14 Temmuz 2021 Çarşamba

Jaroslav Haşek - Aslan Asker Şvayk, 1. CİLT (Çeviren: Zeyyat Özalpsan)

 

Arka Kapak:
*
Dünyanın belli başlı bütün dillerine çevrilen ve birçok ülkede oyunlaştırılarak sahneye de konan Aslan Asker Şvayk destansı bir romandır. Birinci Dünya Savaşı sonrası insanını simgeleyen yapıtın kahramanı Şvayk, doğup büyüdüğü topraklara olan özlemi ve acı çekenler karşısında derinden etkilenmesiyle halktan biridir. Şvayk sağduyusu ve kurnazlığıyla savaş sırasında aldığı emirleri öyle bir titizlikle yerine getirir ki, bu emirlerin saçmalığı kendiliğinden ortaya çıkar.
*****
*****
GİRİŞ
*
Büyük devirler, büyük insanlar yaratır. Napolyon'un şöhretinden yoksun kahramanlar vardır; yanlış anlaşılmış ve utangaç. Ama onların kişiliklerini inceleme, Makedonyalı Büyük İskender'in namını gölgede bırakabilir. Prag caddelerinde dolaşan bir adam görürsünüz. Üstü başı perişandır ve kendisi yeni zamanların tarihinde oynadığı rolün farkında bile değildir. Kendi yoluna gider utangaç. Kimseyi rahatsız etmez. Kimse de rahatsız etmez onu. Gazetecilerin, onunla bir röportaj yapmak, akıllarına bile gelmez. Eğer ona, adının ne olduğunu soracak olursanız, size son derece çekingen ve alçakgönüllülükle, ''Adım Şvayk,'' diye cevap verecektir.
Ve bu sessiz, sakin, üstü başı hırpani adam gerçekte, eski ve iyi asker Şvayk'tır. Avusturyalılar zamanında Böhmen Krallığı'nda onun adı düşmemiştir vatandaşların ağzından. Ve Aslan Asker Şvayk'ın şanı, Cumhuriyet devrinde de sararıp solmayacaktır.
Ben son derece severim cesur asker Şvayk'ı ve onun dünya savaşı süresince başına gelen maceraları yazıyorum. Hepinizin bu utangaç ve yanlış anlaşılmış kahramanı seveceğinizden eminim. Herostratos adındaki budala gibi, gazetelere ve okul kitaplarına geçebilmek için Efes'teki Tanrıça'nın mabedini yakmadı o.
Sanırım ki, bu kadarı da yeterlidir.
*
Jaroslav Haşek
*

BİRİNCİ KISIM, CEPHE GERİSİNDE:

*

''Yıllar öncesi toplanan bir askeri komisyonun, kesinlikle geri zekâlı olduğu gerekçesiyle askerlik görevinden affettiği ve o günden bu yana hayatını birtakım sokak köpeklerini çiftleştirerek, ortaya çıkan iğrenç yaratıkları safkan ve de cins hayvanlar olarak satan, şecerelerini de büyük bir ustalıkla kendisi sahte olarak tanzim eden Şvayk'a hizmetçisi:

- Şimdi de namı hesabımıza Ferdinand'ı temizlemişler, dedi.'' 
(Sayfa: 9)


