13 Ekim 2023 Cuma

Nâzım Hikmet Ran - Nâzım ile Piraye (Mektuplar 1) (Derleyen: Memet Fuat)

 

''..hiç kimseden gizleyecek hiçbir şeyimiz olmadığı için: öyle ya, birbirimizi ne kadar sevdiğimizi, yetmiş yaşında ihtiyarlar olduğumuz zaman da bu sevginin aynı berraklık, aynı vefa, aynı temizlik ve derinlikle devam edeceğini, mütemadiyen maddi sıkıntı çektiğimizi, yediğimiz ekmeği büyük emek ve eziyet pahası elde edebildiğimizi, oğlumuzun hasta olduğunu, yani bütün saadet ve felaketlerimizi, bunların hiçbiri utanılacak şeyler olmadığı için, kimseden saklamaya, gizlemeye lüzum görmeyiz, hayatımız berrak bir su gibidir, onu merak edenler üstüne eğilirlerse dibini görebilirler. Uzun lafın kısası, beni mektuplarından, yüreğinin sesinden mahrum etme.''

*

Nâzım Hikmet (5.7.1946) (Sayfa: 7)

Fotoğraf: Nâzım Hikmet, sağlık nedenleriyle cezasını 6 ay erteletip, 1939 haziranında Erenköy’e geldiği günlerde, Memet Fuat’ la..

''Anneni daha sık görmeni istiyorum. Bak, bir daha tekrar edeyim, şahsen benim üstümde, iyi kötü bazı eserler verebildimse onların üstünde annenin selim zevkinin, dürüst aklının, pırıl pırıl karakterinin çok ama çok tesiri olmuştur. Sanat eserinin halisini sahtesinden ayırdetmekte onun kadar becerikli ikinci bir insana daha rastlamadım dersem inan. Bundan dolayı yazdığın her şeyi mutlaka ona oku. Hatta hikâye, şiir vesair tarzlarda yapmayı düşündüğün yenilikler varsa bunları ilkönce onunla münakaşa et. Şunu bil ki, o her hususta, yalnız sanatta değil, her hususta sana en doğru, en iyi ve en soyluyu gösterebilecek biricik insandır.''
*

(Cezaevinden Memet Fuat'a Mektuplar) (Sayfa: 9)


Nâzım ile Piraye 1930'da tanıştılar. ''Mor Menekşe, Aç Dostlar ve Altın Gözlü Çocuk'' Nâzım'ın Piraye için yazdığı ilk şiirdir. Ama bu tanışma hemen evliliğe yönelmedi. Piraye'nin ilk kocası Vedat Örfi'den, biri kız (Suzan), biri erkek (Memet), iki çocuğu vardı. İkinci kocasını yüreğiyle değil, aklıyla seçmek istiyor, birini dedelerine bırakmak zorunda kaldığı çocukları için kaygılanıyordu. Özlediği gösterişsiz, ama rahat bir hayat, bahçesinde ebruli hanımelleri açan küçük bir evdi. ''Mavi Gözlü Dev, Minnacık Kadın ve Hanımelleri'' ile ''Bir ayrılış Hikâyesi'' bu dönemdeki çekişmelerin ürünü şiirlerdir. ''Mavi Gözlü Dev''in, başına ters düşen son bölümü Nâzım ile Piraye evlenmeye karar verdikleri zaman yazılıp şiire sonradan eklenmiştir. (Sayfa: 10) * MOR MENEKŞE, AÇ DOSTLAR VE ALTIN GÖZLÜ ÇOCUK * Abe şair, bizim de bir çift sözümüz var «aşka dair». O meretten biz de çakarız biraz... * Deli çığlıklar atıp avaz avaz ---burnumun dibinden gelip geçti yaz -----sarı -------tahta vagonları ---------ter, tütün ve ot kokan ------------bir tiren gibi. * Halbuki ben ---istiyordum ki gelsin o -----kırmızı bakır bakracında bana -------sıcak süt getiren gibi... * Fakat neylersin ---yaz böyle gelmedi, -----yaz böyle gelmiyor, -------böyle gelmiyor, hay anasını... şey!.. * EEEEEEEEEY... ---kızım, annem, karım, kardeşim -----sen -------başında güneşler esen -------altın gözlü çocuk, ---------altın gözlü çocuğum benim; deli çığlıklar atıp avaz avaz burnumun dibinden gelip geçti de yaz, ben, bir demet mor menekşe olsun ---getiremedim -----sana.! * Ne haltedek, ---dostların karnı açtı -----kıydık menekşe parasına.! * 1930 (Sayfa: 11)


12 Haziran 1933
*
''Yavrum.!
Hele şükür birinci mektubunu aldım. Çok az yazıyı bu kadar üst üste, bu kadar severek, bu kadar içer gibi okumuşumdur.. Bir okudum, bir daha, bir daha.! Ne şirin, dağınıklığı ne candan, ne içli bir yazı yazışın varmış meğer senin.! Hani bana her gün mektubun gelse, bu ağır, bu bitmez tükenmez saatlarım kanat takacaklar, kuş gibi geçecekler.!''
*
(Bursa Cezaevinden..) Sayfa: 18


