#NâzımHikmetRan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
#NâzımHikmetRan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Ekim 2023 Cuma

Nâzım Hikmet Ran - Nâzım ile Piraye (Mektuplar 1) (Derleyen: Memet Fuat)

 

''..hiç kimseden gizleyecek hiçbir şeyimiz olmadığı için: öyle ya, birbirimizi ne kadar sevdiğimizi, yetmiş yaşında ihtiyarlar olduğumuz zaman da bu sevginin aynı berraklık, aynı vefa, aynı temizlik ve derinlikle devam edeceğini, mütemadiyen maddi sıkıntı çektiğimizi, yediğimiz ekmeği büyük emek ve eziyet pahası elde edebildiğimizi, oğlumuzun hasta olduğunu, yani bütün saadet ve felaketlerimizi, bunların hiçbiri utanılacak şeyler olmadığı için, kimseden saklamaya, gizlemeye lüzum görmeyiz, hayatımız berrak bir su gibidir, onu merak edenler üstüne eğilirlerse dibini görebilirler. Uzun lafın kısası, beni mektuplarından, yüreğinin sesinden mahrum etme.''

*

Nâzım Hikmet (5.7.1946) (Sayfa: 7)

Fotoğraf: Nâzım Hikmet, sağlık nedenleriyle cezasını 6 ay erteletip, 1939 haziranında Erenköy’e geldiği günlerde, Memet Fuat’ la..

''Anneni daha sık görmeni istiyorum. Bak, bir daha tekrar edeyim, şahsen benim üstümde, iyi kötü bazı eserler verebildimse onların üstünde annenin selim zevkinin, dürüst aklının, pırıl pırıl karakterinin çok ama çok tesiri olmuştur. Sanat eserinin halisini sahtesinden ayırdetmekte onun kadar becerikli ikinci bir insana daha rastlamadım dersem inan. Bundan dolayı yazdığın her şeyi mutlaka ona oku. Hatta hikâye, şiir vesair tarzlarda yapmayı düşündüğün yenilikler varsa bunları ilkönce onunla münakaşa et. Şunu bil ki, o her hususta, yalnız sanatta değil, her hususta sana en doğru, en iyi ve en soyluyu gösterebilecek biricik insandır.''
*

(Cezaevinden Memet Fuat'a Mektuplar) (Sayfa: 9)


Nâzım ile Piraye 1930'da tanıştılar. ''Mor Menekşe, Aç Dostlar ve Altın Gözlü Çocuk'' Nâzım'ın Piraye için yazdığı ilk şiirdir. Ama bu tanışma hemen evliliğe yönelmedi. Piraye'nin ilk kocası Vedat Örfi'den, biri kız (Suzan), biri erkek (Memet), iki çocuğu vardı. İkinci kocasını yüreğiyle değil, aklıyla seçmek istiyor, birini dedelerine bırakmak zorunda kaldığı çocukları için kaygılanıyordu. Özlediği gösterişsiz, ama rahat bir hayat, bahçesinde ebruli hanımelleri açan küçük bir evdi. ''Mavi Gözlü Dev, Minnacık Kadın ve Hanımelleri'' ile ''Bir ayrılış Hikâyesi'' bu dönemdeki çekişmelerin ürünü şiirlerdir. ''Mavi Gözlü Dev''in, başına ters düşen son bölümü Nâzım ile Piraye evlenmeye karar verdikleri zaman yazılıp şiire sonradan eklenmiştir. (Sayfa: 10) * MOR MENEKŞE, AÇ DOSTLAR VE ALTIN GÖZLÜ ÇOCUK * Abe şair, bizim de bir çift sözümüz var «aşka dair». O meretten biz de çakarız biraz... * Deli çığlıklar atıp avaz avaz ---burnumun dibinden gelip geçti yaz -----sarı -------tahta vagonları ---------ter, tütün ve ot kokan ------------bir tiren gibi. * Halbuki ben ---istiyordum ki gelsin o -----kırmızı bakır bakracında bana -------sıcak süt getiren gibi... * Fakat neylersin ---yaz böyle gelmedi, -----yaz böyle gelmiyor, -------böyle gelmiyor, hay anasını... şey!.. * EEEEEEEEEY... ---kızım, annem, karım, kardeşim -----sen -------başında güneşler esen -------altın gözlü çocuk, ---------altın gözlü çocuğum benim; deli çığlıklar atıp avaz avaz burnumun dibinden gelip geçti de yaz, ben, bir demet mor menekşe olsun ---getiremedim -----sana.! * Ne haltedek, ---dostların karnı açtı -----kıydık menekşe parasına.! * 1930 (Sayfa: 11)


12 Haziran 1933
*
''Yavrum.!
Hele şükür birinci mektubunu aldım. Çok az yazıyı bu kadar üst üste, bu kadar severek, bu kadar içer gibi okumuşumdur.. Bir okudum, bir daha, bir daha.! Ne şirin, dağınıklığı ne candan, ne içli bir yazı yazışın varmış meğer senin.! Hani bana her gün mektubun gelse, bu ağır, bu bitmez tükenmez saatlarım kanat takacaklar, kuş gibi geçecekler.!''
*
(Bursa Cezaevinden..) Sayfa: 18


2 Temmuz 1933:
*
''Sana mektup yazarken öyle içli bir çocuk gibi oluyorum ki, mütemadiyen nazlanmak, sızlanmak istiyorum.!'' (Sayfa: 21)
*
5 Temmuz 1933:
*
Sevgili.!
İki mektubunu birden aldım. Hava yağmurluydu. Bacağım ağrıyor, canım sıkkındı. İki mektubun, senin iki elin gibi ellerimi tuttu, iki altın gözün gibi gözlerime baktı.. Şimdi öyle keyifli, öyle neşeliyim ki.. İşi mektubun sonuna bırakalım. Ellerin ellerimde, gözlerin gözlerimde konuşalım seninle. Ben harıl harıl İngilizceye çalışıyorum. Pek âlâ Almancaya da çalışabilirdim. Fakat sen İngilizce bilirsin ve ben senin bildiğin her dilden seninle konuşmak istiyorum. Hani bana mektup yazar da, Çince öğreniyorum, dersen, ben de burada hemen Çinceye başlayacağım. (..)
*
Hapisane müdürü geçen gün bana, ''Evli misiniz.?'' diye sordu. Ben de ''Nişanlıyım.!'' dedim.
Nişanlım benim.! Nişanlıcığım. Yüzüğünü kalbimde taşıdığım, kalbime geçirdiğim sevgili.! Sana öyle hasretim ki. Herkese ayrı ayrı selam. Seni, seni, seni ve Memet oğlumuzu doya doya kucaklarım.!
*
Nişanlın (Sayfa: 22)


5 Temmuz 1933
*
''Seninle beraber daha çok yerlere bakacağız nişanlım, yıldızlara, dost yüzlerine, Memedimizin gözlerine, güzel günlere, beraber, yan yana bakacağız..
Önümüzde dinç, kuvvetli, dolgun ve manalı bir hayat var daha. Gönlün kocalmasın nişanlım. Bak ben topal bacaklı, ihtiyar bir çınar ağacına benzeyen gövdemin içinde, her dem taze, her dem kuvvetli ve her dem senin ateşinle dolu, aşınmamış, pırıl pırıl bir yürek taşıyorum. Seni düşünürken ben gençleşiyorum. Bacağımın sızısı duruyor. Sen de beni düşünürken genç ol, kuvvetli ol.!
*
Ellerinden öperim
Anacığım Nişanlım (Sayfa: 23)


17 Eylül 1933, Pazar:
*
''Ayrılışımızın garip bir tadı kaldı damağımda, acı bir tat.. Yarı kalmış bir öpüşmeye benzer bir şey.! Seninle gırtlağıma kadar doluyum.! Ben bir toprak çanak gibiyim ve sen beni dolduran, baygın, acı kokulu kırmızı bir içkisin.'' (Sayfa: 29)


