18 Ekim 2018 Perşembe

Bilge Karasu - Altı Ay Bir Güz


''İstediğim denizi yazmak. Zümrütlerin, gökyakutların sabrını; ağaçların tarihsizliğini..
Bir tek kıyısını kavrayabildiğimiz, anlamını ancak bir tek kıyısıyla kurduğumuz denizin öyküleri yoktur bir kara adam için. Yolculuklara, ister gerçek ister düşsel olsunlar, yakıştırdığımız son, öbür kıyıda bitse bile, deniz gene tek kıyılıdır. Üzerinde yaşayıp çalışan biri olmadıkça..
Deniz, kara adamının yalnız sınırlarını kaldırışı değil, sınır düşüncesini içinden çıkarıp atıvermesidir. Her şeyin bir aradalığının bir yerde başlaması ya da bitmesidir. İstediğim denizi yazmaktı. Her şeyin biraradalığına yenik düşeceğimi bile bile..''



Taşların sabrı dediğim, yaşlandıkça yaşamağı öğrendiğimiz, can sıkıcı bir boş lâf olmaktan çıkan sabır değil; insanların kusursuz bulacağı o duruma gelesiye bir taşın bir başka taşın bağrında sıkışıp durarak geçirdiği –insanın hiçbir ölçüsüne sığmaz- bir vakti damıtması, sonra, kalması. Taşlar doğmaz, doğurulur; sabır, taşın değil, insanın erdiği; dolayısıyla, yakıştırabildiği; tansıdığı; değerini artırmakta çılgınca , küstahça kullandığı. O sabrı yazmağa kalkışmak, emeklemekten öteye geçememek olacağı için, onurlu bir alçakgönüllülük sayılır. (Sayfa: 10)

*****

Sabahları kalkılır. Kalkılmaz, uyanılır. O da değil. Uyanır, sonra başına dikilen birileri onu kaldırır. Haydi yavrum, haydi aslanım. Kiminin koskocaman oğlu, kiminin bebeği. Günlerin ışığı parmaklığın içinden geçip karşı duvara vuruyor; gözlerine ulaşan ışık, havayla değişiyor. Öğrenmeğe başlıyor yavaş yavaş; bir ışık yağmur yağıyor demektir; bu ise, gün boyunca, ağa gölgesinde oturulacak demektir. Işıklar günle değişir; adlar günle, gelenle değişir: Gülümdür, kuzumdur, aslanımdır, bebeğimdir. Birileri kaldırır, öper, kucağına alır.
Birileri dediğimin annem olması gerek. Her zaman o gelir de, pek arada bir, bir başkası gelir miydi.? Kaldırılmak niye.? Herhalde çok daha eski bir anının gelip o günlere konması, yapışması. Çünkü o sıralarda parmaklık indirilir, ben de kalkardım yataktan. Uyandırılma, doğru. Parmaklığı aşmağa kalkmamı önlemek bakımından. Uykusunda çok hareketli bir çocukmuşum, besbelli. Parmaklık ancak beş yaşlarımdayken kalkmış. O halde, bu anının vaktine dönelim, düşündüğümden de geriye.
Banyoya götürülür, çişe tutulur. İnce bir su sesi, şu şeşi, şişelerden sular öyle akmaz, ancak çişe tutulurken ağızlardan akar bu şu şeşi, şu şişeşi, su sisesi, su şi, uyuma oğlum denir sonra, donu çekilir, kaldırılır, musluğa götürülür. Oradaki su sesi sahicikten su sesidir. Şaplak şaplak çarpılır yüzüne. Bu evde durmadan yıkanılır. Durmadan sular akar bir yerlerde, önündeki musluktan ya da teknenin musluğundan, mutfağın musluğundan; yıkarlar onu, sabunlarla, türlü kokulu ellerle, artık uyumak yok, acıtan havlularla kulaklarının içine içine girer parmaklar, sokma parmağını burnuna, karıştırma burnunu, sokma elini donunun içine, sokma elini tabağın içine, sokma elini bardağın içine, sokma elini oturağın içine, ellerin kirli gözüne sürme, ellerinin kirini üstüne başına sürme, emme parmağını
Büyümenin tarihi böyle böyle yazılır. Parmaklar, başkalarının parmakları, kulağına, burnuna, gözlerine, dudaklarına boğazına, bacaklarını arasına istediğini yapar, her yerinde gezinir. Sonra gene yatağının başına götürülür. Pencereden giren ışık gözlerini kamaştırır. Buna ışık denmez oğlum, bu güneş, anladın mı bir tanem, gözlerini kırpıştırma böyle, sonra durmadan, büyüyünce de durmadan kırpış.. 
(Sayfa: 24-25)


