yönünde pek çok spekülatif girişim olmuştur. Fakat Luzern fotoğrafında ''kırbacı tutanın'' Lou olması bu tip yorumları boşa çıkartıyor gibidir. En mantıklı yorum Curt Janz'dan gelmiştir: ona göre bu fotoğrafta Wagner'in Yüzük (Der Ring) dörtlemesindeki Fricka'ya gönderme yapılmış olması büyük bir ihtimaldir (özellikle de fotoğraf Tribschen'den yürüyerek yarım saat mesafede çekildiği için). Fricka'nın gerçekten bir kırbacı, atların çektiği bir arabası vardır, ayrıca neredeyse daima kocasının, yani sözde üstün ama gerçekte çok kılıbık tanrı Wotan'ın iplerini elinde tutar. Nietzsche'nin tableau vivant'ı düzenlemekteki amacı, bana kalırsa, hem kendisinin hem de Rée'nin Lou'ya köleliğinin ironik bir ifadesini yaratmaktır. Eğer bu doğruysa artık Rée'nin Lou'ya hislerinin kendisinin hisleriyle aynı olduğunu fark etmiş olmalı -fakat öte yandan ikisinin de Lou'nun gözünde aynı seviyede olduğu gibi bir yanılgı içinde bulunduğu da fotoğraftan anlaşılıyor.'' (Sayfa: 513)
*
El Altından Çevrilen İşler:
*
''Rée en iyi dost olmanın kuralları şöyle dursun, dürüstlüğün gereklerini bile bir yana atarak Lou'nun kalbini kazanmak için gizlice, el altından, uzun mesafeli bir savaş başlattı. Mektuplarında Lou'ya sen (du) demeye başladı, halbuki Nietzsche hiçbir zaman resmi ''siz''den (Sie) öteye geçmemişti.'' (Sayfa: 513)
*
''Nietzsche.. (..) ..Grunewald banliyösünde onunla buluşmak istediğini yazar: ''Dürüst olmak gerekirse, en kısa zamanda sizinle tamamen yalnız kalmayı çok ama çok arzuluyorum''. ''Benim gibi yalnızlar,'' diye devam eder, ''başkalarına yavaş yavaş alışırlar, en değerli gördüklerine bile.'' (..) Bir hafta sonra, Lou'nun okumakta olduğu ve derinlemesine etkilendiği Tan Kızıllığı'yla ilgili olarak şöyle yazar:
*
Benim de çevremde tan kızıllıkları var ama hiçbiri basılı değil. Daha önce hiç inanmadığım bir şey, en derin mutluluklarım ve acılarıma bir dost bulmak artık bana mümkün görünüyor -gelecekteki tüm hayatımın ufku üzerinde altın bir imkân bu. Sevgili Lou'nun cesur ve derin sezgili ruhunu her düşündüğümde duygulanıyorum.
*
''İki yıllık evlilik'' meselesinin ölmüş ve gömülmüş olduğu burada açıkça anlaşılıyor. Nietzsche Lou'yla ömür boyu birliktelik -evlilik- peşindedir. Görünüşe bakılırsa, nihayet kendi Cosima'sını bulduğunu düşünmektedir.'' (Sayfa: 515)
*
19. Bölüm
*
Zerdüşt
*
Rapallo'da İnziva:
*
''..''Olağandışı ıstıraplı hayatından'' bir anda çıkmaktan onu alıkoyan tek şey misyonuydu, ''esas görevine'' her şeyin üstünde bağlılığıydı.'' (Sayda: 533)
*
''Ama soğuk yüzünden tecrit iyice yabancılaşmaya dönüşmüştü. ''Soğuk bir oda, ruh halini etkiliyor'', bir nevi ''dünyadan uzaklaşma'', bir sürgün ve ''gezgin'' olma hissi yaratıyor, diyordu. Ertesi yıl ünlü şiiri ''Veda''da yakaladığı Winterreise [kış seyahati] havasıdır bu:
Kargalar ötüyor / pır pır uçuyorlar kente: / Yakında kar yağacak / Hâlâ bir yurdu olanlar ne şanslı.! / Şimdi yaralı duruyorsun, / Geriye bakıyorsun.! Ah şimdi'de ne çok zaman geçmiş.! /Sen deli misin nesin, / Fırlatılmışsın dünyaya kış öncesinde.? / Dünya - bir kapı / Çıkar sessiz ve soğuk bin çorak ülkeye.! / Kaybeden de / Kaybolan da asla huzuru bulamaz. / Şimdi duruyorsun orada, solgun / kışta dolaşmaya mahkûm / Tıpkı duman gibi, / daima daha soğuk bir gök arayan. / Uç haydi kuş, söyle / kat şarkını çoraklık kuşunun ezgisine.! Sakla, seni budala, / sakla kanayan kalbini buzda ve küçümsemede. / Kargalar çığlık çığlığa / pır pır uçuyorlar kente: / Yakında kar yağacak / Yazık bir yurdu olmayana.!
*
Bu bıktırıcı ıstıraba rağmen havadaki ani bir değişiklik -1883 Ocak'ında on berrak ve aydınlık gün- önceki yılın Ocak'ında olduğu gibi bir minnettarlık havası yarattı: ''Biz ıstırap çekenler, [beklentilerimizde] çok mütevazıyızdır ve ölçüsüzce minnettar oluruz,'' diyordu. On açık günde bu ruh haliyle meşhur kitabı İşte Böyle Dedi Zerdüşt'ün ''I. Bölüm''ünü yazdı (ilk başta kitabın sadece bu kadar olmasını tasarlamıştı ama neticede dört ''bölüm''e çıkardı).'' (Sayfa: 533-534)
*
Yahudi Karşıtlığı Karşıtlığı
*
Zerdüşt'ün I. Bölüm'ü Ocak'ta bitmesine rağmen Ağustos'a kadar basılmadı -on dokuzuncu yüzyıl standartlarına göre epeyce gecikmişti. Bu durum kısmen Schmeitzner'in kitabı basma işini verdiği Leipzig firması Teubners'e acilen yarım milyon ilahi kitabı basma işi gelmesinin yanı sıra, görünen o ki Zerdüşt'ün Hıristiyanlık karşıtı içeriğine dair ciddi çekinceleri olmasından da kaynaklanıyordu. Nietzsche bunu bir nevi yenilgi olarak algılamıştı, çünkü artık kitabın yazarının en doğru tarifi ve kitabın esas anlamının en özlü ifadesi olarak yarı şaka yarı ciddi '2Deccal''ı kabul etmiş durumdaydı. Fakat gecikme kısmen de Schmeitzner'in kendisinden kaynaklanıyordu. Schmeitzner ''Yahudi Karşıtı İttifak'ın başı olarak Yahudi karşıtı faaliyetler yürüttüğünden ofise pek uğramıyordu. Nietzsche küplere binmişti. İlk önce ''Hıristiyan engeli'' önüne çıkmıştı ve şimdi de ''Yahudi karşıtlığı engeli'' çıkıyordu. Yahudi karşıtı faaliyetlerin benim düşüncelerimi yayımlamaktan daha önemli olduğunu düşünen bu yayıncıdan beni kim kurtaracak.?'' diye soruyordu Overbeck'e.
Bu dönem Nietzsche'nin kesin Yahudi karşıtlığı karşıtlığının başlangıcını gösterir. Fakat neye karşı çıktığını anlamak için on dokuzuncu yüzyılda ''Yahudi karşıtlığı'' tabirinin -kelimenin 1879'da kullanılmaya başladığını belirtmiştik- bugünkünden farklı bir anlama geldiğini görmek önemlidir.
On dokuzuncu yüzyılın başında hem dinsel hem etnik bakımdan Avrupalı olmayan bir ''halk'' olarak görülen Yahudiler pek çok medeni haktan yoksundu: Oy kullanamıyorlar, çoğunlukla kenar mahallelerde yaşamak zorunda bırakılıyor, pek çok mesleğe de kabul edilmiyorlardı. Napoleon ve daha sonra Alman birliğinin ardındaki liberal itki Yahudi özgürleşmesine, tüm kısıtlamaların kaldırılmasına ve Yahudilere Alman Reich'ının öz yurttaşları muamelesi yapılmasına yönelik bir hareket yaratmıştı. 1870'lerde Yahudi karşıtı hareket bu liberal itkiye karşı ortaya çıkmıştı ve Schmeitzner, Elizabeth'in müstakbel kocası Bernhard Förster ve Hıristiyan sosyalist vaiz Adolf Stöcker bu hareketin başını çekenlerdendi.
Nietzsche'nin giderek daha şiddetle karşı çıktığı hareketin özgül bir gündeme sahip olan bu siyasi hareket olduğuna dikkat etmek önemlidir (bu hareket şimdiki gibi Sağ'a değil, genellikle siyasal Sol'a aitti). Schmeitzner'e dobralıkla söylediği gibi, bu harekete başlıca itirazı da toplumsal düzeni ''anarşiyle'' bozma tehdidi yaratan bir kıskançlık siyaseti yürütmesinden kaynaklanıyordu: ''Yahudi karşıtlığına belli bir mesafeden bakıldığında, bunun zengin ve yerleşik orta sınıflara karşı açılan ve zengin olma amacı güden bir hareketten ibaret olduğu görülüyor,'' diye yazıyordu.
Nietzsche'nin karşı çıktığı şey bir siyasal hareket olduğundan, yürüttüğü muhalefet ilkesel bakımdan Yahudilere karşı kültürel önyargılar barındırmasıyla çelişmiyordu. (Bu çelişmeme durumunun klasik savunucusu eşcinsel İngiliz bürokratı ve Bloomsbury grubunun üyesi Harold Nicholson, 1945'te, ''Yahudi karşıtlığından nefret ederim ama Yahudileri sevmem,'' diyor ve daima onların ''yapmacıklıklarından'' dem vuruyordu.) Nietzsche 19. yüzyıl standartlarına göre böyle önyargılardan makul ölçüde uzak olsa da, tam anlamıyla önyargısız değildi -özellikle de eski Yahudi arkadaşı Paul Ree'nin ihanet olarak değerlendirdiği hareketlerinin hemen sonrasında hiç değildi. Bu yüzden, örneğin 1883'teki defterlerinde ''Mesih'te, Yahudilikte ve iyi ticari anlaşmalarda soyluluğun derin eksikliğini görmeden edemeyiz'' iddiasını görüyoruz; ''bin kat daha büyük semavi mutluluk uğruna dünyevi mutluluğu bir yana bırakmak''tır üzerine pazarlık edilen teklif. Ama bunu söyledikten sonra, yukarıda gördüğümüz ve yine göreceğimiz üzere, Nietzsche olgunluk döneminde pek çok bakımdan kesinlikle Yahudi-severdi. (Sayfa: 534-536)
*
Yeni İncil:
*
''Nietzsche'nin daha evvelki diliyle, Zerdüşt büyük ''eğiticidir''.
Fakat kahramana ait isim seçimi biraz şaşırtıcıdır. Neticede Zerdüşt ışık ile karanlık, iyi ile kötü, ruh ile beden arasındaki keskin ve mutlak karşıtlığa dayalı bir din kurmuştur -Nietzsche'nin, kendini, kaldırmaya adadığı her şeyin özetidir bu karşıtlıklar. Ecce Homo'da dinsel düşünürlerin en eskisi olduğundan, kendini düzeltecek vakti olduğunu belirtir. Başka bir yerde ise İsa'nın da aynısını yapacak kadar yüce olduğunu, ama çok erken öldüğünü söyler.'' (Sayfa: 548)
*
''Zerdüşt kim için yazılmıştır.? Kitabın alt başlığında bu soruya paradoksal bir tarzda yaklaşılır. Zerdüşt ''Herkes ve Hiç Kimse İçin Bir Kitap''tır. ''Herkes''i anlamak kolay: Yoğun, teknik felsefi üslupla yazılmak yerine, bu kitap ''herkese açık bir üslupla (İncil gibi) yazılmıştır Nietzsche'ye göre. Ayrıca biyografik bir ilerleyişi vardır: Biyografiler (umarım bu biyografi de dahil) yutması güç felsefe hapını tatlandırır.