2 Temmuz 1933:
*
''Sana mektup yazarken öyle içli bir çocuk gibi oluyorum ki, mütemadiyen nazlanmak, sızlanmak istiyorum.!'' (Sayfa: 21)
*
5 Temmuz 1933:
*
Sevgili.!
İki mektubunu birden aldım. Hava yağmurluydu. Bacağım ağrıyor, canım sıkkındı. İki mektubun, senin iki elin gibi ellerimi tuttu, iki altın gözün gibi gözlerime baktı.. Şimdi öyle keyifli, öyle neşeliyim ki.. İşi mektubun sonuna bırakalım. Ellerin ellerimde, gözlerin gözlerimde konuşalım seninle. Ben harıl harıl İngilizceye çalışıyorum. Pek âlâ Almancaya da çalışabilirdim. Fakat sen İngilizce bilirsin ve ben senin bildiğin her dilden seninle konuşmak istiyorum. Hani bana mektup yazar da, Çince öğreniyorum, dersen, ben de burada hemen Çinceye başlayacağım. (..)
*
Hapisane müdürü geçen gün bana, ''Evli misiniz.?'' diye sordu. Ben de ''Nişanlıyım.!'' dedim.
Nişanlım benim.! Nişanlıcığım. Yüzüğünü kalbimde taşıdığım, kalbime geçirdiğim sevgili.! Sana öyle hasretim ki. Herkese ayrı ayrı selam. Seni, seni, seni ve Memet oğlumuzu doya doya kucaklarım.!
*
Nişanlın (Sayfa: 22)


5 Temmuz 1933
*
''Seninle beraber daha çok yerlere bakacağız nişanlım, yıldızlara, dost yüzlerine, Memedimizin gözlerine, güzel günlere, beraber, yan yana bakacağız..
Önümüzde dinç, kuvvetli, dolgun ve manalı bir hayat var daha. Gönlün kocalmasın nişanlım. Bak ben topal bacaklı, ihtiyar bir çınar ağacına benzeyen gövdemin içinde, her dem taze, her dem kuvvetli ve her dem senin ateşinle dolu, aşınmamış, pırıl pırıl bir yürek taşıyorum. Seni düşünürken ben gençleşiyorum. Bacağımın sızısı duruyor. Sen de beni düşünürken genç ol, kuvvetli ol.!
*
Ellerinden öperim
Anacığım Nişanlım (Sayfa: 23)


17 Eylül 1933, Pazar:
*
''Ayrılışımızın garip bir tadı kaldı damağımda, acı bir tat.. Yarı kalmış bir öpüşmeye benzer bir şey.! Seninle gırtlağıma kadar doluyum.! Ben bir toprak çanak gibiyim ve sen beni dolduran, baygın, acı kokulu kırmızı bir içkisin.'' (Sayfa: 29)


