14 Aralık 2020 Pazartesi

Antonio Gramsci - Çocuklarıma Mektuplar (Çeviri: Meral ve Cemal Erez)


*
Sevgili küçükler, masalların, efsane ve öykülerin düş dünyasına daldığımızda, aranızdan çok azı bu dünyayı kuranların adını öğrenmeye ve hatırlamaya çalışmıştır. Onlar sizi rengârenk düşsel kanatlar üstünden, doğrudan doğruya insan yaşamıyla, acılarıyla dolu bir dünyaya kadar her yerde dolaştırırlar.
Eğer şimdi ben, Kırmızı Şapkalı Kızın ve Pamuk Prensesin, Puccettino ve Augellinli Belverde'nin babalarının kim olduğunu sorsam, eminim ki, Pinokyo'nun Lucignolo ile birlikte ''Oyuncaklar Ülkesine'' gittiği zaman yaptığı gibi, sizin de ağzınız bir karış açık kalacak. İnanın bu çok kötü bir şey, çünkü sizin zayıf belleğiniz ya da dikkatsizliğiniz, her şeyden önce bu kâğıttan yapılmış arkadaşlarınıza karşı yapılmış bir haksızlıktır; hem sonra bu kahramanların babalarının adları, (burada size, Collodi, Perault, Andersen, Swift, Gozzi, Grimm, De Foe, Kipling adlarını bir kez daha hatırlatmak istiyorum) onlara karşı büyük bir saygıyla duyulan hayranlığın ötesinde en azından, bir minnet borcu olarak hatırlamaya değer.
Şimdi sevgili küçük okuyucular, bize, Delio ve Giuliano'ya gönderdiği tatlı heyecanlarla dolu mektupları, Kirpi Ağacının masalını, iki küçük serçenin acıklı öyküsünü yazan, ya da fillerin ve kurbağaların saflıklarını düşünerek, geride bıraktığı çocukluğunun serüvenli balık avlarını anlatarak eğlenen, bugün tanımak fırsatını bulduğunuz bu ''baba'', her sevgili varlıktan daha çok sevilmeye ve hatırlanmaya değer; bu yalnızca farkında olmadan sizin için de yazdığı sayfalardan ötürü değil bizzat kendi yaşamından ötürüdür: nasıl yaşadığı, ne kadar acı çektiği düşünülerek sevilmeli ve anılmalıdır.


Antonio Gramsci'nin yaşamını bir masala benzetebilirsiniz, bu doğrudur, çünkü hayat herkes için, varolmayan bir kadere bağlamak isteyenin arzusuna göre, güller ve dikenlerle dolu, güzel ya da çirkin bir masaldır. Giuliano'nun fillerinin, kirpilerinin çevresinde geçen bütün bu mektuplarda ve öykülerde okuyup hayran olacağınız apologlarda, bunları yazanın kim olduğunu belleğinize iyice yerleştirmeniz ve onun öncelikle bir yazar değil, insan olmak istediğini anımsamanız için, şimdi size Gramsci'nin bu masalımsı hayatını anlatacağım.'' (Sayfa: 9-10)


''Gramsci ne içinde ne de dışında en küçük bir gösterişi olmadan çok sade giyinirdi. Cepleri kitaplarla, kafası fikirlerle dolu, günün ilk ışıklarına dek arkadaşlarıyla tartışarak yürürdü. Hayvanları sevmeye devam ediyordu. Bir biyografi yazarı şöyle diyordu: ''O en çok kuşları severdi, Torino'da en sevdiği yer, Avrupa otelinin karşısındaki, vitrini kuşlarla dolu küçücük dükkânın önüydü. Castello meydanından gelen güneşin ısıttığı kafeslerin içindeki bu canlı kuşlarla çok güzel hayvan mumyaları değiştiriliyordu bu dükkânda. Gramsci'nin ölü ya da canlı hayvanlara bakarken tatlı bir düşle gözlerindeki o olağanüstü insanca bakışlarını hiçbir zaman unutamam.'' (Sayfa: 12)


''Torino ve İtalya'dan sonra Gramsci başka toprakları, başka halkları ve ulusları tanıdı. Almanya, Fransa ve Rusya'ya gitti. Rusya'da bütün yaşamının en sadık yoldaşı, iyi yürekli Giulia'yla evlendi ve gene burada ilk çocuğu Delio doğdu. Ama ikinci oğlu Giuliano'yu hiçbir zaman göremedi, onu hiç tanımadı, hiç öpemedi, hiçbir zaman çocuklarına babalık yapamadı. Çocuklarının büyüdüğünü ona kanıtlayan tek şey fotoğrafları oldu.
İtalya'ya işine, özgürlük için yaptığı savaşa döndüğü zaman onu tutukladılar. Giulia'nın kızkardeşi Tania ona acılarını unutturmak için elinden geleni yaptı. Ama hapishanede geçirdiği yedi yıldan sonra, Gramsci öldü.
Sevgili küçük okurlarım, her devirde toplumun düşman olarak gördüğü insanlar yaşadı ve onları ya hapishaneye ya da zindanlara attılar. Bu insanlar hiç kimseye hiçbir kötülük yapmamışlardı, tersine kardeşlik ve iyilikle dolu insanlardı.