Peki, neden ''Hiç Kimse.?'' Bana kalırsa, İnsanca, Pek İnsanca'dan bu yana yazılan tüm eserler gibi (''birinci sınıftan'') bu eser de ''özgür ruhlular'' için, eserin çeşitli yerlerinde Zerdüşt'ün ''eşlikçileri'', ''dostları'' ve ''kardeşleri'' olarak tanımlanan türden insanlar için yazılmıştır. ''Hiç Kimse'' denmesinin altında da Nietzsche'nin çağdaşları arasında hiç gerçek okuru kalmadığından korkması yatar -özellikle de gelecek vaat eden birkaç ruh Wagner tarafından ''baştan çıkarılıp'' uzaklaştırıldığı, Lou da sahneyi terk ettiği için. En iyi ihtimalle ''çocuklarının ülkesinde'' gerçek okurlar bulacağından endişe etmektedir.'' (Sayfa: 549)
*
İşte Böyle Dedi Zerdüşt: Öndeyiş:
*
''İşte Böyle Dedi Zerdüşt (Also sprach Zarathustra, Op. 30, 1896; ya da 2001 adlı filmin müziği) güneşin doğuşuyla başlar- on yıldır tek başına tefekkür sayesinde biriktirdiği bilgelikle insanlığın üstünde ışık saçması gerekli olduğu için güneşin de ona ışık vermesi gerektiğini açıklar.'' (Sayfa: 549-550)
''..on yıllık bilgelik birikiminin özetini anlatır. İnsan ''hayvan ile üstinsan arasında gerilmiş bir iptir'', diye bağırır. Üstinsan ''yeryüzünün anlamıdır''. Sadece kendilerini yeryüzüne ''üstinsan, evini yapabilsin diye'' kurban edenler değerlidir. İnsanın bir ''ideale'' ihtiyacı vardır. Fakat doğaüstü şeyler bir kuruntu olduğundan, öte dünyaya ait her türlü ideali reddetmeliyiz. ''En önemli ânımız,'' maymun bizim için ne kadar yetersizse bizim de üstinsan için o kadar yetersiz olduğumuzu anladığımız andır.'' (Sayfa: 551)
*
Zerdüşt 1. Bölüm: Zerdüşt'ün Söylevleri:
*
''Jean-Paul Sartre'ın gösterdiği üzere, kararcılığın sorunlu yanı, kişinin kendi özgür seçiminden başka bir şeye dayanmayan temel değerlerinin ''absürd'' olması, sahici otoriteden yoksun olmasıdır. Örneğin komünizm fikrim, benim temelsiz kararımdan başka hiçbir şeye dayanmıyorsa, iş senin faşizminle savaşmaya gelince benim temel seçimimin herhangi bir şekilde senin seçimine yeğlenebilir olduğunu kesinlikle gösteremem. Bu da uğruna savaştığım şeye sahiden inanmadığım anlamına gelir.'' (Sayfa: 553-554)
*
''..''Hiçbir halk, önce değerler oluşturmadan yaşayamaz.'' Bir ''halk'' ya da ''kültür'' diye tanımlanmak için ortak ethosa sahip olmak gerekir. Ortak bir doğru yaşam tarzı anlayışına sahip olmayan gerçek bir cemaat olamaz.'' (Sayfa: 555)
*
Zerdüşt II. Bölüm:
''Yıllar geçtikten sonra rüyasında düşmanlarının öğretisini çarpıttığını ve dostlarının gerçekten ondan utandığını görür. Böylece geri döner ve II. Bölüm'ün tamamının geçtiği ''Mutluluk Adaları''na gider. Nietzsche bu ''Adaların'' (Isles) aslında Sorrento günlerinden bildiği Napoli Körfezi'nin kuzeyindeki Ischia olduğunu yazmıştır Köselitz'e. Bu tanımlamayı destekleyen de şu ipucudur: ''Dans Şarkısı'nda taşralı kızların ''Cupido''yla dans ettiğinden söz edilir; bu da ''Cupid''in (aşk tanrısı) Ischia lehçesinde söylenişidir.'' (Sayfa: 562)
*
''Üstinsan kim olursa olsun sonuçta insandır, insan karşıtı bir figür değildir.'' (Sayfa: 563)
*
''Acıyanlar üzerine. Acımak [Mitleid] Hıristiyan [ve Schopenhauer] etiğine göre merkezi insan erdemidir, ama aslında erdem bile değil daha ziyade ıstırap sebebidir. Acınan kişinin gururunu incitir ve alınganlık yaratır. Fakat acıyan kişiyi de yaralar. Tanrı, insana acımaktan ölmüştür.'' (Sayfa: 564)
*
''Daha önce belirttiğim gibi, merhamet Nietzsche'nin kendi kişiliğinde olağandışı ölçüde öne çıkmış bir unsurdur. Örneğin Cenovalılarca ''küçük aziz'' diye bilinmesinin sebebi buydu. Merhametin merhamet edene zarar verdiği inancının kendi kendini çözümlemede sağlam bir temeli vardı. Overbeck'e 1884 Eylül'ünde şöyle yazıyordu:
*
Çektiğim toplam bunalım .. geçti: Ailemle aramdaki farkı yüz kere daha fazla ciddiye aldığımı düşünüyorum şimdi.. Benim sorunum başkalarının acısını olduğundan daha büyük tasavvur etmek gibi daima tekrarladığım bir hata. ''Mitleid''dan (merhametten) maraz doğar'' sözü, çocukluğumdan beri tekrar tekrar doğrulanmıştır. (Belki de babamın olağandışı doğasının kötü bir sonucudur bu -onu tanıyan herkes onun ''insanlardan'' ziyade ''meleklere'' ait olduğunu düşünürdü.) Mitleid'la yaşadığım bu kötü deneyimler sebebiyle onu değerlendirmede teorik bakımdan çok ilginç bir değişiklik yapmak için kamçılanmam yeterli oldu.'' (Sayfa: 565)
*
''Bir kambur Zerdüşt'e insanları öğretilerine inandırmak için sakatları iyileştirmesi gerektiğini söyler. ''Hiç de gerekli değil,'' diye cevap verir Zerdüşt. ''Kamburun sırtından kamburu alındığında tini de alınmış olur.'' Bu da Nietzsche'nin temel stratejisini gösteriyor: teodise -sorunlu fenomenlerin gerçekte saklı lütuflar olduğunu açıklar, defterlerde ifade ettiği gibi, ''İfritler- sadece inayetlerin kötü ifadesidir''.'' (Sayfa: 568)
*
Zerdüşt III. Bölüm:
*
''Görü ve Bilmece Üzerine''
''..''Görü''nün içeriğini anlamak için, pilleri asla bitmeyen bir oyuncak trenin çember şeklindeki ray üzerinde ebediyen hareket halinde olduğunu düşünün: ''An'' denilen köprünün altından şimdi geçen vagon, önündeki lokomotife ''bağlı'' olduğundan, aynı köprünün altından zaten sonsuz kez geçmiştir ve gelecekte de sonsuz kez geçecektir. Bu söylev bengi dönüş fikrinin iki şekilde ele alınabileceğini gösterir: bu öncelikle bir köpeğin ''ulumasının'' ve kara safradan ''yılanın'' sebebi olarak düşünülebilir, fakat aynı zamanda üstinsanın neşeli kahkahasına ve Şen Bilim'in ''bundan daha ilahi bir şey hiç duymamıştım'' sözlerine yol açan düşünce olarak da ele alınabilir. Bengi dönüş -diyelim ki doğruluğu keşfedildiyse- neden bu tepkilerin ikisini birden yaratma yetisine sahip olsun.?
Her şeyden önce niçin birisi -örneğin Zerdüşt, en azından eserin büyük bir kısmında- bengi dönüşü ''dipsiz'' bulsun.? Açık söylersek, aynı hayatı tekrar tekrar yaşamanın inanılmaz bezginliğinden değil. Çünkü önceki var oluşuma dair bir şey hatırlamadığımdan, tam olarak şu anki hayatım tekrarlansa yine önceki var oluşumu hatırlamayacağım.
Pek çok dünya dini gibi Hıristiyanlık da bireysel ya da dünyevi ''kurtuluşu'', tarihi sona erdiren, en azından sıradan anlamda sona erdiren bir saadet hali olarak görürler. Adeta zaman bir hedefe ulaşıp orada duran bir oktur. Fakat zaman bir çemberse o takdirde ''zamanın sonu'' yoktur. Bengi dönüşün potansiyel olarak ''dipsiz'' veçhesi şudur: Oku iptal eden çember, öteden beri inanılan kurtuluşu da iptal eder. Hayat ''bilmecesinin'' ''nihai bir çözümü'' yoktur.
Ama diyelim ki hayatta kurtuluşa erebiliriz. Peki, ya olup biten tüm acı verici ve sorunlu şeylerin ''kefaretini ödeyebilir'', onları ''altına'' çevirebilirsek.? O zaman dünyamız zaten ''kusursuzdur'', ''kurtuluşa'' erişilmiştir ve başka türlü bir kurtuluşa ihtiyacımız kalmamıştır. Cennet krallığı burada ve şimdidir, bu yüzden başka bir yerde ve gelecekte bir krallığa ihtiyacımız kalmaz. Çembere sevdalandığımız için oka duyduğumuz tüm arzuyu yitiririz. Açıklanmayan bir tarzda genç çoban büyük teodise hamlesiyle bulantıdan neşeye geçiş yapmıştır.'' (Sayfa: 569-570)
*
''Şen Bilim'in V. Bölüm'ünde, sadece ''Dionysosçu tanrı ya da insan'' hayatı kayıtsız şartsız olumlama noktasına ulaşabilir -hayatın ''korkunç ve sorgulanabilir'' veçhesi daha aşağıdaki her varlığı mağlup edecektir.'' (Sayfa: 572)
*
''Bir zamanlar olduğumu düşündüğüm bireyin ölümü, şimdi bana saçmalık gibi gelir. Aynı zamanda da zorunluluktur, çünkü yeninin doğumu için eskinin ölümünün önşart olduğunu görürüm.'' (Sayfa: 573)
*
Zerdüşt IV. Bölüm
*
Eşek Şenliği:
*
''Ancak öfkesini yendiğinde, eski Tanrı'nın kötü değil gülünç olduğunu fark ettiğinde kişi sahiden ''ilerleyebilmiştir''. İşte o anda kişi yeni tanrılar yaratma özgürlüğüne sahiden kavuşmuş biri olur.'' (Sayfa: 578)
*
20. Bölüm
*
Nietzsche'nin Çevresindeki Kadınlar
*
Joseph Paneth:
''Nietzsche Nice'teki ilk kışının büyük bir kısmında Joseph Paneth tarafından sıklıkla ziyaret edildi. Paneth'in bu buluşmalara dair yazdıklarına bakılırsa Nietzsche Yahudi karşıtı harekete kendi ailesine bile sızmış bir ''domuzluk'' gözüyle bakıyor, Polonya kökenli olduğunda ısrar ediyordu. (..) Nietzsche mektuplarının asla yayımlanmaması gerektiğini, dostlarından da ölümünün ardından sadece kendisinin bu amaçla seçtiği ve hazırladığı mektupları yayımlatmalarını isteyeceğini söylemişti. İnsan, diyordu Nietzsche halkın karşısına ''ceketsiz'' çıkmamalı.'' (Sayfa: 579)
*
Resa von Schirnhofer:
*
''Nietzsche pek az insanın yanında olduğu kadar rahattır Resa'nın yanında; ''beni çok güldüren bir maskara,'' diye tarif etmiştir onu Overbeck'e. Ayrıca onun pek yüzüne bakılır olmadığından, hatta düpedüz ''çirkin'' olduğundan şikâyet ettiği doğrudur, fakat büyük ihtimalle tam da cinsel gerilimin olmaması yüreğini hafifletmiş, kız kardeşinin yanındaymış gibi rahatlamasını ve aptalca dizeler uydurmasını sağlamıştır.'' (Sayfa: 581)
Ey Yaşamın öğlesi.! Şenlikli zaman.!
Ey yaz bahçesi.!
Huzursuz mutluluk, kararlı, meraklı beklenti
Gündüz gece, hazır dostlarımı bekliyorum ben:
Nerde kaldın, yeni dost.? Zamanıdır, zamanıdır, gel.! (Sayfa: 588)
*
Nietzsche ve Feminist Arkadaşları:
''..Bu paradoksal durum iki soruyu gündeme getiriyor. Birincisi, feminist kadınları feministliklerine rağmen Nietzsche'ye çeken neydi.? İkincisi, feminizm karşıtı olan Nietzsche'yi feminist kadınlara çeken neydi.?
Yirminci yüzyılın ilk yıllarında Nietzsche'den esinlenen beklenmedik bir feminist hareket ortaya çıktı -bu hareket günümüze kadar sağ salim devam etti. Kadınları Nietzsche'nin felsefesine çeken şey onun özgürleşme mesajıyla kadınların mesajının örtüşmesiydi. Kendi feminizmleri ile Nietzsche'nin belirgin feminizm karşıtı unsurları uzlaştırmak isteyen Nietzscheci feministler iki temel stratejiden birine başvuruyordu: Ya Nietzsche'yi feminizm karşıtı olarak okumanın sığlık olduğunu savunuyorlar -Valentine de Saint Pont 1912'de onun kadınlara değil ''efemine'' olana saldırdığını; bu zelliğin kadınlarda olduğu gibi erkeklerde de olabileceğini belirtiyordu- ya da feminizm karşıtlığını kabul edip karşı çıkıyor, ama temeldeki özgürlükçü mesajının yine de doğru ve önemli olduğunu savunuyorlardı.'' (Sayfa: 595-596)
*
Nietzsche'nin Kozmopolitizmi:
''Hatırlanacağı gibi, savaşı aşmanın bir yolu olarak Avrupalıların birliği fikrini göklere çıkarır ve Avrupa'nın birleşmesini Avrupa kültürünün küreselleşmesine, Avrupa'nın bütün dünyayı kolonileştirmesine giriş olarak görür. Şen Bilim'de ortaçağ kilisesinin pan-Avrupacılığına hayranlığını ifade eder (ama burada hayran olduğu kilise ''Katolik'' olmaktan ziyade bir ''Roma'' kilisesidir) ve ''tek Avrupa'' için çabalayan Napoleon'a övgüler düzer. Yakında çıkacak İyinin ve Kötünün Ötesinde'de her türlü ''ulusal histen'' kopmuş bir ''Avrupalı'' insan tipinin ortaya çıkışını över ve küçük, ulusal siyaseti bırakıp ''büyük'', yani küresel siyasetle uğraşma vaktinin geldiğini söyler. Küresel siyasete doğru ilerlemeliyiz, der öngörüyle, çünkü ''insanlığın geleceği'' tehlikededir.'' (Sayfa: 603)
*
''..Nietzsche gelecekte ortaya çıkacağını umduğu kişi tipinin (kendisi gibi) ''göçer'' olacağından bahsetse de, köksüz bir gezgin olacağını söylemek istemez. Bu tipin kök saldığı anayurt ''uluslarüstü'' olduğundan sınırlar arasında kolayca gidip gelebilmektedir.'' (Sayfa: 604)
*
21. Bölüm
![]() |
GÖRSEL KAYNAĞI: https://www.youtube.com/watch?v=qkNi4MnW5pE |
İyinin ve Kötünün Ötesinde
*
Karanlığın Yüreği:
*
''Olgun Nietzsche'nin daimi ana amacının ''dünyayı olumlamak'' -hatta esrikçe dünyayı olumlamak- olduğunu düşünürsek, İyinin ve Kötünün Ötesinde'nin baş amacı ahlaki ikiliği, ''olmalı'' ile ''olan'' arasındaki boşluğu aşmaktır. ''Olan'' değişmez göründüğünden, ''olmalı'' değişmelidir. Temelden ''değerlerin yeniden değerlendirilmesi'' gerçekleştirilmelidir. (..)