Alay komutanı, Şvayk'ın burnunun dibine sokuldu.
- Şu anda ne düşündüğünü çok bilmek isterdim doğrusu, kobay oğlu kobay.
- Ben katiyen düşünmem doktor.
- Hay dinini imanını, ananı avradını.! diye bağırdı bir üye, kılıcını şakırdatarak. Bak hele sen. Katiyen düşünmezmiş. Peki neden düşünmüyorsun Siyam fili.?
- Düşünmem doktor. Çünkü, ordudaki askerlerin düşünmesi yasaktır. Bundan birkaç yıl evvel, doksan birinci alayda askerlik ederken yüzbaşımız, bize sık sık şöyle derdi: ''Bir asker asla düşünmeyecek. Üstü onun yerine düşünür. Bir asker düşünmeye başladı mı, o artık bir asker değil, Allahın belası bir sivildir. Aslında düşünmek iyi bir şey değildir..''
- Kes sesini, dedi komisyon başkanı. Çıldırmak üzereydi. Elimizde size ait bir rapor var. Bu herif, herkesin kendisini aptal sanacağına inandırıyor kendisini.. Sen aptal değilsin Şvayk. Akıllısın sen, zekisin, sen bir rezil, dolandırıcı, üçkağıtçı, sahtekârsın. Anladın mı.?
- Evet doktor.
- Sana, çeneni tut diye daha evvel emir vermedim mi.? İşittin mi ne dediğimi.?
- Evet doktor işittim. Dilimi tutmamı söylediniz.
- Allahım, sen bana sabır ver. O zaman tut çeneni. Emrediyorum sana. Susman gerektiğini gayet iyi biliyorsun.
- Evet doktor. Biliyorum. Susmam gerekiyor.
Subaylar birbirlerine bakıp, çavuşu çağırdılar.
- Bu herifi al, diye komisyon üyelerinden alay doktoru, Şvayk'ı işaret ederek söze başladı. İdareye götür ve orada bizden gelecek emirle raporu bekle. Domuz gibi sıhhatli ve bir değirmen kadar geveze. Üstlerine karşı maskaralık ediyor.. ve buraya sırf onu eğlendirmek için geldiğimiz kanısında. Üstelik savaşı da şaka ve eğlence sanıyor rezil.
Şvayk, çavuşla beraber idareye giderken, bahçede kendi kendine bir şarkı mırıldanmaya başladı.
*
Ben sanırdım talimi
Askerin eğlencesi
Ama sade bir hafta
Yahut en fazla iki
*
İdaredeki subay, Şvayk'a, onun gibi rezil deyyusların vurulması gerektiğini avaz avaz haykırırken, komisyon üyeleri de, koğuşta bir yaprak dökümüne başlamışlardı. Yetmiş hastadan sadece iki kişi kurtarabildi kendini. Birinin, bir el bombası bacağını götürmüştü. Öbüründe ise kemik çürümesi vardı.
Sadece bu ikisine, silah altına, denmemişti. Bütün diğerleri, hatta ölmek üzere olan üç veremli de savaşa yeterli bulundular. Eline böyle bir fırsat geçen alay doktoru bir nutuk atmaktan kendini alamadı. Konuşma genellikle değişik türde küfürlerden meydana geliyor ve herifin ne demek istediği pek anlaşılmıyordu. Bir kere hepsi köpoğlu köpek ve de bok soyuydular. Eğer Kayser için kahramanca çarpışacak olurlarsa, ancak o zaman insanların yaşadığı topluma dönebilirlerdi. Savaştan sonra afları düşünülebilirdi. Numara yapıp, askerden kaçmak istedikleri de unutulurdu belki. Ama o böyle bir şeye inanmıyordu. Tümünü birden bekleyen şey, yağlı ilmiklerdi. İşte o kadar.'' (Sayfa: 89-91)



''Dünyanın bütün ordularındaki papazlar, ekmeklerini yedikleri tarafın galip gelmesi için dua ederlerdi, aynı Tanrı'ya.'' (Sayfa: 147)
*****
*****
''- Bir şarapnel tepende patlayıp kelleni götürdüğü zaman, sen istediğin kadar umudunu kaybetme de, ne faydası olacağını gör bakalım. Bir sürü zevzekliğe inanmamızı istiyorlar. Bir sefer kilise üyesi olan mebuslardan biri bizleri ziyarete geldiği zaman, çektiği nutukta, Tanrı'nın barışçılığından, dünyamıza onun hükmettiğinden ve eğer O, savaş istemeyecek olursa, hep birlikte kardeşçe yaşayabileceğimiz söylemişti. Peki şu andaki durum ne.? Bütün kiliselerde silahın zaferi için dua edilip, Tanrı'dan savaşı idare eden, Genel Kurmay Başkanı gibi bahsediliyor. Yeteri kadar cenaze gördüm ben bu hastanede. Ayrıca, kesilen kol ve bacaklar da arabalar dolusu.'' (Sayfa: 182)
*****
*****
''Şvayk, bir yandan hayvanı okşarken, bir yandan da yumuşak bir sesle konuşuyordu:
''Bir zamanlar, albayın yanında oturan Foks adında bir köpekçik vardı. Hizmetçi kız her gün gezmeye götürürdü onu. Sonra bir bey gelip çaldı Foks'u. Derken efendim, Foks, orduda görevli bir teğmenin evinde soluğu aldı. İsmi Maks'tı artık.''
- Haydi Maks, yap bana bir raks.! Gördün mü bak rezil.! Eğer söz dinler, yaramazlık yapmazsan, seninle iyi arkadaş olacağız. Yoksa, savaş senin için hiç de kolay olmayacak.
Maks, Şvayk'ın kucağından atlayarak, zevkle koşmaya, yeni efendisinin etrafında dönmeye başladı. Akşam, teğmen kışladan döndüğü zaman, Maks'la Şvayk çok iyi arkadaş olmuşlardı.
Şvayk, Maks'a bakarak felsefe yaptı.
- Derin düşünecek olursan, aslında her asker de evinden çalınmıştır.'' (Sayfa: 235)
*