33.10.25*
*
*Karıma Birinci Mektup*
*
33.10.25
Bursa
Hapisane.
*
Anne:
af olursa
---nasip olur
----üç güne dek
-----saçlarını okşayabilmek..
*
Yavrum.!
Uyuyamıyorum.!
Görünmez kuşlar ötüyor
---üstünde kızıl ağaçların.
Alevli bir duman gibi tütüyor
---gözlerimde saçların.!
*
Saçları altın
dudakları nar
koyu kehribar
---gözlü sevgilim
Çıkacağımdan
---emin değilim.
Tutmaz bizleri af.!
*
Bak ne tuhaf
---ne güzel
Ne harikulade ışıldıyor
---ay ışığı
----pencerenin
-----demirlerinde.!
*
Elbette ben
---böyle demirlerle bölünmeyen
---aya
----kavgaya
ve sana kavuşacağım
---günün birinde..
*
Karı.!
Kış geldi
gönder benim yün çorapları.!
*
Birimiz dışında demir kapının
---içinde birimiz.
Kim bilir
kaç kış daha geçireceğiz.?
Üzülme benim için.!
*
Renk gören
ses duyan başımla
ellerini yüreğimde sıktığım
---arkadaşımla
saatları gün
---günleri ay
----ayları yıl edip devirmem kolay.!
Ay ışığı penceremin demirlerinde
kavuşacağız günün birinde..
*
Düşmanlara gam.
Dostlara selam.
Kalbimde çocuklarım.
Seni kucaklarım.
Canın sıkıldıysa bu mektuptan
---beni affet.!
*
Kocan:
Nâzım Hikmet.. (Sayfa: 33-34)
*
DİPNOT: Elinizdeki kitabın ilk iki basımında yer almayan bu mektup sonradan Nâzım Hikmet'in bir arkadaşında bulunmuş, #AsımBezirci aracılığıyla yayımlanmıştır.
*
11 Kasım 1933:
*
''İnsanlar ne şayanı hayret mahluklarmış. İçlerinde öyle iyileri, öyle kötüleri varmış ki.. Ben ancak otuz iki yaşımda insanları okuyabildim. Şimdiye kadar onlar benim için kapalı bir kitapmış.! Hele içlerinde bir tanesini, ki bir yılan gibi koynumda beslemişim.! Ben çocukmuşum karıcığım.! Fakat büyüdüm artık.!'' (Sayfa: 37)
*
22 İkinciteşrin
*
Karıcığım.
Bugün duruşmaya çıktık. Senden hâlâ mektup yok. Son aldığım mektup 15 tarihli. Müstantik Bey de aynı maddeden tecziyemi istiyor. Fakat kararname çok garip. Mesela, Kadri isminde, son defa yakalanan bir adamın üstünde, Karl Marks ismindeki bir âlimin bundan 60-70 sene evvel yazdığı meşhur bir kitabın el yazısıyla Türkçesi çıkmış. Bu kitap bundan on sene evvel kadar da Türkçeye resmen tercüme edilip resmen satılmıştı. Müstantik Bey şimdi bunun benim tarafımdan yazılmış olduğunu iddia ediyor. Karl Marks'ın yetmiş senelik eserini bana mal ediyor. Ne tuhaf şey değil mi.?
Dahası var: Yine bilmem kimin üstünde çıkan bir risalede Şevket Süreyya'nın aleyhinde bir yazı varmış. Müstantik Bey bunu da benim yazmış olduğumu iddia ediyor. Sebep olarak da Şevket Süreyya ile İstanbul'da mahkemem olduğunu, bundan dolayı birbirimize hasım olduğumuzu söylüyor. Anlıyorsun ya Süreyya Paşa ile Şevket Süreyya'yı birbirine karıştırmış.. Daha bunun gibi neler.. Her ne hal ise.. Bakalım mahkemeye.! Bu kadar acayip iddialarla asılacak değilim ya.!
Sana bol bol havadis verdim işte..
Bildiklere selamlar. Çocuklarımı ve seni kucaklarım biriciğim.
*
(İmza) (Sayfa: 40)
*
21 Birinci kânun 1933:
*
''Belki kafalarımız çarpıştığı zaman ben galip geliyorum. Fakat kalplerimiz çarpıştığı zaman daima yenilen benim.. Çünkü, Allah belasını versin, öyle ipe sapa gelmez, öyle münasebetsiz, öyle ölçüsüz seven bir kalbim var ki, onun deliliklerini idare etmek elimde değil.. Bir tek kelime: Beni affet sevgili.! Hayatımda bu kadar haksız, bu kadar vahşi ve bu kadar deli olduğumu hatırlamıyorum.'' (Sayfa: 43)
*
''Her düşündüğünü, her istediğini yazamamak ne kötü şey. İçim dolu, dolu. Boşalamıyorum. Kalbimin kanıyla kalbim boğulacak gibi.'' (Sayfa: 45)
*
25/12/933:
*
''Gönlümde, gözümde, aklımdasın biriciğim.. Sen hudutsuz derecede içimdesin.. Hudutsuz derecede sana sevdalıyım. Öyle bir âşığım, öyle bir âşığım ki, ancak Fuzuli şairin yüreği böyle bir aşkla çarpabilmiştir.. İçimdeki ateşi gözlerimde tutuşturarak, senin gözlerinin önünde hiçbir söz söylemeden bir dakika bulunabilsem çok şeyler anlardın belki..'' (Sayfa: 46)
*
6/2/934:
*
''Büyük bekleyişler, felaketler, büyük bağları ve sevdaları bir kat daha büyütür.'' (Sayfa: 49)
*
18/7/934:
*
''İkinci havadise gelince, dün beni ziyarete Darülbedayi operet artistlerinden Semiha geldi. (..) Biraz oturdu ve beni Bursa valisinin kızıyla evleniyorum diye tebrik etti. Ne dersin bu havadise.? Aman karıcığım, hemen evlenelim, davul zurnayla ilan edelim, çünkü bu gidişle beni Habeşistan kralına da damat yapacaklar galiba. (..)
Seni kucaklarım, ama nasıl, ölesiye.!'' (Sayfa: 58)
*
Temyiz 5 yıllık cezasını bozunca Nâzım yeniden yargılandı. Bu kere 4 yıl ceza yedi. 3 yılı Cumhuriyet'in onuncu yıldönümünde çıkarılan genel bağışlama yasasından indirilince, geriye 1 yıl kalıyordu. Oysa Nâzım 1.5 yıldır içerdeydi. Böylece, 6 ay fazlasıyla cezasını çekmiş olarak serbest bırakıldı. Erenköy'e, Mithat Paşa köşküne döndüğünde 1934 yılı sonuna yaklaşmıştı. 31.1.1935'de, Kadıköy Evlendirme Dairesi'nde, Orhan Ezine ile Vedat Başar'ın tanıklığıyla, Nâzım ile Piraye, kimseye haber vermeden, nikâhlandılar. Nâzım gene İpek Film Stüdyosu'nda çalışmaya başlamıştı. Erenköy'den gidip gelmek çok güç oluyordu. 1936'da, Cihangir'de yedi katlı bir apartmanın tepesindeki minicik bir çekme kata taşındılar: Nâzım, Piraye, Memet. Bir yıl kadar sonra da, Nişantaşı'nda, stüdyoya yüz metre uzaklıkta daha büyücek, beş odalı bir apartmana geçildi. Nâzım, Piraye, Suzan, Memet, Nâzım'ın üvey annesi Cavide, baba bir kardeşleri Metin ile Fatoş (ikizler), olaylarla dolu 1938 yılına girilirken, bu apartmanda hep birlikte oturuyorlardı. 17 Ocak 1938 gecesi, Nâzım, konuk gittiği halasının oğlu Celâlettin Ezine'nin evinden polislerce alınarak Ankara'ya götürüldü. Dokuz yıl sonra yazdığı bir şiirde, başından geçenleri şöyle anlatır:


DOKUZUNCU YILDÖNÜMÜ
*
Dizboyu karlı bir gece,
sofradan kaldırılıp,
polis otomobiline bindirilip,
bir tirenle gönderilerek
bir odaya kapatılmakla başladı mâceram.
Dokuzuncu yılı biteli üç gün oluyor.
*
Koridorda, sedyede bir adam
yüzünde uzun demirlerin kederi,
açık ağzıyla sırtüstü ölüyor.
*
Akla yalnızlık geliyor,
------ -iğrenç ve tam,
------ delilerin ve ölülerinkine yakın-,
ilki yetmiş altı gün:
-----sessiz düşmanlığında üstüme kapanan kapının;
sonra, saç bir geminin baş altında yedi hafta.
Lâkin yenilmedik,
kafam:
-----ikinci bir insandı yanımda
*
Çoğunun yüzünü unuttum büsbütün,
yalnız, çok ince, çok uzun bir burundur aklımda kalan,
halbuki kaç kere karşımda oturup dizildiler.
Bir tek kaygıları vardı, hakkımda hüküm okunurken:
-----heybetli olmak.
-----Değildiler.
İnsandan çok eşyaya benziyorlardı:
duvar saatları gibi ahmak,
-----kibirli,
ve kelepçe, zincir filân gibi hazin ve rezildiler.
*
Evsiz ve sokaksız bir şehir.
Tonla ümit, tonla keder.
Mesafeler mikroskobik.
Dört ayaklı mahlûklardan yalnız kediler.
*
Yasaklar dünyasındayım.
Yârin yanağını koklamak:
-----yasak.
Çocuklarınla yemek yiyebilmek aynı sofrada:
-----yasak.
Aranızda tel örgü ve gardiyan olmadan
-----konuşmak kardeşinle, ananla:
----------yasak.
Yazdığın mektubun kapatmak zarfını
ve zarfı yırtılmamış mektup almak: yasak.
Yatarken lambayı söndürmen:
-----yasak.
Tavla oynaman:
-----yasak.
Ve yasak olmayan değil,
-----yüreğinde gizleyip elde kalabilen şey:
----------sevmek, düşünmek ve anlamak.
*
Koridorda, sedyede öldü adam.
Götürdüler.
Artık ne ümit, ne keder,
-----ne ekmek ne su,
-----ne hürriyet ne hapislik,
-----ne kadınsızlık ne gardiyan ne de tahta kurusu,
ve ne de karşında oturup yüzüne bakan kediler,
-----bu iş, bitti, tamam.
*
Fakat devâm ediyor bizimkisi,
sevmek, düşünmek ve anlamakta devam ediyor kafam,
dövüşemeyişimin affetmeyen öfkesi devam ediyor
ve sabahtan beri karaciğer sancımakta berdevam.
*
MERKEZ KOMUTANLIĞI CEZAEVİNDEN
*
1.2.938, Ankara
*
Karıcığım,
Mektubunu aldım. Yazını görür görmez çocuk gibi ağladım. O kadar hiç, o kadar boş, manasız, öyle haksız yere senden uzağım, bu çileyi hiçbir suçum olmadığı halde öyle bir çekiyorum ki zaman zaman sinirlerimin dizginini ele almasam çıldıracağım. Korkma çıldırmam. En küçük bir hak ve adalet mefhumu benim ne kadar suçsuz olduğumu ergeç anlamaya yeter. Er, geç.. Halbuki bir an önce sana kavuşmak için yanıyorum. (Sayfa: 64)
*
26.2.1938
*
Nâzım,''
On bir gün senden hiç haber alamadım, çok merak ettim. Telgraf çektim, ona da cevap alamadım. Nihayet ayın on dokuzunda yazdığın bir mektubu yirmi üçünde aldım, dünyalar benim oldu.
Hastalığım, iyi bildin, sinir, üzüntü hastalığı.
Mektubun çok güzel, gene şairliğin tutmuş. İnşallah çık da, nasıl istersen öyle yaparız.
Benim, senin için duyduklarım, yakında çıkacak, bir şey yok, ehemmiyetsiz, işte bunlar.
Niçin hapis olduğunu bile, eğer doğru ise, yeni duyduk, doğru olduğuna pek aklım ermedi. Bir çocuk geliyor. Zorla içeri giriyor, sonra ev sahibi geliyor, beş dakikada onu kapı dışarı ediyor, sonra da hapse giriyor, herhalde suçun bu değil. Üzüntüden öleceğim, niçin hapis edildiğini bana yazamaz mısın.?
Eğer bunun için hapis oldunsa Mine ile Cavide'yi şahit diye dinletemez misin.? Onlar kadar biz bile bilmiyoruz, çünkü evde yoktuk. Çocuk onları bir şey yazacağım diye kandırıp içeri girmiş, zaten bir şeyler yazmaya hazırlanırken de biz gelmişiz. Gelmez olaydık da, o da defolup gideydi. Sen o adamı polis diye ne iyi bilmişsin, ama seni ne diye hapis ettirebilir, aklım ermiyor.
Sare Teyze Ankara'ya geliyor. Kaleminle defter, iki gömlek gönderdim sana.
Leman sana birkaç roman göndermiş, aldın mı.? Ben de göndereceğim.
Dostlarım beni yalnız bırakmıyorlar, fakat koskoca dünyada ben gene yapayalnızım.
Al Baba filmi iki hafta oynadı. İstanbul Senfonisi de çok beğenildi.
Hepimiz iyiyiz, ellerinden öperiz.
Uzun mektup yazmak için içimin rahat olması, senden, ne olduğundan, ne yaptığından uzun haberler almam lazım, halbuki ben bundan mahrumum.
*
Piraye (Sayfa: 70)
*
DİPNOT: Piraye'nin yazdığı Nâzım'ın saklayıp sonra topluca eve gönderdiği mektuplardan biri. Arada böyle dört mektup daha bulacaksınız.
*
5.3.938
*
Nâzımcığım,
Üzülme. Sen orada sıkıldıkça biz burada daha çok azap çekiyoruz.
Bilirsin, benim güzel bir huyum vardır, her felaket karşısında taş kesilirim. Sen de öyle yap, üzülmekle, sıkılmakla, eline bir şey geçmez. Bizi düşünme, ben her işi düzeltirim. Çocuklarının başında ben varım. Yoksa bana itimadın yok mu.?
Sıkılma. Sana kitap gönderdim, onları oku, vakit geçirmeye çalış. Çok sinirlendiğin zaman beni hatırla, sen orada sıkıldığın zamanlar, ben burada duyuyorum, hastalanıyorum.
Bir defter al, hatıralarını, her gün duyduklarını yaz. Eminim ki mektupların kadar güzel olacaktır.
Beni şimdiye kadar hiç üzmedin, böyle kötü şeyler düşünme.
Güler yüzlü olur muyum, bilmem ama, senin yanında her zaman dünyanın en bahtiyar kadını idim, öyle de kalacağım. Kocasından, on sene sonra, atıldığı hapiste hâlâ aşk mektupları alan kadının bahtiyar olmaması için ancak deli olması lazım. Sen en güzel senelerini bana verdin, en güzel aşk şiirlerini bana yazdın, en kuvvetli yazılarını benim yanımda yazdın, bütün eserlerinde benden bir parça var.
Yüzündeki birkaç çizgi de benim yüzümden olmadı mı, Nâzım.?
Seninle ben aynı insanız gibi geliyor bana, sen ağladığın zaman ağlamak, güldüğün zaman da gülmek istiyorum.
Suçsuz olduğun artık bence malum. Mektubun ferahlattı beni. Şimdi sevinçle, üzülmeden, kendimizi oyalayarak çıkacağın günü bekleyelim. Sabırlı olalım, elbette bir gün bu cezayı kâfi görecekler.
Çocuklar ve evdekiler mektup yazdılar, gönderiyorum. Haber'den on beş lira aldım. Vedat'ın borcunu ödedim. Param var. Merak etme.
Gözlerinden, ellerinden öperim.
*
Piraye
*
On lira ile ayakkabıları gönderiyorum. (Sayfa: 74)
*
14 Mart 1938, Ankara
*
Karıcığım,
Cuma günü iddianameyi aldım, Cumartesi günü Noterde Fuat Ömer ve şeriki Saffet Nezihi'yi avukatlığıma yazdırdım. Bugün Pazartesi. Yarın 15 Mart Salı günü mahkemeye çıkıyorum. İddianameyi okudum ve şaştım. Bir insanın böyle deliller (?!) ile mahkemeye sevkedilebileceğini ummazdım. Fakat ne yalan söyleyeyim kör kör parmağım gözüne kadar aşikâr bir suçsuzluk şeraitinde, bu kadar delilsiz bir davada adaletin herhalde tecelli edeceğine, beraat eyleyeceğime emin bulunmakla beraber neden 56 gün yattığıma ve mahkeme bitinceye kadar da yatacağıma ve neden men-i muhakeme kararı almayıp mahkemeye sevkedildiğime akıl erdiremediğim için ara sıra kötü kötü düşünüyorum. İddianame benim ''is*y*n ve iht*lal kokan'' kitaplarımdan bahsediyor. Düşün ki bu kitapların hepsi bugün resmen satılmaktadır. Eğer ''is*y*n ve iht*lal koksalardı'' haklarında takibat yapılır, kitaplar ve ben mahkûm olurduk, Türkiye Cumhuriyeti kanunları bu kitaplarda mevzuatı kanuniyeye muhalif bir şey görmedikleri için onlar hakkında bir mahkûmiyet kararı vermedikleri halde, bana tebliğ edilen iddianamede böyle bir ''s*ç delili'' (?!) var. Eğer bu iddia varidse bundan benim kadar Türkiye Cumhuriyeti adliyesi de mesuldür. Çünkü en son kitabım iki sene evvel neşredilmiştir ve bu is*y*n ve iht*lal'' kokan kitapların neşrine adliye göz yummuş demektir. İşte delillerden biri bu. İkincisi benim kendisini çağırmadığım, evimin adresini vermediğim, tanımadığım bir delikanlıya direktif vermiş olmaklığım (?!). Tanımadığı, hatta polisliğinden bile bir aralık şüphelendiği ve topu topu bir saat kadar gördüğü bir insana ''direktif'' (?!) verecek kadar deli, aptal ve eşek olduğumu farzedelim. Fakat bu ''direktif'' verme keyfiyetinin kanuni delilleri, hatta bir tek delili nerde.? Bu iddianın kanuni ispatı nerde.? Belki o çocuğun böyle bir ifadesi var. O bu atf-ı cürmü, o çocuk bu ifadesini nasıl ispat ediyor ve bir yalanı hangi kanuni delillerle ispat edebilir.?
İşte hakkımdaki iddia bu kadar.! Ve benim bu iddialar hakkında kendi kendime sorduğum suallerin bazıları bunlar.
Ne yapalım.? Haydi hayırlısı diyelim, karıcığım, sevgilim, bir tanem. Küçüklü büyüklü herkese hasret ve selam.
*
Kocan (İmza) (Sayfa: 77-78)
*
19 Mart 938, Ankara:
*
''Bak, mektup nasıl insicamsız gidiyor. Çünkü avludayım. Başımın üstünde bir bahar güneşi, yüreğimde senin resmin, kulaklarımda senin sesin ve içimde sana kavuşmak ümidi bu sabah beni sarhoşa döndürdü.'' (Sayfa: 80)
*
Nisan 1 - 1938:
*
''Meğerse seni nasıl, ne kadar seviyormuşum ve nasıl her şeyim senmişsin. Bana bu anda öyle geliyor ki seni sahiden bir kerre daha gördükten, ellerine bir kerre daha dokunabildikten sonra rahat rahat, içimde, gözlerimde, ellerimde senin sesin ve sıcaklığın, hiçbir şeye esef etmeden bu bir hayli yorgun kalıbı dinlendirebilirim.'' (Sayfa: 87)
*
10.6.938
*
Nâzımcığım,
Bugün sen gelmiş kadar sevindim.
Dokuz gündür senden mektup alamıyordum. Sekizinde yazdığın mektup onunda İstanbul'dan postaya verilmiş, şimdi elime geldi.
Her gün senden mektup bekliyordum. Akşam olunca ümidi kesip ö*dü diye ağlıyordum. O kadar şaşırmıştım ki kimseye sormak aklıma gelmiyordu. Bugün akıl ettim, Sare'ye yazdım. Ne olur, Nâzım, bir daha bana bu işi yapma, çok üzülüyorum.
İnşallah aftan istifade edersin. Edersen ne zaman geleceksin.? Istırap, keder beni çocuklaştırdı.
Osman geçen hafta on lira gönderdi, bu hafta için tekrar göndereceğini söyletti.
Şimdi benim yetmiş liram var. Saklıyorum. Sen nereye gidersen, ben de geleceğim. Orada dikiş diker, hayatımı kazanırım. Sana da bakarım. Şimdiye kadar sen bana baktın, biraz da ben sana bakarım. İnşallah bunlara lüzum kalmaz, sen çıkarsın.
Çocuklar dedelerine gidiyorlar, ben evde yalnız kalıyorum.
Ellerinden öperiz.
*
Piraye (Sayfa: 103)
*
21-6-938:
*
''Seni öyle göresim geldi ki, tatlı ve hazin bir ışık gibi gözlerimde, nefis bir koku gibi burnumda tütüyorsun.'' (Sayfa: 105)
*
39:
*
''Ben aşkı: hürmet
-----------muhabbet
-----------sadakat, diye anlarım..'' (Sayfa: 209)
*
46:
*
''Dört çocuklu bir kadın var.
Ah şekerim,
---bilsen dediklerini.
Kaçıyor çocuklarından:
''Anne, açız,'' diye feryadediyorlarmış.
Ona ayda iki buçuk lira veriyorum,
o da bana su taşıdı bütün kış
---kolayladı işlerimi.
Fakirler hiçbir şeyin altında kalmak istemez.
Çocukları Millet Bahçesi'ne gidiyor geçen gün,
bahçıvanlar izinli,
yalnız bir tanesi orda
---kolluyorlar onu
ve havuzun kırmızı balıklarından tutup
---getiriyorlar eve.
Fatma'nın anlatması:
---pişirilirken yetişmiş.
Ama ben şüpheliyim,
yarı pişmiş
---yarı diri
----bir kısmı çocukların karnına gittikten sonra yetişiyor anneleri
ve kalanları fırlatıyor sokağa.'' (Sayfa: 212-213)
*
Piraye'nin şiirleştirilmiş mektupları, Memleketimden İnsan Manzaraları'na büyük değişikliklerle girmiştir. Bazı şiirler birleştirilmiş, bazıları, bütünüyle çıkarılmış, bazılarına eklemeler yapılmıştır. Ama Piraye burada yayımladığımız ilk müsveddeyi de saklamış. Yalnız 9, 11, 27, 31 numaralı mektupları aradan keserek çıkarıp yok etmiş. (Bunlarda Piraye'nin yakınlarıyla olan bazı anlaşmazlıklarından, tartışmalarından söz edildiğini biliyorum.) Yapılan değişikliklerin niteliğini anlamak için, buradaki 32, 34, 38 numaralı mektupların Memleketimden İnsan Manzaraları'na girerken, nasıl birleştirildiklerini görelim:
*
Şekerim,
on dört buçuk lirayı
ve makbuzun kenarında ''hasret'' yazısını aldım,
---teşekkür ederim.
Fakat çok üzüldüm,
pek gücüme gidiyor benim için çalışman oralarda,
nefret ediyorum kendi kendimden.
*
Dün İstanbul'a indim,
dönüşte ne tuhaf şeyler işittim vapurda.
Hepsi paralarını dışarlara kaçırıyormuş,
hem de kimler,
milyonları varmış İsviçre, Amerika bankalarında.
Memleketlerinden korkuyorlar demek.
Demek, kaçmakta akılları fikirleri.
Paraları Hollanda'daymış bazılarının,
Almanlar el koymuşlar,
ama sonra bizim efendilere cemile olsun diye
---yollamışlar Amerika'ya.
Almanya Amerika'yla harbediyor,
ama ordan oraya para gidiyor.
Para: vatansız.
Paraya sahip olan vatanlı mı.?
Hem, biraz da vaziyet şöyle gibi:
onlar paranın sahibi değil,
para onların sahibi.
Sonra bir şey daha duydum,
dehşetli sinirlendim:
sözde, İsviçre'ye deyip
---Almanya'ya buğday yolluyormuşuz.
İnsan eti yiyenlere
---memleketimin buğdayını yedirenlerin
---Allah belâsını versin. (Sayfa: 217-218)
*
Tarihsiz:
*
''Seni seviyorum Piraye. Her şeye, olmuş, olan ve olacak her şeye rağmen, yeryüzünde senin kadar hiç kimseyi sevmedim ve sevmiyorum ve sevmeme imkân yoktur. Çünkü bu sevgide kendi kendime duyduğum saygının aynı bir saygı da var.
(..)
Gayet samimi söylüyorum: Şiirlerimi beğenmeyen bir insanla ahbaplık edebilirim, fakat sosyal kanaatımı ve seni beğenmeyen bir insanla ahbaplık edemem. Ve insanlar bana seni ve onu sevdikleri nisbette yakın olurlar ve ben boyuna ikinizi bütün insanlara beğendirmek için çırpınırım, çünkü siz benim kafamda artık birbirini tamamlayan ve hayatı yaşamaya değer kılan iki sevgi, iki iman, iki realitesiniz.
(..)
Ellerinden ve yanaklarından öperim bir tanem.''
*
(imza) (Sayfa: 222)
*
Tarihsiz:
*
''Donkişot'u beğenmene hiç şaşmadım, hatta Donkişot'dan sonra Balzac'ı ve Zola'yı yadırgamaktan korkmanı da gayet tabii buldum ve bu edebiyatla hayatı birlik halinde gören sezgine bir kerre daha hayran oldum. Bence Donkişot'dan sonra yadırganmadan, yavan bulmadan okunacak şey olsa olsa Gorki'nin bazı hikâyeleri olabilir, yani şiir denen nesnenin en mükemmel örnekleri, hem sade bundan dolayı da değil, Donkişot mazinin en müspet ve güzel şeylerinin hasretini çeken ve bu hasretini en saf şekilde harekete, aksiyona geçiren adamdır, Gorki de geleceğin hasretini çeken ve bunu en saf şekilde aksiyona inkılap ettiren kahramanlar yaratmıştır ve gerek Cervantes, gerek Gorki, her ikisi de devirlerinin en büyük şairlerindendirler.'' (Sayfa: 274)


''Rasih'in Bursa'dan getirdiği mektupta Nazım'ın yazdığı gibi, iki ''yakın dost'' kalacaklardı. Öte yandan, sözünden çıkılamayacak arkadaşlar, Piraye'ye durmadan baskı yapıyor, işin içinde başka işler olduğunu, efsaneleşen bir aşkın bilinçle söndürülmek istendiğini söylüyorlardı. Amaç, aşkıyla inancını iç içe örerek yazdığı şiirlerle umulmadık bir etki gücü kazanmış bir şairi yıpratmak, ''Bu adamlar böyledir işte.!'' dedirtmekti.'' (Sayfa: 315)