33.10.25*
*
*Karıma Birinci Mektup*
*
33.10.25
Bursa
Hapisane.
*
Anne:
af olursa
---nasip olur
----üç güne dek
-----saçlarını okşayabilmek..
*
Yavrum.!
Uyuyamıyorum.!
Görünmez kuşlar ötüyor
---üstünde kızıl ağaçların.
Alevli bir duman gibi tütüyor
---gözlerimde saçların.!
*
Saçları altın
dudakları nar
koyu kehribar
---gözlü sevgilim
Çıkacağımdan
---emin değilim.
Tutmaz bizleri af.!
*
Bak ne tuhaf
---ne güzel
Ne harikulade ışıldıyor
---ay ışığı
----pencerenin
-----demirlerinde.!
*
Elbette ben
---böyle demirlerle bölünmeyen
---aya
----kavgaya
ve sana kavuşacağım
---günün birinde..
*
Karı.!
Kış geldi
gönder benim yün çorapları.!
*
Birimiz dışında demir kapının
---içinde birimiz.
Kim bilir
kaç kış daha geçireceğiz.?
Üzülme benim için.!
*
Renk gören
ses duyan başımla
ellerini yüreğimde sıktığım
---arkadaşımla
saatları gün
---günleri ay
----ayları yıl edip devirmem kolay.!
Ay ışığı penceremin demirlerinde
kavuşacağız günün birinde..
*
Düşmanlara gam.
Dostlara selam.
Kalbimde çocuklarım.
Seni kucaklarım.
Canın sıkıldıysa bu mektuptan
---beni affet.!
*
Kocan:
Nâzım Hikmet.. (Sayfa: 33-34)
*
DİPNOT: Elinizdeki kitabın ilk iki basımında yer almayan bu mektup sonradan Nâzım Hikmet'in bir arkadaşında bulunmuş, #AsımBezirci aracılığıyla yayımlanmıştır.
*
11 Kasım 1933:
*
''İnsanlar ne şayanı hayret mahluklarmış. İçlerinde öyle iyileri, öyle kötüleri varmış ki.. Ben ancak otuz iki yaşımda insanları okuyabildim. Şimdiye kadar onlar benim için kapalı bir kitapmış.! Hele içlerinde bir tanesini, ki bir yılan gibi koynumda beslemişim.! Ben çocukmuşum karıcığım.! Fakat büyüdüm artık.!'' (Sayfa: 37)
*
22 İkinciteşrin
*
Karıcığım.
Bugün duruşmaya çıktık. Senden hâlâ mektup yok. Son aldığım mektup 15 tarihli. Müstantik Bey de aynı maddeden tecziyemi istiyor. Fakat kararname çok garip. Mesela, Kadri isminde, son defa yakalanan bir adamın üstünde, Karl Marks ismindeki bir âlimin bundan 60-70 sene evvel yazdığı meşhur bir kitabın el yazısıyla Türkçesi çıkmış. Bu kitap bundan on sene evvel kadar da Türkçeye resmen tercüme edilip resmen satılmıştı. Müstantik Bey şimdi bunun benim tarafımdan yazılmış olduğunu iddia ediyor. Karl Marks'ın yetmiş senelik eserini bana mal ediyor. Ne tuhaf şey değil mi.?
Dahası var: Yine bilmem kimin üstünde çıkan bir risalede Şevket Süreyya'nın aleyhinde bir yazı varmış. Müstantik Bey bunu da benim yazmış olduğumu iddia ediyor. Sebep olarak da Şevket Süreyya ile İstanbul'da mahkemem olduğunu, bundan dolayı birbirimize hasım olduğumuzu söylüyor. Anlıyorsun ya Süreyya Paşa ile Şevket Süreyya'yı birbirine karıştırmış.. Daha bunun gibi neler.. Her ne hal ise.. Bakalım mahkemeye.! Bu kadar acayip iddialarla asılacak değilim ya.!
Sana bol bol havadis verdim işte..
Bildiklere selamlar. Çocuklarımı ve seni kucaklarım biriciğim.
*
(İmza) (Sayfa: 40)
*
21 Birinci kânun 1933:
*
''Belki kafalarımız çarpıştığı zaman ben galip geliyorum. Fakat kalplerimiz çarpıştığı zaman daima yenilen benim.. Çünkü, Allah belasını versin, öyle ipe sapa gelmez, öyle münasebetsiz, öyle ölçüsüz seven bir kalbim var ki, onun deliliklerini idare etmek elimde değil.. Bir tek kelime: Beni affet sevgili.! Hayatımda bu kadar haksız, bu kadar vahşi ve bu kadar deli olduğumu hatırlamıyorum.'' (Sayfa: 43)
*
''Her düşündüğünü, her istediğini yazamamak ne kötü şey. İçim dolu, dolu. Boşalamıyorum. Kalbimin kanıyla kalbim boğulacak gibi.'' (Sayfa: 45)
*
25/12/933:
*
''Gönlümde, gözümde, aklımdasın biriciğim.. Sen hudutsuz derecede içimdesin.. Hudutsuz derecede sana sevdalıyım. Öyle bir âşığım, öyle bir âşığım ki, ancak Fuzuli şairin yüreği böyle bir aşkla çarpabilmiştir.. İçimdeki ateşi gözlerimde tutuşturarak, senin gözlerinin önünde hiçbir söz söylemeden bir dakika bulunabilsem çok şeyler anlardın belki..'' (Sayfa: 46)
*
6/2/934:
*
''Büyük bekleyişler, felaketler, büyük bağları ve sevdaları bir kat daha büyütür.'' (Sayfa: 49)
*
18/7/934:
*
''İkinci havadise gelince, dün beni ziyarete Darülbedayi operet artistlerinden Semiha geldi. (..) Biraz oturdu ve beni Bursa valisinin kızıyla evleniyorum diye tebrik etti. Ne dersin bu havadise.? Aman karıcığım, hemen evlenelim, davul zurnayla ilan edelim, çünkü bu gidişle beni Habeşistan kralına da damat yapacaklar galiba. (..)
Seni kucaklarım, ama nasıl, ölesiye.!'' (Sayfa: 58)
*
Temyiz 5 yıllık cezasını bozunca Nâzım yeniden yargılandı. Bu kere 4 yıl ceza yedi. 3 yılı Cumhuriyet'in onuncu yıldönümünde çıkarılan genel bağışlama yasasından indirilince, geriye 1 yıl kalıyordu. Oysa Nâzım 1.5 yıldır içerdeydi. Böylece, 6 ay fazlasıyla cezasını çekmiş olarak serbest bırakıldı. Erenköy'e, Mithat Paşa köşküne döndüğünde 1934 yılı sonuna yaklaşmıştı. 31.1.1935'de, Kadıköy Evlendirme Dairesi'nde, Orhan Ezine ile Vedat Başar'ın tanıklığıyla, Nâzım ile Piraye, kimseye haber vermeden, nikâhlandılar. Nâzım gene İpek Film Stüdyosu'nda çalışmaya başlamıştı. Erenköy'den gidip gelmek çok güç oluyordu. 1936'da, Cihangir'de yedi katlı bir apartmanın tepesindeki minicik bir çekme kata taşındılar: Nâzım, Piraye, Memet. Bir yıl kadar sonra da, Nişantaşı'nda, stüdyoya yüz metre uzaklıkta daha büyücek, beş odalı bir apartmana geçildi. Nâzım, Piraye, Suzan, Memet, Nâzım'ın üvey annesi Cavide, baba bir kardeşleri Metin ile Fatoş (ikizler), olaylarla dolu 1938 yılına girilirken, bu apartmanda hep birlikte oturuyorlardı. 17 Ocak 1938 gecesi, Nâzım, konuk gittiği halasının oğlu Celâlettin Ezine'nin evinden polislerce alınarak Ankara'ya götürüldü. Dokuz yıl sonra yazdığı bir şiirde, başından geçenleri şöyle anlatır:


DOKUZUNCU YILDÖNÜMÜ
*
Dizboyu karlı bir gece,
sofradan kaldırılıp,
polis otomobiline bindirilip,
bir tirenle gönderilerek
bir odaya kapatılmakla başladı mâceram.
Dokuzuncu yılı biteli üç gün oluyor.
*
Koridorda, sedyede bir adam
yüzünde uzun demirlerin kederi,
açık ağzıyla sırtüstü ölüyor.
*
Akla yalnızlık geliyor,
------ -iğrenç ve tam,
------ delilerin ve ölülerinkine yakın-,
ilki yetmiş altı gün:
-----sessiz düşmanlığında üstüme kapanan kapının;
sonra, saç bir geminin baş altında yedi hafta.
Lâkin yenilmedik,
kafam:
-----ikinci bir insandı yanımda
*
Çoğunun yüzünü unuttum büsbütün,
yalnız, çok ince, çok uzun bir burundur aklımda kalan,
halbuki kaç kere karşımda oturup dizildiler.
Bir tek kaygıları vardı, hakkımda hüküm okunurken:
-----heybetli olmak.
-----Değildiler.
İnsandan çok eşyaya benziyorlardı:
duvar saatları gibi ahmak,
-----kibirli,
ve kelepçe, zincir filân gibi hazin ve rezildiler.
*
Evsiz ve sokaksız bir şehir.
Tonla ümit, tonla keder.
Mesafeler mikroskobik.
Dört ayaklı mahlûklardan yalnız kediler.
*
Yasaklar dünyasındayım.
Yârin yanağını koklamak:
-----yasak.
Çocuklarınla yemek yiyebilmek aynı sofrada:
-----yasak.
Aranızda tel örgü ve gardiyan olmadan
-----konuşmak kardeşinle, ananla:
----------yasak.
Yazdığın mektubun kapatmak zarfını
ve zarfı yırtılmamış mektup almak: yasak.
Yatarken lambayı söndürmen:
-----yasak.
Tavla oynaman:
-----yasak.
Ve yasak olmayan değil,
-----yüreğinde gizleyip elde kalabilen şey:
----------sevmek, düşünmek ve anlamak.
*
Koridorda, sedyede öldü adam.
Götürdüler.
Artık ne ümit, ne keder,
-----ne ekmek ne su,
-----ne hürriyet ne hapislik,
-----ne kadınsızlık ne gardiyan ne de tahta kurusu,
ve ne de karşında oturup yüzüne bakan kediler,
-----bu iş, bitti, tamam.
*
Fakat devâm ediyor bizimkisi,
sevmek, düşünmek ve anlamakta devam ediyor kafam,
dövüşemeyişimin affetmeyen öfkesi devam ediyor
ve sabahtan beri karaciğer sancımakta berdevam.
*
MERKEZ KOMUTANLIĞI CEZAEVİNDEN
*
1.2.938, Ankara
*
Karıcığım,
Mektubunu aldım. Yazını görür görmez çocuk gibi ağladım. O kadar hiç, o kadar boş, manasız, öyle haksız yere senden uzağım, bu çileyi hiçbir suçum olmadığı halde öyle bir çekiyorum ki zaman zaman sinirlerimin dizginini ele almasam çıldıracağım. Korkma çıldırmam. En küçük bir hak ve adalet mefhumu benim ne kadar suçsuz olduğumu ergeç anlamaya yeter. Er, geç.. Halbuki bir an önce sana kavuşmak için yanıyorum. (Sayfa: 64)
*
26.2.1938
*
Nâzım,''
On bir gün senden hiç haber alamadım, çok merak ettim. Telgraf çektim, ona da cevap alamadım. Nihayet ayın on dokuzunda yazdığın bir mektubu yirmi üçünde aldım, dünyalar benim oldu.
Hastalığım, iyi bildin, sinir, üzüntü hastalığı.
Mektubun çok güzel, gene şairliğin tutmuş. İnşallah çık da, nasıl istersen öyle yaparız.
Benim, senin için duyduklarım, yakında çıkacak, bir şey yok, ehemmiyetsiz, işte bunlar.
Niçin hapis olduğunu bile, eğer doğru ise, yeni duyduk, doğru olduğuna pek aklım ermedi. Bir çocuk geliyor. Zorla içeri giriyor, sonra ev sahibi geliyor, beş dakikada onu kapı dışarı ediyor, sonra da hapse giriyor, herhalde suçun bu değil. Üzüntüden öleceğim, niçin hapis edildiğini bana yazamaz mısın.?
Eğer bunun için hapis oldunsa Mine ile Cavide'yi şahit diye dinletemez misin.? Onlar kadar biz bile bilmiyoruz, çünkü evde yoktuk. Çocuk onları bir şey yazacağım diye kandırıp içeri girmiş, zaten bir şeyler yazmaya hazırlanırken de biz gelmişiz. Gelmez olaydık da, o da defolup gideydi. Sen o adamı polis diye ne iyi bilmişsin, ama seni ne diye hapis ettirebilir, aklım ermiyor.
Sare Teyze Ankara'ya geliyor. Kaleminle defter, iki gömlek gönderdim sana.
Leman sana birkaç roman göndermiş, aldın mı.? Ben de göndereceğim.
Dostlarım beni yalnız bırakmıyorlar, fakat koskoca dünyada ben gene yapayalnızım.
Al Baba filmi iki hafta oynadı. İstanbul Senfonisi de çok beğenildi.
Hepimiz iyiyiz, ellerinden öperiz.
Uzun mektup yazmak için içimin rahat olması, senden, ne olduğundan, ne yaptığından uzun haberler almam lazım, halbuki ben bundan mahrumum.
*
Piraye (Sayfa: 70)
*
DİPNOT: Piraye'nin yazdığı Nâzım'ın saklayıp sonra topluca eve gönderdiği mektuplardan biri. Arada böyle dört mektup daha bulacaksınız.
*
5.3.938
*
Nâzımcığım,
Üzülme. Sen orada sıkıldıkça biz burada daha çok azap çekiyoruz.
Bilirsin, benim güzel bir huyum vardır, her felaket karşısında taş kesilirim. Sen de öyle yap, üzülmekle, sıkılmakla, eline bir şey geçmez. Bizi düşünme, ben her işi düzeltirim. Çocuklarının başında ben varım. Yoksa bana itimadın yok mu.?
Sıkılma. Sana kitap gönderdim, onları oku, vakit geçirmeye çalış. Çok sinirlendiğin zaman beni hatırla, sen orada sıkıldığın zamanlar, ben burada duyuyorum, hastalanıyorum.
Bir defter al, hatıralarını, her gün duyduklarını yaz. Eminim ki mektupların kadar güzel olacaktır.
Beni şimdiye kadar hiç üzmedin, böyle kötü şeyler düşünme.
Güler yüzlü olur muyum, bilmem ama, senin yanında her zaman dünyanın en bahtiyar kadını idim, öyle de kalacağım. Kocasından, on sene sonra, atıldığı hapiste hâlâ aşk mektupları alan kadının bahtiyar olmaması için ancak deli olması lazım. Sen en güzel senelerini bana verdin, en güzel aşk şiirlerini bana yazdın, en kuvvetli yazılarını benim yanımda yazdın, bütün eserlerinde benden bir parça var.
Yüzündeki birkaç çizgi de benim yüzümden olmadı mı, Nâzım.?
Seninle ben aynı insanız gibi geliyor bana, sen ağladığın zaman ağlamak, güldüğün zaman da gülmek istiyorum.
Suçsuz olduğun artık bence malum. Mektubun ferahlattı beni. Şimdi sevinçle, üzülmeden, kendimizi oyalayarak çıkacağın günü bekleyelim. Sabırlı olalım, elbette bir gün bu cezayı kâfi görecekler.
Çocuklar ve evdekiler mektup yazdılar, gönderiyorum. Haber'den on beş lira aldım. Vedat'ın borcunu ödedim. Param var. Merak etme.
Gözlerinden, ellerinden öperim.
*
Piraye
*
On lira ile ayakkabıları gönderiyorum. (Sayfa: 74)
*
14 Mart 1938, Ankara
*
Karıcığım,