İKİNCİ KISIM, CEPHE YOLUNDA:

*
''Şvayk, bu yazıyı okuyup bitirdiği zaman, çavuş henüz geri dönmediğinden, nöbetçi odasındaki köylü erlerle konuşmaya başladı:
- Gerçekten çok güzel bir kahramanlık örneği. Bu şekilde ordumuzda sadece yeni koşum takımları bulunacak. Ama, ben Prag'da çıkan Praske Uredni Listi gazetesinde daha güzel bir kahramanlık hikâyesi okudum. Bir yıllık gönüllülerden, Dr. Josef  Vojen adında birinden bahsediyordu. Galiçya'da, Yedinci Sahra Avcı Alayı'nda görevliydi Dr. Josef. Süngü hücumuna kalktıkları zaman kafasına bir kurşun isabet ediyor ve ilk yardım istasyonuna götürdükleri vakit, bağırıp çağırıyor, onlara böyle bir çiziği sardırmam diye ve hemen birliğinin başına dönüyor. Fakat, bu sefer, patlayan bir bomba bacaklarını da alıp götürüyor. Gene geri götürmek istiyorlar ya, bırakan kim.? Hemen orada bulduğu bir sopayı alıp, düşmana karşı savunmaya başlıyor kendini. Patlayan bir bomba bu sefer sopayı tutan elini götürünce, hemen öbür eline aktarıyor sopayı. Eğer o anda tepesinde patlayan bir şarapnel adamın canını hepten almasa, sonunun nasıl olacağını ben de kestiremem doğrusu. Herhalde bu şekilde temizlenip yok olmasaydı, ona bir gümüş kahramanlık nişanı verirlerdi sanırım. Hatta kafası kopup yerde yuvarlanırken bile bağırıyormuş:
Öldürücü bir yara bile seni yere yıksa
Vazife kutsaldır, sakın kaçma.. diye.'' (Sayfa: 268)


''Her inkâr itirafları güçleştirir. Nasıl ki her itiraf da inkârı güçleştirirse.'' (Sayfa: 286)
*****
''Onun başını asıl derde sokan, paralı casusla çevre halkından muhbirler temin etmekti. Çevredeki halk çok dik kafalı olduğu için, böyle bir kimse temin edemeyen karakol komutanı en sonunda kurtuluş çaresini, bölgenin çobanı olan ''Pepik Hopp''da bulmuştu. Bu yaratık böyle çağrıldığını işitir işitmez, zıplardı olduğu yerde. Tabiatın ve insanların teptiği bu sakat adamcağız, yılda birkaç altına ve boğaz tokluğuna, Komün'ün hayvanlarına bakardı.
Çavuş onu çağırtıp karşısına aldı.
- Pepik, sen ihtiyar Prochazka'nın kim olduğunu biliyor musun.?
- Meee.
- Melemeyi bırak şimdi. Unutma ki, Majeste Kralımızı bu isimle çağırıyorlar. Kayser'in kim olduğunu biliyor musun.?
- Kayser, Kayser'dir.
- Aferin. Doğru cevap verdin Pepik. Şimdi beni dinle. Yemeğini almak için evden eve giderken, eğer birisinin Kayserimize, rezil, dümbük, kodoş gibi laflar ettiğini işitirsen, gelip hemen bana haber vereceksin. O zaman sana bir kadeh şnaps var. Eğer gene dolaşırken birinin savaşı kazanamayacağımızı söylediğini duyarsan, gene bana geleceksin, o zaman sana gene bir kadeh vereceğim. Yok eğer benden bir şey saklayacak olursan, o zaman işler değişir, seni kolundan tuttuğum gibi doğru, Pisek'e yollarım, Pepik. Hadi hopp.!
Pepik zıpladıktan sonra, kumandan adama iki kadeh içki verip, merkeze bir yazı yazarak, paralı bir muhbir tuttuğunu bildirdi.
Ertesi gün, karakola gelen kilisenin papazı, son derece gizli bir şekilde, köyün dışında Pepik'i gördüğünü ve kendisine şöyle dediğini açıkladı: ''Sayın efendimiz, jandarma kumandanı dün bana, Kayserimizin bir dümbük olduğunu ve savaşı kazanmamıza imkân olmadığını söyledi, meee hopp.!''
Papazla uzun süren bir konuşmadan ve açıklamadan sonra, kumandan Flanderka, hemn köyün çobanını tevkif ettirdi ve adamcağız, Prag'daki Hradçani zindanında, bozguncu konuşma yapmak, imparatora hakaret etmek, halkı isyana teşvik etmek ve daha bir sürü suçlardan on iki yıl kürek cezasına mahkûm oldu.
Pepik Hopp, mahkemede de aynı şekilde davrandı ve sorulan her soruya keçi gibi meleyerek cevap verdi. Mahkemenin sonunda ise, kararı dinledikten sonra, ''meee hopp'' deyip, bir de havaya sıçrayınca, kendisine fena halde kızan, mahkeme disiplin kurulu çobanı üç gün katıksız hücre hapsine mahkûm etti.
O günden sonra bir daha muhbir filan aranmadı. Merkeze yazdığı raporlarda, sadece uydurma bir isim vermekle yetindi ki, bu da onun gelirinin elli kron artmasına sebep olmuştu. Muhbir parasını da son meteliğine kadar ''Maçor Kedi'' meyhanesinde içerdi. Ancak, onuncu bardaktan sonra vicdanı burkulur, biranın tadı buruklaşır ve komşu masalardan daima aynı lafı duyardı.
- Jandarma kumandanının keyfi yok nedense bugün. Bir şeye mi canı sıkıldı acaba.?'' (Sayfa: 294-295)