HAPİSTE YATACAK OLANA BAZI ÖĞÜTLER
*
Dünyadan memleketinden insandan
---umudun kesik değil diye
---ipe çekilmeyip de
---atılırsan içeriye
---yatarsan on yıl on beş yıl
---daha da yatacağından başka
sallansaydım ipin ucunda
---bir bayrak gibi keşke
---demeyeceksin
yaşamakta ayak direyeceksin.
*
Belki bahtiyarlık değildir artık
boynunun borcudur fakat
---düşmana inat
---bir gün fazla yaşamak.
*
İçerde bir tarafınla yapyalnız kalabilirsin
---kuyunun dibindeki taş gibi
fakat öbür tarafın
---öylesine karışmalı ki dünyanın kalabalığına
---sen ürpermelisin içerde
---dışarda kırk günlük yerde yaprak kıpırdasa.
*
İçerde mektup beklemek
yanık türküler söylemek bir de
bir de gözünü tavana dikip sabahlamak
---tatlıdır ama tehlikelidir.
*
Tıraştan tıraşa yüzüne bak
unut yaşını
koru kendini bitten
---bir de bahar akşamlarından
bir de ekmeği
---son lokmasına dek yemeği
bir de ağız dolusu gülmeyi unutma hiç bir zaman.
*
Bir de kim bilir,
sevdiğin kadın seni sevmez olur
ufak iş deme,
yemyeşil bir dal kırılmış gibi gelir
---içerdeki adama.
*
İçerde gülü bahçeyi düşünmek fena
dağları, deryaları düşünmek iyi
durup dinlenmeden okumayı yazmayı
bir de dokumacılığı tavsiye ederim sana
bir de ayna dökmeyi
*
Yani içerde on yıl on beş yıl
---daha da fazla hattâ
geçirilmez değil
---geçirilir
---kararmasın yeter ki
---sol memenin altındaki cevahir. (Sayfa: 324-325)


3-2-950, Bursa Hapishanesi:
*
''Şimdi rica ederim, soğukkanlılıkla dinle beni. Evvela: oğluma yazdığım son mektubu büsbütün yanlış ve tersine tefsir etmişsin. Bunun sebebi, herhalde onun bana yazdığı mektubu okumamış olmandır. Ben onun bana yazdığı mektuptaki bir meseleye cevap verdim. Memet, oğlumuz, senin ve benim oğlum, ikimizin oğlu Memet, bana aynen şunları yazıyordu (bu satırları olduğu gibi onun mektubundan çıkardım): ''Yalnız bir nokta var, senelerdir beni düşündürür. Bir mektubunda anneme: Eğer oğlum isterse yatağının bir ucunda sen durursun, öbür ucunda Vedat Bey, demişsin. Yani ben hastayken babamın yanımda olmasını istersem, annem beni yalnız bırakmaya mecbur olmasın diye. Başka sebebi olamaz, sebep benim babamı yanımda istemem. Bir kere şunu iyice izah edememişim: benim bir tek babam var. Başka hiç kimseyi babam olarak sevmiyorum. Ve eğer babamı yanımda istersem, Nâzım'ı isterim. Bu dünyada üç insan vardır ki onları herkesten çok severim. Ve bilmem neden bu hissimden utanırım. Onları diğer insanlardan fazla sevmeye hakkım yokmuş gibi gelir. Bu insanlardan biri sensin, biri Suzan, biri de annem. Şunu da utanarak itiraf edeyim ki siz haksız bir iş yapsanız dahi sizin tarafınızı tutarım. Bu derece zayıfım bu sevgime karşı. Fakat nedense sevgimi kimseye gösteremem. İşte babam bile bunu bilmiyor.'' (Sayfa: 328)
*
''Piraye gerçi Nâzım'ı bağışlamamış, ona dönmemişti, ama ondan ayrıldıktan sonra başkasıyla da evlenmedi. Nâzım'ın üstüne başkasıyla yaşayamayacağı için..''
*
Memet Fuat (Sayfa: 325)

4 Haziran 2023 Pazar

Nâzım Hikmet Ran - Son Şiirleri 7 (1959-1963)


YİNE İYİMSERLİK ÜSTÜNE

*
Sağlığımda açıldı kosmos yolu,
Moskova'da açılış törenindeyim.
Avucumda bir çocuğun sarışın eli,
bir yılbaşı ağacı önündeyim.
*
Biliyordum, yaşına bile gelmeden,
gözlerinde sırça toplar yanan çocuk,
yolcu füzeleri güneşe doğru, yıldızların arasından,
balıklar gibi sessiz sedasız akıp gidecek.
*
Ama füze yolcuları yola çıkabilecek mi pasaportsuz.?
Bilet olacak mı.? Parayla mı alacaklar.?
Ve uzaklaşıp karpuzlaşır, elmalaşırken dünyamız,
ıstıratosferde savaş füzelerine mi rastgelecekler.?
*
Beni ilgilendiren bavullarının eşyası değil,
yüreklerinin yükü.
Korkuyorlarsa kimden, neden, niçin, nasıl.?
Ya ara hırsı.? Emir verme merakı.?
*
Yüzüne yılbaşı ağacının telli pullu
aydınlığı vuran çocuk,
belli, bilmiyorum neden, ama belli
yaşayacak benden iki kere çok.
*
Kosmosa filan gidip gelecek. İş bunda değil.
Yeryüzünde görecek mucizenin büyüğünü:
tek insan milletini pırıl pırıl.
Ben iyimserim, dostlar, akarsu gibi...
*
7.1.1959, Moskova (Sayfa: 7)
*
BU VATANA NASIL KIYDILAR
*
İnsan olan vatanını satar mı.?
Suyun içip ekmeğini yediniz.
Dünyada vatandan aziz şey var mı.?
Beyler bu vatana nasıl kıydınız.?
*
Onu didik didik didiklediler,
saçlarından tutup sürüklediler,
götürüp kâfire: «Buyur...» dediler.
Beyler bu vatana nasıl kıydınız.?
*
Eli kolu zincirlere vurulmuş,
vatan çırılçıplak yere serilmiş.
Oturmuş göğsüne Teksaslı çavuş.
Beyler bu vatana nasıl kıydınız.?
*
Günü gelir çarh düzüne çevrilir,
günü gelir hesabınız görülür.
Günü gelir sualiniz sorulur:
Beyler bu vatana nasıl kıydınız.?
*
1959 (Sayfa: 8 )
*
KORE'DE ÖLEN BİR YEDEK SUBAYIMIZIN
MENDERES'E SÖYLEDİKLERİ
*
DİYET
*
Gözlerinizin ikisi de yerinde, Adnan Bey,
iki gözünüzle bakarsınız,
iki kurnaz,
---iki hayın,
----ve zeytini yağlı iki gözünüzle
-----bakarsınız kürsüden Meclis'e kibirli kibirli
------ve topraklarına çiftliklerinizin
--------ve çek defterinize.
*
Ellerinizin ikisi de yerinde, Adnan Bey,
iki elinizle okşarsınız,
iki tombul,
---iki ak,
----vıcık vıcık terli iki elinizle
-----okşarsınız pomadalı saçlarınızı,
------dövizlerinizi,
--------ve memelerini metreslerinizin.
İki bacağınızın ikisi de yerinde, Adnan Bey,
iki bacağınız taşır geniş kalçalarınızı,
iki bacağınızla çıkarsınız huzuruna Eisenhower'in,
ve bütün kaygınız
---iki bacağınızın arkadan birleştiği yeri
-----halkın tekmesinden korumaktır.
Benim gözlerimin ikisi de yok.
Benim ellerimin ikisi de yok.
Benim bacaklarımın ikisi de yok.
Ben yokum.
*
Beni, Üniversiteli yedek subayı,
---Kore'de harcadınız, Adnan Bey.
Elleriniz itti beni ölüme,
---vıcık vıcık terli, tombul elleriniz.
Gözleriniz şöyle bir baktı arkamdan
ve ben al kan içinde ölürken
---çığlığımı duymamanız için
----kaçırdı sizi bacaklarınız arabanıza bindirip.
Ama ben peşinizdeyim, Adnan Bey,
ölüler otomobilden hızlı gider,
kör gözlerim,
---kopuk ellerim,
-----kesik bacaklarımla peşinizdeyim.
Diyetimi istiyorum, Adnan Bey,
göze göz,
ele el,
bacağa bacak,
diyetimi istiyorum,
alacağım da.
*
25 Haziran 1959 (Sayfa: 10-11)


***
*
Sen benim sarhoşluğumsun
ne ayıldım
---ne ayılabilirim
-----ne de ayılmak isterim
başım ağır
---dizlerim parçalanmış
-----üstüm başım çamur içinde
yanıp sönen ışığına düşe kalka giderim.
*
10 Temmuz 1959 (Sayfa: 15)
*
Gazete Fotoğrafları Üstüne


