18 Aralık 2022 Pazar

Akgün Akova - Baba Bana Bağırma


BABA BANA BAĞIRMA VE ARKADAŞLARI

*
Baba Bana Bağırma şiirimi yazdığım zaman 90'lı yılların başıydı. Şiir, doğduğu günden bu yana uzun yolculuklar yaptı. 1994'te yayınlanan üçüncü şiir kitabıma adını verdi. İngilizce'ye Cevat Çapan tarafından çevrildi ve Amerika'da yayımlanan bir dünya şiiri antolojisinde kendine yer buldu. Hintçeye çevrilip Hindistan'daki bir edebiyat dergisinde yayımlandığında, Sanskritçe harflere şaşkınlıkla bakarak şiirimi tanımaya çalıştım.! Parçalanan Yugoslavya'daki savaşın bitmesinden kısa zaman sonra yapılan ilk uluslararası şiir günlerinde, yakılmış Saraybosna Ulusal Ktüphanesi'nin çökmüş tavanının altında, kar yağarken Saraybosnalılara okumuştum onu. Yerde kırmızı karanfiller vardı ve kar tabakasının altında yakılmış kitapların külleri yatıyordu. Benden sonra sahne alan sunucu şiirimin Boşnakça çevirisini okuduğunda, bu dili bilmediğim halde derinden etkilenmiştim. Sanki şiiri ben değil bir başkası yazmıştı ve ben donakalmış bir dünyada üzerimdeki buz tabakasını şiirler çözüyor, kitapların külleri arasında kımıldamaya çalışıyordum.
Bir başka gün Hollanda'da bir tiyatro sahnesinde bu kez Felemenkçesi duyuldu Baba Bana Bağırma'nın. Rotterdam'a annesinin elini tutmuş bir yağmur yağıyordu. Kim bilir kaç kez gitarların tellerinde yolculuk yaptı, kalabalıklara okundu Baba Bana Bağırma. Pablo Neruda ve postacısını anlatan Postacı filmindeki ''Şiir yazanın değil, ihtiyacı olanındır.'' tümcesinde olduğu gibi, benden uçtu gitti. Oysa, şiire başladığım günü dün gibi anımsıyorum. Kâğıdın üzerinde üç sözcük vardı yalnızca: ''Baba'', ''Bana'', ''Bağırma''.. Bu üç sözcüğü yan yana getirdiğim an, birlikte yarattıkları anlam beni çarpmıştı. Aylar boyunca üzerinde çalışmış ve şiiri o anlama yakışır bir biçimde yazabilmek için emek harcamıştım.
*
Akgün Akova (Sayfa: 7-8)
*
ESKİ DENİZLERDEN KİM KALDI
*
yani sen de denizsen be Marmara
iki boğazın var diye göl demiyorlarsa sana
canına okurum ben böyle işin
haberin var mı ben altı boğaza birden bakarım
benden sorulur Elif'imin
benden sorulur dört şeytanımın karın tokluğu
Senin İstanbul'un okula gider mi, kağıt kalem ister mi
Çanakkale'nin çocuk felci, yatak yorgan yatması var mıdır
adalarından birinin bile ah Marmara kara mıdır bahtı
*
yani sen de denizsen Marmara
otur hesapla bak, üç kere daha denizim senden
ama bana deniz diyen yok o başka dava
Sarıyer'in oralara mavi bir nokta koyan yok
atlaslara falan da yazılmaz tüh ki adım
ne dersen de dünya tersine dönüyor Marmara
seni boğazlar besliyor iki ucundan
ben de altı boğazı ay ortası biten maaşla
*
kızıp köpürme ama
hiç deniz görmesek yutardık belki Marmara (Sayfa: 11)
*
OYUNCAKLAR
*
ameliyat odasına
alındığında bir çocuk
kapıda
ağlaşarak onu beklerler
yaşamın
kolay bozulan
bir oyun olduğunu bilen
oyuncakları (Sayfa: 15)
*
BABA BANA BAĞIRMA
*
-----yol ıslanmasın diye
-----şemsiye açanlara..
