10 Kasım 2018 Cumartesi

Cemal Süreya - On Üç Günün Mektupları ve 1967-1978 Mektupları

Cemal Süreya - On Üç Günün Mektupları ve 1967-1978 Mektupları

Sevda Sözleriyle Dolu Mektuplar - Erdal Öz
Sayfa: 8-11
*
(..)
On Üç Günün Mektupları, -okuyunca göreceksiniz- ileride bir gün yayımlanacağı düşünülerek yazılmış mektuplar duygusu vermiyor. Çünkü bu mektuplar, Cemâl Süreya'nın '72 Temmuz'unda 41 yaşındayken yazdığı mektuplardır. Belli ki çok kişisel, çok özel mektuplar.
Aşk dolu mektuplar.
Aşk mektupları, bir tür yazılı sevişmedir.
Bu mektuplar, belki cinselliğin ağır basmadığı mektuplar. Ama başka türlüsü de olamazdı. Çünkü hastanede ölümcül bir ameliyata yatmış olan sevgiliye yazılmış mektuplar bunlar. Sevdiği kadına yaşama sevgisi aşılamaya çalışan, güç veren, güven veren, sevgi yüklü mektuplar.
*
Şiirimizin son döneminin en büyük ustalarından biri olan Cemâl Süreya'nın, on üç gün boyunca aralıksız yazdığı bu mektuplara, aslında tek ve uzun bir mektup gözüyle bakmak daha doğru. Biçimsel açıdan Oscar Wilde'ın De Profundis'i gibi.
Gündelik yaşamın sıkıntıları içinde, bir yandan yaşam kavgası verirken, bir yandan da bütün boyutlarıyla şiiri yaşayan dar gelirli devlet memurunun uzun bir aşk mektubu.
On Üç Günün Mektupları'nı Zuhal Tekkanat, yayımlanması için bana getirdiğinde önce çok sevinmiş, sonra da çok tedirgin olmuştum. O gün Zuhal Hanım, bu mektupların yazılış öyküsünü de anlatmıştı bana. Çok ilginçti. Bir kere bu mektuplar, Cemâl Süreya'nın yazdığı mektuplar arasından seçilip derlenmiş mektuplar değildi. Bir tek kişiye yazılmışlardı. Sevgiyle yazılmışlardı. Ve on üç gün boyunca aralıksız yazılmışlardı. Korunması, bir çiçek gibi koklanması, saklanması gereken mektuplardı.
Ölümünün üzerinden daha bir yıl bile geçmemişken, yakın dostum olmasa da, çok eskiden beri tanıdığım, sevdiğim, şiirlerine vurgun olduğum Cemâl Süreya'nın bir dönem karısı olmuş Zuhal Tekkanat'a on üç gün boyunca yazdığı bu çok özel mektupları yayımlamam, ortaya çıkarmam doğru olur muydu.?
Mektupların tümünü okuyunca tedirginliğim geçti. Başkalarının da bu güzel mektupları okuması gerektiğine inandım. Açıklanmasıyla, herkesçe bilinmesiyle Cemâl Süreya'nın değerine, kişiliğine, anısına gölge düşürecek hiçbir sakıncalı şey yoktu bu mektuplarda.
Şiirimizin bu büyük ustasının -bence büyük bir düzyazı ustasıdır- mektup türünün en güzel örneklerini verdiği, düzyazı alanındaki ustalığını hangi boyutlara götürdüğü açısından, özellikle de Cemâl Süreya şiirini inceleyecek olanlara önemli bir kaynak olacağını düşünerek bu mektupların yayımlanmasının yaralı olacağı kanısına vardım.
*
On Üç Günün Mektupları'nın yazılış öyküsünü de kısaca anlatmalıyım.
Cemâl Süreya, ilk eşi Seniha Hanım'dan ayrılmıştır. Bu ilk eşinden Ayçe adında bir de kızı vardır.
1967 yılı ilkbaharında İstanbul'da, Beyoğlu'nda, Çiçek Pazarında, Türk Edebiyatçılar Birliği Lokalinin açılış töreninde Cemâl Süreya, Zuhal Tekkanat'la karşılaşır. Zuhal Hanım, bu tanışmayı ve ötesini şöyle anlattı bana:
''Gece kalabalık ve neşeliydi. Bir ara Cemâl Süreya yanıma yaklaştı ve ''Benimle evlenir misin.?'' dedi. Yakınlaşmayı çok iyi bilen biri olduğu için önceleri kaçtım ondan. Daha sonra rastlaşmalarımız, yakın duygusallığımız, nişan yüzüğünü Kapalıçarşı'da bir çayhanede takmışlığımız, altı ay sonra yıldırım nikâhıyla noktalandı. Nikâh tanıklarımız: Muzaffer Buyrukçu ile Tevfik Akdağ idi. Ercüment Uçarı da tek konuğumuzdu. Evimizin gecelerini Ülkü Tamer, Gülsen Tuncer, Muzaffer Buyrukçu süslerdi.''
Zuhal Hanım'ın da ikinci evliliğidir bu. Tıpkı Cemâl Süreya gibi onun da ilk eşinden İçsel adında bir kızı vardır.
Sonra Cemâl-Zuhal evliliğinden Memo Emrah adlı bir oğul dünyaya gelir. Bu mektuplar boyunca Cemâl Süreya'nın bu oğula düşkünlüğü açıkça görülecektir.
Memo adını, Cemâl Süreya, çocuk daha doğmadan koymuştur. Bunu, daha önceki mektuplarından çıkarıyorum:
Cemâl Süreya, o sıralarda Ankara'da Maliye Tetkik Kurulu'nda görevlidir. Zuhal Hanım ise İstanbul'da, Sosyal Sigortalar Kurumu'nda, muhasebe bölümünde çalışmaktadır.
Cemâl Süreya'nın gerçek adı Cemâlettin Seber'dir. Cemâl Süreya adı, onun yazarlık adıdır.
Zuhal Seber de şiirler yazıp yayımlamaktadır; o da şiirlerinde Elif Sorgun adını kullanmaktadır.
Sonunda Memo Emrah doğar.
Aradan üç yıl geçer. Zuhal Seber'in ağır bir ameliyat geçirmesi gerekir. Cemâl Süreya İstanbul'a gelir. Kadıköy yakasında, Mühürdar'daki evlerinde Memo Emrah'la kalır. Zuhal Hanım, sonu belki de felçle bitecek o ağır ameliyatı başarıyla atlatır. İyileşir. Hastaneden çıkar.
Zuhal Hanım'ın hastanede kaldığı bu on üç gün boyunca, Cemâl Süreya, her yerde, bulduğu her köşede oturur ona mektuplar yazar. Sonra ziyaret günleri onu görmeye gider, yazdığı mektupları ona bırakır. Hastaneden çıkar çıkmaz da yeni bir mektuba başlar. Tam on üç gün sürer bu mektup yazma işi.
Bu kitaba On Üç Günün Mektupları adını Zuhal Hanım düşündü.
Mektupları tarih sırasına göre yayımlarken, Cemâl Süreya'nın çok güzel, çok kişilikli elyazısını da olduğu gibi kitaba almadan edemedim.
Mektuplar, Türk Dil Kurumu'nun, 40. yıldönümü dolayısıyla bastırıp üyelerine dağıttığı, bloknot sayfalarına yazılmış. Her sayfanın üstünde Türk Dil Kurumu'nun basılı başlığı var.
Okuyunca göreceksiniz, Cemâl Süreya sürekli bir kız çocuğu özlemindedir. Bu doğmamış kızının adını da koymuştur: Elif Zeyno.
Baştan sona Sevda Sözleri'yle dolu bu güzelim mektupları günışığına çıkardığım için mutluyum. Edebiyatımızda büyük bir yeri olan Cemâl Süreya'nın önemli bir yapıtı olarak bakıyorum bu kitaba.
💌💌💌💌💌💌💌💌💌💌
12 Temmuz 1972
*
Zuhal'im, hayat.!
Hayatımsın.
Bunu bilmeni istedim. En önce bunu bilmeni.