1
*
Kara Yara
*
Birinci sayfada yatıyor iki sütun üstüne
---iki çıplak yavrucuk,
birinci sayfada iki sütun üstüne
---bir avuç kemik deri.
Delinmiş patlamış etleri.
Biri Diyarbakırlı, Erganili biri.
Kolları bacakları kargacık burgacık,
kafaları kocaman,
ağızları korkunç bir haykırışla açık,
birinci sayfada taşla ezilmiş iki kurbağacık.
İki kurbağacık
kara yaralı iki yavrum benim.
Yılda kim bilir kaç bininiz
acı suya bile doymadan gelip gidiyor...
Ve müsteşar bey:
(Kara Yaraya tutulası)
"Endişeye mahal yok," diyor.
*
3 Ağustos 1959 (Sayfa: 22)
*
2
*
Emniyet Müdürü
*
Güneş bir yara gibi açılmış gökte
---akıyor kanı.
Uçak alanı.
Karşılayıcılar, eller göbekte:
coplar, cipler,
hapisane duvarları, karakollar
ve darağaçlarında sallanan ipler
ve siviller göze görünmez
ve bir çocuk işkenceye dayanamadı
---attı kendini Emniyet'te üçüncü kattan.
Ve işte Emniyet Müdürü bey
---uçaktan iniyorlar
--Amerika'dan dönüyorlar
---mesleki tetkikattan.
*
İncelediler uyku uyutmamak usullerini
ve memnun kaldılar pek
hayalara bağlanan elektrottan
ve bizdeki tabutlukların üstüne bir de konferans vererek
açıkladılar faydalarını
koltuk altlarına kaynar yumurta koymanın,
boyun derisini kibritle ince ince yakıp soymanın.
*
Emniyet Müdürü bey uçaktan iniyorlar
Amerika'dan dönüyorlar
ve coplar cipler
ve darağaçlarında sallanan ipler
üstat döndü diye seviniyorlar.
*
1959 (Sayfa: 23)
*
3
*
Adnan Bey
*
Türküler söylendikçe Türk diliyle
Seni seviyorum gülüm, dendikçe Türk diliyle
Türk diliyle gülünüp
Türk diliyle ağıtlar yakıldıkça, Adnan Bey,
---ben anılacağım,
---anılacak Türk diliyle size sövüşüm.
Tarlalarımıza girmiş değil sizin gibisi yaban domuzunun.
Şehrimiz görmüş değil yangının sizden kanlısını.
Bir adınız var, Adnan Bey, adımıza benzeyen.
Dilimiz kuruyor dilimizi konuştuğunuz için.
Bitten, açlıktan, sıtmadan betersiniz.
Yüz Türkiye olsa
---elinizden de gelse
----yüzünü de zincire vurur
-------yüz kere satarsınız.
Milletimin en talihsiz gecesi
---ana rahmine düştüğünüz gecedir.
*
1959 (Sayfa: 24)
*
4
*
Ahmet Emin Yalman
*
Selânikli Osman Efendi
keskin muhasebecilerdendi
ama o da yanıldı ömründe bir kere
yanlış bir tohum atıp rahm-i madere.
Bu tohum dünyaya çıkıp insan biçimini aldıysa da,
boyu bir karış kaldıysa da,
öyle haltlar yedi, öyle işler karıştırdı ki
sövdüler kabrinde bile babası Osman Efendiye.
Osman Efendi, Ahmet Emin adını takmıştı tohumuna,
Ahmet Emin, Yalman'lığı kattı buna
ve Ahmet Emin Yalman
önce Alaman oldu sonra Amerikan.
Ona göre her devirde, her zaman
satılacak bir gazeteydi "Vatan"
ve hazret sattı vatanı.
Hapse atacaklarmış Ahmet Emin Yalman'ı
Amerikana yaranmaktaki rekabet yüzünden.
Hapisteki hırsızlara acıyorum ben,
ahlâkları bozulacak
Emin Beyle aynı damda yaşayarak...
*
1959 (Sayfa: 25)
*
5
*
Refik Koraltan
*
«Tekstilde umutsuz durum.
Bir işsiz kezzap içti.
Bir milyon çocuk okuldan mahrum.
Kara yara Mardin'e geçti.
Grev yapan işçiler yakalandı.
Köylü, çiftliklerinin ekinini yakıyor...»
Bir gazete sayfasında
---başlıkların arasından bakıyor başkan
-----başkan Refik Bey,
-------bel bel bakıyor.
Büyük Millet Meclisi'nin sahibi
gösteriyor suratını milletime
bilmem neyini gösteren bir deli gibi.
*
Biliyoruz,
odur küçük dağları
ve dağların doğurduğu fareleri yaratan
ve Debreli Hasan gibi martini atan.
*
Biliyoruz,
tutmuş elinden Amerikan:
Yürü ya Refik kulum, demiş
ve Refik Bey yürümüş,
göbeği kendinden bir karış önde,
diz kapaklarına kadar kana batarak,
millî şerefimizin kemikleri üstünde.
Biliyoruz, biliyoruz,
bu vatanın anasını ağlatan
bir İsmet, bir Adnan, bir de Koraltan.
*
1959 (Sayfa: 26)
*
6
*
Korku
*
Korkuyor Adnan Menderes
ölülerden korkuyor.
Kore dağlarından geliyor kimi
apaçık gözleri dumanlı
kaytan bıyıkları kanlı
yaşları yirmi.
*
Korkuyor Adnan Menderes
ölülerden korkuyor
hele çocuk ölülerinden.
Karınları davul gibi, boyunları çöpten ince,
kırıyorlar Adnan Bey'in mutfak camlarını
her gece mezarlarından çıkınca...
*
Korkuyor Adnan Menderes
dirilerden korkuyor
hele çarıklılardan
hele kasketlilerden.
Kasketliler hayını bağışlamayı bilmez.
*
Korkuyor Adnan Menderes
kocaman yanakları
sarkıyor yağlı, sarı.
Korkuyor Adnan Menderes
üç saata indi uykusu.
Korkuyor Adnan Menderes
hiçbir korkuya benzemez
halkını satanın korkusu.
*
1959 (Sayfa: 27)
*
Şehitler


Şehitler, Kuvâyi Milliye şehitleri,
-----mezardan çıkmanın vaktidir.!
Şehitler, Kuvâyi Milliye şehitleri,
-----Sakarya'da, İnönü'nde, Afyon'dakiler
-----Dumlupınar'dakiler de elbet
-----ve de Aydın'da, Antep'te vurulup düşenler,
siz toprak altında ulu köklerimizsiniz
-----yatarsınız al kanlar içinde.
Şehitler, Kuvâyi Milliye şehitleri,
-----siz toprak altında derin uykudayken
--------düşmanı çağırdılar,
-----------satıldık, uyanın.!
Biz toprak üstünde derin uykulardayız,
-----kalkıp uyandırın bizi.!
-------uyandırın bizi.!
Şehitler, Kuvâyi Milliye şehitleri,
-----mezardan çıkmanın vaktidir.!
*
1959 (Sayfa: 28)

Fotoğrafın iyileştirilmesi: Enver Gezmiş

DÖRTLÜK
*
Yeryüzüne tohum gibi saçmışım ölülerimi,
kimi Odesa'da yatar, kimi İstanbul'da, Prağ'da kimi.
En sevdiğim memleket yeryüzüdür.
Sıram gelince yeryüzüyle örtün üzerimi.
*
16 Ağustos 1959 (Sayfa: 32)
*
***
*
Aya gidilecek
-----daha da ötelere,
teleskopların bile görmediği yere.
Ama bizim dünyada ne zaman kimse aç
------kalmayacak,
------korkmayacak kimse kimseden,
------emretmeyecek kimse kimseye,
------yermeyecek kimse kimseyi,
umudunu çalmayacak kimse kimsenin.?
*
İşte ben komünistim bu soruya karşılık
-----verdiğim için.
*
26 Ağustos 1959 (Sayfa: 34)
*
***
*
Ak bir karanfil gibi çatlayıp da çekirdek
atom bahçelerine yürüyünce aydınlık,
yalnız meraklıları değil, bütün insanlık
---şiirin aynasında kendini seyredecek.
*
Aralık 1959 (Sayfa: 35)


***
*
Kırdılar tazecik yeşil dallarımızı
Kırdılar kitap tutan ellerimizi
Kanına girdiler çocuklarımızın.
*
1960, Nisan (Sayfa: 49)


BEYAZIT MEYDANI'NDAKİ ÖLÜ
*
Bir ölü yatıyor
-----on dokuz yaşında bir delikanlı
-----gündüzleri güneşte
-----geceleri yıldızların altında
-----İstanbul'da, Beyazıt Meydanı'nda.
*
Bir ölü yatıyor
-----ders kitabı bir elinde
-----bir elinde başlamadan biten rüyası
-----bin dokuz yüz altmış yılı Nisanında
-----İstanbul`da, Beyazıt Meydanı'nda.
*
Bir ölü yatıyor
-----vurdular
-----kurşun yarası
-----kızıl karanfil gibi açmış alnında
-----İstanbul`da, Beyazıt Meydanı'nda.
*
Bir ölü yatacak
-----toprağa şıp şıp damlayacak kanı
-----silâhlı milletim hürriyet türküleriyle gelip
----------zaptedene kadar
---------------büyük meydanı.
*
Mayıs, 1960 (Sayfa: 51)



Vera'nın Uykudan Uyanışı
*
İskemleler ayakta uyuyor
---masa da öyle
serilmiş yatıyor sırtüstü kilim
---yummuş nakışlarını
ayna uyuyor
pencerelerin sımsıkı kapalı gözleri
uyuyor sarkıtmış boşluğa bacaklarını balkon
karşı damda bacalar uyuyor
---kaldırımda akasyalar da öyle
bulut uyuyor
---göğsünde yıldızıyla
evin içinde dışında uykuda aydınlık
uyandın gülüm
iskemleler uyandı
---köşeden köşeye koşuştular
------masa da öyle
doğrulup oturdu kilim
---nakışları açıldı katmer katmer
ayna seher vakti gölü gibi uyandı
açtı kocaman mavi gözlerini pencereler
uyandı balkon
---toparladı bacaklarını boşluktan
tüttü karşı damda bacalar
kaldırımda akasyalar ötüştü
bulut uyandı
---attı göğsündeki yıldızı odamıza
evin içinde dışında uyandı aydınlık
---doldu saçlarına senin
---dolandı çıplak beline ak ayaklarına senin.
*
Mayıs 1960, Moskova (Sayfa: 52)
*
***
*
Seviyorum seni ekmeği tuza banıp yer gibi
geceleyin ateşler içinde uyanarak
---ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi,
ağır posta paketini, neyin nesi belirsiz,
---telâşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi,
seviyorum seni denizi uçakla ilk defa geçer gibi.
İstanbul'da yumuşacık kararırken ortalık
---içimde kımıldanan bir şeyler gibi,
seviyorum seni ''Yaşıyoruz çok şükür.!'' der gibi.
*
27 Ağustos 1960 (Sayfa: 56)


***
*
Her günüm mis gibi dünya kokan bir kavun dilimi
-----senin sayende.
Bütün yemişler elime güneştenmişim gibi uzanıyor
-----senin sayende.
Senin sayende yalnız umutlardan alıyorum balımı.
Yüreğimin çalışı senin sayende.
En yalnız akşamlarım bile duvarında gülen bir Anadolu kilimi
-----senin sayende.
Şehrime ulaşmadan bitirirken yolumu
-----bir gül bahçesinde dinlendim senin sayende
Senin sayende, içeri sokmuyorum
-----en yumuşak urbalarını giyip
büyük rahatlığa çağıran türküleriyle kapımı çalan ölümü.
*
29 Ağustos 1960 (Sayfa: 56)


***
*
Şu karşıki ışıklara iner bu asfalt.
İnekler üçer üçer yüklenmiş kamyonlara,
sallanıyor başları ağır, rahat.
Şu karşıki ışıklara iner bu asfalt.
*
İnekler üçer üçer yüklenmiş kamyonlara,
karası, alacası, sarısı.
Hiç kimse anlatamaz onlara:
mezbahaya gidiliyor gece yarısı.
*
Şu karşıki ışıklara iner bu asfalt.
İnekler üçer üçer yüklenmiş kamyonlara,
sallanıyor başları, ağır, rahat.
*
1 Eylül 1960 (Sayfa: 57)


***
*
Uyandım bu sabah da
ve yürüdü üstüme doğru karmakarışık:
duvar, battaniye, cam ve plastik ve tahta
ve tavana vuran kararmış gümüşten ışık.
*
Ve yürüdü üstüme bir tıramvay bileti
ve düşümün bu yana düşüp sönen yarısı
ve otel odası denen düşman memleketi,
bir şiirden üç satır ve bir saman sarısı.
*
Yürüdü üstüme doğru ak alnıyla zaman
ve anılar yağmurlu ve boşluğun yatakta
ve haber ikimizden ve ayrılığımızdan.
Uyandım bu sabah da.
*
6 Eylül 1960 (Sayfa: 58)


***
*
İnsanların türküleri kendilerinden güzel,
-----kendilerinden umutlu,
-----kendilerinden kederli,
-----daha uzun ömürlü kendilerinden.
Sevdim insanlardan çok türkülerini.
İnsansız yaşayabildim
-----türküsüz hiçbir zaman.
Hiçbir zaman beni aldatmadı türküler de.
*
Türküleri anladım hangi dilde söylenirse söylensin.
*
Bu dünyada yiyip içtiklerimin,
-----gezip tozduklarımın,
-----görüp işittiklerimin,
-----dokunduklarımın, anladıklarımın
-----hiçbiri, hiçbiri,
-----beni bahtiyar etmedi türküler kadar...
*
20 Eylül 1960 (Sayfa: 61)