Nietzsche kitabı tamamladıktan sonra karanlığı konusunda yorum yapmakla kalmaz. Kitabın içinde de bu dünya görüşünün karanlığını vurgulamak için elinden geleni yapar -geleneksel ahlakın bakış açısından karanlıktır ve Nietzsche de çağının çocuğu olduğundan bu geleneksel ahlaktan tam anlamıyla kurtulmuş değildir hiçbir şekilde. (Bana kalırsa bazen tarif ettiği dünyanın karanlığı karşısında far görmüş tavşan gibi dehşet içinde donup kaldığının hissedilmesi de bundandır.) Bu vurgunun sebebi İyinin ve Kötünün Ötesinde'de saldırılan başlıca hedefin ''idealizm'' diye tarif ettiği konum olmasıdır.'' (Sayfa: 611)
*
''Kimi zaman akademisyenler Nietzsche'yi daha az şoke edici hale getirmek için ''güç istenci''nin sadece ''kişinin kendisi üzerindeki gücü'' olduğunu söylerler. Fakat böyle yaparak Nietzsche'nin şoke edici olmak istemesi gibi temel bir noktayı kaçırmış olurlar. Güçlünün zayıfa ''baskın çıkması'' ve onu ''sömürmesi''nin hayatın özüne ait olduğunu söylediğinde, hiç de başka bir şey kastetmemektedir.'' (Sayfa: 614)
*
Teorik Felsefe: Metafizikçilerin ''Önyargıları'':
*
''..şimdi İyinin ve Kötünün Ötesinde'nin özgül içeriğine gelelim. Bu eseri belki de Nietzsche'nin eserlerinden en zoru yapan şey, aforizmalar labirentinin içinde yolumuzu bulmanın güçlüğüdür. (..)
Daha önce belirttiğimiz gibi, kitabın amacı doğru okurların hayatını değiştirmek ve onlar üzerinden bir bütün olarak insan kültürünü değiştirmektir. Buyüzden tıpkı Marx gibi Nietzsche de felsefe kavramını yeniden tanımlamak ister.'' (Sayfa: 616)
*
''Metafizik İkicilik: (..) Kant bencilce davranışın kaynağı olarak gördüğü şehvetten nefret ediyordu. O da her türlü şehvani meşguliyetten kurtulmuş saf, ''ahlaklı'' bir istençten oluşan salt ''zihinsel'' bir benlik olduğunu var saydı. Bu böyle devam etti.'' (Sayfa: 617)
*
Schopenhauer'cı İdealizm: Schopenhauer'ın idealizmi de metafizik ikiciliğin bir versiyonudur elbette. Yine de Nietzsche değer ikiciliği suçlamasından bağımsız bir eleştiride bulunur. ''Maddi dünya salt bizim tasarımımızdır ve duyu organlarımızca yaratılmıştır'' -Schopenhauer'ın sıklıkla düştüğü konum- cümlesi, Nietzsche'nin işaret ettiği gibi, kendi kendini çürütür, çünkü birinci önermeye göre duyu organlarımız kurgudan ibarettir, bu yüzden herhangi bir şeyin nedeni olmaları ya da onu yaratmaları mümkün değildir. Bu eleştiri kesinlikle doğrudur. Konunun tutarlı olması için argümanı yeniden formüle etmek, ''dünyanın sağduyuya dayalı resmi bilişsel organlarımızın ürünüdür'' gibi bir şey söylemek, ya da herhangi bir maddi organın bilincin kökeni olduğunu reddetmek gerekir. Göreceğimiz üzere, Nietzsche'nin kendi konumu bu seçeneklerden birincisine denk düşer. (Sayfa: 618-619)
*
Gücün Metafiziği:
*
''Dönemin defterlerinde Nietzsche şöyle yazar:
*
Fizikçilerimizin Tanrı'yı ve dünyayı yaratmakta kullandığı muzaffer ''güç'' kavramının bir desteğe ihtiyacı var: Benim ''güç istenci'' adını verdiğim, yani güç gösterme yönünde doymak bilmez bir dürtü olarak tanımladığım bir iç dünya bahşedilmesi gerekiyor ona; buna gücün kullanılması ya da harcanması, yaratıcı itki vs. de diyebiliriz.
*
Demin gördüğümüz gibi ''desteğe ihtiyacı olan'' sadece Schopenhauer'ın iddiasıdır: Güçler doğa bilimi açısından ''bilinmeyen X'ler'' olduğundan, bilimin temel anlamsızlıktan kurtulması için ''fiziğin'' ''metafizikle'' desteklenmesi gerekir.
Schopenhauer'ın fiziği ''desteklemek'', ''kuvvete'' anlam vermek için baş kavramı, bildiğimiz gibi, istençtir -''yaşama sevincidir''. Ama Nietzsche Schopenhauer'ın fiziğini yanlış olduğundan dolayı değil, daha ziyade meselenin köküne inmediği için eleştirir. Kendi baş kavramı ''güç istencinin'' Schopanhauer'ın ''yaşama istencinden'' daha temel olduğunu öne sürer. Fakat Schopenhauer'a saldırırken aynı anda Darwin'e de saldırır. Putların Alacakaranlığı'nda yaşama istencini açıkça ''varlık mücadelesine'', Darwin'e atfeder -haksiz da sayılmaz, çünkü meşhur eserin birinci baskısının tam başlığı şöyledir: Doğal Ayıklanma Yoluyla Türlerin Kökeni ya da Yaşam Mücadelesinde Avantajlı Türlerin Korunması (On the Origin of Species by Means of Natural Selection, or the Preservation of Favoured Races in the Struggle for Life).
![]() |
Görsel Kaynağı: http://www.ibamendes.com/.../nietzsche-e-darwin-luta... |
''Fizyologlar'', der Nietzsche,
*
kendini koruma güdüsünün, organik varlığın temel güdüsü olduğunu ileri sürmeden önce iki kere düşünmelidir. Her şeyden önce, canlı bir şey kuvvetini boşaltmak ister -hayatın kendisi güç istencidir [ya da ''büyüme'' istencidir]- kendini koruma bunun dolaylı ve çok sık rastlanan sonuçlarından biridir sadece.'' (Sayfa: 620-621)
*
''..Nietzsche'nin güç istenci metafiziğini kasti bir sertlikle ifade etmesinin sebebi budur, amacı idealistleri şoke ederek duygusal rüyalarından uyandırmaktır -neticede bu onların yararınadır. Eserin son sayfalarında güç metafiziğinin özellikle şiddetli ifade edildiğini görürüz:
*
Yaşamın kedisi aslında bir el koyma sürecidir, yaralama, yabancı ve daha zayıf olanı yenmedir; baskı altına alma, sertlik, kendi formlarını kabule zorlama, kendisine katma ve en azından, en yumuşağından sömürüdür.
*
Nietzsche eseri bitirirken Marksist ütopyacılığa özellikle gönderme yapar. Ona göre bu ütopyacılık, Hıristiyanlaşmış Batı bilincinin altında yatan'' derinliklerde-hepimizin-güzel-ruhları-vardır'' psikolojisinin bir versiyonudur.
*
Beden, ölen değil de yaşayan bedense .. cisimleşmiş bir güç istenci olmak zorundadır; büyümeye, yayılmaya, yakalamaya, kendine çekmeye, egemenlik kazanmaya çalışacaktır.. Oysa sıradan bir Avrupalı bilincin, bilgisini edinmeye en az hevesli olduğu mesele budur: şimdi her yerde, bilimsel [yani marksist] bir kılıkta da olsa, gelmekte olan toplumun ''sömürücü niteliği''nin kalkması [''devletin ortadan kalkması''] gerektiği gönülden desteklenmektedir: Burada, sanki bana, bütün organik işlevlerden kaçınabileceğimiz bir yaşama biçiminin icadı sözü veriliyor gibi geliyor. ''Sömürü'', kokuşmuş, eksikli, ilkel topluma ait değildir: Yaşayanın özüne aittir ve temel organik işlevidir.'' (Sayfa: 622-623)
*
Epistemoloji:
![]() |
Görsel Kaynağı: https://mashroo3na.com/.../%D8%A8%D8%AD%D8%AB-%D9%81%D9.../ |
''Entelektüel ''namus'', der Nietzsche, ''biz özgür ruhluların'' -onun gibi filozofların- baş faziletlerindendir. Soruşturma nesnesi olan dünya hakkında amansızca dürüst olma gereğini ortaya attığını zaten görmüştük. Ama soruşturmacılar olarak kendimiz hakkında, dünya hakkında bilgi edinme kapasitemizin sınırları hakkında da amansızca dürüst olmamız gerektiğinde aynı ölçüde ısrarlıdır.
Böylece öz-dönüşümlü hale gelen dürüstlük bizi geleneksel felsefenin ayırıcı özelliği olan ''dogmatizmden'' vazgeçmemiz gerektiği gerçeğiyle yüzleştirir. Yani geleneksel felsefe dünyaya dair mutlak kesinlikte, temel hakikati sunma iddiasındaydı. (Örneğin Tanrı'nın varlığına dair ''kanıtları'', bu varlığın makul bir hipotez olduğunu gösterdiğini iddia ediyordu.) ''Metafizik'' işte buydu. Nietzsche'nin önsözde söylediği kadarıyla, böyle bir dogmatizmi bırakmamızın gerekli olmasının sebebi, ''perspektivizm''in ''tüm yaşamın temel koşulu'' olmasıydı.'' (Sayfa: 623-624)
*
''Nietzsche ''şüpheciliği'' reddeder: Belirsiz bir şey yerine temin edilmiş hiçlik uğruna canını verecek sofu vicdan fanatikleri'' vardır, ama bu ''nihilizmdir'', ruhun bir ''hastalığıdır''. Perspektivizm ''hayatın şartıysa'' ''belirsizlik'' de öyledir: belirsizliği reddetmek hayatı reddetmek demektir. Hayatı sevmek ''hatayı'' sevmektir; daha önce birkaç kez vurguladığım gibi, Nietzsche burada ''yanlışlığı'' değil, basitçe, ''doğruluğu kesin olmayabilen inancı'' kastetmektedir.'' (Sayfa: 624)
*
''Nietzsche'nin güç istenciyle ilgili iddiası -bunu Darwinci bilimin düzeltilmiş ve tamamlanmış kopyası olarak görüyordu- rakip teorilerin hepsinden daha kapsamlı ve güçlü bir tarzda gerçekliği kavradığıdır. Bana kalırsa, Tan Kızıllığı'nı tartışırken belirttiğim gibi, teorinin iyi ''işlemesinin'' doğruluğuna kanıt sayılmasını da eklemek gerek -hiç şüphe yok ki tam anlamıyla sonuç veren bir kanıt değildir, ama yine de kanıttır.'' (Sayfa: 625)
*
Kültür Eleştirisi:
*
''İyinin ve Kötünün Ötesinde'de bir kez daha filozofun tanımlayıcı durumunu ifade eder: Filozof, der, çağının ''vicdan azabıdır''. Daha önceki diliyle dei ''çağa aykırı insandır''.'' (Sayfa: 625)
*
''Nietzsche'ye göre, güneşin altındaki her şey hakkındaki ''avam merakımız'', soysuzca bir ''beğeni'' yoksunluğudur. Bizim her şeye dair bir beğenimiz vardır (örneğin ''etnik'' mutfağa dair), halbuki ''soylu ve kendi kendine yeterli'' bir kültürün özelliği ''ağız tadının kesin evet ve hayırları, gönüllü bulantıları, tuhaf ve yabancı olan her şeye tereddütlü bir çekinceyle bakmalarıdır''. Nietzsche modernliğe ''yarı-barbarlık'' der: ''yarı'', çünkü uygarlığımız vardır -sıhhi tesisat ve polis- ''barbarlık'', çünkü kültürümüz yoktur. ''Kültür''ün ''bir halkın hayatının tüm dışavurumlarında sanatsal üslup birliği'' olarak tanımlandığını hatırlayın; güzel (yani iyi) hayat da dahil olmak üzere güzel kavramında birlik demektir kültür. Kültürel birlikten yoksun olmakla kalmıyoruz, sonsuz çeşitlilikteki beğenimiz bizi tam anlamıyla kültürel birliğe ''düşman'' kılıyor; ''büyük bir kuvvet isteyerek durduğunda .. aniden dizginlenip fosilleştiğinde .. zemin ise hâlâ sarsılıyor olduğunda'' ortaya çıkan ''her sanat ve kültürün olgunlaşmış veçhesine düşman kesiliyoruz. Bu düşmanlık da bizi büyük tehlikeye sokuyor, der Nietzsche.
Tehlike ''insanın toptan bozulmasıdır'' -Entartung kelimesi kelimesine ''insan'' türünün düşmesi- bir bakıma ''insanın ölümüdür''.'' (Sayfa: 626)
*
''Nietzsche modernliğin ''sürü'' doğasını Hıristiyanlığa ve çeşitli ''gölgelerine'' atfeder. Hıristiyan ahlakının Avrupa'da ilk büyük ''değerlerin yeniden değerlendirilmesi'' olduğunu söyler. Hıristiyanlık ''köle isyanı'' yoluyla tüm antik dönem değerlerini tersine çevirmiştir. Ahlakların ''efendiler'' ya da ''köleler'' tarafından yaratılmış olmak bakımından iki temel tipte olduğunu belirtir.'' (Sayfa: 627-628)
*
''Hıristiyan ahlakının popüler bir özeti (Marx'ın devraldığı notta), ''Herkese ihtiyacına göre''dir. Fakat özete şu da eklenir: ''Herkesten yeteneğine göre.'' Bu da bazı insanların daha büyük ve daha değerli yetenekleri olduğunu, bazı insanların toplum için diğerlerinden ''daha değerli'' olduğunun kabulüdür. O halde, doğru düzgün düşündüğümüzde, çöl eşitliği ahlâkında dâhinin ''uzaklık pathosunun'', diğerlerinin çoğuna nazaran -toplum için- daha ''değerli'' olduğu bilgisinin reddedilmesi için bir sebep yoktur.'' (Sayfa: 631-632)
*
Kölelik Meselesi:
*
''Rütbe ile sınıf arasındaki fark yetenek ile doğuştan hak arasındaki farktır. Deccal'ı tartışırken ayrıntısıyla göreceğimiz üzere, Nietzsche'nin aradığı şey kandan kaynaklanan hiyerarşi değil, doğal yetenek ve eğilimden kaynaklanan hiyerarşidir.'' (Sayfa: 641)
![]() |
Görsel Kaynağı:https://www.instagram.com/neildurrant/p/DEZDvzPSY8Z/... |
''..Nietzsche tüm metafizik dünyalarla birlikte Platon'un doğaüstü Formlar âlemini de reddettiğine göre, kendi ideal lideri neye itaat eder.?
