#KhaledHosseini etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
#KhaledHosseini etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Ekim 2018 Cuma

Khaled Hosseını - Bin Muhteşem Güneş

- '' Bunu öğren, kafana iyice sok kızım.'' dedi Nana. Pusulanın hep kuzeyi gösteren ibresi gibi, bir erkeğin suçlayan parmağı da daima, mutlaka bir kadını gösterir. Her zaman. Bunu hiç unutma Meryem.'' 
(Sayfa: 7 )
***
- Nana, Meryem'i doğurduğu günü anlatırken, yardımına hiç kimsenin gelmediğini söyledi. Dediğine göre, onu 1959 baharında, gri, yağmurlu bir günde doğurmuştu; Kral Zahir Şah'ın genellikle olaysız geçen, kırk yıllık saltanatının yirmi altıncı yılında. Celil bir doktor, hatta bir ebe çağırma zahmetinde bulunmamıştı; hem de vücuduna cin girebileceğini, doğum sırasında malum nöbetlerinden birini geçirebileceğini bile bile. Kulübenin zemininde, tek başına yatmıştı, yanında bir bıçakla tere batmış bedeniyle.
'' Sancılar arttığında, yastığı ısırıyor, sesim kısılıncaya kadar bağırıyordum. Yine de bir Allah kulu gelip yüzümü silmedi, bir bardak su vermedi. Sana gelince, Meryem co, hiç acele etmedin kızım! O soğuk taş bir zeminde tam iki gün yatırdın beni. Ne bir şey yedim, ne de uyudum; sürekli ıkınıyor, bir an önce gelmen için tanrıya yakarıyordum.''
'' Özür dilerim Nana:''
'' Göbek bağımızı kendim kestim. Bıçağı yanıma onun için koymuştum.
'' Özür dilerim.''
Tam burada, her seferinde, Nana'nın yüzünde ağır, dertli bir gülümseme belirirdi; bitmek bilmeyen bir yakınmanın mı, yoksa zoraki bir bağışlayıcılığın mı ifadesiydi, Meryem bir türlü çıkaramazdı. Kendi doğum şekli yüzünden özür dilemenin haksızlığını, buradaki adaletsizliği değerlendirmek, genç Meryem'in hiç aklına gelmedi. '' (Sayfa: 11-12 )

***
- Nana önce, kulübenin etrafında dönenip durdu, yumruklarını bir sıkıp bir açıyordu.
'' Sahip olabileceğim onca kız varken, Tanrı neden bana senin gibi bir nankörü verdi? Senin uğruna katlandığım onca şeyden sonra! Ne cüretle.? Beni böyle terk etmeye nasıl cüret edersin, seni küçük hain, seni harami.!''
Sonra alaya başladı.
'' Senin kadar sersemini görmedim.! Seni umursadığını, evine kabul edeceğini sanıyorsun, ha.? Seni kızı gibi görüyor.. evine alacak öyle mi.? Bak sana ne diyeyim. Bir erkeğin kalbi fesat, habis bir şeydir, Meryem. Bir ananın rahmine hiç benzemez. Kanamaz, sana yer açmak için genişlemez..'' 
(Sayfa: 29-30)
***
- Meryem elleri dizlerinin arasında, kanepede yattı, camın önünde girdap gibi dönen, çevrilen tipiyi seyretti. Aklına Nana'nın bir keresinde söylediği şey geldi; her bir kar tanesinin, dünyanın bir yerinde haksızlığa uğrayan bir kadının ağzından dökülen bir ah olduğunu. Bütün bu iç geçirmeler gökyüzüne yükseliyor, bulutlar halinde toplanıyor, sonra minicik parçalara bölünüp sessizce aşağıya, insanların üstüne yağıyordu. 
Bizim gibi kadınların neler çektiğinin göstergesi, demişti. Başımıza gelen her şeye nasıl sessizce katlandığımızın.  (Sayfa: 95) 
***
- Babi, daha küçüklüğünde Leyla'nın kafasına sokmuştu. Hayatında en önemsediği şey, kızının önce güvenliğini sağlamak, sonra da okutmaktı. 
Daha çok küçüksün biliyorum, ama bunu şimdiden anlamanı ve iyice öğrenmeni istiyorum, demişti. Evlilik bekleyebilir, eğitim beklemez. Sen çok, çok zeki bir kızsın. Gerçekten öylesin, istediğin her şey olabilirsin, Leyla. Seni tanıyorum. Ayrıca, bu savaş bittikten sonra Afganistan'ın erkekler kadar, belki daha da çok, sizlere gereksineceğini biliyorum. Çünkü bir toplumun, kadınları eğitimsiz olduğu sürece başarıya ulaşma şansı yoktur, Leyla. Hiç yoktur. '' (Sayfa: 118)
***
- Anne'nin karyolasının altından, Ahmet'in ayakkabı kutusunun ucu görünüyordu. Anne arada bir çıkarır, içindeki eski, buruşuk gazete kesiklerini, el ilanlarını gösterirdi Leyla'ya; Ahmet isyancı gruplardan ve Pakistan'da üslenmiş olan direniş örgütlerinden toplamıştı bunları. Leyla fotoğraflardan birini çok iyi anımsıyordu; uzun, beyaz paltolu bir adam, bacakları olmayan bir çocuğa lolipop uzatmaktaydı. Resmin altında şöyle yazıyordu: Sovyet kara mayınlarının hedefi çocuklar. Makalede, Sovyetler' in patlayıcıları, parlak renkli oyuncakların içine gizledikleri belirtiliyordu. Çocuk eline alınca, oyuncak patlıyor, parmakları hatta elinin tamamı kopuyordu. Bu durumda çocuğun babası cihata katılamıyordu, evde kalması, sakat çocuğabakması gerekiyordu. Ahmet'in kutusundaki bir başka makalede, genç bir mücahit, Sovyetler'in köyüne, insanların derisini kavuran, gözlerini kör eden gaz bombaları attığını söylüyordu. Annesiyle kız kardeşinin can havliyle, kan tükürerek dereye koştuklarını görmüştü. (Sayfa: 125)
***

