Çevirenin Önsözü:
*
''Robinson Crusoe, on sekizinci yüzyıl başı İngiliz düzyazısının gündelik yalın dile dayalı özelliklerini, açıklayıcı işlevini yansıtan ilk uzun soluklu düşsel anlatıdır. Geniş halk kitlelerine seslenen ilk romandır İngiliz dilinde. Defoe'nun roman türünün babası diye anılmasının başlıca nedeni de budur.''
*
''Robinson Crusoe'nun böylesine sevilmesinin, yayımlanışından bu yana bunca okur kuşağını büyülemesinin bir ikinci nedeni, bu yapıtın, bireyciliğin ilk haklı yüceltilişi olmasıdır. Bu yönüyle sürükler kişiyi, ıssız adaya düşmüş gemiciyle kendi arasından özdeşlik kurar okur. Rousseau'nun Robinson Crusoe'ya duyduğu büyük hayranlığın nedeni bu özelliktir. Bireyin yalnızlığından göğeren yeni bir yaratıcılığın, yeni bir tarih bilincinin, uygarlığın yeniden üretilmesinin, doğanın yeniden alt edilmesinin coşkusundan doğan özelliktir bu.''
*
''Görüldüğü gibi, özellikle ilk iki bölümüyle Robinson Crusoe, anlatı yazınının tarihinde, romantik bir ülkünün, ün ya da onur gibi değerlerin ardından koşmayan, bütün çabasıyla eylemi kendi nesnel güvenliği ile rahatlığını sağlamaya yönelik olan ilk gerçekçi kahramanın dile getirilişidir. Bu alanda Defoe'nun yapıtından önceki örneklerin büyük bir çoğunluğu, zenginlik, ün, mutluluk, adalet gibi soyut ülküler uğruna göze alınmış serüvenlerin öyküleridir. Üstelik bunların çoğu, soylulara, din çevrelerine, kısacası, klasik gelenekle eğitilmiş beğenilere seslenen, yüksek tabakalıların beklentilerini karşılamaya yönelik, alegorik öykülerdir. Robinson Crusoe ise herkese seslenir, kahramanı sıradan bir kişidir. Yapmacıksız nesnel anlatımı, sıradan gündelik ayrıntıları konu edinmesi ile her çağda, her bireyin yaşamında anlam geçerliliği kazanır.
Robinson'un umursamaz güçleriyle didişen elleri, taş yontar, odun keser, çömlek yapar, ekin biçerken, bireyin onurlu bağımsız yaratıcılığını, yeni bir varoluş savaşımının coşkusunu kökünden kanıtlar. Bu coşkunun titreşimleri Rousseau'dan geçerek Fransız Devrimi üzerinden yüzyılımıza uzanacaktır.
Robinson Crusoe değişik dillerde birçok okurun gözünde düpedüz bir çocuk öyküsü olagelmiş, bu yapıtın Türk okurunca alımlanışı da aşağı yukarı aynı çizgiyi izlemiştir. Ancak bu yapıt daha derin anlamını, Aydınlanma Çağı'nda, evrenin karşısına dikilen, geleneksel katılıkları kırmaya, dünyayı usun gücüyle değiştirmeye çalışan sıradan kişinin, ''herkes''in destanı olarak verir bize. Onu dünya dillerinde yazılmış en büyük birkaç yapıttan biri durumuna yücelten özellik budur.''
*
Akşit Göktürk (Sayfa: 7-14)
*
''..bir suçu işlemekten utanmazken, sonra duyulan pişmanlıktan utanmak; insanı sırılsıklam budala gösterecek bir davranışta bulunmaktan sıkılmazken, bilge gösterecek vazgeçişten sıkılmak gibi.'' (Sayfa: 33)
*
''..hor kullanılmış bir mutluluk, çoğunlukla en büyük yıkımlara yol açar." (Sayfa: 56)
*
''Apansız gelen sevinçler, acılar gibi, sarsar ilkin.'' (Sayfa: 64)
*
''..bu dünyadaki en kötü durumlardan edindiğimiz yaşantılara dayanarak şu kuralı benimsemeliyiz; insan, her kötü durumda, avunacak, iyi yönlerle kötü yönler hesabında defterin alacak bölümüne yazacak olumlu noktalar bulabilir.'' (Sayfa: 84)
*
''..hor kullanılmış bir mutluluk, çoğunlukla en büyük yıkımlara yol açar." (Sayfa: 56)
*
''Apansız gelen sevinçler, acılar gibi, sarsar ilkin.'' (Sayfa: 64)
*
''..bu dünyadaki en kötü durumlardan edindiğimiz yaşantılara dayanarak şu kuralı benimsemeliyiz; insan, her kötü durumda, avunacak, iyi yönlerle kötü yönler hesabında defterin alacak bölümüne yazacak olumlu noktalar bulabilir.'' (Sayfa: 84)
![]() |
Görsel Kaynağı: https://victorianweb.org/art/illustration/cassell/13.html |
''Bir sabah, gönlümde büyük bir üzüntüyle Kutsal Kitap'ı açtığımda şu sözlerle karşılaştım: ''Seni hiçbir zaman bırakmayacağım, unutmayacağım da.'' Hemen bu sözlerin benim için söylenmiş olduğunu düşündüm, yoksa tam Tanrı'nın unuttuğu ya da bıraktığı bir kimse gibi, durumuma ağıt tuttuğum bir anda bu sözler böyle karşıma çıkar mıydı.? ''Peki öyleyse'' dedim ''Tanrı beni unutmadıktan sonra, bütün dünya unutsa ne çıkar.? Dünyayı kazanıp da, öte yandan Tanrı'nın esirgeyişini, bağışını yitirmek, şimdiki durumumla oranlanamayacak ölçüde büyük bir zarar olmaz mıydı.?''..'' (Sayfa: 133)