Ortak ethosa itaat eder, yani cemaatinin eşsiz karakteri, tarihi ve mevcut koşullarının bir işlevi olan ''ahlaka'' göre davranır. Cemaatin dini de bu ethosun yetkilendirici ifadesi olduğundan -bundan öte bir şey olmadığından- tanrıların olağanüstü varlıklar değil insani tasarımlar olduğunu bilecektir. (Homeros ve genellikle Yunan şairleri, diye belirtir Nietzsche, tanrılarına ''inanıyor'' olmazlardı; inansalardı onları tasarlarken kendilerine böyle bir ''uydurma'' özgürlüğü tanıyamazlardı.) Yine de Feuerbach'la birlikte Wagner ve Nietzsche'nin kendisi de biliyordu ki bu şairlerin hiçbiri bu yüzden daha kötü değildi, kurguları (ya da gerçek insanların kurgulaştırılmış versiyonları) insan kusursuzluğunun ''mihenk taşı'' işlevi görmelerini hiçbir şekilde engellemiyordu.
Bana kalırsa Nietzsche burada dini söylem konusunda önemli bir noktayı kavramıştır: ''İsa şunu asla yapmaz'' cümlesi, İsa'nın hiç var olmadığına inanan kişi ile İsa'nın var olduğuna inanan kişiyi aynı etik kuvvetle etkilemeyecektir. The Jane Austen Book Club'ın (Jane Austen Kitap Kulübü) gösterdiği gibi, ''Emma'nın [Jane Austen'ın Emma adlı romanının kahramanı-e.] bu durumda yapacağı şudur'' sözünün etik bir kuvveti olabilir. Bu da bize gösteriyor ki din, kitlelere söylenen ''soylu bir yalan'' olsa da, bu durum aydınlanmış yöneticiyi kinik bir kayıtsızlığa mahkûm etmez kesinlikle. Onun yerine, tanrılara saygı göstermekle cemaatindekilerin en iyilerine saygı gösterdiğini bilir. Mesele anne ile çocuk arasındaki gibidir: İkisi de ''Noel Baba bunu sevmez'' diyebilir, ama birisi Noel Baba'nın uydurma olduğunu bilirken diğeri onun gerçek olduğuna inanmaktadır.
Nietzsche, ''Din, yatıştırma ve eğitim araçlarını felsefecilerin eline vermeyip de kendisi için onlara egemen olduğunda, diğer araçların yanında bir araç değil de en son amaç olmayı istediğinde, bunu pahalı ve korkunç bir biçimde öder,'' der. Bu ifade kitleleri manipüle etmek için dini kullanırken kendi kinik kayıtsızlığını koruması yönünde lidere verilmiş bir buyruk gibi okunabilir. Fakat bana kalırsa sadece iyi bir dinin, Hıristiyanlıkta olduğu gibi insan hayatını sağlığa zararlı dini reçetelere bağlı kılmak yerine insan refahına hizmet etmesi gerektiği anlamına gelmektedir. ''Tanrılar'' insana hizmet etmelidir, insan tanrılara değil.'' (Sayfa: 647-648)
*
Hayata Övgü:
*
Nietzsche bestecilik hayallerinden tamamen vazgeçmedi ve 1886 Ağustos'nda Hayata Övgü'yü (Hymnus an das Leben) tamamladı. Bu eser daha nce Lou Salome'nin şiirinden yola çıkarak 1882'de hazırladığı Hayata Dua'ydı (Gebet an das Leben), ama iki farkı vardı. Birincisi, ilk eser tenor ve piyano içinken (aslında 1873 tarihli Dostluğa Övgü'nün (Hymnus an die Freundschaft) melodisini yeniden kullanmıştı) şimdi koro ve orkestra için bir esere dönüştürülmüştü. Nietzsche'nin teknik becerisini aşan orkestrasyon işini de Köselitz yapmıştı. İkincisi, artık Lou'nun şiirinin birinci dörtlüğünün yanı sıra ikinci dörtlüğü de içeriyordu.
Zürih'teki orkestra şefi arkadaşı Friedrich Hegar'ın onayını almak için, eserin kapanış notaları ''en derinlerimdeki 'organlardan' gelen trajik bir aksan'' taşıyor diye yazmıştı. Eser ''benim anıma'' söylensin diyordu: ''nelerden bahsettiğimin anlaşılacağı yüz yıldan uzun süre sonra''. Hegar orkestrasyon karşısında pek heyecanlanmasa da (en azından böyle demişti), eser nihayet 1887 Ekim'inde Fritzsch tarafından yayımlandı.
Nietzsche Ecce Homo'da İlahi'yi olağanüstü ölçüde öne çıkarır, bengi dönüş fikriyle ve Zerdüşt'ü doğuran esinle yakından ilişkilendirir; Zerdüşt de ''belki müzik olarak da düşünülebilecek'' bir eserdir. ''Fraulein Lou von Salome''nin şiirinin geçtiği ortam der (Dua ile ilahiye aynı esermiş gibi muamele eder), şöyle bir zamanda doğmuştu:
O sonuna dek olumlayan tutkuyla [pathos], trajik tutku [pathos] dediğim şeyle dolup taştığım durum[da] .. Şiirin son bölümünden harhangi bir anlam çıkarabilen kimse, neden bu şiiri seçip beğendiğimi, neden ona hayran olduğumu anlayabilir: Büyüklük var o sözlerde. Yaşama karşı bir ititaz sayılmıyor acı: ''Artık bana verecek mutluluğun kalmadı mı, ne çıkar.! Acıların var daha''. .. Burada benim musikim de büyüktür belki (''la'' sesli obuanın sonuncu notası do değil, do diyez olacak. Baskı hatası.)
*
Bu yorum başlığın Lou'nun ''dua''sından niçin Nietzsche'nin ''İlahi''sine geçildiğini açıklamaya yardımcı olabilir. Hem ''dua'' hem de ''ilahi'' dini sözlerdir, ama ''dua'' kişisel bir ilahla konuşmakken, ''ilahi'' gayri şahsi bir ilah karşısındaki hayret ve şükranın ifadesine uygundur. Dönemin defterlerinde ''panteizm'' konusunda olumlu sözler olması anlamlıdır; ''kötülük [evil], hata ve acının ilaha karşı argümanlar olmadığı bir yol düşünme'' yönünde panteist bir girişim söz konusudur. Panteist bilince yerleşmek, ''varoluşa'' hayatı olumlayan bir ''minnet'' yaratır, der. Bu minnet doğal ifadesini ''dithyramb''da, yani İlahi'de bulur -Hıristiyanlığın ''ahlaki Tanrı'sına'' değil Dionysos'a yönelik bir ilahidir bu.'' (Sayfa: 651-652)
*
Şen Bilim, V. Bölüm: Bilim Hakkında Bilimsel Olmak:
*
''İster sosyalizm, ister Ruh nihilizmi, Flaubert ve Zola'nın ''gerçekçiliği'' ya da mevcut çağın ''bilimsel-pozitivist'' bakış açısı olsun, her türlü ''fanatizm'' aslında bir belirsizlikle dünyasında yaşama cesareti gösteremeyen zayıf ve çekingen bir istencin işaretidir. Nietzsche'nin deyişiyle kendini ''en ince ipler ve imkânlar üzerinde tutma'', ''uçurumların kenarında'' dans etme cesaretinden yoksun, istenci zayıf fanatiğin önceden paketlenmiş bir ''iman''ın ''kumandasına'' ihtiyacı vardır; o da ''tek bir bakış açısına'' ''inanan'' olmalıdır.
O halde iyi bir bilimci ya da filozof olmanın iyi bir karaktere sahip olmakla bir olduğunu söyleyebiliriz. Böyle bir karaktere sahip insanlar, der Nietzsche, ''sonsuz hale gelmiş'' bir dünyanın farkında olarak yaşarlar: dünyaları sonsuz olmuştur, çünkü gayri insani yaratıklara ait dünya-perspektiflerinin mümkün olduğunu hesaba kattığımızda, mümkün dünya-yorumlarının sayısında hiçbir sınır olamayacağını görürüz, bu yorumların her biri kendi çapında diğerleri kadar iyidir. Böyle bir dünyada yaşayan ''bizler'' (Nietzsche ve V. Bölüm'ün hitap ettiği ''dostlar'') ''kendi görüş açımızı ilan edip sadece o açıyla kurulmuş perspektiflere izin vermek gibi gülünç bir küstahlıktan'' çok uzağız.'' (Sayfa: 660)
*
''Nietzsche kesimin sonunda, şunu ispatladığını söyler: ''Biz bugünü bilenler bile, biz tanrısız metafizik karşıtları bile ateşimizin gücünü .. Hıristiyan inancından alırız; bu inanç aynı zamanda Platon'un Tanrı'nın hakikat olduğu, hakikatin ilahi olduğu inancıyla birdir .. İyi ama ya Tanrı'nın varlığı en uzun sürmüş yalanımızsa.?'' (Sayfa: 662)
*
Gezgin Konuşuyor:
*
''Şu anda nası olduğumuz konusundaki en büyük gerçek elbette Tanrı'nın ölümüydü:
*
Son dönemdeki en büyük olay _''Tanrı'nın ölümü''; Hıristiyan Tanrı'sına inancın artık güvenilmez hale gelmesi- şimdiden Avrupa'ya ilk gölgesini düşürüyor .. Bir nevi güneş batmış, eski ve derin bir iman şüpheye dönmüş gibi görünüyor.
Ama pek az kişi ''bu inanca dayanan ne kadar çok şeyin .. örneğin koca bir Avrupa halkının .. çökmesi gerekeceğini'' kavramıştır, diye devam eder Nietzsche. Pek az kişi ''Artık önümüzde uzanan uzun ve yoğun bir yıkım, imha, düşüş, altüst oluş silsilesi''nden çıkacak ''korkunç dehşetli mantığı'' kavramıştı.
Nietzsche eski imanın ve eski ahlakın çöküşünün travmatik sonuçlarından birinin savaşlarla geçen bir yüzyıl olacağını düşünmüştü (bu kehanetinde haklı da çıkmıştı). Bir diğer sonuç da kötümserlik ve nihilizm hastalıklarıydı. Schopenhauer'ın kötümserliği -''varoluşun değerini'' inkârı- Nietzsche'ye göre ''pan-Avrupalı'' bir fenomendi: Schopenhauer sadece kendisi adına değil, genellikle Hıristiyanlık sonrası Batı bilinci adına konuşur. Hıristiyan hayatının anlamını reddetmesi de hemen şu ''korkunç'' soruyu gündeme getirir: ''Peki, varoluşun herhangi bir anlamı var mı.?'' Bir başka deyişle, anlamsız hayat değersiz bir hayat olduğundan, eski imanın kaybı, derinlerde, modern Batılı insanlığın, hayatın yaşamaya değmediğini düşündüğü anlamına gelir.
Eski ahlakın çöküşünün başka bir sonucu da Batı'nın ''Amerikanlaşmasıdır''..'' (Sayfa: 665-666)
*
Ruh Sağlığı:
''..''Kötümserlikte doğruluk payı vardır: hayat ve çile birbirinden ayrılamaz,'' diye bize güvence verir Nietzsche (''kötümserlik'' kavramına yeni ve alışılmadık bir anlam eklenmiştir). Fakat iki türlü ''kötümserlik'' vardır: ''romantik'' ve ''Dionysosçu''. Romantik kötümserlik çileyi aşılmaz bir yaşam engeli olarak görür. Bu yüzden sanat ya da felsefede, romantiğin aradığı şey ''sessizlik, durgunluk, sakin denizler, kendini bağışlatma .. ya da esriklik, feveran, duyarsızlık, delilik''tir. Kısacası, romantizm kaçışçılıktır. Hayatı ''inkâr eder''. Doğal olarak burada olağaun şüpheliler Wagner, Schopenhauer ve romantik olarak tanımlanan Hıristiyanlardır.''..''
