3 Nisan 2019 Çarşamba

Oğuz Atay - Tehlikeli Oyunlar


''Sesinizi bastırmak için, burnumun dibindeki kötülüğünüzü yok etmek için, uzak kötülükler düşüneceğim.'' (Sayfa: 17)


''Belki yarın sabah soğukta uyanmanın bir anlamı olur, sana çay pişirmek gibi. Ayaklarımın ucuna basarak yürürüm yataktan kalkınca. Tahtalar gıcırdar. Hayır, zamanla öğrenirim hangi tahtaların ses vermediğini. Sonra ne yaparım.? Uyanmadı, çayın hazırlandığından haberi yok diye sevinirim. 
Bütün hayatımı, en ince ayrıntılarına kadar düşünerek hesapladığım iyiliklerin hayaliyle geçirdim albayım. Artık ne olacaksa olsun istiyorum.'' (Sayfa: 21)


''Belki yaşantım kolaylaşıyordu; fakat, her olayı yaşamadan eskitiyordum böylece. Üstelik hayallerimin içine itirazlar karışıyordu.'' (Sayfa: 23)


''Hayalimdeki günleri bile böyle küçük hesaplarla geçirdim işte albayım. Aklımın içini örümcek ağları sardı; kafamın sandalyelerinde elbiseler, gömlekler, çoraplar, birikmeğe başladı; kurduğum hayaller, bir bekâr odasının dağınıklığında boğuldu. Düşüncemin duvarlarına resimler asmak istediğim halde bir türlü olmadı. Belirli noktalara biriken eşya, odanın çıplaklığını daha da çok ortaya çıkardı.'' (Sayfa: 24)


''Duvarlarına takvimler asan evlere bir türlü benzeyemedik. Evinizi daireye çevirdiniz bu takvimlerle, diyordum onlara. Bana gülerlerdi: Evi olmayan ukala aydınların bu öfkesine, yuva sahibi cahil insanların rahatlığıyla gülerlerdi.'' (Sayfa: 24)


''Yalnızlığın dinini yayıyordum. 
(Başarılı olduğum söylenemezdi.)
Ben tanrı misafiriyim; kendisinin çok selâmı var sizlere. (Gülerlerdi.) Bu akşam da size yolladı beni. (Birbirlerine bakarak, gene bir şeye canı sıkılmış bunun, derlerdi içlerinden.) Yukarıdakilerin biraz canı sıkılıyor da, sen git biraz dolaş dediler bana. (İşimiz Allaha kalmıştı.) Benim hüzünlü görünüşüme saygı duyarlardı, benim için bir şeyler yapmak isterlerdi. Sana da birini bulsak Hikmet, bu bitip tükenmez dolaşmalarının bir sonu gelse. (Geldi.)'' (Sayfa: 24-25)


''Söyle evlâdım, diye teselli ederdi annem beni.. Söyle de içine hicran olmasın. Hicran oldu anne.'' (Sayfa: 25)


''İnsan, birbirine benzeyen bütün yaşantılarını kesintisiz sürdürmeli albayım; çok uzun bir gün boyunca hayatının bütün içkilerini içmeli meselâ.'' (Sayfa: 26)


''Karanlığa dikti gözlerini: Işık mı azdı.? Yoksa insan aynı parlaklıkta görmüyor mu kafasından geçenleri.?'' (Sayfa: 31)


''Aynı meyhaneye iki kere girilmiyormuş. (Buna benzer bir felsefe vardı, değil mi albayım.?)'' (Sayfa: 33)


''Karanlıktan sonra birdenbire nasıl aydınlık olur, albayım.? Siz hiç görebildiniz mi.?'' (Sayfa: 33)


''Nerede olursa olsun, bir insanın üstüne bu kadar yaşantı yığılsın da, bir başkası onlardan bir şey çıkarmasın, mümkün mü.?'' (Sayfa: 56)


''Sigara dumanları masayı kapladı. Mavi dumanlar eşyayı inceltti, şimdiki zamanın katı görüntülerini dağıttı; geçmiş zamana gidildi.'' (Sayfa: 59)


''Benim hayatım sürekli bir büyük oyundan ibaretti.'' (Sayfa: 63)