*
baba bana bağırma
bülbülleri kaçırdın ormanlarımdan
kulaklarımın kapılarını havalara uçurdun
kapılar baba kapılar pencereleri alıp gittiler
tenorlar kaçtı ses tellerinden
çevreye saçıldı yavru diktatörler
seni ne sopranolar istedi de vermedik baba
*
baba bana bağırma
bayrak direklerine konan kartalları anlat
-----uzun uzadıya
nasıl da göremediler avcıları
-----o keskin gözleriyle vah hah ha
şans yıldızlara özgü bir yalan baba
yıldızlara tükürüp tükürüp onları gezegen yaptınız
savaşan halklar taktınız dünyanın boynuna
*
yalanları yazdım defterime hiç unutmadım
radyasyonu radyo istasyonu sanan Bakanları
çiğleri, Meclis tavanını çiğ köftelerle çiğneyen
doğum sonrası acılarını cüce ülkeler doğuran kadınların
*
hiç unutmadım
sakallarını yüzlerinde
yüzlerini sakallarında unutan adamları
ve ısırgan tarlalarındaki parçalarını
-----Uğur Mumcu'yu biz yapan bombanın
*
hiç unutmadım
uzak yakın tüm tuzakları baba
yolun ezdiği oyuncak bir kamyonsun sen
bir gam ağacısın
-----kar yüküne dayanamayıp kırılan
ilkbaharı gerzeklere ödünç verdin
geri getirmediler
güneşin başına gelenleri
biz ilkbaharsız nasıl anlarız baba
*
baba bana bağırma
bir kulağımdan giriyor sözlerin
-----öbür kulağımı tıkıyor
Buenos Aires'te olsaydım diyorum içimden
Eva'nın peronunda
karanlıktan kuşlar çalan bir tren
bir bıçak kaçağı
tangonun bacaklarını havaya kaldırdığı kentte
ama iyi ki buradayım, burada hiçbir şeyi unutmadan
burada
bilginin bilgisizlikten daha çok acı verdiği yerde
burada, tam karşında
hapisanelerde hintyağı gibi bir şeydi zaman
hastanelerde pıhtılaşmış kan gemisi gibi
-----yol alırdı saatler
karılarının namuslarını dillerinde saklayan
-----adamlar vardı bir taraflarda
televizyon kanallarında yitirilen çocuklar
gökyüzüne düşmemek için denize yapışan balıklar
ve depolara indirilen Lenin heykelleri vardı
-----Sovyet Rusya'da
kafandaki duvarları
niye cebine koymuyorsun sen baba
*
baba bana bağırma
farkında değilsin
arkasını ezilenlerin yaladığı
-----bir posta puludur dünya
bir karadelik yutana kadar uzayda bizi
asansör boşluğuna itilen bir kedisin sen
söylemenin tam sırası
ülkeyi bu duruma senin oy verdiğin
-----partiler getirdi baba
ama ben buradayım, burada hiçbir şeyi unutmadan
bir yaşamlık kaygı duruşundayım
-----yakın tarihimiz için
*
baba bana bağırma
bacağından vurulursa bir şiir
nereye kadar gidebilir
bana bağırma baba
kendine bağır
yoksa her şey bitebilir (Sayfa: 16-19)
*
KİME SORMALI
*
kime sormalı
bir fizikçiye mi
yoksa âşıklara mı
daha uzağa
nasıl
gidebildiğini
bir fısıltının
bir çığlıktan
*
kanatların
sonsuz olmadığını
bildiği için mi
kuşların uçmasına
izin veriyor gökyüzü
kime sormalı
özgürlük dedikleri
yalnızca