*
DİPNOT: Ama Nietzsche şaşırtıcı bir şekilde Epikuros'u da listeye ekler: ''Hıristiyan gerçekte sadece bir tür Epikurosçudur ve tıpkı onun gibi esasen romantiktir'' (GS 370). Tan Kızıllığı'nın kahramanının böyle reddedilmesi irkilticidir, çünkü aynı kitabın I. Bölüm'ünde hâlâ ona karşı büyük sevgi besler: ''Evet Epikuros'un kişiliğini belki de başka herkesten farklı deneyimlemiş olmakla; onunla ilgili okuduğum ve duyduğum her şeyde onun mutluluğunun tadını çıkarmakla gurur duyuyorum'' (GS 45). 1882 ile 1886 arasında yeni olan şey güç istencidir elbette: İnsanın özü güç istenciyse, mutluluk, der Nietzsche, kişinin ''Epikuros'un bahçesine'' çekilmek yerine dünya üzerindeki gücünü artırması olarak tasavvur edilmelidir. Fakat hiç değilse geçici olarak unutmuş göründüğü şey kendisinin ''destansı-idilik'' kavramıdır. Bu anlayış Epikuros sükûneti ile zorluk ve eylemlerle dolu bir hayatın birleştirilmesini mümkün kılıyordu.'' (Sayfa: 670)
*
''Kusursuz ruh sağlığı, bildiğimiz gibi, ''bütün oyun ve performansın'' en küçük ayrıntısına bile ''Da capo.! Encore.!'' (bir daha.! bir daha.!) diyebilmektir.'' (Sayfa: 672)
*
''..''Büyük sağlığın'' ana hatlarının esin kaynağı ve sağlayıcısı olan klasiktir, en nihayetinde de Yunanistan'dır. Bu yapının ''tercüme edildiği'' ortamı sağlayan ise moderndir.'' (Sayfa: 674)
*
23. Bölüm
*
Ahlakın Soykütüğü
*
Parsifal, Dostoyevski ve ''İyi Niyetli'' Bir Deprem:
''Şubatın başında kışın baskısını taşımasına yardımcı olan ikinci olay da Dostoyevski'yle tanışmasıdır. Nice'teki bir kitapçıda daha önce hiç duymadığı bir yazarın Yeraltından Notlar'ının Fransızca bir çevirisine rastlar ve kısa süre sonra Ezilenler'e, yani ''bugüne dek yazılmış en insani kitaplardan biri''ne ve Ölüler Evinden Anılar'a geçer. Sevinçle kabul ettiği, ''içgüdüsel olarak bağlantılı olduğunu'' hissettiği insanlık görüşünü bu ''büyük psikologda'' da görmüştür.
Nietzsche'nin kendisi ile Dostoyevski'nin ''aynı dalgaboyunda'' olduğunu hissetmesi Zerdüşt okurlarına şaşırtıcı gelmez. Dostoyevski'nin Raskolnikov'u ile Nietzsche'nin, işlediği ci*nayetin sebebpleri konusunda en az onun kadar kafası karışık olan ''Solgun Suçlu''su arasındaki benzerlikler pek çok kişiyi Nietzsche'nin Suç ve Ceza'yı 1883'ten önce okuduğunu düşünmeye itmişti. Ama gerçekte 1887 öncesinde Dostoyevski adını duyduğuna dair bile hiçbir kanıt yoktur. Nietzsche-Dostoyevski bağlantısı konusunda dikkat edilmesi gereken nokta, her ikisinin de (Dostoyevski'nin sahte i*damı ve Sibirya'ya sürgünü sonrasında) ''sosyalizm'', ''anar*şizm'' ve ''nihilizmin'' şiddetli düşmanları olması ve her ikisinin de geçmişteki sert, aristokratik, dinin kutsadığı toplumsal hiyerarşinin korunması ve geri kazanılmasının gerektiğine inanmasıdır. Fakat aradaki fark Dostoyevski'nin Hıristiyan bir aristokratik topluma inanmasıdır. Nietzsche bu yüzden Brandes'e gönderdiği mektupta Dostoyevski'yi ''bildiğim en değerli psikolojik malzeme'' diyerek değerli bulmakla birlikte temel içgüdüsüne ''tam anlamıyla ters düştüğü için tuhaf bir şekilde ona minnettar'' olduğunu da belirtir. İkisinin arasındaki benzerlik o halde varsaydı Nietzsche'ye söyleyecek hiçbir şey kalmayacaktı.'' (Sayfa: 676)
*
''Üçüncü ve tuhaf bir şekilde neşelendirici olay Fransız Riviera'sında toplam iki bin yaşama mal olan büyük bir depremdi. (..)
Nietzsche korku duymamakla kalmamış, kendini enikonu mutlu hissetmişti:
*
Dört bir yanda köpeklerin ulumasından fazlasına yol açan iyi niyetli bir deprem sayesinde, son derece ilginç bir helak olma beklentisiyle yaşıyoruz. İnsanın başının üstündeki eski evin kahve öğütücüsü gibi takırdaması ne büyük bir mutluluk.! Masa hokkasının bağımsızlık ilan etmesi.! Sokakların dehşet içinde, yarı çıplak, sinir sistemleri dağılmış kişilerle dolması.
*
(..) Nietzsche'nin neşesinin sebebi belki birkaç ay sonra defterine aldığı bir nottan anlaşılabilir. İlkel zamanlarda ''kötülük'', ''şans, belirsizlik ve anilikten'' oluşurken, bilim ve teknolojiyle emniyetli ve öngörülebilir hale getirilen modern dünyada ani ve beklenmedik olan kendini olumlu bir şey gibi sunuyor: Öngörülebilirlik sıkıntısını delip geçen bir ''gıdıklanma'' etkisi yaratıyor.'' (Sayfa: 677)
*
''Yıl sonunda yazılan başka bir mektup taslağı Elizbeth'e yönelik hakiki hislerini daha da açıkça ifade eder:
*
Yaptığın evlilikle iyi adımızı bu [Yahudi karşıtı] harekete karıştırman bana ne kadar acı verdi.! Son 6 yılda [yani Salome macerasına kadar geri gittiğimizde] her türlü anlayış ve saygı kapasitesini kaybettin. Tanrım, bu ne kadar zor benim için.! Çağa karşı duruşumu anlamanı asla beklemedim, o kadar kolaycı değilim. Gelgelelim, içinde birazcık sevgi güdüsü olsa, benim tam karşıtım olan biriyle olmaktan kaçınırdın. Artık ben de kız kardeşler hakkında Schopenhauer gibi düşünüyorum -fuzulidirler, fesatlık yaratmaktan başka iş bilmezler.'' (Sayfa: 681)
*
''Nietzsche rüzgâr çıktığında hafiften tehlikeye düşmekten çok hoşlandı. Hiç kürek çekmediği bir yolculuğun ardından kendini suçlu hissedermiş gibi duran Hedwig'e, onu daima ''denge için başının üstüne koyduğu bir taş'' olarak hatırlayacağını söyledi:
Meta'nın ziyareti Eylül başında sona erdi:
*
Ayrılışımızı asla unutamayacağım.. Corvatsch'ın [Dağ] eteğinde, Silvaplana Gölü'nün kıyısında yürüyorduk. Hava çok açıktı, güz renkleri gelmişti ki Nietzsche doğanın bu tonu için ''öte dünyaya ait'' diyordu. Göl hafiften dalgalıydı ve gül rengi akşam bulutlarını yansıtan küçük dalgalar kumsala hafifçe hışırdayarak vuruyordu. '2Sanki veda etmek üzere elinizi sıkmak istiyorlar,'' dedi nedimimiz ahenkli sesiyle. Ardından, göl ile Sils'in yamacı arasındaki kasvetli bir yoldan eve doğru yürürken içini çekerek şöyle dedi: ''İşte yine dul ve yetim kaldım.''..'' (Sayfa: 684-685)
*
''Her türlü dikkat dağıtıcı şeyden uzak durmanın, insanın ''merkezini'' bulmasıyla ilgili bir mesele olduğunu yazdı Carl Fuchs'a:
*
Filolog olduğum sırada ''eksantriktim [dışarı-merkezliydim]'', kendi merkezimin dışındaydım (ama bu .. kötü bir filolog olduğum anlamına gelmiyor). Bugün ise o sırada Wagnerci olmam bana eksantrik geliyor.. İnsan aşama aşama kendini tekrar içsel birliğini sağlayacak şekilde disipline ediyor; insanın uzun zaman adlandıramadığı tutku onu her türlü dikkat çelici ya da dağıtıcı uğraştan kurtarıyor; üstelik hiç seçme özgürlüğü olmadan misyonerce bir görev biçiyor insana.'' (Sayfa: 686-687)
*
''Bir ay sonra aynı deneyim konusunda Köselitz'e şöyle yazıyordu:
*
Müzik bana artık daha önce hiç vermediği bir his veriyor. Beni benden kurtarıyor, aklımı başıma getiriyor, adeta sahneyi uzak bir mesafeden izliyorum, çok etkileniyorum. Beni kuvvetlendiriyor.. ve her seferinde, bir müzik akşamından sonra, ertesi sabah dirençli içgörüler ve düşüncelerle dolu oluyorum. Bu çok tuhaf. Adeta doğal bir elementin içinde yıkanıyorum. Hayat [ve açıkça düşünce] müzikten yoksunsa salt hatadır, tüketicidir ve bir sürgündür.
*
Nietzsche'nin müzik yoluyla kendini aşma deneyimine hâlâ bağlı olduğuna dikkat edin.'' (Sayfa: 688)
''Soykütük'ün ana metni 10-30 Temmuz'da üç hafta içinde yazıldı. Fakat Ağustos sonunda hâlâ orasına burasına eklemeler yapıyordu. Nietzsche'nin en organik eseri olduğundan, onun standartlarına göre çok sıkı bir şekilde düzenlenmiştir; ayrıca diğer eserlerinin aksine bütünün yol gösterici anlayışına uygun hazırlandığından, olağanüstü bir yetenek gösterisidir. Eser 16 Kasım 1887'de yine Naumann'dan basıldı, yine masraflar Nietzsche'nin cebinden çıktı, çünkü artık Fritzsch'in iyi niyetli olmakla beraber beceriksiz olduğuna kanaat getirmişti.
Nietzsche Soykütük'ü yazdıktan sonra artık genişletilmiş Şen Bilim'in değil, bu eserin bir ''devri'' kapattığına, ''gelişim anlatısını'' tamamladığına, -''bugüne kadarki varlığımın altına bir çizgi çekti'' bu eser diyordu- karar verdi. Aralık sonunda, ''Ay tepemde, ayakta duruyorum: bir kapı kapanıyor ve diğeri açılıyor,'' diye yazıyordu; açılan bu kapı, ''varlığımın ana nesnesi'' dediği: Güç İstenci'ydi.'' (Sayfa: 690)
*
Birinci İncelemenin Gelecek Hayaline Katkısı:
*
''O halde doğru yol nedir.? Cevabı zaten biliyoruz: ''Yunan çözümüdür''. Hıristiyan kısırlaştırmasının yerine Yunan yüceltmesine ihtiyacımız vardır: Eris'i kaldırmamız değil, ''kötü'' tezahürlerini ''iyi'' tezahürlere döndürmemiz gerekir, savaşı ''rekabete'' dönüştürmeliyiz. Savaşı ve savaşçı içgüdüsünü korumalıyız, ama tekrarlarsak, ''barutsuz ve dumansız bir savaş'' olmalıdır bu. Böylece Unmensch'ten kaçınırken Übermensch imkânını, yani iyi ve kötü ahlakın kesinlikle ötesinde'' bir varlık imkânını yok etmeyiz. Bunu yaparsak ''insanlığa güvenimizi'', insanın -Avrupalı insanın- bir geleceği olduğuna güvenimizi koruyabiliriz. Aksi takdirde ''son insanlar'' olduğumuzu, ''(Batı) tarihinin sonuna'' ulaştığımızı keşfederiz.'' (Sayfa: 698)
*
İkinci İnceleme: Görenek Ahlakı ve Bağımsız Birey:
*
''Görenek ahlakının ''toplumsal deli gömleğine'' binlerce yıl itaat eden bireyleri kapsayan ''muazzam sürecin'' sonucu, ''en olgun meyvesi'', ''bağımsız bireydir'', der Nietzsche. Zerdüşt'te de benzer bir şey söylenir: ''[ahlak] yaratıcıları önce halklardı, bireyler ancak ondan sonra yaratıcı oldular; gerçekten de bireyin kendisi henüz en son yaratıdır.'' (..) ''Nietzsche bu süreci defterlerinde anlatır:
*
İnsanlığın Gelişimi. (A) Doğayı fethetmek ve böylece kendisi üzerinde belli bir güce sahip olmak. İnsanlığın doğayla ve [içindeki] ''yabani hayvanla'' savaşta üstün gelmesi için ahlak zorunludur. (B) .. Doğa üzerinde güç sahibi olunca insan bu gücü kendisini özgürce biçimlendirmede kullanabilir: Kendini yükseltme ve kuvvetlendirme olarak güç istenci.'' (Sayfa: 700)
*
''..incelemenin büyük bir kısmı ''vicdan azabının'' bir hastalık türü olduğunu gösterme girişimleriyle dolu olmasına rağmen, vicdan azabına hiç karşı olmadığını, aksine onu talep ettiğini vurgulamak Nietzsche için önemlidir. Yani ''an*ar*şistleri'', mevcut ahlakı reddeden ama onun yerini alacak başka ahlakı olmayan, ''vicdanı'' olmayan, tutarlı bir kişiliği ya da yaşam tarzı olmayan ''özgür düşünürleri'' (''ikinci sınıf özgür ruhları'') kendi tarafına çekmek istemiyordu. Potansiyel bir aday ancak bağımsız bireydeki gibi ''kendine egemen olmaya'' yeterli nitelikteki ve tutarlı ve birleşik bir hiyerarşi için ruhunu disipline edebilecek düzeydeki bir kişi olabilirdi. Bağımsız birey tüm dürtülerini ''baskın içgüdüyle'' bağlı kılacak ve buna da ''[haklı olarak] vicdan diyecek''ti. ''Kendine cevap verebilir olmak, hem de gururla cevap verebilmek'', kişinin yüce benliğine ve görevi olan ideale karşı sorumlu olmak, bağımsız birey olmanın şartıydı. Sadece böyle bir ''vicdan'' geliştirebilen insanların ''geleceğin filozofları'' olma potansiyeli vardı.'' (Sayfa: 702)
*
Vicdan Azabının Kökenleri:
*
''Putperestlerin alacaklı-tanrıya borç fikrini miras alan Hıristiyanlık, ''azami'' -monoteistik ve bu yüzden de her şeye gücü yeten- tanrı fikriyle beraber azami borç fikrini de icat etti. Fakat ''dehanın dokunuşu'' çarmıha gerilme oldu: Tanrı, iddiaya göre sevgisinden dolayı, insanın borcu için kendini feda etti -alacaklı olan, borçlu için kendini feda etti. Yani demek isteniyordu ki, değersiz olmamız bir yana, borcumuzu bizzat ödeme imkânımız sonsuza dek ''elimizden alınmıştı''. Sadece Tanrı bu borcu silebilirdi.'' (Sayfa: 704)
*
''Eski savaşçı kabilelerin kendilerini dövmek için bir sopaya ihtiyacı vardı ve Hıristiyanlık da herkesten daha büyük ve iyi bir sopa sunuyordu.'' (Sayfa: 706)
*
Cinsellik ve Filozof:
*
''Filozofun evlilikten kaçınmasının kısmen ''bağımsızlığını'' koruma meselesi olduğunu görmüştük, Nietzsche muhtemelen bununla dikkat dağılmasından kurtulmayı kastetmiştir. Aynı zamanda da ''tevazuyla'', kendini çok belli etmemeyle ilgili bir meseledir. (Kadınlarla sosyalleşmek kaçınılmaz olarak insanı toplumun içine çeker.) Fakat aynı zamanda ''iffeti'' koruma amacıyla da evlilikten uzak durulur. Bunun hislerden nefretle hiçbir alakası yoktur, daha ziyade gelişkin bir konudur, çünkü her ''atletin ya da jokeyin'' bildiği gibi cinsellik, yaratıcılık için gereken yaşam enerjisini tüketir. (Futbol antrenörleri bugün hâlâ büyük maç öncesindeki akşam, hatta hafta boyunca oyunculara seksi yasaklar.) Kitap yazmak da çocuk sahibi olmanın başka bir yoludur.'' (Sayfa: 711)
*
Perspektivizm ve Nesnellik:
*
''Nietzsche'nin filozof olarak en kuvvetli yönlerinden biri adilliğidir; onun bu özelliği paradoksal bir biçimde kökten önyargılı polemiklere dair beğenisiyle bir arada bulunur. Örneğin Hıristiyanlığın kötü yönlerini sıralarken, eninde sonunda iyi yönlerini de kabul eder daima. (Bengi dönüşü benimseyecekse bunu yapabilmelidir elbette.'' (..)