''Kibir, daima düşüşten evvel gelir. Talih ve cam aynı kolaylıkla kırılır. İkaros bir zamanlar kendi kanatlarını yakmıştı. İnsanlar bir dev olmak isterler ama, aslında karıncadan iri değillerdir. İnsan hiçbir şeye güvenmemeli ve her şeye dikkat etmeli. Zira, şunu bilmek gerekir ki, her aşırı davranış muhakkak bir kötülük, bir aksilikle biter.'' (Sayfa: 325)
*****
*****
''- Uzun bir süreden beri Macaristan'a yollanacağımız biliniyordu zaten. Cepheye gidecek birlikler orada düzenlenecek, askerlere atış dersleri verilecek, keskin nişancı olmaları için talim yaptırılacak, Macarlarla boğuşulup hazırlıklar tamam olduktan sonra Karpatlar'a gönderileceğiz. Buradaki garnizona da Macarlar gelecek ve böylece ırk karışımı sağlanacak. İleri sürülen bir teoriye göre, ırkın dejenere olmasını önleyecek en iyi çare, başka milletlerden kızların ırzına geçmekmiş. Bu işi İsveçlilerle, İspanyollar otuz yıl savaşlarında, Fransızlar ise, Napolyon'un zamanında başarı ile tatbik ettiler. Şimdi ise Macarlar aynı şeyi Budejovice çevresinde yapmayı düşünüyorlar ama, buna pek ırza geçme hareketi demek doğru olmaz. Son derece basit bir değiş-tokuş bu. Çek askerleri Macar kızlarının koynuna girecekler, zavallı Çek kızları da bir Macar husarını ortak edecekler 
sıcacık yataklarına. Birkaç yüzyıl sonra da antropologlar, neden Malşe kıyılarındaki insanların, elmacık kemikleri çıkık Asya tipi kişiler olduğunu merak edecekler.'' (Sayfa: 351)
*****
*****
''- Yetmiş beşinci alayda bir yüzbaşı, alayın bütün parasını yedikten sonra, ordudan atılmıştı ama, bugün gene aynı alayda yüzbaşı. Ayrıca, bir çavuş tanırım, üniformaların kol ve paça kıvrımlarındaki kumaşları çalardı. Yirmi top kumaş yürüttü bu şekilde. Herife ne mi oldu diyorsunuz.? Ha ha ha.! Başçavuş oldu be.! Geçen gün de Sırbistan'da, bir askeri, konservesini bir defada yedi diye kurşuna dizmişler. Oysa, tam üç günde yemesi gerekirmiş fıkaranın.'' 
(Sayfa: 388-389)
*****
*****
''İnsan ne zaman bir dostundan ayrılsa, onu tekrar göreceğini umar.''
(Sayfa: 441)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...