bize uzatılan
bir avuç yem mi yoksa
*
oyuncağı mı yoksul çocukların
uçurtma dediğimiz şey
yoksa giderek sertleşen
rüzgârın mı
kime sormalı
*
sevgiliyle birlikte
olur a
son istasyonun da
trene binip
gidip gitmediğini
kime sormalı
kulaklarını raylara
dayayanlara mı
geride kalanlara mı
*
yanlış anahtar
içinde döndüğünde
yaralanır mı kilit
kime sormalı
çilingirler mi bilir bunu
hırsızlar mı
kim bilir
içeridekiler
dışarıdakiler
*
denizin nerede bittiğini
kime sormalı
yanıp sönen
yanıp sönen
yanıp sönen fenere mi
parası kum kadarlara mı
batan göçmen botlarına mı
kime sormalı
*
ya eşitsizliğin nedenini
kime sormalı
çivi yazılı tabletlere mi
yoksa
yoksa
aklımızın yeni dadısı
google'a mı
kime sormalı
*
gelip birileri karanlığın içinden
bu şiiri silmeden önce
kime sormalı tüm bunları
bir an önce
kime sormalı (Sayfa: 20-23)
*
EL
*
kızmayın hanımefendi, lütfen kızmayın
çocuk aklı
annesininkilere çok benziyor elleriniz
yük vagonlu
doğum sancılı
bıçak tutmuş, badana yapmış, gün görmüş kadın elleri
onun için sarıldı öptü ellerinizi
onun için iki gözü iki çeşme
*
elini bırakmayın hanımefendi, lütfen bırakmayın
anlasın ki sizinkiler de sevmiş sevilmiş kadın elleri (Sayfa: 24)
*
TÜRKAN


bize
kıyılara çıkmayan dalgalar,
---çocukları yutmayan sular borçlusun İstanbul
Boğaz’ı geçen balıkları sayan deli bir muhasebeci
balıkların peşine takılıp Haliç’e giren şaşkın bir yunus
yunusa yalanırken rakı bardağına düşen bir kedi
kediye kaftanlardan kefen diken bir terzi borçlusun
*
bize
dipsiz çöp kutuları borçlusun İstanbul
Kızkulesi’nin ağzına çatal bıçak sokanları
bahçeleri otopark yapanları içine atmak için
atmak için ayakkabı kutularında banka şubesi açanları
İstanbul sen bize
gökdelenlere çarpıp sakat kalan rüzgarın son nefesini
ve Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde işe devam eden
---bir Tanpınar borçlusun
*
bize
akasya dalına asılı bir dülgerbalığı borçlusun İstanbul
binlerce “Hişt.! Hişt.!”le Ada’da yürüyen bir Sait Faik
nice İstanbullu göz indirmemişken öykülerine
vapurlara, rıhtımlara
ve çapaların denizin dibini kazıya kazıya öpmesine âşık
öfkesi bile güzel bir adam borçlusun
*
bize
bir Mimar Sinan borçlusun İstanbul
İsteseydi bir cami sığdırırdı sarı bir lalenin içine
gök kubbeler kurardı boşluğuna yumurtaların
bıraksalar kim bilir kaç aşk çıkarırdı Mihrimah Sultan’dan
kavrasaydık ruhunu ustalığının
işe bisikletle gidip gelirdi şimdi Belediye Başkanların
*
bize
ak saçlı bir Orhan Veli borçlusun İstanbul
öldüğü gün Boğaz’ın üstünden bir harf sürüsü geçmiş diyorlar
“Vasiyetidir.!” diye düşünmüştür Sabahattin Eyüboğlu
ve mırıldanmıştır senin kulağına eğilerek eminim
“bize Rumelihisarı’ndan göğe uçan