Cuma günü iddianameyi aldım, Cumartesi günü Noterde Fuat Ömer ve şeriki Saffet Nezihi'yi avukatlığıma yazdırdım. Bugün Pazartesi. Yarın 15 Mart Salı günü mahkemeye çıkıyorum. İddianameyi okudum ve şaştım. Bir insanın böyle deliller (?!) ile mahkemeye sevkedilebileceğini ummazdım. Fakat ne yalan söyleyeyim kör kör parmağım gözüne kadar aşikâr bir suçsuzluk şeraitinde, bu kadar delilsiz bir davada adaletin herhalde tecelli edeceğine, beraat eyleyeceğime emin bulunmakla beraber neden 56 gün yattığıma ve mahkeme bitinceye kadar da yatacağıma ve neden men-i muhakeme kararı almayıp mahkemeye sevkedildiğime akıl erdiremediğim için ara sıra kötü kötü düşünüyorum. İddianame benim ''is*y*n ve iht*lal kokan'' kitaplarımdan bahsediyor. Düşün ki bu kitapların hepsi bugün resmen satılmaktadır. Eğer ''is*y*n ve iht*lal koksalardı'' haklarında takibat yapılır, kitaplar ve ben mahkûm olurduk, Türkiye Cumhuriyeti kanunları bu kitaplarda mevzuatı kanuniyeye muhalif bir şey görmedikleri için onlar hakkında bir mahkûmiyet kararı vermedikleri halde, bana tebliğ edilen iddianamede böyle bir ''s*ç delili'' (?!) var. Eğer bu iddia varidse bundan benim kadar Türkiye Cumhuriyeti adliyesi de mesuldür. Çünkü en son kitabım iki sene evvel neşredilmiştir ve bu is*y*n ve iht*lal'' kokan kitapların neşrine adliye göz yummuş demektir. İşte delillerden biri bu. İkincisi benim kendisini çağırmadığım, evimin adresini vermediğim, tanımadığım bir delikanlıya direktif vermiş olmaklığım (?!). Tanımadığı, hatta polisliğinden bile bir aralık şüphelendiği ve topu topu bir saat kadar gördüğü bir insana ''direktif'' (?!) verecek kadar deli, aptal ve eşek olduğumu farzedelim. Fakat bu ''direktif'' verme keyfiyetinin kanuni delilleri, hatta bir tek delili nerde.? Bu iddianın kanuni ispatı nerde.? Belki o çocuğun böyle bir ifadesi var. O bu atf-ı cürmü, o çocuk bu ifadesini nasıl ispat ediyor ve bir yalanı hangi kanuni delillerle ispat edebilir.?
İşte hakkımdaki iddia bu kadar.! Ve benim bu iddialar hakkında kendi kendime sorduğum suallerin bazıları bunlar.
Ne yapalım.? Haydi hayırlısı diyelim, karıcığım, sevgilim, bir tanem. Küçüklü büyüklü herkese hasret ve selam.
*
Kocan (İmza) (Sayfa: 77-78)
*
19 Mart 938, Ankara:
*
''Bak, mektup nasıl insicamsız gidiyor. Çünkü avludayım. Başımın üstünde bir bahar güneşi, yüreğimde senin resmin, kulaklarımda senin sesin ve içimde sana kavuşmak ümidi bu sabah beni sarhoşa döndürdü.'' (Sayfa: 80)
*
Nisan 1 - 1938:
*
''Meğerse seni nasıl, ne kadar seviyormuşum ve nasıl her şeyim senmişsin. Bana bu anda öyle geliyor ki seni sahiden bir kerre daha gördükten, ellerine bir kerre daha dokunabildikten sonra rahat rahat, içimde, gözlerimde, ellerimde senin sesin ve sıcaklığın, hiçbir şeye esef etmeden bu bir hayli yorgun kalıbı dinlendirebilirim.'' (Sayfa: 87)
*
10.6.938
*
Nâzımcığım,
Bugün sen gelmiş kadar sevindim.
Dokuz gündür senden mektup alamıyordum. Sekizinde yazdığın mektup onunda İstanbul'dan postaya verilmiş, şimdi elime geldi.
Her gün senden mektup bekliyordum. Akşam olunca ümidi kesip ö*dü diye ağlıyordum. O kadar şaşırmıştım ki kimseye sormak aklıma gelmiyordu. Bugün akıl ettim, Sare'ye yazdım. Ne olur, Nâzım, bir daha bana bu işi yapma, çok üzülüyorum.
İnşallah aftan istifade edersin. Edersen ne zaman geleceksin.? Istırap, keder beni çocuklaştırdı.
Osman geçen hafta on lira gönderdi, bu hafta için tekrar göndereceğini söyletti.
Şimdi benim yetmiş liram var. Saklıyorum. Sen nereye gidersen, ben de geleceğim. Orada dikiş diker, hayatımı kazanırım. Sana da bakarım. Şimdiye kadar sen bana baktın, biraz da ben sana bakarım. İnşallah bunlara lüzum kalmaz, sen çıkarsın.
Çocuklar dedelerine gidiyorlar, ben evde yalnız kalıyorum.
Ellerinden öperiz.
*
Piraye (Sayfa: 103)
*
21-6-938:
*
''Seni öyle göresim geldi ki, tatlı ve hazin bir ışık gibi gözlerimde, nefis bir koku gibi burnumda tütüyorsun.'' (Sayfa: 105)
*
39:
*
''Ben aşkı: hürmet
-----------muhabbet
-----------sadakat, diye anlarım..'' (Sayfa: 209)
*
46:
*
''Dört çocuklu bir kadın var.
Ah şekerim,
---bilsen dediklerini.
Kaçıyor çocuklarından:
''Anne, açız,'' diye feryadediyorlarmış.
Ona ayda iki buçuk lira veriyorum,
o da bana su taşıdı bütün kış
---kolayladı işlerimi.
Fakirler hiçbir şeyin altında kalmak istemez.
Çocukları Millet Bahçesi'ne gidiyor geçen gün,
bahçıvanlar izinli,
yalnız bir tanesi orda
---kolluyorlar onu
ve havuzun kırmızı balıklarından tutup
---getiriyorlar eve.
Fatma'nın anlatması:
---pişirilirken yetişmiş.
Ama ben şüpheliyim,
yarı pişmiş
---yarı diri
----bir kısmı çocukların karnına gittikten sonra yetişiyor anneleri
ve kalanları fırlatıyor sokağa.'' (Sayfa: 212-213)
*
Piraye'nin şiirleştirilmiş mektupları, Memleketimden İnsan Manzaraları'na büyük değişikliklerle girmiştir. Bazı şiirler birleştirilmiş, bazıları, bütünüyle çıkarılmış, bazılarına eklemeler yapılmıştır. Ama Piraye burada yayımladığımız ilk müsveddeyi de saklamış. Yalnız 9, 11, 27, 31 numaralı mektupları aradan keserek çıkarıp yok etmiş. (Bunlarda Piraye'nin yakınlarıyla olan bazı anlaşmazlıklarından, tartışmalarından söz edildiğini biliyorum.) Yapılan değişikliklerin niteliğini anlamak için, buradaki 32, 34, 38 numaralı mektupların Memleketimden İnsan Manzaraları'na girerken, nasıl birleştirildiklerini görelim:
*
Şekerim,
on dört buçuk lirayı
ve makbuzun kenarında ''hasret'' yazısını aldım,
---teşekkür ederim.
Fakat çok üzüldüm,
pek gücüme gidiyor benim için çalışman oralarda,
nefret ediyorum kendi kendimden.
*
Dün İstanbul'a indim,
dönüşte ne tuhaf şeyler işittim vapurda.
Hepsi paralarını dışarlara kaçırıyormuş,
hem de kimler,
milyonları varmış İsviçre, Amerika bankalarında.
Memleketlerinden korkuyorlar demek.
Demek, kaçmakta akılları fikirleri.
Paraları Hollanda'daymış bazılarının,
Almanlar el koymuşlar,
ama sonra bizim efendilere cemile olsun diye
---yollamışlar Amerika'ya.
Almanya Amerika'yla harbediyor,
ama ordan oraya para gidiyor.
Para: vatansız.
Paraya sahip olan vatanlı mı.?
Hem, biraz da vaziyet şöyle gibi:
onlar paranın sahibi değil,
para onların sahibi.
Sonra bir şey daha duydum,
dehşetli sinirlendim:
sözde, İsviçre'ye deyip
---Almanya'ya buğday yolluyormuşuz.
İnsan eti yiyenlere
---memleketimin buğdayını yedirenlerin
---Allah belâsını versin. (Sayfa: 217-218)
*
Tarihsiz:
*
''Seni seviyorum Piraye. Her şeye, olmuş, olan ve olacak her şeye rağmen, yeryüzünde senin kadar hiç kimseyi sevmedim ve sevmiyorum ve sevmeme imkân yoktur. Çünkü bu sevgide kendi kendime duyduğum saygının aynı bir saygı da var.
(..)
Gayet samimi söylüyorum: Şiirlerimi beğenmeyen bir insanla ahbaplık edebilirim, fakat sosyal kanaatımı ve seni beğenmeyen bir insanla ahbaplık edemem. Ve insanlar bana seni ve onu sevdikleri nisbette yakın olurlar ve ben boyuna ikinizi bütün insanlara beğendirmek için çırpınırım, çünkü siz benim kafamda artık birbirini tamamlayan ve hayatı yaşamaya değer kılan iki sevgi, iki iman, iki realitesiniz.
(..)
Ellerinden ve yanaklarından öperim bir tanem.''
*
(imza) (Sayfa: 222)
*
Tarihsiz:
*
''Donkişot'u beğenmene hiç şaşmadım, hatta Donkişot'dan sonra Balzac'ı ve Zola'yı yadırgamaktan korkmanı da gayet tabii buldum ve bu edebiyatla hayatı birlik halinde gören sezgine bir kerre daha hayran oldum. Bence Donkişot'dan sonra yadırganmadan, yavan bulmadan okunacak şey olsa olsa Gorki'nin bazı hikâyeleri olabilir, yani şiir denen nesnenin en mükemmel örnekleri, hem sade bundan dolayı da değil, Donkişot mazinin en müspet ve güzel şeylerinin hasretini çeken ve bu hasretini en saf şekilde harekete, aksiyona geçiren adamdır, Gorki de geleceğin hasretini çeken ve bunu en saf şekilde aksiyona inkılap ettiren kahramanlar yaratmıştır ve gerek Cervantes, gerek Gorki, her ikisi de devirlerinin en büyük şairlerindendirler.'' (Sayfa: 274)