Cemal Süreya - On Üç Günün Mektupları ve 1967-1978 Mektupları

Şimdi yeni bir şiirim var, bitmemiş. Onda şöyle iki dize var:
*
Dinle küçük bir kız söylüyor
Koparmasınlar beni koparmasınlar beni.
*
Hadi iki dize daha ekleyeyim buna:
*
Dinle Pir Sultan Abdal söylüyor
Sesinde gökyüzü ve binlerce ipekböceği.
*
(..)
Sevmek ne uzun kelime.!
*
Derin deniz mavisi.
*
Ne zaman geleceksin.?
(..)
Sevgilim, ben şimdi büyük bir kentte seni düşünmekteyim.
Elimde uçuk mavi bir kalem, cebimde iki paket cıgara,
Hayatımız geçiyor gözlerimin önünden
Çıkıp gitmelerimiz, su içmelerimiz, öpüştüklerimiz
"Ağlarım aklıma geldikçe gülüştüklerimiz."
Çiçekler, çiçekler, su verdim bu sabah çiçeklere,
O gülün yüzü gülmüyor sensiz.
O köklensin diye pencerede suya koyduğun devetabanı
Hepten hüzünlü bu günlerde
Gür ve çoşkun bir günışığı dadanmış pencereye
Masada tabaklar neşesiz
Koridor ıssız
Banyoda havlular yalnız
Mutfak dersen derbeder ve pis
Çiti orda duruyor, ekmek kutusu boş
Vantilatör soluksuz
Halılar tozlu
Giysilerim gardropda ve şurda burda
Memo'nun oyuncak sepeti uykularda
Mavi gece lambası hevessiz
Kapı diyor ki açın beni, kapayın beni
Perdeler gömlek değiştiren yılanlar gibi
Radyo desen sessiz
Tabure sandalyelardan çekiniyor
Küçük oda karanlık ve ıssız
Her şey seni bekliyor her şey gelmeni
İçeri girmeni
Senin elinin değmesini
Gözünün dokunmasını,
Ve her şey tekrarlıyor
Seni nice sevdiğimi.
*
(Sayfa: 71-74)