Yaprak adlı bir kayık borçlusun”
*
bize
bir Takiyyüddin er-Râsıd borçlusun İstanbul
bir zaman kuyumcusu
bir ışık düşçüsü borçlusun
ve Samanyolu’nun başımızı döndüreceği geceler
sokaklarından tek tek yıldızların sayılacağı semtler,
gazlanarak söndürülen ateşböceklerinin gözlerini borçlusun
*
bize
“yok etmek istediğini kör eder tarih” diyen
---bir Onat Kutlar borçlusun İstanbul
barbarlara ve onların köpeklerine kucak açtığın
son atımızı kurtlara yedirdiğin için
unutturduğun için ”baharın isyancı” olduğunu bize
geleceğimize ekemediğimiz bir Yasemin borçlusun
*
bize
bulutların arasından geçen bir Hezarfen borçlusun İstanbul
uçmadı diyenler olsa da Galata Kulesi’nden
o hep var olsun isterim gökyüzünde
martılara çırak olsun
ve bıyık altından gülümseyerek softalara,
---yere öyle insin isterim
diyeceğim, İstanbul bir çift kanat da borçlusun bize
*
bize
memleketinde bir Nâzım borçlusun İstanbul
Münevver’in kucağından babasına uzanan bir Memet
Varşova’dan gerisin geriye dönen saman sarısı bir tren
kederi dudaklarla silinmiş bir sonbahar Prag Garı’nda
ve Leipzig’de ölümün ellerinden çıkarılan eldivenler,
ha bir de Anadolu’nun bir köyünde, çınar altında
haksızlıklara kalkmış yumruklar borçlusun
*
bize
Haliç’in ağzında bir Leonardo Da Vinci köprüsü
---borçlusun İstanbul
göl eyledik sandığımız Akdeniz’den okyanusa açılmayı
---başarabilen gemiler
kayıp parçalarını Piri Reis haritasının
babaları seferden sağ dönmüş çocukların sevincini
ve anlatılmamış anılarını
---Endülüs’ten yola çıkan Osmanlı kalyonlarının
başındaki bulutlarla gökyüzüne şunu da yaz
bize havalanan uçaklarını gülümseyerek izleyen
---bir Vecihi Hürkuş borçlusun
*
bize
içinden doğru sevilmiş bir Edip Cansever borçlusun İstanbul
kapı yanında herkesten habersiz ölmekten korkan bir gülcü
şairler çıkıp gittiğinde
---şiir taslaklarını süpürmeyip toplayan garsonlar
saniye kadar sümbüller, sonsuzluk kadar unutmabeniler
ve yere dökülen unun
alın teriyle alınmış ekmeğe geri verilecek sessizliğini borçlusun
*
bize
herkesten çok bir Türkan Saylan borçlusun İstanbul
Olanları ah nasıl da seyrettin
horlanırken aydınlar nasıl gülümsedin bıyık altından
gözaltına alınırken “At Kız”, başka tarafa nasıl çevirdin başını
ruhlarımızın kurutma kağıdısın sen İstanbul
nüfus kâğıdısın toplumsal cinnetimizin
başını karanlığa çarpmışsın çarpmamışsın ne fark eder
geleceğimize binlerce aydın
binlerce Türkan Saylan borçlusun (Sayfa: 26-31)
*
YİTİK CENNET
*
bir tren yolculuğunda
cennetin annelerin ayakları altında olduğuna
beni inandırmak için
saatlerce dil döken küçük Yağmur'a
*
avaz avaz bağırıyor çocuk,
sonuna kadar açık gözlerinin musluğu:
''baba.! baba.!
ayağını kaldır
cenneti eziyo'sun.!''