''Rasih'in Bursa'dan getirdiği mektupta Nazım'ın yazdığı gibi, iki ''yakın dost'' kalacaklardı. Öte yandan, sözünden çıkılamayacak arkadaşlar, Piraye'ye durmadan baskı yapıyor, işin içinde başka işler olduğunu, efsaneleşen bir aşkın bilinçle söndürülmek istendiğini söylüyorlardı. Amaç, aşkıyla inancını iç içe örerek yazdığı şiirlerle umulmadık bir etki gücü kazanmış bir şairi yıpratmak, ''Bu adamlar böyledir işte.!'' dedirtmekti.'' (Sayfa: 315)


HAPİSTE YATACAK OLANA BAZI ÖĞÜTLER
*
Dünyadan memleketinden insandan
---umudun kesik değil diye
---ipe çekilmeyip de
---atılırsan içeriye
---yatarsan on yıl on beş yıl
---daha da yatacağından başka
sallansaydım ipin ucunda
---bir bayrak gibi keşke
---demeyeceksin
yaşamakta ayak direyeceksin.
*
Belki bahtiyarlık değildir artık
boynunun borcudur fakat
---düşmana inat
---bir gün fazla yaşamak.
*
İçerde bir tarafınla yapyalnız kalabilirsin
---kuyunun dibindeki taş gibi
fakat öbür tarafın
---öylesine karışmalı ki dünyanın kalabalığına
---sen ürpermelisin içerde
---dışarda kırk günlük yerde yaprak kıpırdasa.
*
İçerde mektup beklemek
yanık türküler söylemek bir de
bir de gözünü tavana dikip sabahlamak
---tatlıdır ama tehlikelidir.
*
Tıraştan tıraşa yüzüne bak
unut yaşını
koru kendini bitten
---bir de bahar akşamlarından
bir de ekmeği
---son lokmasına dek yemeği
bir de ağız dolusu gülmeyi unutma hiç bir zaman.
*
Bir de kim bilir,
sevdiğin kadın seni sevmez olur
ufak iş deme,
yemyeşil bir dal kırılmış gibi gelir
---içerdeki adama.
*
İçerde gülü bahçeyi düşünmek fena
dağları, deryaları düşünmek iyi
durup dinlenmeden okumayı yazmayı
bir de dokumacılığı tavsiye ederim sana
bir de ayna dökmeyi
*
Yani içerde on yıl on beş yıl
---daha da fazla hattâ
geçirilmez değil
---geçirilir
---kararmasın yeter ki
---sol memenin altındaki cevahir. (Sayfa: 324-325)