*
Son bir soru: Duyguları ''devreden çıkarmak'' niçin ''zekâyı iğdiş eder'', neden bilme yeteneği eksikliğini temsil eder.? Kavramlar ile araçlar arasındaki analojiye dönersek bu nokta aydınlığa kavuşacaktır. Bir şey inşa etmeyeceksek çekice uzanmayız. Benzer şekilde, ayakta kalmak istemiyorsak -daha doğrusu, gücümüzü artırma dürtüsünden yoksunsak- bilme hiç başlamayacaktır. Defterlerde dendiği gibi, ''yorumlayan güç istencidir'', yorumun amacı da ''bir şeye egemen olmaktır''.'' (Sayfa: 715)
*
Rahiplerin Hayata Geçirdiği ve Yaydığı Çileci İdeal:
![]() |
Görsel Kaynağı: https://worldday.de/friedrich-nietzsche/ |
''..çileci rahip, görünüşün aksine ''köle'' sınıfların hayatını Hıristiyan propagandası ve çileci idealle nasıl koruyor.? Dört şekilde. Birincisi, rahip sağlıklı soylulara karşı ''hastaları'' savunur. Onları soyluların şiddetinden korumak için bir ''kandırma savaşıyla'' soyluları köle ahlakına kazanır ve onları da ''hasta'' ederek saldırganlıklarını boşaltma imkânından yoksun bırakır. Bu (a) kölelerin çekmek zorunda kaldığı şiddeti azaltır ve (b) rahiplerin takipçilerini, dolayısıyla gücünü artırır.
İkincisi, rahip, köleleri, sağlıklıları kıskanmaktan korur (böylece ''getto ayaklanmasının'' beyhudeliğinden korur). Kölelere ''bir devenin iğne deliğinden geçmesinin, zenginin cennete girmesinden kolay olduğunu'' anlatır; bu da kölelerin kendilerini ezen soylulara acımasına bile yol açabilir.
Üçüncüsü, çileci rahip sürüyü ''anarşi ve hiç eksik olmayan içsel çözülme tehdidine'' karşı savunur. Tehdit hep vardır, çünkü Zerdüşt'ün dediği gibi, ''güçlüye hizmet etmek zorunda olan zayıflar daha zayıfların efendisi olma peşindedir''.
(..) Dördüncüsü ve bana göre çileci idealin açık ara en önemli hayatı-koruyucu etkisini Nietzsche incelemenin en sonuna, 28. Kesim'e saklayarak çarpıcılığını daha da artırır. Tüm kötü yanlarına rağmen çileci ideal hayatımıza ''anlam'' verir. Yani ''istenç [anlamsızlıktan] kurtarılır''. Gerçek şu ki ''insan istememek yerine hiçliği istemeyi tercih eder''. ''Her anlam hiçbir anlam olmamasından daha iyidir.''..'' (Sayfa: 717-718)
*
Bilim ve Çileci İdeal:
*
''Hakikat istencini ''sorgulamanın'', onu bir mesele haline getirmenin Nietzsche için anlamı nedir.? Onun için anlamı hayatı, sağlıklı hayatı, hakikatten daha yüksek bir değer düzeyine çıkartmaktır. Sizin ruhsal sağlığınızı en iyi düzelten şey kendini kandırmak ve yanılsama ise bu yoldan yürümelisiniz. Fakat bunun anlamı ''hakikat istencinin'' rafa kalkması değildir kesinlikle, çünkü Nietzsche'nin hakikatin ve yanılsamanın göreli değeri sorunu üzerine Ecce Homo'daki son sözü şöyledir:
*
Bir ruh ne denli doğruya dayanabilir, ne denli doğruyu göze alabilir.? Benim için gitgide asıl değer ölçüsü bu oldu. Yanılgı (-ideale inanç-) korkaklıktır.. Bilgide her kazanç, ileriye atılan her adım yüreklilikten gelir, kendi kendine arşı sertlikten, dürüstlükten gelir.'' (Sayfa: 723)
*
24. Bölüm
*
1888
*
Nice'de Kış:
*
''Kocaman yazı masasının başında oturup hayatının ana olayı olarak gördüğü iş üzerinde ciddiyetle çalışmaya başladı. Önceki bütün eserlerinin, salt buna bir giriş oluşturduğu ''sistematik başyapıtı'' Güç İstenci'ni yazıyordu. Kitap ''aşırı'' ve ''kesin bir ciddiyette'' dört ciltlik bir çalışma olacak, tüm felsefesine bir zemin ve genel açımlanma kazandıracaktı.'' (Sayfa: 729)
*
Torino'ya İlk Ziyaret:
''Ne kadar soylu ve ciddi bir kent.! Kesinlikle büyük şehir değil [nüfusu 300.000 civarındaydı], hiç de korktuğum gibi modern değil. Daha ziyade 17. yüzyılın prenslik mekânı olarak her yerinde saray ve soyluluk beğenisini taşıyor. Arsitokratik sakinlik her şeyde korunmuş: Harap mahalleler yok; beğeninin birliği renk seçimine kadar kendini gösteriyor (her şey sarı ya da tuğla rengiydi).
*
Torino'da adeta Nietzsche'nin ihtiyaçları için inşa edilmiş gibi duran, her iklimde yürünebilecek, bir kilometreden uzun, sıra sıra kemerli pasajlar vardı. Ayrıca Alpler manzarası, dağ havası ve suyu, üç dilde bolca kitap bulunan kitabevleri, mükemmel yiyecekler -üniversiteye ve askeri akademiye giden çok sayıda genç müşterinin varlığı sebebiyle ucuzdu- Doğu'dan şehri sınırlayan ve öbür yakasında parklar ve gölgeli bir bulvar bulunan sakin Po Nehri, hep coşkulu övgülerine vesile oluyordu: ''Po köprüsünde akşamlar: Harika.! İyinin ve kötünün ötesinde.!!'' diye yazıyordu.'' (Sayfa: 732)
*
Sic Incipit Gloria Mundi (Böyle başlar dünyevi şan şöhret):
*
''Brandes'in verdiği en heyecanlandırıcı haber 10 Nisan ile 8 Mayıs arasında Nietzsche'nin Soykütük dahil bütün felsefesini içeren beş ders verdiğiydi. Bu dersler müthiş başarılı olmuş, her birine üç yüzün üstünde katılan olmuştu. Nietzsche ünsüz bestecilerin kimsenin dans etmediği kızlara benzediğini, filozofların ise ünü sadece ''yük'' saydığını öne sürüyordu. Gelgelelim sevincinden içi içine sığmıyordu, derslerin -hayali ilavelerini de içeren- haberini, mektuplaştığı hemen herkese vermişti. Defterlerinde de kamusal açıklamaların gösterişli tonunu benimsiyordu artık:
*
Filozof Friedrich Nietzsche'nin arkadaşları geçen kış kabiliyetli Danimarkalı Dr. Georg Brandes'in Kopenhag Üniversitesi'nde bu filozof hakkında uzun bir dersler dizisini tamamladığını öğrenmeyi değerli sayacaklardır.. 300'den fazla dinleyici Alman felsefesindeki bu yeni ve cüretkâr düşünme tarzına öyle canlı bir ilgi göstermiştir ki konuşmacıyı ve temasını ayakta alkışlamışlardır.
*
Köselitz de Brandes'in verdiği derslerin Nietzsche'nin ün kazanmasında dönüm noktası olduğunu belirtir. Avrupa çapında ün sahibi, anadili Dancanın yanı sıra Fransızca, Almanca, İsveççe, Rusça ve Lehçe de yazan bir adamın dikkatini çekmek ün kazanmayı garantiliyordu. Nietzsche de Köselitz'le aynı görüşteydi. Deussen'e gönderdiği bir kartın üzerine sahte bir kayıtsızlıkla şöyle yazmıştı: ''Sic incipit Gloria mundi'' (Böyle başlar dünyevi şan şöhret) -''Böyle geçicidir (sic transit) dünyevi şan şöhret'' sözünü değiştirip, güç zehirlemesinin bilinen ilacı zerine sözcük oyunu yapıyordu.'' (Sayfa: 733-734)
*
Ziyaretçiler:
*
''Nietzsche'nin başka bir yürüyüş arkadaşı da Ağustos'un aynı üç haftası ziyarete gelen Julius Kaftan'dı. Önceden Overbeck'in yakın bir meslektaşı olan Kaftan şimdi Berlin'de teoloji profesörüydü ve Nietzsche'yi Basel'den tanıyordu. Yürüyüşlerinde ciddi felsefi shbetlere daldılar ve karşıt yönlerden din meselesini tartıştılar -bu sohbetler Deccal'ın ve muhtemelen Putların Alacakaranlığı'nın yazılmasındaki etkenler arasında olabilir. Nietzsche her iki esere de Kaftan'ın ayrılışından kısa süre sonra başlamıştı. Kaftan şöyle bir günü hatırlar:
*
Fex vadisinde buzula doğru yürüdük.. Küçük bir [sembolik] köprüye yaklaştığımızda .. dar bir sokakta durdu ve yaşadığı büyük dönüşümü kısık sesle anlatmaya başladı. Dünyanın hiçliğini keşfeden ve ruhunu Tanrı'ya veren dindar kişinin yaşadıklarına benzer bir şey yaşamıştı. Bahsettiği şey [1876'daki] Hayır'dan Evet'e geçişiydi. Tüm öğretisinin temelinde bu yatıyordu.
*
Kaftan hatıratında Nietzsche'yle uzun felsefi sohbetler yapan neredeyse son kişi olduğuna dikkat çekerek, tıpkı Meta gibi, dört ay sonra ruhsal çöküş yaşayacağına dair en ufak bir işaret görmediğini belirtir.'' (Sayfa: 737)
*
''..İkinci bir bakış da çocukların zalim gözlerinden: Yöredeki öğretmenlerden birinin oğlu Herr Zuan, yıllar sonra orayı ziyaret eden filozof Theodor Adorno'ya şunları anlatıyordu:
*
Onun [Zuan'ın] dahil olduğu çocuk çetesi Nietzsche'nin kapalı şemsiyesine taş atarak eğleniyordu. Şemsiye açıldığında taşlar Nietzsche'nin başına düşüyordu. Bunun üzerine şemsiyesini sallayarak çocukları kovalıyordu ama asla onları yakalamıyordu.
*
1938'de kaydedilen başka bir hatıraya göre Zuan şunu da hatırlıyordu:
*
Her gün çoğunlukla Chaste yönüne doğru saatlerce yürürdü. Orada bugün Nietzsche-taşı diye bilinen dev gibi bir kayanın üstüne oturur, düşüncelere dalark önüne bakardı. Biz de onunla dalga geçer, onu kışkırtırdık, kırmızı şemsiyesini çekiştirirdik, fark ettirmeden cebine taş koymaya çalışırdık. Çünkü koca bıyıklı adam çevresinde neler olduğuna dikkat etmezdi. Ona kısaca ''mankafa'' derdik.'' (Sayfa: 739)
*
Düşmüşlük (Decadence):
''Tanıtıcı ''Mektup''un gösterdiği üzere, Wagner Olayı görece hafif bir kitaptır. İnsanca, Pek İnsanca'dan itibaren Nietzsche'nin eserlerine aşina olanlar için Wagner eleştirisinin büyük bir kısmı tanıdıktır, hem de bıktıracak kadar: Wagner ucuz aşkınlıkla-saadet satıcısıdır, dünyadan ve işten-yorulmuş dinleyicilerine Hıristiyanlığın artık-inanılmaz-olan ''kurtuluşunun'' ikamesini sunmaktadır. (1888'de Nietzsche'nin önceki eserlerinden haberdar olan çok az insan vardı, bu yüzden o dönemin okurları eleştiriyi bıktırıcı bulmamıştır elbette.)'' (Sayfa: 741)
*
Sils Maria Yazıları: Putların Alacakaranlığı:
*
''Alacakaranlık Nietzsche'nin ruh sağlığını yitirmesinden birkaç hafta önce bitmesine rağmen parlak bir eserdir. Sonraki eserlerin aksine, deliliğin yaklaştığının işaretlerini taşımaz; bu da hem Meta von Salis'in hem de Julius Kaftan'ın Sils'teki son yazında Nietzsche'nin zihinsel rahatsızlık işaretleri göstermediği yönündeki tanıklığını doğrulamaktadır. Üslup akıcı ve zarifti, özlülük ve kısaltmalar bakımından da ustacaydı. Nietzsche'nin en meşhur vecizelerinin çoğunluğu Alacakaranlık'tan gelir. Başyapıt üzerine sonuçsuz didinmelerden kurtulmanın neşesiyle Nietzsche'nin akıcı bir yaratıcı yoğunluk anı ürettiğini düşünüyor insan.'' (Sayfa: 749)
![]() |
Görsel: Elena Unger, "Ebedi Dönüş" * Görsel Kaynağı: https://axismundi.blog/.../der-abgr%C3%BCndige-gedanke.../ |
Bengi Dönüşü İstemek Niçin ''Dionysosçu''dur.?