KOSMOSUN KARDEŞLİĞİ ADINA
*
Kosmosda bizden başka düşünen var mı
var
bize benzer mi
bilmiyorum
belki bizden güzeldir
bizona benzer meselâ ama çayırdan nazik
belki de akarsuyun şavkına benzer
belki çirkindir bizden
karıncaya benzer mesalâ ama tıraktörden iri
belki de kapı gıcırtısına benzer
belki ne güzeldir bizden ne de çirkin
belki tıpatıp bize benzer
ve yıldızlardan birinde
-----hangisinde bilmiyorum
yıldızlardan birinde konuşacak elçimiz
-----hangi dilde bilmiyorum
yıldızlardan birinde konuşacak elçimiz onunla
Tovariş diyecek
söze bu sözle başlayacak biliyorum
Tovariş diyecek
ne üs kurmağa geldim yıldızına
-----ne petrol ne yemiş imtiyazı istemeğe
Kola-kola satacak da değilim
selâmlamaya geldim seni yeryüzü umutları adına,
bedava ekmek ve bedava karanfil adına
mutlu emeklerle mutlu dinlenmeler adına
"Yârin yanağından gayrı her yerde her şeyde hep beraber"
-----diyebilmek adına
evlerin
-----yurtların
-------dünyaların
----------ve kosmosun kardeşliği adına
*
13 Nisan 1961, Paris (Sayfa: 67-68)


SAMAN SARISI I
*
------------------Vera Tulyakova'ya derin saygılarımla
*
I
*
Seher vaktı habersizce girdi gara ekspres
kar içindeydi
ben paltomun yakasını kaldırmış perondaydım
peronda benden başka da kimseler yoktu
durdu önümde yataklı vagonun pencerelerinden biri
perdesi aralıktı
genç bir kadın uyuyordu alacakaranlıkta alt ranzada
saçları saman sarısı kirpikleri mavi
kırmızı dolgun duduklarıysa şımarık ve somurtkandı
üst ranzada uyuyanı göremedim
habersizce usulcacık çıktı gardan ekspres
bilmiyorum nerden gelip nereye gittiğini
baktım arkasından
üst ranzada ben uyuyorum
-----Varşova'da Biristol Oteli'nde
yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığım yoktu
oysa karyolam tahtaydı dardı
genç bir kadın uyuyor başka bir karyolada
saçları saman sarısı kirpikleri mavi
ak boynu uzundu yuvarlaktı
yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığı yoktu
oysa karyolası tahtaydı dardı
vakıt hızla ilerliyordu yaklaşıyorduk gece yarılarına
yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığımız yoktu
oysa karyolalar tahtaydı dardı
iniyorum merdivenleri dördüncü kattan
asansör bozulmuş yine
aynaların içinde iniyorum merdivenleri
belki yirmi yaşımdayım belki yüz yaşımdayım
vakıt hızla ilerliyordu yaklaşıyorduk gece yarılarına
üçüncü katta bir kapının ötesinde bir kadın gülüyor sağ elimde
kederli bir gül açıldı ağır ağır
Kübalı bir balerinle karşılaştım ikinci katta karlı pencerelerde
taze esmer bir yalaza gibi geçti alnımın üzerinden
şair Nikolas Gilyen Havana'ya döndü çoktan
yıllarca Avrupa ve Asya otellerinin hollerinde oturup içtikti
yudum yudum şehirlerimizin hasretini
iki şey var ancak ölümle unutulur
anamızın yüzüyle şehrimizin yüzü
kapıcı uğurladı beni gocuğu geceye batık
yürüdüm buz gibi esen yelin ve neonların içinde yürüdüm
vakıt hızla ilerliyordu yaklaşıyordum gece yarılarına
çıktılar önüme ansızın
oraları gündüz gibi aydınlıktı ama onları benden başka gören
olmadı
bir mangaydılar
kısa konçlu çizmeleri pantolonları ceketleri
kolları kollarında gamalı haç işaretleri
elleri ellerinde otomatikleri vardı
omuzları miğferleri vardı ama başları yoktu
omuzlarıyla miğferlerinin arası boşluktu
hattâ yakaları boyunları vardı ama başları yoktu
ölümlerine ağlanmayan askerlerdendiler
yürüdük
korktukları hem de hayvanca korktukları belli
gözlerinden belli diyemem
başları yok ki gözleri olsun
korktukları hem de hayvanca korktukları belli
belli çizmelerinden
korku belli olur mu çizmelerden
oluyordu onlarınki
korkularından ateş etmeğe de başladılar artsız arasız
bütün yapılara bütün taşıt araçlarına bütün canlılara
her sese her kıvıltıya ateş ediyorlar
hattâ Şopen Sokağı'nda mavi balıklı bir afişe ateş ettiler
ama ne bir sıva parçası düşüyor ne bir cam kırılıyor
ve kurşun seslerini benden başka duyan yok
ölüler bir SS mangası da olsa ölüler öldüremez
ölüler dirilerek öldürür kurt olup elmanın içine girerek
ama korktukları hem de hayvanca korktukları belli
bu şehir öldürülmemiş miydi kendileri öldürülmeden önce
bu şehrin kemikleri birer birer kırılıp derisi yüzülmemiş miydi
derisinden kitap kabı yapılmamış mıydı yağından sabun
saçlarından sicim
ama işte duruyordu karşılarında gecenin ve buz gibi esen yelin
içinde sıcak bir fırancala gibi
vakıt hızla ilerliyordu yaklaşıyordum gece yarılarına
Belveder yolunda düşündüm Lehlileri
kahraman bir mazurka oynuyorlar tarihleri boyunca
Belveder yolunda düşündüm Lehlileri
bana ilk ve belki de son nişanımı bu sarayda verdiler
tören memuru açtı yaldızlı ak kapıyı
girdim büyük salona genç bir kadınla
saçları saman sarısı kirpikleri mavi
ortalıkta da ikimizden başka kimseler yoktu
bir de akvareller bir de incecik koltuklar kanapeler
bebekevlerindeki gibi
ve sen bundan dolayı
bir resimdin açık maviyle çizilmiş belki de bir taş bebektin
belki bir pırıltıydın düşümden damlamış sol mememin üstüne
uyuyordun alacakaranlıkta alt ranzada
ak boynun uzundu yuvarlaktı
yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığın yoktu
ve işte Kırakof şehrinde Kapris Barı
vakıt hızla ilerliyor gece yarılarına yaklaşıyoruz
ayrılık masanın üstündeydi kahve bardağınla limonatamın
arasında
onu oraya sen koydun
bir taş kuyunun dibindeki suydu
bakıyorum eğilip
bir koca kişi gülümsüyor bir buluta belli belirsiz
sesleniyorum
seni yitirmiş geri dönüyor sesimin yankıları
ayrılık masanın üstündeydi cıgara paketinde
gözlüklü garson getirdi onu ama sen ısmarladın
kıvrılan bir dumandı gözlerinin içinde senin
cıgaranın ucunda senin
ve hoşça kal demeğe hazır olan avucunda
ayrılık masanın üstünde dirseğini dayadığın yerdeydi
aklından geçenlerdeydi ayrılık
-----benden gizlediklerinde gizlemediklerinde
ayrılık rahatlığındaydı senin
-----senin güvenindeydi bana
büyük korkundaydı ayrılık
birdenbire kapın açılır gibi sevdalanmak birilerine ansızın
oysa beni seviyorsun ama bunun farkında değilsin
ayrılık bunu farketmeyişindeydi senin
ayrılık kurtulmuştu yerçekiminden ağırlığı yoktu tüy gibiydi
diyemem tüyün de ağırlığı var ayrılığın ağırlığı yoktu ama
kendisi vardı
vakıt hızla ilerliyor gece yarıları yaklaşıyor bize
yürüdük yıldızlara değen Ortaçağ duvarlarının karanlığında
vakıt hızla akıyordu geriye doğru
ayak seslerimizin yankıları sarı sıska köpekler gibi geliyordu
ardımızdan koşuyordu önümüze
Yegelon Üniversitesi'nde şeytan taşlara tırnaklarını batıra
batıra dolaşıyor
bozmağa çalışıyor Kopernik'in Araplardan kalma usturlabını
ve pazar yerinde bezzazlar çarşısının kemerleri altında
rok end rol oynuyor Katolik öğrencilerle
vakıt hızla ilerliyor gece yarılarına yaklaşıyoruz
vuruyor bulutlara kızıltısı Nova Huta'nın
orda köylerden gelen genç işçiler madenle birlikte
-----ruhlarını da alev alev döküyor yeni kalıplara
ve ruhların dökümü madenin dökümünden bin kere zordur
Meryem Ana kilisesinde çan kulesinde saat başlarını çalan
borazan gece yarısını çaldı.
Ortaçağdan gelen çığlığı yükseldi
-----şehre yaklaşan düşmanı verdi haber
ve sustu gırtlağına saplanan okla ansızın
borazan iç rahatlığıyla öldü
ve ben yaklaşan düşmanı görüp de haber veremeden
öldürülmenin acısını düşündüm
vakıt hızla ilerliyor gece yarıları ışıklarını yeni söndürmüş bir
vapur iskelesi gibi arkada kaldı
seher vaktı habersizce girdi gara ekspres
yağmurlar içindeydi Pırağ
Bir gölün dibinde gümüş kakma bir sandıktı
kapağını açtım
içinde genç bir kadın uyuyor camdan kuşların arasında
saçları saman sarısı kirpikleri mavi
yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığı yoktu
kapadım kapağı yükledim sandığı yük vagonuna
habersizce usulcacık çıktı gardan ekspres
baktım arkasından kollarım iki yanıma sarkık
yağmurlar içindeydi Pırağ
sen yoksun
uyuyorsun alacakaranlıkta alt ranzada
üst ranza bomboş
sen yoksun
yeryüzünün en güzel şehirlerinden biri boşaldı
içinden elini çektiğin bir eldiven gibi boşaldı
söndü artık seni görmeyen aynalar nasıl sönerse
yitirilmiş akşamlar gibi Vıltava suyu akıyor köprülerin altından
sokaklar bomboş
bütün pencerelerde perdeler inik
tıramvaylar bomboş geçiyor
-----biletçileri vatmanları bile yok
kahveler bomboş
-----lokantalar barlar da öyle
vitrinler bomboş
-----ne kumaş ne kıristal ne et ne şarap
-----ne bir kitap ne bir şekerleme kutusu
-----ne bir karanfil
şehri duman gibi saran bu yalnızlığın içinde bir koca kişi yalnızlıkta on kat
---artan ihtiyarlığın kederinden silkinmek için Lejyonerler Köprüsü'nden martılara ekmek atıyor
-----gereğinden genç yüreğinin kanına batırıp
-----her lokmayı
vakıtları yakalamak istiyorum
parmaklarımda kalıyor altın tozları hızlarının
yataklı vagonda bir kadın uyuyor alt ranzada
yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığı yoktu
saçları saman sarısı kirpikleri mavi
elleriyse gümüş şamdanlarda mumlardı
üst ranzada uyuyanı göremedim
ben değilim bir uyuyan varsa orda
belki de üst ranza boş
Moskova'ydı üst ranzadaki belki
duman basmış Leh toprağını
-----Birest'i de basmış
iki gündür uçaklar kalkıp inemiyor
ama tirenler gelip gidiyor bebekleri akmış gözlerin içinden
geçiyorlar
Berlin'den beri kompartımanda bir başımayım
karlı ovaların güneşiyle uyandım ertesi sabah
yemekli vagonda kefir denen bir çeşit ayran içtim
garson kız tanıdı beni
iki piyesimi seyretmiş Moskova'da
garda genç bir kadın beni karşıladı
beli karınca belinden ince
saçları saman sarısı kirpikleri mavi
tuttum elinden yürüdük
yürüdük güneşin altında karları çıtırdata çıtırdata
o yıl erken gelmişti bahar
o günler Çobanyıldızına haber uçurulan günlerdi
Moskova bahtiyardı bahtiyardım bahtiyardık
yitirdim seni ansızın Mayakovski Alanı'nda yitirdim ansızın
seni oysa
---ansızın değil çünkü önce yitirdim avucumda eli-
nin sıcaklığını senin
---sonra elinin yumuşak ağırlığını yitirdim avucumda sonra elini
ve ayrılık parmaklarımızın birbirine ilk değişinde başlamıştı
çoktan
ama yine de ansızın yitirdim seni
asfalt denizlerinde otomobilleri durdurup baktım içlerine yoksun
bulvarlar karlı
seninkiler yok ayak izleri arasında
botlu iskarpinli çoraplı çıplak senin ayak izlerini bir de tanırım
milisyonerlere sordum
görmediniz mi
eldivenlerini çıkarmışsa ellerini görmemek olmaz
elleri gümüş şamdanlarda mumlardır
milisyonerler büyük bir nezaketle karşılık veriyorlar
görmedik
İstanbul'da Sarayburnu akıntısını çıkıyor bir romorkör ardında üç mavna
gak gak ediyor da vak vak ediyor da martı kuşları
seslendim mavnalara Kızıl Meydan'dan romorkörün kaptanına
seslenemedim çünkü makinası öyle gümbürdüyordu ki sesimi duyamazdı yorgundu da kaptan ceketinin düğmeleri de kopuktu
seslendim mavnalara Kızıl Meydan'dan
görmedik
girdim giriyorum Moskova'nın bütün sokaklarında bütün kuyruklara ve yalnız kadınlara soruyorum
yün başörtülü güler yüzlü sabırlı sessiz kocakarılar
al yanaklı kopça burunlu tazeler şapkaları yeşil kadife
ve genç kızlar tertemiz sımsıkı gayetle de şık
belki korkunç kocakarılar bezgin tazeler şapşal kızlar da var ama onlardan bana ne
güzeli kadın milleti erkeklerden önce görür ve unutmaz
görmediniz mi
saçları saman sarısı kirpikleri mavi
kara paltosunun yakası ak ve sedef düğmeleri kocaman
Pırağ'da aldı
görmedik
vakıtlarla yarışıyorum bir onlar öne geçiyor bir ben
onlar öne geçince ufalan kırmızı ışıklarını görmez olacağım diye ödüm kopuyor
ben öne geçtim mi ışıldakları gölgemi düşürüyor yola gölgem koşuyor
---önümde gölgemi yitireceğim diye de bir telaştır alıyor beni
tiyatrolara konserlere sinemalara giriyorum
Bolşoy'a girmedim bu gece oynanan operayı sevmezsin
Kalamış'ta Balıkçının Meyhanesine girdim ve Sait Faik'le tatlı tatlı
---konuşuyorduk ben hapisten çıkalı bir ay olmuştu onun karaciğeri sancılar içindeydi ve dünya güzeldi
lokantalara giriyorum estırat orkestraları yani cazları ünlülerin
sırmalı kapıcılara bahşiş sever dalgın garsonlara
gardroptakilere ve bizim mahalle bekçisine soruyorum
görmedik
çaldı geceyarısını Stırasnoy Manastırı'nın saat kulesi
oysa manastır da kule de yıkıldı çoktan
yapılıyor şehrin en büyük sineması oralarda
oralarda on dokuz yaşıma rastladım
birbirimizi birde tanıdık
oysa birbirimizin yüzünü görmüşlüğümüz yoktu fotoğraflarımızı bile
ama yine de birbirimizi birde tanıdık şaşmadık el sıkışmak istedik
ama ellerimiz birbirine dokunamıyor aramızda kırk yıllık zaman duruyor
uçsuz bucaksız donmuş duruyor bir kuzey denizidir
ve Stırasnoy Alanı'na şimdi Puşkin Alanı kar yağmaya başladı
üşüyorum hele ellerim ayaklarım
oysa yün çoraplıyım da kunduralarımla eldivenlerim kürklü
çorapsız olan oydu bezle sarmış postallarında ayaklarını elleri
çıplak
ağzında ham bir elmanın tadı dünya
on dördünde bir kız memesi sertliği avuçlarındaki
gözünde türkülerin boyu kilometre kilometre ölümün boyu bir
karış
ve haberi yok başına geleceklerin hiçbirinden
onun başına gelecekleri bir ben biliyorum
çünkü inandım onun bütün inandıklarına
sevdim seveceği bütün kadınları
yazdım yazacağı bütün şiirleri
yattım yatacağı bütün hapislerde
geçtim geçeceği bütün şehirlerden
hastalandım bütün hastalıklarıyla
bütün uykularını uyudum gördüm göreceği bütün düşleri
bütün yitireceklerini yitirdim
saçları saman sarısı kirpikleri mavi
kara paltosunun yakası ak ve sedef düğmeleri koskocaman
görmedim (Sayfa: 69-78)