''İşte ondan sonra, kardeşim Hidayet, insanlığa öfkem başlıyordu; belki de ilk öfkelerimi bu oyunlar sırasında duymuştum. Çünkü, bütün gücüme rağmen oyuna geliyordum. Kendime kızıyordum: Çünkü oyuna geliyordum, anlıyor musun oğlum Hidayet.? oyuna geliyordum. Oyuna gelmemeliydim, bana oyun oynanmamalıydı. Bütün gücümle uyanık kalmalıydım; başkalarının rüyalarını görmemeliydim. Ve kardeşim Hidayet, öfkelenince de onların bütün kusurlarını, küçüklüklerini, daha önce hoşgörüyle karşıladığım kendini beğenmişliklerini daha şiddetle görüyordum ve unutmuyordum. Onları kıskanıyordum, onları beğenmiyordum. Oynadıkları oyunu hiç anlamıyorlardı. Yaşamak istiyorlardı, en çok buna kızıyordum.'' (Sayfa: 63)


''Bazı sözler vardır, oğlum Hidayet, insan onlarsız edemez. Ölü noktaya gelmiş olan bir oyun, onlarla birden canlanır; akıcı, sürükleyici bir duruma gelir. Cümlelerin üstüne bir ağırbaşlılık gelir; seyredenler, neden olduğunu bilmeden, birden duygulanır. Oysa, insan kendine ait gizli bir kötülüğü, can sıkıcı bir küçüklüğü farketmiştir tam o sırada; içinden yüzünü buruşturur. Fakat, oyunu, ne pahasına olursa olsun sürdürmek gerekmektedir; oyunun kuralı budur.'' (Sayfa: 64)


''Mektubumuz, karışık olmakla birlikte; ruhumuzun aynasıdır. Derlenip toparlanması, içimizin derlenip toparlanmasına bağlıdır. Biraz daha zamana ihtiyacımız vardır. Acele edelim beyler.!'' (Sayfa: 64)


''Bir yaşantıyı tam bitirmeli. Hiç bir iz kalmamalı ondan. Yeni yaşantılar için. Yeni yaşantılar için. Bunu önceden bilseydim, yaşantı milyoneri olmuştum. HA-Ha.'' (Sayfa: 65)


''Ben de kendimi hoşgörüyle karşılamak istiyorum albayım. Uğraştıkça daha derin bir bataklığa gömüldüğümü hissediyorum.'' (Sayfa: 68)


''Bana vurdular albaylarım, bana vuruluyordu. Merak etme Hikmet oğlum, sen düzelirsin. Öyle deniliyordu albaylarım, yarım kalmış generallerim; sen elbette bir yolunu bulursun diyorlardı.'' (Sayfa: 68)


''Herkes, tarih okuyor albayım; bugüne değer veren kalmadı. Bugün, zaten yaşanıyor; asıl, geçmişte ne olmuş bakalım.? Sararmış vesaikin kararmış fotokopilerinin kirlenmiş baskıları. Bugünü daha iyi anlamak içinmiş aslında. Ne olacak anlayacaksın da.? Daha mı iyi yaşayacaksın.? Öyle deme, öğren, öğren: Nâzım Paşayı Ruslar nasıl aldatmış.? Bakkal Rıza'nın beni aldatmasına karşı yararı dokunur mu.? Anlamıyorsun, meseleleri ayağa düşürüyorsun. Anlamıyorsunuz, meseleler hiç bir zaman başa çıkmadı. Hele sizler, hele sizler, kimsesizler için hiç.
(..)
Canım. Seni görmek istiyordum kısacası. İnsan görmekle bile bazı şeylerin ağırlığına dayanabilir, avunabilir, hayal kurmağa devam edebilir. Sen anlamazsın tabii. Anlamak için, insanın bazı eksik yönleri olmalı.'' (Sayfa: 140)
*
''Bana kötü bakmıştınız. Okurken sayfalarımı buruşturmuştunuz.'' (Sayfa: 143)
*
''Kendinden veriyorsun ve durmadan eksiliyorsun. Oysa bazı insanlar, oldukları gibi kalarak, elde ederler istediklerini. Ben, kanımı damla damla süzerek veriyorum.''
*
''Oysa, birikmiş alacaklarım vardı bu dünyadan. Çünkü kötü bir yaşantıydı.''
*
''Bu yaşantının sonu kötü bitecekti. Kitaplar da öyle yazıyordu. Bu yaşantının sonu da kötü bitecek albayım. Bizim gibilerin hayatında güzellikler, kısa süren aydınlıklardır. Bizim gibiler, başkalarının yaşantılarına kısa bir süre için girerler. Uşak rolünde sahneye çıkarlar. Kötü bir yaşantı, fakat iyi bir oyun.''
*
''Here I come. Come come come. Ey kalem.! Bu eser senin değildir. Ey gece.! Bu seher senin değildir.'' (Sayfa: 158-159)