*
yerde yatan annesi
''keşke olmasaydın kızım,'' diye geçiriyor aklından
acıdan bayılmadan önce
sırtında tekme izleri
yüzü çürükler içinde (Sayfa: 32)
*
ZEVKLER VE RENKLER
*
zevkler tartışılmaz
eyvallah
ama renkler deyince az durun beyler
onlar öyle bir tartışılır ki
*
imza: bir kör (Sayfa: 34)
*
KADINLARI ÖLÜMSÜZ KILAN
*
belki bilmediğimiz bir yerlere gitmiştir İlkbahar
nerede olduğunu haber edecektir bize zamanı gelince
belki eski kocası Kış onu yirmi yerinden bıçaklamamıştır
---Buz Gibi Yalnızlık Sokağı'nın ortasında
belki seyretmemiştir yoldan geçenler cinayeti
---bir macera filmi gibi
belki herifi alaşağı edip kurtarmışlardır İlkbahar'ı
dağılan çantasını toplayıp vermişler
kanayan dizine mendil sarmışlar
bir taksi çevirip yollamışlardır akrabalarının evine
*
belki güvenli bir yerlere gizlenmiştir İlkbahar
nerede olduğunu haber edecektir bize günü gelince
belki Yaz yakmamıştır küçük elini sigara ateşiyle
çamaşır ipiyle boğmamıştır eski sevgilisi
---kezzap dökmemiştir yüzündeki çiçek tarlasına
*
belki biriktirdiği iki kuruş parası için öldürmemiş
---yakıp ormana atmamıştır onu zorba Sonbahar
---kuru yaprakların üzerine
---kupkuru yaprakların üzerine
belki biletini gidiş dönüş almıştır İlkbahar
saati gelince çıkagelecektir birden
belki dalgın dalgın otobüste otururken
---şort giydi diye yüzüne dirsek vurup kaçmamıştır
---korkak mı korkak bir adam
belki onu kurşun yağmuruna tutmamıştır sevgilisi
---barışma bahanesiyle çağırıp
çocuğunu kucağından almamıştır kayınpederi
bir ekmekten parça koparır gibi
belki peşine bir manyak takılmamıştır
satmamıştır babası onu on dört yaşında
belki kimse laf atmamış, sarkıntılık etmemiştir bugün
üç karaltı bir köşeye sürüklememiştir
belki pompalı tüfekle vurmamıştır onu bir ruh hastası
arkadaşlarıyla tren istasyonunda beklerken
*
İlkbahar bilir
saklanan çok daha acı verici söylenenden
gerçek anlatılandan çok daha korkunç
bu derin sessizliğin içinden
yine de çıkıp gelir kanayan bir kırlangıç gibi
sanki gökyüzünü kanatlarıyla biçen bir terzi
---özgürlüğünü prova eder
zalimlere inat uçtukça uçar
kurar çamurdan yuvasını yapayalnız
belki de budur kadınları ölümsüz kılan
bunca kirden pislikten söküp çıkarmak yaşamı
---bir süt damlası kadar beyaz (Sayfa: 38-40)
*
SÖZ VERMİŞTİ BANA, SAĞ DÖNECEKTİ BARIŞ:
*
''.."Söz vermişti bana, sağ gelecekti.." diye ağlayan kadınlar
söz verelim artık, herkes sağ dönsün evine
çift çift dönsün kumrular, mor dağlar, Fırat ve Dicle
sağ dönsün Sinop'taki su perisi, Kaçkarlar'daki arılar
ve Akdeniz'de yelkenlerin özlediği rüzgâr..
sağ dönsün Toroslar'da göç eyleyen Yörüklerin ruhu
Telleri tastamam sazıyla Karacaoğlan
dönsün çayda çıra, harman dalı ve zeybek
Ferhat'la Şirin ve aşkın halayı
sağ dönsün korkmuş ve üşümüş bütün çocuklar
çatlayacak kadar koşan atlar ve Mem û Zîn
kimse yan gözle bakmasın artık diğerine
söz vermişti, tutsun, sapa salim dönsün bu topraklara barış
dönsün yavru kumruları kanatlandıracak o ilkbahar'' (Sayfa: 45)
*
SEZEN:


''bir şarkı daha söyle Sezen