*
Nietzsche, Goethe'nin inancını, bengi dönüşü istemenin önşartını niçin ''Dionysosçu'' olarak ''vaftiz eder''? Alacakaranlık'ın büyük bir kısmı çemberin tamamlandığı, Nietzsche'nin düşünce hattının başına dönülüp Tragedyanın Doğuşu'nun merkez içgörülerinin yeniden kucaklandığı, ama bu kez bu içgörülerin yeni ve doğalcı bir biçimde benimsendiği hissi verir. Bilgili ve içgörü sahibi Lou Salome bunu anlamıştı: ''Nietzsche'nin felsefesi bir çember çizer.. sona doğru insan en mahrem ve saklı deneyimlerinden birkaçı yoluyla gençliğine tekrar yaklaşır.'' Çember çizip başa dönmenin (pozitivist dönemin uzalaşmasını iptal eden) veçhelerinden biri Tragedyanın Doğuşu'ndaki, Sokrates'in Yunan kültüründeki çürümeyi temsil ettiğine ilişkin değerlendirmeye geri dönmüştür. Ama dönüş hissini en kuvvetli hissettiğimiz nokta Dionysosçuluğun yeniden belirmesidir. Geriye dönüp Tragedyanın Doğuşu'na bakan Nietzsche, '''Dionysos' adını taşıyan harika fenomeni ilk ciddiye alan benim,'' der. ''Helen içgüdüsünün, kendisini sadece Dionysosçu gizemlerde, Dionysosçu halin psikolojisinde ifade eden bu temel olgusunu -'hayat istencini'- anlamadan Yunanları anlayamayız. Nietzsche'ye göre, Yunanlar Dionysos şenliklerinde ''korkusuzluklarını korkunçluğun yüzüne'' söylüyorlardı. Yani şenliklerde
*
Helenler bu gizemlerle neyi güvenceliyorlardı.? Bengi yaşamı, yaşamın bengi dönüşünü; geçmişte vaat edilen ve kutsanan geleceği; ölümün ve değişimin ötesinde, yaşama sevinçli bir eveti; dölleme yoluyla, cinsellik gizemleri yoluyla genel yaşamı sürdürmek olarak hakiki yaşamı. Bu yüzden, Yunanların gözünde cinsel simge en saygıdeğer simgeydi, tüm antikçağ dinselliği içindeki asıl derin unsurdu. Dölleme, hamilelik ve doğum eylemlerindeki her ayrıntı, en yüce ve en vakur duyguları uyandırıyordu. Gizemler öğretisinde acı kutsaldır: ''doğuran kadının sancıları'' genel olarak acıyı kutsallaştırır, -oluş ve büyüme adına ne varsa, geleceği güvenceleyen ne varsa, acıyı gerektirir.. Yaratma zevki olması için, yaşama istencinin kendini sonsuza dek olumlaması için, ''doğuran kadının çektiği sancının'' da sonsuza dek var olması gerekir.. Tüm bu anlamlara gelir Dionysos sözcüğü.
*
Ardından kitabın sonunda Nietzsche, genel olarak Dionysos misterlerinden özel olarak Yunan trajedisine geri döner:
*
Coşup taşan, acının bile bir uyaran etkisi gösterdiği bir yaşam ve kuvvet duygusu olarak âlem yapmanın toplumsal psikolojisi, hem Aristotales tarafından, hem de özel olarak bizim kötümserlerimiz tarafından yanlış anlaşılmış olan trajik duygu kavramının anahtarını verdi bana.. En tuhaf ve en sert sorunlar karşısında bile yaşama evet demek; yaşamın en üstün tiplerinin kurban oluşunda, kendi tükenmezliğinden sevinç duyan yaşama istenci -buna Dionysosça dedim ben, bunu keşfettim, trajik ozanın psikolojisine giden köprü olarak.
*
Tragedyanın Doğuşu'nun gösterdiği, Alacakaranlık'ın da devam ettirdiği üzere, insanı trajediye çeken şey Aristotales'in ''katarsis''i (arınma) değil, acıma ve korkunun temizlenmesiydi. Bu daha ziyade,
*
her türlü korkunun ve acımanın ötesinde, bizzat oluşan bengi hazzı olmaktı, -yok etme hazzını da içinde barındıran o haz.. Böylelikle, yeniden, başladığım noktaya geliyorum- Tragedyanın Doğuşu benim tüm değerleri yeniden değerlendirişimdi: böylelikle yeniden uzanıyorum, benim istememin, yapabilmemin yeşerdiği toprağa -ben, filozof Dionysos'un son havarisi, -ben, bengi dönüşün öğretmeni..
*
Böylece çember kapanır.'' (Sayfa: 755-756)
*
Deccal
''..bunu dört kitaplık başyapıtının 1. Kitap'ı olarak görüyordu (başyapıtın başlığı da 26. Bölüm'de tartışılacak sebeplerle Tüm Değerlerin Yeniden Değerlendirilmesi olarak değiştirilmişti). Ama Kasım ortasında bu kitabın başyapıtın bütününü oluşturduğunu düşünmeye başladı. Bu da Deccal'ı bir bakıma Nietzsche'nin son vasiyetnamesi ve ahdi olarak önemli bir belge yapıyor.''
*
''Deccal hem tonu hem içeriği bakımından dengesiz bir eserdir. Bazı pasajlar, örneğin tarihsel İsa anlatısı diğer yazıları kadar iyidir. Ama bazı pasajlar, önceden söylenmemiş hiçbir şey söylemeyen, lafın fazla uzatıldığı, Hıristiyanlığa karşı bir öfke ifadesinden ötesine geçmez. Nietzsche aklını yitirmeye başladığı sırada eklenen son dakika altbaşlığı ''Hıristiyanlığa Lanet'' de bu öfkenin niteliğini gözler önüne serer. Hıristiyanlığın ''iyi'' ve ''kötü'' yanlarının değerlendirildiği eski akla uygun yaklaşım gitmiş, yerine Hıristiyanlığın ''düşünülebilecek en büyük yozlaşma'' olduğu yönündeki kaba yargı gelmişti.'' (Sayfa: 768)
*
''..Yahudi rahipler ile Hıristiyan rahipler arasında önemli bir karşıtlık vardı. Deccal ''Yahudi rahipleri'' sağlıklı bulurken Soykütük'ün ''Yahudi rahipleri'' hasta bulması bir çelişki barındırmaz, çünkü birincisi Yahudilik dönemi rahiplerine odaklanırken, ikincisi Hıristiyan rahiplerine odaklanmıştır. Bence Deccal Yahudi rahiplerin ''düşmüşlüğün (decadent) karşıtı'' olduğunu, halbuki ''Pavlus'un Hıristiyanlığının'' ''düşmüş (decadence) bir hareket'' olduğunu söylediğinde bunu kastetmektedir. Belki Soykütük de saldırdığı hedefin genellikle ''rahipler'' değil ''çileci rahipler'' olduğunu söylerken aynı şeyi kastediyordu.'' (Sayfa: 770)
*
Tarihsel İsa
*
Nietzsche'ye göre, gerçek tarihsel İsa'nın günah ve ceza fikirleriyle hiç alakası yoktu. Çekilen acıya karşı nevrotik bir aşırı duyarlılıktan mustarip olduğundan evrensel sevgi, asla direnmeme, daima ''öbür yanağını dönme'' doktrinini yaygınlaştırmaya çalışmıştı. Muhtemelen duyarlı olduğu acı da bölünmenin, düşmanlığın acısıydı. İnsan severse affeder, o zaman ne yapılırsa yapılsın kimse birbirinin düşmanı olamaz. Nietzsche bunun bir nevi hedonizm (hazcılık) olduğunu ve Epikurosçulukla yakından ilişkili olduğunu belirtir. Hem İsa hem de Epikuros düşmüştür, zira ''zaferler kazanma'', dolayısıyla ''düşman olma'' istencinden yoksundurlar. Tek kelimeyle, güç istencinden yoksundurlar.
Gerçek İsa metafizikçi değildi, hiçbir şekilde doğaüstüne inanmıyordu. Ona göre ''cennet krallığı'' ''gönüldeki bir durumdu''. Ne ''dünyanın üstünde'' ne de ''ölüm sonrasındaydı'', aksine evrensel sevgi pratiğiyle burada ve şimdi ona ulaşılabilirdi. İsa mesellerle ve örneklerle öğretiyordu. Onun ölümü insan günahlarının kefareti değil, direnmeme doktrininin mutlak ispatıydı. Kısacası İsa bir nevi Budist'ti, sonuçta Budizm de acıya aşırı-duyarlılığın doğurduğu metafizik olmayan bir yaşam-pratiğiydi. İsa, ''Budist bir barış hareketini'' temsil ediyordu. Bu hakiki, orijinal Hıristiyanlık ''bugün hâlâ mümkün olan, hatta bazı insanlar için zorunluluk olan bir hayatı'' temsil ediyordu. Bu hayat mümkündü ve 1960'larda kesinlikle günceldi. Nietzsche'nin çarpıcı anlatısına göre, İsa ilk hippiydi. (Sayfa: 770-771)
*
Pavlus'un Sapkınlığı:
*
''Pavlus Yahudi kıyamet anlayışını Platon'un metafiziğiyle kaynaştırarak bildiğimiz Hıristiyanlığı icat etti: ilk günah, doğaüstü cennet ve cehennem, her şeye gücü yeten yargıç ve bağışlanma umudu olarak Mesih'in ölümü. Her şeyden önce, Pavlus insan kibrine o gülünç yaltaklanmayı, kişisel ölümsüzlük fikrini yaygınlaştırdı. Bu da Hıristiyanlığın yayılmasında bir koz oldu.'' (Sayfa: 771)
*
Hıristiyanlığa Karşı Suçlamalar:
*
''Suçlamalarda yeni bir şey olmasa da, Nietzsche'nin Hıristiyanlığa ana itirazlarının faydalı bir toplamını oluşturabilirler. Sekiz suçlama vardır.'' (Sayfa: 771)
*
''..Hıristiyanlık yalan söylemekle kalmaz, kötü amaçla yalan söyler. Nietzsche'ye göre bütün büyük dünya dinleri ''kutsal yalana'' başvurur: İslam, Hıristiyanlık, Konfüçyüs, Manu Yasaları, hatta yeni bir dinin müstakbel kurucusu Platon'u ayrıca anmaya bile gerek yok.'' (Sayfa: 773)
*
''Peki, ya ''sıradan insanlar''? ''Nietzsche'nin Devlet'i'' onlara ''eşit haklar'' vermediğine göre, liderlerin tüm iyilikseverlik iddialarına rağmen, sıradan insanlar bir ezilen köleler sınıfı oluşturmaz mı.? Gördüğümüz gibi, Nietzsche Manu toplumunda ve Roma İmparatorluğu'ndaki en ölümcül tasarım hatasının ''Çandala'' sınıfı yaratılması olduğunu öne sürer: Her iki toplum da yabancılaşmış bir altsınıfın gelişmesine izin vermekle kendi çöküşlerinin tohumlarını ekmişlerdir. Bu yüzden Nietzsche'nin, kendi gelecekteki toplumunun bu tasarım hatasından muaf olduğunu gösterebilmesi gerekir.
Üç doğal kastın hepsi de kendine özgü bir mutluluğa sahiptir. Bir insanın eti diğerinin zehiridir, diye vurgular İyinin ve Kötünün Ötesinde'de. Örneğin ''sıradan insan'' tipi liderliğin yükünün ve maneviyatçı tipin mutluluğu olan çileci yaşam tarzının altında ''ezilecektir'': ''Yükseklere doğru, yaşam gittikçe sertleşir -duygusuzluk artar, sorumluluklar vardır.'' Ortalama arzulara ve yeteneklere sahip sıradan kişi için ''mutluluk sıradanlıktadır''. ''Akıl sahibi bir makine'', sistemin bir ''çarkı'' olarak doğan biri için mutluluk, bir çark (ya da dişli) gibi yaşamaktır. Burada sosyalizme başlıca itirazlardan birini görüyoruz -faydalı olduğunu iddia ettiği kişileri mutsuz etmektir sosyalizm; ''İşçilerin içgüdülerini ve hazlarını baltalamakta, önemsiz varoluşlarıyla ilgili tevazu hislerini zayıflatmaktadır''. ''Adaletsizlik, asla eşit olmayan haklarla ilgili bir mesele değildir, 'eşit' hak talebinde bulunmakla ilgili bir meseledir,'' der Nietzsche. Burada, herkesin toplumda doğası gereği uygun olduğu mevkide kalması olarak adaleti açıklayan Platon'un tanımını tam manasıyla destekler.'' (Sayfa: 778-779)
*
Nietzsche'nin ''Devlet''inde Din:
*
''Nietzsche ''Dinsiz bir [başarılı] toplum hiç var olmamıştır,'' der defterlerinde, ''kültür'' demek ''tanrılar'' demektir. Geleceğin sağlıklı toplumu da farklı olmayacaktır: ''Neredeyse iki bin yıl oldu ve hiç yeni tanrı yok.!'' diye yakınır. Sadece aynı eski ''monoto-teizme'' (tektanrıcılığa) sahip olmamızın, Avrupa'nın ''dinsel yeteneği'' bakımından pek bir anlamı yoktur.'' (Sayfa: 780)
*
25. Bölüm
*
Felaket
*
*
Felaket
*
At Hikayesi:
''3 Ocak 1889'da ya da civarında işler iyice çığırından çıktı. Torino'nun meydanlarından birinde bir arabacının atını kırbaçladığını gören Nietzsche ata sarılıp ağlamaya başladı, sonra da yere yıkıldı.