''Vatanımızın adı bundan böyle Afganistan İslam Emirliği'dir. Bunlar da bizim koyduğumuz, sizin uyacağınız yasalar:
Bütün vatandaşlar, günde beş vakit namaz kılacaktır. Namaz vakti başka bir iş yaparken yakalanan, kırbaçlanacaktır.
Bütün erkekler sakal bırakacaktır.Meşru ölçü, çenenin altında, en az bir sıkılı yumruk uzunluğundadır. Bu emre uymayanlar, krbaçlanacaktır. 
Bütün erkek çocuklar türban takacaktır. Birinciyle altıncı sınıf arasındakiler siyah, daha yukarı sınıftakiler beyaz türban takacaktır. Bütün erkek çocuklar islami kılıklar giyecektir. Gömlek yakaları iliklenecektir. 
Şarkı söylemek yasaktır. 
Dans etmek yasaktır. 
İskambil oynamak, satranç oynamak Kumarın her türü ve uçurtma uçurmak yasaktır.
Kitap yazmak, film izlemek, resim yapmak yasaktır. 
Evinizde kuş beslerseniz, kırbaçlanacaksınız. Kuşlarınız öldürülecek. 
Çalarsanız, eliniz bilekten kesilir. Bir daha çalarsanız, ayağınız kesilir. 
Müslüman değilseniz, müslümanların görebileceği yerde dua etmeyin. Bunu yapanlar kırbaçlanacak ve hapse atılacaktır. Bir Müslüman'ı kendi dinine döndürmeye çalışan kişi, idam edilecektir. 
Kadınların dikkatine:
Evinizden dışarıya çıkmayacaksınız. Kadınların sokaklarda amaçsızca dolaşması, caiz değildir. Dışarıya çıkarsanız, yanınızda mutlaka bir mahrem, erkek akrabanız bulunacak. Sokakta tek başına yakalanan kadın dövülecek ve evine gönderilecektir. 
Her ne şart altında olursa olsun, asla yüzünüzü göstermeyeceksiniz. Dışarıdayken burka'yla örtüneceksiniz. Aksi halde şiddetle kırbaçlanacaksınız. 
Makyaj malzemeleri yasaktır.
Mücevher yasaktır.
Çekici, gösterişli giysiler giymeyeceksiniz. 
Sizinle konuşulmadan konuşmayacaksınız. 
Erkeklerle göz göze gelmeyeceksiniz. 
Uluorta gülmeyeceksiniz. Gülenler kırbaçlanacaktır.
Tırnaklarınızı boyamayacaksınız. Boyarsanız, bir parmağınız kesilecektir. 
Kızların okula gitmesi yasaklanmıştır. Bütün kız okulları derhal kapatılacaktır.
Kadınların çalışması yasaklanmıştır. 
Zinadan suçlu bulunursanız, taşlanarak öldürüleceksiniz. 
Dinleyin, iyi dinleyin. İtaat edin. Allah-u Ekber.''' (Sayfa: 284-285)
***
- Kazmalı baltalı adamlar, bakımsızlıktan dökülen Kabil Müzesi'ne daldılar, İslam öncesi heykelleri parçaladılar. Mücahitler tarafından çoktan yağmalanmamış olanları elbette. Üniversite kapatıldı, öğrenciler evlerine gönderildi. Resimler duvarlardan indirildi, kılıçlarla parçalandı. Televizyon ekranları tekmelendi.. Kitaplar, Kur'an dışında, yığınlar halinde yakıldı, kitap satan dükkanlar kapatıldı. Halili'nin, Pejvak, Ensari, Hacı Dehkan, Eşraki, Beytab, Hafız, Nizami, Rumi, Hayyam, Beydel ve daha çoklarının yapıtları kül oldu. '' (Sayfa: 287)
****
- Kerabat, Kabil'in kadim müzik mahallesi susturuldu. Müzisyenler dövüldü, hapse atıldı, rubabları, tamburları, armonikaları ayaklar altında çiğnendi. Taliban, Tarık'ın en sevdiği şarkıcının, Ahmet Zahir'in mezarına kurşun yağdırdı.
'' Öleli nerdeyse yirmi yıl oluyor'' dedi Leyla Meryem'e. '' Ölmek bile yetmiyor mu?'' (Sayfa: 288)
****
- ''Yaa'' dedi Tarık '' Flamingolar''
Taliban resimleri bulunca, diye sürdürdü anlatmayı, kuşların uzun, çıplak bacaklarına bozulmuş. Kuzenin ayaklarını bağlayıp falakaya yatırmış, kan revan içinde bırakmış, sonra da bir seçenek sunmuşlar: Ya resimleri yok edeceksin ya da flamingoları edepli bir hale getireceksin. Bunun üzerine, kuzen eline fırçasını almış, kuşlara, her birine, tek tek pantolon giydirmiş.
'' Al sana müslüman flamingo'' dedi Tarık. (Sayfa: 341)
****
- Kuşkuluyum, dedi genç Talib. ''Allah bizi farklı yaratmış; siz kadınlarla biz erkekleri. Beyinlerimiz farklı. Sizler bizim gibi düşünmeyi beceremezsiniz. Bunu batılı doktorlar bilimsel olarak kanıtladı. İşte, tek bir erkeğin tanıklığına karşılık iki kadın tanık istememizin nedeni de bu.'' (Sayfa: 376)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...