3-2-950, Bursa Hapishanesi:
*
''Şimdi rica ederim, soğukkanlılıkla dinle beni. Evvela: oğluma yazdığım son mektubu büsbütün yanlış ve tersine tefsir etmişsin. Bunun sebebi, herhalde onun bana yazdığı mektubu okumamış olmandır. Ben onun bana yazdığı mektuptaki bir meseleye cevap verdim. Memet, oğlumuz, senin ve benim oğlum, ikimizin oğlu Memet, bana aynen şunları yazıyordu (bu satırları olduğu gibi onun mektubundan çıkardım): ''Yalnız bir nokta var, senelerdir beni düşündürür. Bir mektubunda anneme: Eğer oğlum isterse yatağının bir ucunda sen durursun, öbür ucunda Vedat Bey, demişsin. Yani ben hastayken babamın yanımda olmasını istersem, annem beni yalnız bırakmaya mecbur olmasın diye. Başka sebebi olamaz, sebep benim babamı yanımda istemem. Bir kere şunu iyice izah edememişim: benim bir tek babam var. Başka hiç kimseyi babam olarak sevmiyorum. Ve eğer babamı yanımda istersem, Nâzım'ı isterim. Bu dünyada üç insan vardır ki onları herkesten çok severim. Ve bilmem neden bu hissimden utanırım. Onları diğer insanlardan fazla sevmeye hakkım yokmuş gibi gelir. Bu insanlardan biri sensin, biri Suzan, biri de annem. Şunu da utanarak itiraf edeyim ki siz haksız bir iş yapsanız dahi sizin tarafınızı tutarım. Bu derece zayıfım bu sevgime karşı. Fakat nedense sevgimi kimseye gösteremem. İşte babam bile bunu bilmiyor.'' (Sayfa: 328)
*
''Piraye gerçi Nâzım'ı bağışlamamış, ona dönmemişti, ama ondan ayrıldıktan sonra başkasıyla da evlenmedi. Nâzım'ın üstüne başkasıyla yaşayamayacağı için..''
*
Memet Fuat (Sayfa: 325)

