ÖNSÖZ, Giovanni Scognamillo
*
Bir tarih kitabını yazmak -ister bir çağın, bir ulusun ister bir sanatın tarihi olsun- sadece o çağın, ulusun ya da sanatın önde gelen, değer taşıyan, örnek teşkil eden olaylar, kişiler ve yapıtlarını sıralamaktan ibaret değildir. Tarih, en geniş anlamıyla, çok daha karmaşık ve çoğunlukla da ''örnek'' teşkil etmekten uzak bir süreçtir. Tarih, belirli bir çağ, ulus ya da sanatın, belirli bir buluş ya da aracın tüm aşamalarını izleyen, yeniden yaşatan, olumlunun yanına olumsuzu, başarılının yanına başarısızı koyan, iyiyi ve kötüyü, doğruyu ve yanlışı bir araya getiren ve sadece bütün bu değişik ve çeşitli unsurların toplamından bir sonuç çıkarma sürecidir.
*
Tarihçi bir eleştirmen değildir, olmamalıdır. Tarihçi belgeleri toplayıp sıralayan, karşılaştırıp derleyen, değerlendirip yorumlayan kişidir. Asıl amacı bir durumun ''nasıl olması gerektiğini'' belirtmek değil, ''nasıl ve neden olduğunu'' açıklamaktır. Amacı ve görevi yargı vermek değil, belgeler, yapıtlar ve somut malzemelere dayanarak gerçekleri ortaya koyup bir dönemi aydınlatmaktır.
*
Herhangi bir şeyin tarihi gibi, ''Türk Sinema Tarihi''ni yazmak da hiç kolay bir uğraş değildir. Bunu en baştan belirtmemizin amacı, ileriki bölümlerde -hiç kuşkusuz- rastlanılacak eksiklik, aksaklık, hatta yanlışlıkları bağışlatmak değildir.
*
Nijat Özön'nün tüm araştırmalarına rağmen Türk sinemasının ilk yılları kesin olarak ortaya koyulamamıştır. Üzülerek belirtmeliyim ki sinema tarihi konusundaki çalışmalar, Türk sinemasının kaynaklarını ve ilk belgelerini koruma çabaları oldukça geç bir tarihte başlamıştır. Türkiye'de sinema konusunda yapılan tarihsel araştırmalar, çoğu kez kaynak ve belge açısından çeşitli zorluklarla karşılaşır. Nijat Özön'ün uzun ve kişisel bir çabanın ürünü olan araştırmalarını ayrı tutarsak, ne yazık ki elimizde Özön'den öncesinde Rakım Çalapala ve Nurullah Tilgen'in dar kapsamlı incelemeleri dışında pek bir şey yoktur. Sonradan yazılan her şeyin -bu çalışmamız da dahil olmak üzere- aslında sadece bu temellere dayanmakta oluşu üzücü bir gerçektir.
*
Bu çalışmamızda belgeselcilik, oyunculuk, sinema yazarlığı vb. konuları -her birini ayrı bir araştırma konusu saydığımızdan- ele almadık.
Yine aynı şekilde belirtmeliyim ki, elinizdeki bu kitap yer yer bir tür ''derleme'' niteliği taşımaktadır; sık sık başka yazarlara -gerek belirli bir dönemi büyük bir canlılık ve heyecanla yansıttıkları, gerekse tartışılmaz yorum ve değerlere vardıkları için- konuşma olanağını tanıdım.
*
Okur, sanırım, belki bir ''tarih'' kitabına -daha doğrusu ''geleneksel'' bir tarih kitabına- uymayan gereksiz sayılabilecek örneklerle karşılaşacaktır. Sözünü ettiğim filmler bazıları, hatta çoğu, bırakın tarihi, o günün izleyicileri ve eleştirmenleri tarafından bile değerlendirilmeye alınmamıştır. Ama yanlış bir atılım bile zamanla belirli bir dönemin, bir yılın havasını son derece etkileyici bir şekilde verebilir.
*
Kaldı ki, bu kitap salt bir sanat araştırması, bir Türk Sinema Tarihi tarihi değildir. Konumuz sanatsal yapıtları ve tecimsel ürünleri, yapıcı kişilikleri ve izleyici memurları, doğru ve yanlış adımları, krizleri ve başarılarıyla genel olarak Türk sinemasıdır. Asıl amacımız bu sinemayı ''görüntülemek''tir.
*
Bu çalışmamızın ilk bölümlerinde ele aldığımız Türk sinemasının ilk altmış üç yılı (1896-1959) bir hazırlık dönemini oluşturur: her ne kadar bu hazırlık dönemi içinde Türk sineması ''konuşmaya'', yani kendine özgü bir sinema dili oluşturmaya başlıyor olsa dahi. Buna rağmen, bir sonraki kırk yıl, bütün o malzeme bolluğu, uç davranış ve örnekleri, krizleri ve aşırılıklarıyla ülke sinemasının en zengin, en olgun, en araştırmacı, tartışmalı, karmaşık, inişli çıkışlı ve güncel bölümünü oluşturacaktır.