Bu hikâyenin esrarengiz yönü, şayet doğruysa, Nietzsche'nin bu sahneyi altı ay kadar önce yazmış olmasıdır. (Hölderlin'in deliliğinin Empedokles'le özdeşleşmesinde kısmen ''alnına yazılı'' olduğunu gençken öne sürdüğünü ve kendini Hölderlin'e çok yakın hissettiğini hatırlayın.) Von Seydlitz'e gönderdiği bir mektubun ortasında aniden sıradan şeylerden bahsetmeyi bırakır ve hiç yoktan gelen ''ahlaki sulugözlülük'' görüsünü anlatmaya başlar: ''Kış manzarası. Yaşlı bir arabacı, yüzünde son derece zalimce ve çevredeki kıştan daha sert bir alaycılıkla atının üstüne işer. Zavallı, harap olmuş at minnettarlıkla, büyük bir minnettarlıkla çevresine bakmaktadır. Sahnenin daha da eksiksiz bir yazılı hali -Şen Bilim'de ''kendini sahnelemekten'' bahsedildiğini hatırlayın- Suç ve Ceza'da bulunabilir. Raskolnikov rüyasında ölümüne dayak yiyen bir atın boynuna şefkatle sarılır (Putların Alacakaranlığı'nda suçlunun kötü koşullar yüzünden hastalanmış güçlü bir tip olduğuna dair tartışma bu içgöryü ''derin'' Dostoyevski'ye atfeder; bu da büyük ihtimalle 1888'de Dostoyevski okumasına Suç ve Ceza'yı da eklediğini gösterir.)
At hikâyesinin güvenilirliği, ilk kaynağın olaydan on bir yıl sonra yazılan isimsiz bir gazete makalesi olması yüzünden sorgulanmaktadır. Yine de belli bir hakikat içeriyor olsa gerek, zira daha önce gördüğümüz üzere, Nietzsche'nin olağanüstü bir şefkat yatkınlığı vardı (şefkatliliğin tüketici etkilerini eleştirmesinin başlıca sebeplerinden biri de buydu anlaşılan) ve daima çok kolay gözyaşı döken biri olmuştu.'' (Sayfa: 800-801)
*
26. Bölüm
*
Güç İstenci'nin Yükselişi ve Düşüşü:
*
''..asıl eser için bin sayfanın üzerinde hazırlık notu almasına rağmen, kitabı asla yayımlamaz. 1901'de Güç İstenci: Tüm Değerleri Yeniden Değerlendirme Girişimi adıyla ölümünden sonra yayımlanan eser, sonra 1906'da ve 1911'de yapılan baskılarla -genişletile genişletile nihayet defterlerinden 1.067 küçük fragmanı kapsayacak hale gelmişti- filolojik bakımdan kepazelik düzeyine ulaşan bir karışımdır. Bu eser ürkütücü Elizabeth tarafından hazırlanmış, artık düşman saflarına geçmiş olan Köselitz de ona yardım etmişti.
Nietzsche'nin bu projeye büyük bir önem verdiğini ve eseri yazmamasının aklını yitirmesinden kaynaklandığını düşünürsek, pek çok filozofun ve Nietzsche araştırmacısının yayımlanmamış bu defterleri, yani Nachlass'ı Nietzsche'nin ''gerçek'' felsefesinin deposu sayması hiç de akıl dışı görünmez.(*) Martin Heidegger dört ciltlik Nietzsche incelemesinin başında bu görüşü şöyle değerlendirir:
*
Nietzsche'nin asıl felsefesi, sözlerinin ve bizzat yayımladığı tüm eserlerin zeminin oluşturan temel konumu.. nihai bir biçim almamış ve başlı başına bir eser olarak yayımlanmamıştı.. Nietzsche'nin yaratıcı döneminde yayımladığı eserler daima ön planda oldu.. Asıl felsefesi ise ölümünden sonraya kalan, yayımlanmamış eserlerindedir.
*
Nazi Nietzsche araştırmacısı Alfred Baumler de bu görüşü benimsedi ve Nachlass temelinde Nietzsche'yi ilk-Nazi'ye çevirdi. Heiddeger de başka bir açıdan Nietzsche'yi ilk-Nazi'ye çevirmiştir.''
*
(*)DİPNOT: Kendi Güç İstenci projesinin meşruluğunu artırma gayretindeki Elizabeth'in eserin eksiksiz bir el yazmasını Franz Overbeck'e imha ettiği söylentisini yayması da, bu görüşü güçlendirmiştir. (Sayfa: 804)
Görsel: 1930'lar: Elizabeth Förster-Nietzsche ve Şansölye Adolf Hitler, Fotoğraf GSA 72/1596 (Sayfa: 439)
*
''Hayatın muazzam bir güç mücadelesi olduğu gözlemi bununla açıklanabilir. Dünyaya duygusal olmayan bir gözle baktığımızda, İyinin ve Kötünün Ötesi'ndeki sözcükleri tekrar edip, ''yaşamın kendisi aslında bir benimseme, yaralama; yabancı ve daha zayıf olana boyun eğdirip onu baskı altına alma, kaba davranıp onu kendi tarzımızı kabule zorlama, kendimize katmayı kapsayan, en azından, en hafifiyle de olsa bir yararlanma sürecidir'' demekten niçin kaçınamayacağımız da bununla izah edilebilir.'' (..) ''Nietzsche şeylerin bütünselliğine dair bu görüşü 1885'teki bir notunda toparlar. Elizabeth de kendi derlediği Güç İstanci'nin esrik finali olarak bu pasajı seçerken Nietzsche'nin düşüncesinin üç yıl daha değişmeye ve gelişmeye devam ettiğini görmezden gelmiştir..'' (Sayfa: 809)
*
Tüm Değerlerin Yeniden Değerlendirilmesi:
*
''Geleneğe göre felsefenin üç temel sorusu şunlardır: Orada ne var.? Neyi bilebiliriz.? Ne yapmalıyız.? ''Yeniden değerlendirme'' temasının devreye girişiyle Nietzsche'nin üçüne de cevap verdiği açıklığa kavuşmaktadır. İlk defa, görüşünün azameti ve ihtirası çırılçıplak sadeliğiyle önümüzde durmaktadır. İlk iki sorudan her birinin cevabı şudur: ''dünya güç istencinden başka bir şey değildir'' ve üçüncü sorunun cevabı da şudur: ''Güç istemeliyiz.!''..'' (Sayfa: 811)
*
''Sağlıklı Canavar'' Problemi:
*
''1878'den itibaren tüm yazılarında gözlemlenen, hatta ''çılgın mektuplarında'' bile görülen iyi Avrupalı temasının, militarizme ve savaşa yol açan küçük milliyetçilikleri aşma arzusunu ifade ettiğini görmüştük.
Peki, o zaman Nietzsche'nin güç istencinin yüceltilmiş ya da kendi deyimiyle ''manevileştirilmiş'' ifadesi olarak onayladığı şey neydi.? ''Savaş''tı elbette -sağlıklı insanlar daima, tıpkı Nietzsche'nin kendisi gibi ''savaşçıdır'' -ama ''barut tozu kullanılmayan bir savaşta''. Örneğin Yunanların ''en kuvvetli içgüdüsü'' güç istenciydi. Yine de mucizevi kültürlerinin en üst noktasına, bu içgüdüyü yüceltip kültürü, tragedya şenliğini, felsefeyi, sanatı ve bilimi doğuran ''mücadeleci içgüdüye'' çevirerek erişmişlerdi.'' (Sayfa: 825)
*
''Bu kitap boyunca ileri sürdüğüm üzere, Nietzsche'nin ağırlıklı kaygısı, toplumun bir bütün olarak gelişmesidir; bir toplum kendini yok etmekle korkutanları, kendi güç istencini tehdit edenleri bastırmakta haklıdır. Ayrıcalıklı bireyin ayrıcalığını, ''sürünün'' yok etmesine genellikle üzülür Nietzsche. Ama her zaman değil. Kendisini cezai zarardan koruma hakkının varlığından ise hiç şüphe etmez.'' (Sayfa: 826)
*
27. Bölüm
*
Son
*
Yıldızlaşmak:
*
''Nietzsche üzerine kitaplar hızla çoğaldı: Lou Salome'nin sezgisel içgörülerle dolu eseri 1894'te yayımlandı -Overbeck onun eldeki en iyi eser olduğunu düşünüyordu- sonraki yılın hasadı içinde Elizabeth'in Nietzsche piyasasında voliyi vurma yönündeki iki ciltlik girişiminin birinci cildi de vardı. (Bu, temelden zehirli eser Nietzsche'nin hayatını anlatırken üç şeyi başaracak şekilde tasarlanmışştı: (a) Lou Salome'yi mahvedecekti (Lou'nun kitabı çıktığında Elizabeth onun bir Finli Yahudi olduğu söylentisini yaymıştı), (b) ağabeyinin hayatında annesinin önemli bir faktör olduğunu gizleyecekti ve (c) Elizabeth'in hakiki bir başrol oyuncusu olduğunu gösterecekti.) Tüm Almanya'dan ve daha uzaktan hacılar Naumburg'a gelip Weingarten sokağındaki evin önünde beklemeye başladı. Delirmiş filozofun üst katın penceresinden görüneceğini umuyorlardı. Tavanarasındaki-deli-kadın tarzı Victoryen romanlar çağında Nietzsche'nin deliliği, olsa olsa felsefenin hayranlarını artırabilirdi.'' (Sayfa: 832)
*
Elizabeth Para Kazanma Peşinde:
*
''3 Haziran 1889'da Bernhard Förster mo*rfin ve st*rik*nin birleşimiyle kendii ze*hir*ledi ve bir Praguay otelinde tek başına ö*l*dü. Elizabeth'in uzun sahtekârlık kariyeri de böyle başladı. (Sahte bir Güç İstenci üretmenin, Ecce Homo ve Deccal'ı sansürlemenin, Nietzsche'den kendisine sahte mektuplar yazmanın yanı sıra, babasının ö*lüm sebebini merdivenden düşmek, ağabeyinin de*lilik sebebini ise aşırı çalışma ve çok uyku ha*pı olarak göstermişti.) Yerli bir doktora rüş*vet verip kocasının kalp krizinden öldüğüne dair bir belge aldı -ama bu belge işe yaramadı, çünkü in*tihar haberi çoktan yerel gazetelere ulaşmıştı.'' (Sayfa: 833)
*
''Yeni toplu eserler çalışması ilk başta iyi gitti, Elizabeth çekici genç Kögel'le işbirliği yapmaktan çok hoşnut kalmıştı. Fakat çok geçmeden ilişkiler gerildi. Kögel onun, metinlerin bazı parçalarını örtbas etme, hatta bazılarının da sahtesini hazırlama planını fark etmiş ve asıl söylenenlere dair özel bir kayıt tutmaya başlamıştı.'' (Sayfa: 835)
*
''Kızının eziyetlerinden çok yıpranan Fransizka hastalandı ve iki ay sonra, 20 Nisan 1897'de (Hit*ler'in sekizinci yaş gününde) 71 yaşında öldü. Elizabeth nihayet ikinci stratejik hedefine de ulaşmıştı.'' (Sayfa: 836)
*
Nietzsche'nin Ölümü:
*
''Nietzsche 1898 yazında bir felç geçirdi, sonraki yılın Mayıs ayında ise daha kötü bir felç daha geçirdi. 25 Ağustos 1900'de, yani hem Almanya hem de dünya için en büyük korkularının gerçekleşeceği yüzyıl başladıktan sekiz ay sonra ö*ldü. Gözlerini (artık Nietzsche'nin verdiği ''Peter Gast'' müstear ismini kullanmakta ısrar eden) Köselitz kapattı, ama sağ göz bir türlü kapanmadı, bu yüzden tabutunda yatarken kirpiklerinin altından bu gözünün beyazı ve gözbebeğinin dibi görünüyordu. (..)
*
Elizabeth ise 1935'te öldü. Arşive mali yardımda bulunmakta olan Hi*tler birkaç yüksek rütbeli N*az*i komutanıyla birlikte onun cenazesine katıldı. Elizabeth ölürken son bir kez daha ağabeyine saygısızlık etmeyi başardı. Talimatları doğrultusunda Nietzsche'nin cenazesi çıkartılıp yan tarafa gömüldü ve böylece Elizabeth ebeveynleri arasında yerleşebildi. İş, güç siyasetine gelince kazanan hep Elizabeth olmuştu.'' (Sayfa: 839)
*
28. Bölüm
*
Nietzsche'nin Deliliği:
''..felsefesindeki Dionysosçuluk ile son günlerindeki delice Dionysosçuluk arasında net bir ayrım çizgisi varmış gibi görünüyor bana. Nietzsche'nin felsefesinde, bir manik-depresif (büyük ihtimalle Platon, Newton, Mozart, Hölderlin, Coleridge, Schumann, Byron, Van Gogh, Geog Cantor, Winston Churchill, Silvia Plath, John Lennon, Leonard Cohen ve daha pek çok kişi de aynı durumdadır) tarafından üretilmiş olsa bile''patolojik'' bir şey yoktur -kadınlar üzerine görüşleri hariç.'' (Sayfa: 846)
Gerçek ''delilerin'' delirttiklerinden Nietzsche'ye en derin saygım ve sevgimle..