Cemal Süreya - On Üç Günün Mektupları ve 1967-1978 Mektupları

''.. Sen yokken ben bardağı bile mutfağa götüremiyorum. Tırnaklarımı bile kesemiyorum, bilesin bunu..''
(..)
''Sevgiler içinde Zuhal sevgisi.'' (Sayfa: 77)
***
''İnsan bazı şeyleri geç keşfediyor. Meğer tam Okmeydanı dolmuş durağının önünde bir kahve varmış. Zemin (yani bodrum) katta olduğu için şimdiye dek görmemişim. Oysa 13 gündür, hastaneye gelmeden, oturup mektuplarımı yazacak bir yerin ne kadar sıkıntısını çekmiştim. Bayağı bir sorun olmuştu bu benim için. Kadıköy'deki kahvede mi, Nahit'in Karaköy'deki odasında mı, yoksa Şişli'de bir pastanede mi oturmalıydım. Ama, işte, bir pınar gibi buldum o kahveyi. Kahve deyip geçme, önemlidir. Ve oturup hep aynı yerde yazmak eğilimi vardır bende. Evde ya da dairede masamın yeri değişse düzenim bozulur. Kolum kanadım kırılmış gibi olur. Bir süre gerçek havama giremem. Daha tuhafını söyleyeyim, hep aynı tuvalete gitmek isterim. Sinemada aynı koltuklar çeker beni. İnsanlarda da öyle. Yeni biri, yeni bir arkadaş sıkar beni. Neler konuşabilir insan yeni bir kişiyle. Yeni bir kişiyle dost olunabilir mi.? Bu yüzden diyorum ki insan anılarıdır. Kabul edeceğim tek yeni kişi Elif Zeyno olabilir. O da yeni sayılmaz; bizim (senin, benim, Memo'nun) yeni bir biçimlenişi, yeni bir dirim kazanması belki.
*
Selâm ona.
*
Selâm sana. (Sayfa: 79)
***
''Eskiden de hep gelip bu masaya otururdum. Sondan bir masa bırakarak en uçta oturmak. Huyumdur benim..''
(..)
Seni doyurmak.
Seni giydirmek.
Seni uyutmak.
Seni güldürmek.
Seni yaşatmak. (Sayfa: 83)
***
''.. Anılarla düşler iç içe gelişir. Birbirinden ayrılmaz. Düşler anıların kız çocuklarıdır. Sen yaprak bakışlı küçük kız, eğil bir yol öpeyim yanağından.
*
''Öyle derin ki gözlerin içmeye eğildim de. (Aragon)
*
Bizi bir kamyona doldurdular.
Tüfekli bir erin nezaretinde. Sonra o iki erle yük vagonuna doldurdular. Günlerce yolculuktan sonra bir köye attılar. Tarih öncesi köpekler havlıyordu. Aklımdan hiç çıkmaz o yolculuk, o havlamalar, polisler. Duyarlığım biraz da o çocukluk izlenimleriyle besleniyor belki. Anam sürgünde öldü, babam sürgünde öldü. Memo'ya ve sana duyduğum sevgide bu ölümleri de, bu öksüzlükleri de değerlendirmelisin. Aşkımın tandırdan yeni çekilmiş bir yufka gibi her dem sıcak ve taze olduğunu anlamalısın. Yüksek öğrenim yıllarında Başkent sokaklarında ceplerimi ellerimle doldurarak yürürken ilerde bir karım olacağını, çocuklarım olacağını düşünürdüm. Yüzsüz, bedensiz bir şeydi bu kadın; bir gölge gibi düşlerimin arasından sıyrılır, geçer giderdi zaman zaman. Sensin o kadın. O çocuklar Memo ile Elif. Annemle babam Bilecik'te Şoşa'nın yanında yanyana iki mezarda uyuyorlar. Annem 1938'de, babam 1957'de öldü. İki ölüm arasında 20 yıllık bir ara var. Ama işte ikisi de yanyana yatıyor. Birgün gidelim. Gidelim mi.? Büyükannemle Hasan amcam da şu koyu yeşilliğin altındalar. Ama yanyana değiller. ''Sizin hiç babanız öldü mü.?''
*
Biz gözyaşımızı gizleyen insanlarız.