II
*
On dokuz yaşım Beyazıt Meydanın'dan geçiyor çıkıyor Kızıl Meydan'a
---Konkord'a iniyor Abidin'e rastlıyorum da meydanlardan konuşuyoruz.
evveli gün Gagarin en büyük meydanı dolaşıp döndü Titof da dolaşıp
---dönecek hem de on yedi buçuk kere dolanacak ama daha bundan
---haberim yok
meydanlarla yapılardan konuşuyoruz Abidin'le tavan arasındaki otel odamda
Sen ırmağı da akıyor Notr Dam'ın iki yanından
ben geceleyin penceremden bir ay dilimiymiş gibi görüyorum Sen ırmağını rıhtımında yıldızların
bir de genç bir kadın uyuyor tavan arasındaki odamda Paris damlarının bacalarına karışmış
yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığı yoktu
saman sarısı saçları bigudili mavi kirpikleriyse yüzünde bulut
çekirdekteki meydanla çekirdekteki yapıdan konuşuyoruz Abidin'le
meydanda fırdönen Celalettin'den konuşuyoruz
Abidin uçsuz bucaksız hızın renklerini döktürüyor
ben renkleri yemiş gibi yerim
ve Matis bir manavdır kosmos yemişleri satar
bizim Abidin de öyle Avni de Levni de
mikroskobun ve füze lumbuzlarının gördüğü yapılar meydanlar
renkler
---ve şairleri ressamları çalgıcıları onların
hamlenin resmini yapıyor Abidin yüz elliye altmışın meydanlığında
suda balıkları nasıl görüp suda balıkları nasıl avlayabilirsem öyle görüp
---öyle avlayabilirim kıvıl kıvıl akan vakıtları tuvalinde Abidin'in
Sen ırmağı da bir ay dilimi gibi
genç bir kadın uyuyor ay diliminin üstünde
onu kaç kere yitirip kaç kere buldum daha kaç kere yitirip kaç
kere bulacağım
işte böyle kızım düşürdüm ömrümün bir parçasını Sen ırmağına
---Sen Mişel Köprüsü'nden
ömrümün bir parçası Mösyö Düpon'un oltasına takılacak bir sabah çiselerken aydınlık
Mösyö Düpon çekip çıkaracak onu sudan Paris'in mavi suretiyle birlikte
---ve hiçbir şeye benzetemiyecek ömrümün bir parçasını ne balığa ne pabuç eskisine
atacak onu Mösyö Düpon gerisin geriye Paris'in suretiyle birlikte suret eski yerinde kalacak.
Sen ırmağıyla akacak ömrümün bir parçası büyük mezarlığına
ırmakların
damarlarımda akan kanın hışırtısıyla uyandım
parmaklarımın ağırlığı yok
parmaklarım ellerimle ayaklarımdan kopup havalanacaklar salına salına
---dönecekler başımın üstünde
sağım yok solum yok yukarım aşağım yok
Abidin'e söylemeli de resmini yapsın Beyazıt Meydanı'nda şehit düşenin
---ve Gagarin Yoldaşın ve daha adını sanını kaşını gözünü bilmediğimiz Titof Yoldaşın ve ondan sonrakilerin ve tavan arasında yatan genç kadının
Küba'dan döndüm bu sabah
Küba meydanında altı milyon kişi akı karası sarısı melezi ışıklı bir
---çekirdek dikiyor çekirdeklerin çekirdeğini güle oynaya
sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin
işin kolayına kaçmadan ama
gül yanaklı bebesini emziren melek yüzlü anneciğin resmini değil
ne de ak örtüde elmaların
ne de akvaryumda su kabarcıklarının arasında dolanan kırmızı balığınkini
sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin
1961 yazı ortalarında Küba'nın resmini yapabilir misin
çok şükür çok şükür bugünü de gördüm ölsem de gam yemem gayrının
---resmini yapabilir misin üstat
yazık yazık Havana'da bu sabah doğmak varmışın resmini yapabilir misin
bir el gördüm Havana'nın 150 kilometre doğusunda deniz kıyısına yakın
---bir duvarın üstünde bir el gördüm
ferah bir türküydü duvar
el okşuyordu duvarı
el altı aylıktı okşuyordu boynunu anasının
on yedi yaşındaydı el ve Mariya'nın memelerini okşuyordu avucu nasır
---nasırdı ve Karayip denizi kokuyordu
yirmi yaşındaydı el ve okşuyordu boynunu altı aylık oğlunun
yirmi beş yaşındaydı el ve okşamayı unutmuştu çoktan
otuz yaşındaydı el ve Havana'nın 150 kilometre doğusunda deniz
---kıyısında bir duvarın üstünde gördüm onu
okşuyordu duvarı
sen el yaparsın Abidin bizim ırgatların demircilerin ellerini
Kübalı balıkçı Nikolas'ın da elini yap karakalem
kooperatiften aldığı pırıl pırıl evinin duvarında okşamaya kavuşan ve
---okşamayı bir daha yitirmeyecek Kübalı balıkçı Nikolas'ın elini
kocaman bir el
deniz kaplumbağası bir el
ferah bir duvarı okşayabildiğine inanamayan bir el
artık bütün sevinçlere inanan bir el
güneşli denizli kutsal bir el
Fidel'in sözleri gibi bereketli topraklarda şekerkamışı hızıyla fışkırıp
---yeşerip ballanan umutların eli
1961'de Küba'da çok renkli çok serin ağaçlar gibi evler ve çok rahat evler
---gibi ağaçlar diken ellerden biri
çelik dökmeğe hazırlanan ellerden biri
mitralyözü türküleştiren türküleri mitralyözleştiren el
yalansız hürriyetin eli
Fidel'in sıktığı el
ömrünün ilk kurşunkalemiyle ömrünün ilk kâadına hürriyet sözcüğünü yazan el
hürriyet sözcüğünü söylerken sulanıyor ağızları Kübalıların balkutusu bir karpuzu kesiyorlarmış gibi
ve gözleri parlıyor erkeklerinin
ve kızlarının eziliyor içi dokununca dudakları hürriyet sözcüğüne
ve koca kişileri en tatlı anılarını çekip kuyudan yudum yudum
içiyor
mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin
hürriyet sözcüğünün resmini ama yalansızının
akşam oluyor Paris'te
Notr Dam turuncu bir lamba gibi yanıp söndü ve Paris'in bütün eski
---yeni taşları turuncu bir lamba gibi yanıp söndü
bizim zanaatları düşünüyorum şiirciliği resimciliği çalgıcılığı filân düşünüyorum ve anlıyorum ki
bir ulu ırmak akıyor insan eli ilk mağarayı ilk bizonu çizdiğinden beri
sonra bütün çaylar yeni balıkları yeni su otları yeni tatlarıyla dökülüyor
---onun içine ve kurumayan uçsuz bucaksız akan bir odur.
Paris'te bir kestane ağacı olacak
Paris'in ilk kestanesi Paris kestanelerinin atası
İstanbul'dan gelip yerleşmiş Paris'e Boğaz sırtlarından
hâlâ sağ mıdır bilmem sağsa iki yüz yaşında filân olmalı
gidip elini öpmek isterdim
varıp gölgesinde yatsak isterdim bu kitabın kâadını yapanlar yazısını
---dizenler nakışını basanlar bu kitabı dükkânında satanlar para verip alanlar alıp da seyredenler bir de Abidin bir de ben bir de bir saman sarısı, belâsı başımın.
*
Tiren, Varşova-Krakof-Pırağ-Moskova-Paris-Havana-Moskova, 1961 (Sayfa: 78-82)