![]() |
Görsel Kaynağı: https://victorianweb.org/art/illustration/cassell/23.html |
''..her şeyin özünü deneylerle öğrenmek, bana kesin bir doğrulukla dünyadaki bütün güzel şeylerin, bize gerekli olanından fazlasının hiçbir işimize yaramayacağını anlatmıştı; bu güzel şeylerden, gerçekte gene başkalarına bırakmak üzere, nice çok yığarsak yığalım, bizim yararlanabileceğimiz, ancak kendi kullanabileceğimizdir, fazlası değil.'' (Sayfa. 150)
![]() |
Görsel Kaynağı: https://learnenglish-new.com/easy-english-short-stories.../ |
''Biz böyleyiz işte. Tam tersi bir durumla karşılaşmadıkça, içinde bulunduğumuz durumun değerini hiçbir zaman anlayamayız; durumumuzun bize sağladığı yararları da ancak bunları yitirince görürüz.'' (Sayfa: 161)
![]() |
Görsel Kaynağı:https://wordsworth-editions.com/robinson-crusoe-2/ |
''..her yaratığa yiyeceğini veren doğa, o yiyecekten nasıl yararlanılacağını da doğal bir yolla öğretiyor..'' (Sayfa: 169)
![]() |
Görsel Kaynağı: https://victorianweb.org/.../cruikshank/crusoe/14.html |
''Korku içinde bulunan insanlar ne gülünç kararlar veriyor.! Korku, onları kurtuluş için aklın gösterdiği yollardan yararlanmaktan alıkoyuyor.'' (Sayfa: 181)
''..büyük bir ışığın, Tanrısal Ruh'un aydınlattığı yetilerimizle, Tanrı Sözü'nü tanımakla artan anlayışımızla birlikte, bütün bu güçlerimizi ne bayağı bir yolda kullandığımızı görerek çok üzülüyor, neden Tanrı böyle kurtarıcı bilgileri milyonlarca candan esirgiyor, oysa şu zavallı vahşiye bakarak vardığım sonuca göre, bunlar bu duygularla bilgileri bizden çok daha iyiye kullanabilirler diyordum.'' (Sayfa: 231)
''Canlarının böyle hiç umulmadık bir yolda kurtulmasından dolayı bu zavallı insanların sevinçlerini, gösterdikleri garip taşkınlıkları, aşırılıkları anlatmak, olacak şey değildir; korkuyu, acıyı anlatmak kolaydır, iç çekişler, gözyaşları, inlemeler, baş ile ellerin birkaç eylemi korkunun belirtileridir; ama aşırı bir sevinçte, apansız bir kıvançta bin türlü gariplik vardır; kimi ağlıyor, kimi en korkunç bir acıyla çarpılmış gibi kendinden geçmiş saçını başını yoluyor, kimi tıpkı deliler gibi kendi kendine saçmalıyor, kimi ayaklarını yere vurarak gemide öteye beriye koşuyor, kimi ellerini ovuşturuyor, kimi oynuyor, türküler söylüyor, kimi gülüyor, bağırıp çağırıyor, kimi bütünüyle uyuşmuş, tek söz bile etmeden öylece duruyor, kimi hastalanmış kusuyor, kimi bayılmış, kimi bayılmak üzere, pek azı da haç çıkararak Tanrı'ya şükrediyordu.
*
Belki uluslarının, Fransız ulusunun birtakım özelliklerinin de bunda bir payı vardı; çünkü Fransızların öteki uluslardan daha uçarı, daha tutkulu, daha oynak, ruhça ötekilerden daha taşkın oldukları bilinen bir şeydir. Onların bu davranışlarının nedenini açıklayabilecek ölçüde derin bir düşünür değilim; ama o güne dek böyle bir şey görmemiştim. Benim iyi vahşim Cuma'nın sandalda babasını bulduğu zaman gösterdiği coşku buna çok yakındı, adada denizcilerin elinden kurtardığım kaptanla iki arkadaşının sevinci de bu yolda bir şeydi; ama gerek Cuma'nın taşkınlığı gerekse daha önce görmüş olduğum taşkınlıklardan herhangi biri bunlarınki yanında hiç kalırdı.
Üstelik yukarda sözünü ettiğim türlü türlü davranışlar ayrı kişilerde göze çarpmıyor, tam tersine, bütün bu garip taşkınlıklar birbiri ardından aynı insanda görülüyordu. (..)
*
Aralarında biri yaşlı, biri genç iki papaz da vardı; işin garibi, yaşlı olan daha çok azıtmıştı. Gemimize ayak atıp da kurtulduğunu görür görmez ölü gibi yere yığılıverdi; en ufak bir canlılık belirtisi bile göstermiyordu; doktorumuz kendisini ayıltmak için gerekli ilaçları yaptı, yaşlı papazın ölmediğim-ne gemide ondan başka inanan da yoktu. (..)
*
Genç papaz ise büyük bir soğukkanlılıkla davranıyor, gerçekten ağırbaşlılığıyla herkese örnek oluyordu; gemiye ilk çıktığı zaman yüzükoyun yere kapanarak kurtuluşundan dolayı şükretmeye başladı. (..) (Sayfa: 354-356)