*
''Gidenler sevinçliydi. Geride bıraktıklarına karşı ayıp olmasın diye üzgün görünüyorlardı..''
*
''Muhayyilesi kuvvetli bazı insanlar, sevdikleri ölülerin uzun bir yolculuğa çıktıklarını düşünmüşlerdir; bense, bütün yolculuğa çıkanların ölmüş olduğunu düşünüyordum. Ne büyük bir günah, değil mi.?''
*
''.. kelimeler aldatıcıydı, bizi gerçeklerden uzaklaştıran küçük tuzaklardı..'' 
(Sayfa: 209-210)
*
''Ne var ki, dünyada 'sizi anlıyorum' gözlerinin sahteleri türemişti; gerçeği sahteden ayırmak çok zordu. 'Sizi-anlıyorum konuşmanıza-ihtiyaç yok' ya da 'siz-onlara-bakmayın-yalnız-gözlerime-inanın' bakışlarının çoğu aslında 'bugünü-geçirmek-için-bir-bedene-ihtiyacım-var' kalıbından ibaretti. İnsanın, böyle sahtekârlıkları görünce, başı ağrıyordu.'' (Sayfa: 214)



''Nihayet insanlık da öldü. Haber aldığımıza göre, uzun zamandır amansız bir hastalıkla pençeleşen insanlık, dün hayata gözlerini yummuştur. Bazı arkadaşlarımız önce bu habere inanmak istememişler ve uzun süre. 'Yahu insanlık öldü mü.?' diye mırıldanmaktan kendilerini alamamışlardır. Bu nedenle gazetelerinde, 'İnsanlık öldü mü.?' ya da 'İnsanlık ölür mü.?' biçiminde büyük başlıklar yayımlamakla yetinmişlerdir. Fakat acı haber kısa zamanda yayılmış ve gazetelere telefonlar, telgraflar yağmıştır; herkes, insanlığın son durumunu öğrenmek istemiştir. Bazıları bu haberi bir kelime oyunu sanmışlarsa da, yapılan araştırmalar bu acı gerçeğin doğru olduğunu göstermiştir. Evet, insanlık artık aramızda yok. İnsanlıktan uzun süredir ümidini kesenler, ya da hayatlarında insanlığın hiç farkında olmayanlar bu haberi yadırgamamışlardır. Fakat, insanlık âleminin bu büyük kaybı, birçok yürekte derin yaralar açmış ve onları ürkütücü bir karanlığa sürüklemiştir; o kadar ki, bazıları artık insanlık olmadığına göre bir âlemden de söz edilemeyeceğini ileri sürmeğe başlamışlardır. Bize göre, böyle geniş yorumlarda bulunmak için vakit henüz erkendir. İnsanlık artık aramızda dolaşmasa bile, hatırası gönüllerde her zaman yaşayacak ve çocuklarımız bizden, bir zamanlar insanlığın olduğunu, bizim gibi nefes alıp ıstırap çektiğini öğreneceklerdir. İnsanlığın güzel ve çekingen yüzünü ben de görür gibi oluyorum. Zavallı insanlık kendini belli etmeden sokaklarda dolaşır ve insanlık için bir şeyler yapmağa çalışanları sevgiyle izlerdi. Bugün için insanlık ölmüşse de, onun ilkeleri akıllara durgunluk verecek bir canlılıkla aramızda yaşamağa devam edecektir. İnsanlıktan paylarını alamayanlar için o zaten bir ölüydü; onun bu kadar uzun yaşamasına şaşılıyordu. Yıllarca önce küçük bir kasabada dünyaya gelen insanlık, dünya savaşlarından birinde, çok rutubetli bir siperde göğsünü üşütmüş ve aylarca hasta yatmıştı. Bu olaydan sonra, hastalığın izlerini bütün ömrünce ciğerlerinde taşıyan insanlık, önceki gece sabaha karşı nefes alamaz olmuş ve gösterilen bütün çabalara rağmen gün ağarırken doktorlar, insanlıktan ümitlerini kesmek zorunda kalmışlardır. Doğru dürüst bir tahsil görmeyen ve kendi kendini yetiştiren insanlık hiç evlenmemişti. Küçük yaşta öksüz kalan insanlığa, doğru dürüst bir miras da kalmamıştı; bu yüzden sıkıntılarla geçen hayatı boyunca insanlık, başkalarının yardımıyla geçinmeğe çalışmıştı. İnsanlığın ölümüyle ülkemiz, boşluğu doldurulması mümkün olmayan bir değerini kaybetmiştir. Gazetemiz, insanlığın yakınlarına başsağlığı ve sonsuz sabırlar diler. Not: Merhumun cenazesi, önce, uzun yıllar yaşamış olduğu Hürriyet Caddesinden geçirilecek ve ölümüne kadar içinde barındığı Ümit apartmanı bodrum katında yapılacak kısa ve sade bir törenden sonra toprağa verilecektir.'' (Sayfa: 255-256)