Biz kahkahamızı da gizleriz.
Biz koşuyu kaybettikten sonra da koşan atlarız.
*
Seni Seviyorum.
*
(Sayfa:85-87)
***
(..)
Sevgilim, bir günün ortası şimdi
Taşıtlar hızla gelip geçiyor, her yer kalabalık,
Ben seni düşünüyorum bir bodrum kahvesinde
Uzat bana uzat ellerini
İzinli askerler görüyorum, kırıtarak yürüyen işçi kızlar
İstanbul her günkü yaşantısı içinde, uğultulu,
Güvercinler güneşten bir sessizliği biriktiriyor
*
Ben seni düşünüyorum seni
Hani tıpkı o ilk günlerdeki gibi
Kalbim diyorum kalbim
Daha dün tezgâhtan çıkmış bir su sayacı gibi
Aşkı anılar besliyor düşler kadar
Bu yüzden diyorum ki aşk eskidikçe aşktır
Sevgi eskidikçe sevgi.
*
Günümüz ekmeğimiz, türkümüz
Çoluğumuz çocuğumuz
Binalar yan yana yükselip gidiyor
Vapurların ağzı köpük içinde
Uzaklarda ne kapılar açılıyor
Trenin biri bir istasyona varıyor
Ordan çıkıyor biri.
*
Her şey biliyor her şey
Sen biliyor musun bakalım
Seni nice sevdiğimi.?
Üstüne titrrediğimi.?
*
Geldiğimi.?
Gittiğimi.?
*
Hadi.! (Sayfa: 93)
*******
''Sana o kadar alışmış, seni öyle sever olmuşum ki bunu şu birkaç günlük ayrılıkta daha da iyi anladım.''
(..)
''Hadi, bekle beni.
Sevgilerle gözlerinden öperim.
Şiir yazıyor musun.?'' (Sayfa: 97)
***
''Ne incesindir sen. İncelikler güldestesi dense yeridir.''
(Sayfa: 102)
***
''Burda hava son günlerde oldukça serin.. Buna sensizlik ve Memo'suzluk da ekleniyor. (Memo kimdir.? Atamdır, Memo'mdur. Kırmızı beresiyle o küçücük çobandır. Muhammed'lerin en proleteri ve en uzun donlusudur. Ve boynu kısa, pençe elli bir İsa'dır, çetin bir Musa. Kısacası, benim Bünyamin'im.) Sen kimsin.? Şirin'sin, Elif'sin yaralı Mahmud'um ak bakışlı çeşmesin. Öylesin. Çok seviyorum seni. Yakında bitecek ayrılık günleri..'' (Sayfa: 106)
***
''Şiir yaz. Şiirdir kişiyi kurtaran bu karanlık, bu yalnızlıkla, berbatlıklarla dolu evrende. Bir de sevgiler kurtarabilir: bu Memo Sevgisi, Elif sevgisi..
Kuş kanadı, at soluğu, ana sütü..
Bir kızım olsa, üçüncü cemrenin ılıklığında..
Adını ne koyardık bir kızımız olsa.
Ve ne gibi bir filmden dönüşte olurdu bizim kızımız.
Hadi.'' (Sayfa: 109)
***
''Kadınım.
Çayı en güzel sen demlersin.'' (Sayfa: 110)
***
''Hadi, canım, arkadaşım, altınım, Darphanem.
Mektuplar biter, yollar uzar, özlemler büyür.
Burda duman, orda sis.'' (Sayfa: 113)
***
(..
''Üçüz biz.''
Mutluluğu görmeliyiz. ''Gözüz''. Değil miyiz.?''
(..)
''Beş on satır karaladık
Şaire saydılar bizi.''
Eluard'ı okuyorsun değil mi.? Arada sırada dizeler düşürüyorsun değil mi.? Bir mutluluk hastalığıdır bu şiir. Kırılan dalın türküsüdür. Ne roman ne öykü, bana her çeşidinden şiirler getir yolcu.! Temiz, tertemiz olayım; serin, sepserin olayım; burkulursam burkulayım..
Saparsan sen sap ey iç temizliği.!
İşte biz, iki delikanlı, oğlun ve ben, başkentin bir köşesinde durmuşuz, sana sevgiler, özlemler, bozkır çiçekleri yolluyoruz.
İşte sevgili Elif, yitirdiğini sandığın gülü aslında elinde tutmaktasın. Bu böyle ya, neden hâlâ susmaktasın.?''
(Sayfa: 117)