Ama hapiste Gramsci hiçbir zaman boyun eğmedi, yıkılmadı. Düşünmeye, okumaya, yazmaya devam etti. Ruhunun ve bilincinin büyük nimetleri onun ölümcül yalnızlığının çemberini kırdı. Böylece asla yalnızlık çekmedi. Başkalarının, ona gitgide daha fazla inananların, çocukları Delio ve Giuliano'nun hayatını yaşamaya devam etti. Bir fotoğraftan, bir mektuptan, bir sözcük ya da bir gazete ve kitaptan doğan görünmez iplikçikler onu dış dünyaya bağlıyordu; ve dış dünya onun için bir büyüden farksızdı. Böylece kendi kafası ve sevgili yakınları arasında mucizevi bir konuşma doğdu. Delio'nun dersleri ve Giuliano'nun oyunları üstüne nasıl hiçbir şey gözünden kaçmadıysa, gündelik olaylar ve haberlerden de hiçbir şey kaçırmadı. Böylece bu iç konuşmalardan, birazdan okuyacağınız bu mektuplar ve masallar doğdu. Bu mektuplar ve masallar size, Gramsci'nin yaşamındaki moral gücünün, ruh aydınlığının, bir tutukluluğun acı ve katılıklarına nasıl başeğdirdiklerini çok iyi anlatacak. Sönmez bir alev gibi ruhundan fışkırıp gelen bu enerji bize bu mektupları armağan etmiştir.''
(Sayfa: 13)
*
Giuseppe Ravegnani


*
''..son derece katı ve biçimleri önceden düzenlenmiş tasarılar, bir görev bilinci olduğu zaman, nasıl da katı gerçeğe çarparak parçalanıyorlar.!'' (Sayfa: 18)


*
''Bu serçede en çok sevdiğim şey, kendine el sürdürmemesiydi. Kanatlarını açıp öfkeyle dönüyor ve büyük bir güçle insanın elini gagalıyor. Evcilleşmişti ama araya her zaman bir sınır koyuyordu.''
(Sayfa: 19)


*
''Haklı olduğu halde haksız olduğunu duymak, ya da gerçekten var olan şeylere ait bir soru sorduğunda, batıl inançları varmışçasına açıkça alaya alınmak bir çocuğu nasıl kızdırır, bilirsin.'' (Sayfa: 29)


*
Yeryüzünde, başından kuyruğunun en uç noktasına kadar merakla dolu olan bir sansarı korkutmaktan daha güç bir şey yoktur. Aslında bütün sansarların ortak sözü şudur: ''Gez ve bul'' (Sayfa: 48)


*
''Her şey sıkı sıkıya birbirine bağlı ve bütündür. Eğer bütünün bir tek parçası eksik ya da bütünü bozuyorsa, öz de bozulur.'' 
(Sayfa: 63)


*
''Yunan antik çağının en büyük yazarı Homeros.
Latin yazarı Orazio, Homeros'un da zaman zaman ''uyukladığını'' yazıyor.
Hiç kuşkusuz Wells, Homeros'la karşılaştırıldığında bir yılda en az üçyüzatmış gün uyukluyor, ama geri kalan öteki beş, ya da altı gün (şubatın yirmi dokuz çektiği yıllar) için beş gün tamamen uyanıyor, hoşa giden ve her zaman eleştiriye açık yapıtlar veriyordu.
(Sayfa: 70)


*
''Okulda yaptıklarını, dersleri kolay öğrenip öğrenemediğini, seni ilgilendiren şeyleri, her şeyi yaz bana. Örneğin, seni ilgilendirmeyen bir konuyu mutlaka öğrenmen gerekiyorsa bunu nasıl başarıyorsun.?'' (Sayfa: 71)


*
''Birçok kez bulut çöktü ve kalktı ve bütün bu görüntüler Gabriele'ye birçok şey öğretti. Cinlerin tekme yağmuru altında omuzları yanmaya başlayan mezarcı, gitgide daha ilgi çekici olan sahnelere gözlerini dikmiş, bakıyordu. Çok katı koşullar altında çalışan insanların, güç ve kavga vererek bir parça ekmek kazanmalarına karşın mutlu ve apaydınlık olduklarını gördü. Tanrının en nazik yaratığı olan kadının çok büyük acılarla, yüreğinde bir sevgi pınarı ve sadakat taşıdığı için çok büyük yıkımlar ve acılarla karşı karşıya olduğunu gördü; ama özellikle kendisi gibi, başkalarının mutluluklarına ve sevinçlerine karşı büyük bir öfke duyan insanların bu güzel yeryüzündeki en çirkin bitkilerden farksız olduğunu anladı. O zaman yeryüzündeki bütün iyilikleri kendisinin kötü yanlarıyla karşılaştırdı ve yaptığı hesaplaşmalar sonunda bu dünyanın değerli ve saygıya değer olduğuna karar verdi.'' (Sayfa: 84)