*
Türk sineması 1960'larla birlikte ''neyi'' ve ''nasıl'' anlatacağını çok daha dikkatli ve kendi olanakları içinde bilinçli bir şekilde saptayıp çalışmaya koyulmuştur. O yıllardan itibaren Türk sineması, toplumsal ve siyasal olaylara, krizlere, çalkantılara, hükümet değişikliklerine ve bunların getirdiği özgürlüklere -aslında daha çok sınırlamalara- daha duyarlı olmaya başlamış -ya da olmak zorunda kalmış- ve kaçınılmaz bir paralellikle her türlü kriz, umut, hatta sendikal olaylardan cinselliğe, 12 Eylül öncesinden feminizme kadar her türlü belirgin etkin ''moda'' veya ''akım'' beyazperdede dolaylı veya doğrudan yankısını bulacaktır.
*
Türkiye'de devlet ve ordu desteğiyle kurulup ilk adımlarını atmış olan sinema, tek partili dönem boyunca serbest ve özel sermayenin bir ürünü olarak herhangi bir resmi destek ya da hükümetlerin somut bir ilgisine sahip olmaksızın kendi çizgisinde yürümüştür.
*
Türk Sinema Tarihi'ni hazırlarken olayları, kişileri ve ürünleri ülkemizde ortaya çıkan çeşitli durumlara bağlama zorunluluğu duydum. Çok bilinen ve çok tekrarlanan bir gerçek vardır: Herhangi bir ülkenin sinemasını ülke sorunlarından ve gidişatından soyutlamak olanaksızdır.
*
Üzerinde durmak istediğim başka bir değerlendirme yöntemi de şudur: Genelde Türk sinemasından söz edildiğinde aslında bir Yeşilçam Sineması'ndan söz edilmektedir; son derece pratik, bir hayli kolay ve giderek yanıltıcı olabilen bu tanımlama, beraberinde bir kodifikasyon endişesini de getirmektedir. Ticari yapımları ve yapıları, klişeleşmiş koruları, anlatım tik'leri, sanatsal / deneysel / özgün / amatör yapıtları ve yaklaşımlarıyla birlikte her ülke sineması, tarihsel perspektif içinde bir bütündür. Birini öbüründen ayırmak, estetik kaygı ve çeşitleme için olsa bile çeşitli yanılgılara ve değer dengesizliklerine yol açabilmektedir.
*
Türk sinemasında dönem dönem yaşanan enflasyonist yaklaşımı, bunun doğurduğu furyaları, duraklamalı, kriz ve geçiş yıllarını, tüm bunların ortaya attığı çözüm şekillerini ucuz ya da olumsuz olarak eleştirmek son derece kolaydır. Ama bütün bunlar siyasal / toplumsal / ekonomik süreçlere yerleştirilip açıklanmadıkları sürece varılacak sonuçlar, getirilecek eleştiriler sağlam ve geçerli bir temele dayanmış sayılamaz. Kaldı ki -tekrarlamakta belki yarar vardır- tarihçiyle eleştirmeni birbirinden ayırmak gereklidir: Tarihçi, nesnel bir yaklaşım içinde olaylar, kişiler ve ürünlerle ilgilenir, çeşitli yorumlarda bulunur, ama yargılamak onun görevi değildir. Yargı ya da övgü, tarihsel süreç içinde olumlu ya da olumsuz olan, bu tür bir yaklaşım uygulandığında kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Olumsuz ve zararlı sayılanı yerip suçlamak daima kolaydır. Olumsuz ve zararlı sayılanın nedenlerini saptayıp temeline inmekse bambaşka ve çok daha uğraştırıcı bir yöntemdir. Örneğin başlangıçta umut veren ve beğeniyle karşılanan bir sanatçıyı, sonradan değişik bir çizgi seçtiği için yermek, onun yorgunluğundan ya da tükenmişliğinden söz etmek zaman içinde aceleye getirilmiş birtakım değerlendirmelere neden olacaktır.
*
Tarihçi, burun kıvırmamalıdır; genelde çizmek istediği panoramanın gerçek bütünlüğünü bozmamak için değer ya da önem taşımayan ya da taşır gibi görünmeyen şeyleri bile dikkate almak zorundadır, çünkü var olmuş ya da var olanları görmezlikten gelemez, gelmemelidir; çünkü tarih, bilindiği gibi, küçük olaylarla da oluşur. Tarihçi geçmiş olaylar, kişiler ve ürünlerle belirli bir uzaklıktan -bir tür zaman tünelinden- baktığında bazen acımasız, bazen de fazla anlayışlı ve hoşgörülü olur. En doğrusu ve uygunu, hiçbir uç noktaya kaçmadan gerçekçi, nesnel ve ölçülü bir yaklaşım sergilemektir. Eksiklerimize ve kusurlarımıza rağmen böyle bir noktaya yaklaşabilmişsek kendimizi görevi başarmış sayacağız.