Bu yoldan giderek o ''geçmişi'' kurabilir miyim.? Uzayıp gidebilecek bir anlatıyı okur için anlamlı kılmanın gerektirdiği, gerektireceği işlemleri gerçekleştirmeğe çalışırken karşılaşacağım en büyük güçlük belki de şu: Okuyana, geçmişi içinde gezinip duran bir anlatıcının o geçmişin içinde duyduğu şimdiliği, şu andalığı, duyurmak. Bunu duyururken, geçmişte gezinildiğini hiç unutturmamak. Kim bilir, buna, okurun bu anıları kendi anılarıymış gibi benimseyip yaşamasını sağlamak; ya da her okuru kendi hesabına buna benzer anılar üretmeğe çağırmak, dememiz gerekir. İşin hoşu, ''benim böyle anılarım yok, ben zengin çocuğu değilim, bana böyle davranılmazdı'' diyecek olanlar varsa, asıl onların dikkat etmesi gerektiğidir. Çocukken görülen sevgi çok önemlidir. Çok belirleyicidir de. Sevgi görmemiş olan, sevgi gördüğünü güneşe çıkıp soluyan bir kertenkele hazzı ile anlatana biraz kızar. Çoğu zaman düşünülmeyen şey şu: İnsan, sevgi görmüş, ya da görmemiş olabilir ama önemli nokta, sevgi gördüğü ya da görmediği yolunda beslediği düşüncedir. Bu konuda analar babalarla çocuklarının düşündükleri pek ayrı olabiliyor. Önemli olan da ''görülen'' değil, ''görüldüğü düşünülen'' sevgi oluyor. İtirazı olan okur, burada anlatılan bir çocuğun anılarını, kendine mal etmek ister mi.? Anlatıcı, okura ne ölçüde yaklaşabilir.?
*
Ben, anlatıcı, öykümü sürdürüyorum. (Böyle bir söze kim inanır ki.?) (..) (Sayfa: 27)



İnsanlar yaşama, başkalarının yaşamına, başkalarına, gitgide daha saygısız oluyorlardı. Hoş, saygısız olmak da değildi bu; saygıyı hiç bilmemiş hiç öğrenmemiş olmalarıydı. Bir güzellikle karşı karşıya geldiklerinde artık tanıyamamaları, içlerinde bir kıpırtı olsun, duymamalarıydı. Ellerine ayaklarına bile, kalabalık içerisinde yaşayan insanlar olarak, söz geçirememeleriydi, neredeyse; zaten ürkek kedileri ürkütmeği kişiliğini kanıtlamak belleyen küçük çocuklardan daha başka, daha olgun bir davranışta bulunamadıklarını anlayamamalarıydı.. (Sayfa: 36)


(..kitabın biçimlediği tutsaklıktan da kurtulmağı düşlediydi; sonra bir yazarın, kitabın sınırlandırıcılığını yok etmeksizin de bulduğu yolu görmüş, bu uzlaşım içinde yazarın okuruna önerdiği olanaklarla bir bakıma -matematik açısından bilmem kaç yüz olduğu-hesaplanabilecek-okuma doğrultuları yaratılması karşısında kendi düşünden vazgeçmişti. Bir şeyi ilk yapan adam olmayınca o şeyi üçüncü kez yapan adam olabilirdi ama ikinci kez yapan olmak istememişti. Çok mu önemliydi bu ikincilik, üçüncülük.? İkinci adam izlerdi; üçüncüsü ise edinilmiş bir yolu, bir yöntemi, kullanırdı..) (Sayfa: 78)

Hiç yorum yok:

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...