*
''Beyinleri çok gelişmiş, arka ayakları üstünde dimdik durabilen fillerden oluşmuş bir dünya düşüncesini ortaya atman çok hoşuma gitti. Bu uçsuz bucaksız yeryüzü üstünde yaşayabilmeleri için kim bilir ne kadar yüksek gökdelenler yapmak zorunda kalacaklardı. Ama beyin elsiz ne işe yarar ki.! Deve kuşları başlarını dik ve özgür tutabilir, iki ayak üstünde durabilirler; ama bu beyinlerini geliştirmek için yeterli bir neden olamaz.'' (Sayfa: 91)


*
''Bilimsel varsayımlar üstüne düş kurmak, özgürlük savaşı için çok güç koşullar altındaki insanoğlunun elli yıl kadar önce yapacağı bir şeydi. Birçok sorun bugün artık çözümlenmiş durumda. Çünkü yaşam koşulları hem bireyin öne çıkmasını, hem de onun tek başına ezici gücünü engelledi ve üreten insanı yarattı. Ne yazık ki ölü şeylerden kurtulmak zordur; ama sen bunlara güçlü bir tekme savur ve yalnızca somut şeyler üstünde çalış.'' (Sayfa: 94)


*
''Gerçeklere dayanan yargılamalarda hiçbir oyuna yer yoktur. Ama yeryüzünde oyunlar ortadan kalkarsa, geriye ne kalır ki.?'' (Sayfa: 101)


*
''..geniş alanlar benim için ortadan kalktığından beri zaman bana çok kocaman bir şeymiş gibi geliyor.'' (Sayfa: 113)


*
''..toplu olarak çekilmiş resimlerde dramatik ve canlı bir şeyler var, yaşanan hayatın devrelerinden, fotoğraf kâğıtlarındaki görüntülerde devam edebilen ilişkiler sezilir her zaman.'' (Sayfa: 120)


*
''En çok parayı verene kalemini satan, ustası olduğu mesleğinin alanına girdiği için yalan söylemek zorunda kalan bir gazeteci olmadım hiçbir zaman. Hep tek bir görüşe bağlı, özgür bir gazeteci oldum ve patronları memnun etmek uğruna asla kendi düşüncelerimi gizlemedim.'' (Sayfa: 123)


*
''Söz verdiğin gibi Delio'nun fotoğrafını anneme gönderdin mi.? Bunu yaparsan iyi olur. Zavallıcık benim tutuklanmamdan dolayı çok acı çekiyor ve bizim gibi ülkelerde hırsız, katil, serseri olmayanların hapise düşmesini anlamak zor olduğu için acısı daha da büyüyor.''
(Sayfa: 127)


*
''Ölümden korkulduğu ve artık kendimizin yapamadığı bir şeyi başkası yaparken bundan üzüntü duyulduğu an yaşlılık başlamış demektir. (..)
Yaşama isteği olduğu, bundan tad alındığı ve belli bir amaca doğru ulaşılmak istendiği sürece tüm hastalıklar yenilir. '' (Sayfa: 128)

Nâzım Hikmet Ran - Çeviri Hikâyeler 2

 

*
''Bugün saç kesmek moda.. Kes.. Yarın uzunu moda oldu mu, takma bir saç alıp takıver.. Halbuki paran olmazsa, saçın uzayacak diye bekle dur bakalım. Tam saçın gene uzar, haydi gene kısa saç modası.. Velhasıl fukara hatunlar için saç modasını günü gününe takip etmek mümkün değildir iki gözüm.
Gelelim siyaset modalarına.. En başta muhalefet modası.. Bana öyle geliyor ki, modaların en anlaşılmazı budur.. Saplı çanta taşıma, saç kesme, güneşte yanma, bunun yanında haltetmiş.. Öyle de çabuk değişiyor ki, mübarek.
Moda deyip de geçmeyelim. Moda mühim şeydir iki gözüm..
*
(Türkçeye iktibas ve tatbik eden: Ben / Yeni Gün gazetesi, 14.2.1931) (Sayfa: 20)
*****
*
''Kuvvet kuvvettir, ama, kuvvetten de kuvvetli bir şey vardır.''
*
(İktibas eden: Ben / Yeni Gün gazetesi, 8.8.1931) (Sayfa: 86)
*****
*
''Vakit, öyle önemli bir rol oynamaya başlamış ki hayatımızda, saatiniz bir çeyrek geç kalsa, bir çeyrek ileri gitse hemen onu saatçiye götürürsünüz. Kendi varlığınızla, geriye kalan bütün bir beşeriyetin varlığı arasında bu kadarcık bir ayrılığa bile dayanamazsınız.''
(..)
''Saatin doğru gitmesi gerektir, ama hayat doğru gitmiş, gitmemiş, o başka mesele.''
*
(Çeviren: Orhan Selim / Tan gazetesi, 5.8.1935) (Sayfa: 106)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...