---söyle ki başlangıcı olsun aşk bütün çılgınlıkların
cariyeler padişahları tahtlardan aşağı itsin,
---devirsinler fildişi yatakları'' (Sayfa: 46)
*
EL FENERLERİ
*
4
*
herkes kuşları unutmuşsa eğer
mıçayım UFOlarına (Sayfa: 48)
*
AT
*
- amca
amca atına sorsana
o bilir
kaç at ölmüş Malazgirt Savaşı'nda
*
arabacının hacıyeşili gözlerine
gökdelenin on beşinci katından seslendi çocuk
ve yaşlı adam
kılkeçe heybesinden
eski püskü tarih kitapları çıkararak
doldurdu atının yem torbasına (Sayfa: 49)
*
SAYGIDEĞER ABİCİM:
*
''bence sevişmeden ''seviyorum'' diyenler yalancıdır
---------------saygıdeğer abicim'' (Sayfa: 51)
*
''yaşamak bir uzun çingene şarkısı damarlarımda'' (Sayfa: 53)
*
TARIK AKAN ÖLDÜ DİYORUM


Tarık Akan öldü diyorum film arasında çay içen makiniste
bize yeni replik uydurma Canım Kardeşim diyor
Aşık Veysel ona cennette bir karşılama çalar
sinema denen sihirle birlikte bizimle yaşar
*
Seyit Ali öldü diyorum Yılmaz Güney’e
bir çobanın kepeneğinin altına sığınmıştır o diyor
zemheriye kaval çalıyor, Zine’yi almış sırtına taşıyordur
varır buraya kar Yol’ları kapamadan, merak etme
*
Tarık Akan öldü diyorum kapıda bekleyen yer göstericiye
el fenerini yüzüme tutarak görüyor musun bu ışığı diyor
Nurettin derler bu ışığa Maden’de
daha adını bile öğrenememişsin sen
*
Damat Ferit öldü diyorum Adile Naşit’e
güldürme beni kuzucuğum diyor
kahkaha atarım yoksa ayol, salonda uyuyanlar var
Hababam Sınıfı’ndan cenaze değil düğün çıkar
*
Tarık Akan öldü diyorum Nâzım Hikmet’e
öyle mi sanıyorsun cancağzım diyor
Memleketimden İnsan Manzaraları’nda
---kim varsa haklıdan yana
hepsinin adı o’dur, biraz daha dikkatle okusana
*
Şivan öldü diyorum Tuncel Kurtiz’e
gün gelir görürsün diyor
mumla arayacak onu çoğalıp duran bütün Sürü’ler
onun canı misafirdi zaten bu dünyaya
---Berivan’ın çığlığı kadar
*
Tarık Akan öldü diyorum işkencecilerine
biz de geleceğiz cenazesine diyorlar
utanç içinde, başımız önde
helallik almak için merhametinden (Sayfa: 62-63)
*
MADIMAK OTELİ:
*
Sivastopal, 2 Temmuz 1993,
37 ölü,
milyonlarca şiir yaralı.
*
''türküleri yaktınız şiirleri yaktınız
doğru sözü yaktınız
*
akşamları geçerek önümden gidersiniz evlerinize
yıkıntıma sinsi sinsi gülersiniz
kapıda sizi karşılayan çocuklarınız
onlar da öğrenir bir gün
içindeki insanlarla yaktığınız
bir otelin
sonsuza dek
kül tüküreceğini yüzünüze'' (Sayfa: 71)
*
DEDİKEDİ GÖKDELENİ, NUMARA ELLİ YEDİ:
*
''ey sırtını sabunlatacak kimsesi olanlar
ne kadar şanslısınız
ve kir dediğin öyle kolay çıkıyo'sa
demek şansın sütüne de su karıştı püüü'' (Sayfa: 90)
*
Akgün Akova - Gökyüzünün Düşü:

u
ç
a
k
l
a
r
🕊️🕊️🕊️🕊️🕊️
d
ü
ş
e
r
🕊️🕊️🕊️🕊️🕊️
aklaru
çaklar
ak
laru
çakl
aruç
aklar
uçaklaruçak
laruçaklaruçaklar
uçaklaruçaklaruça
klar
🕊️🕊️🕊️🕊️🕊️
düşerdüşerdüşerdüşerdüşerdüşerdüşerdüşerdüşerdüşerdüşerdüşerdüşerdüşer
düşerdüşerdüşerdüşerdüşerdüşerdüşerdüşerdüşerdüşerdüşerdüşerdüşerdüşer
düşerdüşerdüşerdüşerdüşerdüşerdüşerdüşerdüşerdüşerdüşerdüşerdüşerdüşer
🕊️🕊️🕊️🕊️🕊️
Kuşlar sevinir.. (Sayfa: 94-95)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...