HAVANA RÖPORTAJI I:
*
''Batista, kulluğundaydı Şehmeran’ın
*
şekerkamışı milyonerlerinin Yankisinin de yerlisinin de ve tütün ve
kahve milyonerlerinin Yankisinin de yerlisinin de ve tanklı uçaklı
elli binlik bir ordunun ve de yiğitleri hadım ettikten ve de gözlerini oyduktan sonra döve döve öldüren kışlaların ve önlerinde sırtüstü cesetler çürüyen karakol kapılarının ve her gece karakol duvarlarını
yırtıp dışarı fırlayarak sıcak karanlıklarda kanlı kuşlar gibi çırpınan çığlıkların ve Frankist papazların ve kumarhanelerin ve de eroin toptancılarının ve gangsterlerin Yankisinin de yerlisinin de ve
orospuların yalnız bir Havana’da on beş bin ve karaya vurmuş bir
köpek balığı gibi çürüyenin ve baygın ağır çiçek kokularıyla karışık
leş kokusunun genarali Batista tümü altı milyon nüfusunun dört
milyonu aç ve yüz bini verem ve Yankilere son on yılda bir milyar dolardan çok kâr getiren Küba’da Birleşik Amerika Devletleri
elçisinin Birleşik Amerika Devletleri kara hava ve deniz kuvvetinin
Birleşik Amerika Devletleri dolarının yıllardır kulluğundaydı
*
956’nın Kasımında Fidel de içlerinde 82 kişi Granma gemisinden denize indi
*
956’nın Kasımında Küba kıyılarına sokulan Granma gemisinden denize inip yarı bellerine kadar suya gömülü ve silahlarını başlarının
üstüne tutarak ve ansızın ve bir anda açılan top ve mitralyöz ateşi
altında karaya çıkıp ve karanlıkları polis köpekleri gibi koklayan
araştıran ışıldaklardan sakınarak ve sarıldınız teslim olun seslerini
ve iri kurbağaları çiğneyip bataklıklara ve şeker kamışı tarlalarına
dalarak ve palmiyelerle hindistancevizi ağaçlarının ardı sıra tepeleri tırmananlar Sierra dağında buluştu
*
Fidel de içlerinde 82’nin 12’si sağ kalmıştı
Fidel de içlerinde 12 kişiydiler 56’nın Kasımında
Fidel de içlerinde 150 kişiydiler Aralığında 56’nın
Fidel de içlerinde 500 kişiydiler Şubatında 57’nin
Fidel de içlerinde 1000 oldular 5000 oldular Fidel de içlerinde Fidel de içlerinde bir milyon yüz milyon bütün insanlık oldular yıktılar
Batista’yı 959’un Ocağında ve elli binlik orduyu ve şekerkamışı milyonerlerini yerlisini de Yankisini de ve tütün ve kahve
milyonerlerinin yerlisini de Yankisini de ve kışlaları ve önlerinde
cesetler çürüyen karakolları ve eroin toptancılarını ve kumarhane-
leri ve Birleşik Amerika Devletleri hava deniz ve kara kuvvetlerini
ve Birleşik Amerika Devletleri dolarını
*
ve Küba’nın havasında ağır çiçek kokularına karışık leş kokusu dağıldı
yani Birleşik Amerika Devletleri kokusu'' (Sayfa: 86-87)
*
III:
*
''meğerse ne kadar çok ne kadar da güzel ve de hemencecik söylenecek
sözleri varmış sosyalist devrim mimarlarının Küba'da işçilere köylülere aydınlara
ve nasıl da sıcağı serinliğe ve karanlığı aydınlığa çevirmesini biliyorlar
*
işçilere rastlıyorum
hiç kimse onlar gibi böylesine güvenle geçmedi sokaklarından Havana
Havana olalı beri
ve ben her gün biraz daha gencim Havana'da
her gün biraz daha yitiriyor ağzım dünyanın acılığını.''
*
1961 yılında Havana'da başlayıp Moskova'da bitirildi.
*
***
*
hoş geldin bebek
yaşama sırası sende
senin yolunu gözlüyor kuşpalazı boğmaca kara çiçek sıtma ince hastalık yürek enfarktı kanser filan
işsizlik açlık filan
tiren kazası otobüs kazası uçak kazası iş kazası yer depremi sel baskını kuraklık falan
kara sevda ayyaşlık filan
polis copu hapishane kapısı falan
senin yolunu gözlüyor atom bombası falan
hoş geldin bebek
yaşama sırası sende
senin yolunu gözlüyor sosyalizm komünizm filan.
*
10 Eylül 1961, Laypzig (Sayfa: 101)
*
HÜRRİYET KAVGASI
*
Yine kitapları, türküleri, bayraklarıyla geldiler,
dalga dalga aydınlık oldular,
yürüdüler karanlığın üstüne.
Meydanları zaptettiler yine.
*
Beyazıt'ta şehit düşen
silkinip kalktı kabrinden,
ve elinde bir güneş gibi taşıyıp yarasını
yıktı Şahmeran'ın mağarasını.
*
Daha gün o gün değil, derlenip dürülmesin bayraklar.
Dinleyin, duyduğunuz çakalların ulumasıdır.
Safları sıklaştırın çocuklar,
bu kavga faşizme karşı, bu kavga hürriyet kavgasıdır.
*
1962 (Sayfa: 110)
*
TARUSA YOLU:
*
''neden sancılar eksik olmaz iyi insanların yüreğinden''
*
12 Mayıs 962, Tarusa Yolu (Sayfa: 131)
*
***
*
Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne
allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar
oynasınlar türküler söyliyerek yıldızların arasında
dünyayı çocuklara verelim
kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi
hiç değilse bir günlüğüne doysunlar
bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı
çocuklar dünyayı alacak elimizden
ölümsüz ağaçlar dikecekler
*
21 Mayıs 962, Moskova (Sayfa: 133)
*
NEYİ BİLDİRİR SAYILAR
*
Sayılar bebelerin kundakları
sayılar tabutları şehirlerin
---öldürülmüş
-----öldürülebilecek olan
*
sayılar tohumlardır umudumuzun avucunda
*
sayılar yaklaşan bir şeyleri bildirir
sayılar bildirir uzaklaşan bir şeyleri
nedir yaklaşan bize
bizden uzaklaşan nedir
*
dünya savaşı: I
dünya savaşı: II
14'ten 18'e, 39'dan 45'e 10 yıl 54 milyon ölü
---49 milyon sakat
ölülerle sakatların memleketi
---103 milyon nüfuslu bir memleket
-----ve ayrıca öksüzleri delileri yanık taşlarıyla
ve gidenlerden biri evimizdendi
gitti dönmedi bir daha
19'unda mıydı 40'ında mı aklımda kalmamış
döndü iki gözü kör
gök gözlü müydü kara gözlü mü aklımda kalmamış
döndü dizkapağından kesik sol bacağı
döndü ve kapısını bulamadı evinin
14'ten 18'e, 39'dan 45'e 10 yıl 54 milyon ölü
---49 milyon sakat
*
yeryüzünde yuvarlak hesap ve şimdilik 2,5 milyarız
% 50'imiz aç
dişlerimiz dökülüyor
diş etlerimiz yara içinde
ölü derilerimiz çatlak
hele çocuklarımız
sallanan koca kafaları
kırış kırış yüzlerinde kederli iri gözleriyle
ve eğri büğrü incecik bacakları üstünde karınları davul gibi
yeryüzünde yuvarlak hesap ve şimdilik 2,5 milyarız
% 50'imiz aç
*
yıl 1962
62 yılında 2 avcı uçağını sofraya koysak
çevirsek ete ekmeğe şaraba salataya
40 milyon insan doyasıya yer içer
40 milyon kediye de artar ekmekten etten
kediler salata yemez şarap içmez
kedileri ben kattım ziyafete
*
balistik füzeleri filimlerde seyrettim
2 balistik füze yakıp kül eder 150 kitaplığı daha kurulmadan onlar
belki benim kitabım da vardır içinde
62 yılında bombardıman uçaklarını gördünüz mü
son modellerini
2 bombardıman uçağı 4 sağlık evini yükler yanına bombalarının
temeli daha atılmamış 4 sağlık evini koskoca pırıl pırıl
ve yatakları röntgenleri umutlarıyla
62'de atomlu atomsuz silâhlanma yarışı 120 milyar dolar yılda
*
10 yılda 1200 milyar
yıldızların sayısına yakın mı bilmem
1200 milyar
yahut 150 milyon yapılmamış ev
yapılabilecek ama yapılmamış ev
150 milyon ev hayaleti
5 odalı akarsulu elektrikli banyolu
kapıları merdivenleri pencereleri 150 milyon evin
güneş doğarken camları
gölgeleri akşamüstü
balkonları ayışığında
*
ayının ini var
sümüklü böceğin kabuğu
bizimse bu işte hâlimiz ortada
*
bir adam tanırım
iki elli iki ayaklı
kaytan kara bıyıklı
otuzuna bastı bu yıl
iki oğlundan biri yedisinde öbürü altı aylık
anası karısı kaynatası
ve bir fotoğraf askerlikte çekilmiş ya kendinin ya rahmetli babasının ya kaynatasının
ve bir leğen
ve bir göz oda
150 milyon ev
bu evlerden bir teki
odaları kapıları akarsuyu ve yemek masası bu evin
62'de atomlu atomsuz silâhlanma yarışı 120 milyar dolar yılda
10 yılda 1200 milyar dolar
yahut 150 milyon yapılmamış ev
yapılabilecek ama yapılamamış
tanıdığım adamınki de içinde
balkonunda ayışığı
*
62'de atomlu atomsuz silâhlanma yarışı 120 milyar dolar yılda
yahut yuvarlak hesap 1 milyar ölü adayı
ve ölüme hazır en azdan yarısı bütün toprakların yarısı bütün ağaçların balıkların bütün yağmurların ve ana rahmine düşenlerin en azdan yarısı ölüme hazır
*
tepeden tırnağa silâhsızlansak
63'de mi olur 65'te mi artık
atomlu atomsuz silâhsızlansak bütün iklimlerde
ve insanca işlesek yeryüzü nimetlerini
çoğaltsak onları ¼
kazırdık açlığın kökünü üç ayda
dişlerimiz dökülmez olur
kanamaz dişetlerimiz
hele çocuklarımız
keder silinir gözlerinden
---eğri büğrü bacakları doğrulur
-----iner şiş karınları
*
neyi bildirir sayılar
neyi bildirmeli
yaklaşan nedir bize
uzaklaşan nedir bizden.
*
17 Haziran 962, Moskova (Sayfa: 144-147)
*
ALTINCI MEKTUP:
*
''Okyanuslar büyük sevdalar gibidir Tulyakova
-----seyredilmeğe gelmez,
-----Okyanus yaşanılır.'' (Sayfa: 169)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...