Nibelungen Bin Yıllık Cermen Destanı (Çeviren: Cem Demir)


Arka Kapak

*
Nibelungen destanı, Avusturya'da Tuna nehri bölgesinde yaşayan, adı bilinmeyen bir yazarın yaklaşık 1200'de kaleme aldığı, orijinali Nibe-lungenlied (Nibelungen Türküsü) olan, Almanca epik bir şiirdir.
*
"Klasik olanı sağlıklı, romantik olanı ise hastalıklı olarak nitelendiriyorum. Bu açıdan da Nibelungen, Homeros kadar klasiktir.."
*
J.W. Goethe (Sayfa: 6)
*
Bir katilin, kurbanı için ağlamaya hakkı yoktur.'' (Sayfa: 54)


''Seninle birlikte yastayım, sevgili kızkardeşim'' dedi. ''Siegfried için daima yas tutacağız.''
Ancak Kriemhild öfkeyle karşılık verdi: ''Yas size yakışmaz. Ölümü sizin yüzünüzden oldu.''
Burgunden'liler itiraz ettiler ve suçsuz olduklarını belirttiler.
''O zaman ispatlayın'' diye bağırdı Kriemhild. ''Herkes tabutun yanına varsın, o zaman gerçek tüm halkın önünde ortaya çıkacaktır.''
Onlar da dediğini yaptılar, ancak Hagen tabuta yaklaştığında maktulün yaraları yeniden kanamaya başladı. Artık herkes bu ölümcül oyunu kimin düzenlediğini biliyordu. (Sayfa: 57-58)
*
Etzel'in (Hun Hükümdarı Attila) Kriemhild'e Talip Olması:
Aynı tarihlerde uzaklarda Hun ülkesinde kraliçe Helche ölmüş ve Kral Etzel tekrar evlenmeyi düşünürken sağdıçları kendisine şöyle bir tavsiyede bulundular:
''Tekrar evlenmek istiyorsanız, Burgunden ülkesindeki güzel Kriemhild'e talip olun. Rhein'da dul olarak yaşıyor. Güçlü Siegfried kocasıydı ve Hunların kraliçesi olmaya layıktır.'' (Sayfa: 63)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...