*
Türk Sinema Tarihi'nin 1960-1986 dönemini noktaladığımda her şeye rağmen oldukça iyimser ve aynı ölçüde temkinliydim. ''Kriz'' sözcüğü o dönemde gündeme yerleşmişti ve her seferinde olduğu gibi çareler aranıyor, teklifler ve öneriler sunuluyor, çıkış kapıları zorlanıyordu. Daha sonra, kriz iyice yerleştiğinde her şey denendi: Devlet yardımları, ortak yapımlar, sponsor bulma çabaları, Eurimages gibi uluslararası kuruluşlar vb.
Hâlâ tam oturmamış durumdaki film endüstrimiz, eski kalıplar ve yapım uygulamalarına tamamen sırt çevirerek yeni ve zorunlu bir yapılanmaya giriyordu. Eskiden olduğu gibi tasarısını destekleyip finanse edecek bir yapımcı bulamayan yönetmenler kendi yapım evlerini kurdular ve kendi yapıtlarına dağıtımcı aradılar. Eski endüstri zinciri (yapım, dağıtım, gösterim) yok olurken Amerikan filmlerinin giderek artan egemenliği, sinema salonlarının yetersizliği, yapımcılık maliyetlerini kabartan enflasyon eskiye göre çok daha farklı durumlar ve çözüm arayışlarını da beraberinde getiriyordu.
*
Türk sineması ve onu yaratıp yaşatanlar birdenbire bağımsızlıklarına kavuşma şansıyla karşı karşıya geldiler. Klişeler ve kalıplaşmış türler beyazperdeden televizyon ekranlarına geçerken bunları yaratıp destekleyen ''piyasa'' tarihe karıştığında yenilik ve özgünlük şart oluyordu. Değişen koşullar, getirdikleri tüm sorun ve zorlamalara karşın farklı heyecanlar ve umutlar yarattılar. Değişen teknikler ve donanımlar her şeye rağmen daha aydın ve ülkesinin sorunlarına daha fazla eğilen bir sinema anlayışını getiriyordu.
*
Kalıpların kırıldığı, deneyler ve deneysel boyutların ön plana getirildiği kesindi, ama bu hareketin içinde kullanılan kuramların ve belirlenmiş kesin hedeflerin olmayışı yüzünden geçilmesi gereken yolun üzerindeki birçok engel aşılamamıştı. Sayısız iyi niyetli çabalar ve denemeler her defasında beklenilen sonuçları doğuramayacaktı; eskiden sinema salonlarını doldurup Türk sinemasını yaşatan izleyici kitlesiyle kopan bağların çoğu elbette yeniden kurulamadı, kurulamazdı da, üstelik yeni bir izleyici kuşağını oluşturmak uzun zaman alacaktı.
*
Son on bir yıl içinde -sürenin nispeten kısa olmasına rağmen- birçok değişiklik yaşandı ve yaratıldı. Bugün durum gerektiği kadar açık sayılamayacaksa da on yıl öncesine göre çok daha belirgindir. Bazı filmlerin rekor düzeydeki hasılatları -nedenlerini araştırmak koşuluyla- umutları yeşertiyor olsa bile sinema gibi riskli ve sürprizlere açık bir gösteride aşırı heyecan daima kendi tehlikelerini yaratır. Bugün, iyi niyetle, bir ''rönesans''tan, bir ''yeniden doğmak''tan söz ediliyor, ama bu sözcüğü kullanabilmek için henüz çok erkendir, çünkü bilindiği gibi istisnalar kural oluşturmaz.
*
Sorun ''Yeşilçam öldü, yaşasın yeni Türk sineması'' değildir. Sorun, yapılanma denildiğinde gerçekten yapıyı kurmak, desteklemek, kaynakların sürekliliğini sağlamak, ulusal bir sinemanın bütünü olan karakterini belirtmek, bunu yurt içinde ve dışında kabul ettirmektir.
*
Tarihsel bir boyut ve yaklaşım içinde bir yapıtın sağlıklı değerlendirilebilmesi için belirli bir sürenin geçmesi şarttır. Bugün ilgi çeken bir film zaman içinde kolayca ''out'' olabilir. Aynı şekilde bugün fazla ilgi uyandırmayan bir başka film, yıllar sonra bir klasik konumuna ulaşabilir. Kesin yargı ve övgüler, güncelliği dahilinde genelde gazete sayfalarında kalırlar. Tarihsel perspektifte kalıcılığa erişebilmek için daha ölçülü ve nesnel olmak gerekmektedir. Tarihçi eleştirmen değildir, anlık heyecanlar ve duygusal değerlendirmelere kapılmadan aktarmak ve sonuçlar çıkarmakla yetinmelidir. Sonuç çıkartmaksa sadece bilgi ve belgelere dayanmakla olasıdır. (Sayfa: 9-11)
*
*
*
BU KİTABA AİT DİĞER PAYLAŞIMLAR:
*