''Ben ve benim gibi, kâbuslarından başka kaybedecek bir şeyleri olmayan ruh proletaryası, bu dünyadaki yerini ancak büyük oyunun içinde bulabilir. Ayrıca ülkemiz de, kendi oyunu içinde dünyada hiçbir ülkenin bu çeşit proletaryaya tanımadığı hakları vermiştir bizlere. İnsan, ancak bu ülkenin dışında, manevi bakımdan yüksek bir yerde durursa, bizim özümüzü ve biçimimizi görebilir. Akıl ve ruh proletaryasının en büyük akılsızlığı, akıl ve ruh burjuvazisinin nimetlerine kavuşacağını umarak onlara hizmet etmesi ve bu sırada kaçınılmaz istismar kanunları yüzünden zayıf aklını ve ruhunu da parça parça onlara kaptırmasıdır.'' (Sayfa: 351)



Aydın İnsanın Düşünsel Bunalımlarını Eleştiren Yazar: Oğuz Atay
*
(..) Oğuz Atay nesir edebiyatımıza çok değişik bir ses, yer yer yadırgatan çok değişik bir anlatım, çok değişik, biraz karmaşık da olsa çok değişik bir üslup getirmişti. İnsan yaşamının olgularını -daha çok da ruhsallığımızın olgularını- doğdukları anda saptamaya ve belirlemeye çalışan, bu olguları önceden iyice düzenlenmiş, ilkeleri ve kuralları iyice belirlenmiş bir mimarlığın yasalarına göre değil de kendiliğindenliğin savruk çarpıcılığına göre ve bir çeşit çağrışım düzeninde, ama elbette tasarlanmış bir çağrışım düzeninde bir araya getiren bir anlatım tekniği geliştirmişti Oğuz Atay.
(..) Oğuz Atay'ın tutarlılığı kendini sınıfsal konumu içinde alıp değerlendirmeye, değerlendirirken de eleştirmeye çalışan insan duyarlığında ortaya çıkıyordu. Kendi dünyasını anlatmaya çalışıyordu o, kendisini çevresiyle, ortamıyla, sınıfıyla sınırlıyordu, kendi dışındakini, yaşamadığı, duymadığı, görmediği, bilemeyeceği şeyleri anlatmayı düşünmüyordu. Bu yüzden çabası daha anlamlı ve saygıdeğer oluyordu. (..) O, küçük burjuva aydınının özeleştirisini getirmeye çalışıyordu diyebilir miyiz.? Diyebiliriz sanırım. Ama getirmeye çalıştığı o kadar değildi. Oğuz Atay, daha ileriye giderek, genel aydın insan örneğinin bunalımlarını, her şeyden önce düşünsel bunalımlarını ortaya koyuyordu.
(..) Yazdığı şeyler kurulu düzenin iteceği şeyler değildi, baş tacı edeceği şeyler de değildi. Toplumsal ya da sınıfsal özeleştiri eleştiriden dada acımasız ama daha yapıcı olur genellikle. Öte yandan, özeleştiriyle güçlenir, gelişir eleştiri. Her eleştiride birazcık özeleştiri, her özeleştiride birazcık eleştiri vardır. Onun yazısı eleştiriden çok özeleştiriydi. Ancak, aydın insanın toplumsal, sınıfsal, kişisel düzeydeki zorluklarını ben süzgecinden geçirerek görmek ve göstermek hiç de ters bir anlam taşımıyordu. Hele birçok kalemin yurt sorunlarını bilir bilmez çözümleme çocukluğu uğruna kendilerini boşa harcadıkları bir ortamda, böyle bir çaba hem değerli, hem yararlı bir çabaydı. Eleştirmeciler Oğuz Atay'ın üstünde durmalıydılar, gene de durmalılar, onlar böyle bir çabayı göze almış olsalardı sınıfsal özeleştiri açısından çok verimli bir kaynağı açığa çıkarmış olurlardı.

*
Afşar Timuçin, Milliyet Sanat Dergisi
Tehlikeli Oyunlar: Sayfa: 478

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...