Cemal Süreya - On Üç Günün Mektupları ve 1967-1978 Mektupları

''Sen birinci hamura basılmış dokuz punto beyaz karaktersin.
Alınyazımsın, daha doğrusu alınyazımın tek okunaklı yerisin.
Koru beni.
Ve güven bana.
Güvenildikçe yaşarım ben.
Ya güvenmezsen.?
O zaman da gider Cumhuriyetçi Güven Partisi'ne girerim. Yani kolumu kanadımı kırarım. Ölürüm yani.
Sana Ankara'dan Memo Emrah kokusu ve Cemâl Süreya soluğu.
Elif'imiz, günümüz, gecemiz, her şeyimiz.
Kaçız biz.?'' (Sayfa: 120-121)
***
''.. Ölüm bu, kimsenin bağışıklığı yok.'' (Sayfa: 125)
***
''Biletim öldü;
Gömleğim kirli.'' (Sayfa: 128)
***
''Seni çok özledim. Senin değerini, benim için ne ifade ettiğini senden uzakta daha iyi anlıyorum. Sen hikâye gibi ütü yapar, piyes gibi çay kaynatırsın. İncir kuşlarını hatırlatan bir sesin vardır. Ne kadar memnunum, ne kadar keyifliyim senden dolayı, bir bilsen.'' (Sayfa: 137)
***
''İstanbul bir özlem halinde masmavi akıyor içimde, seninle karışık. Seni nerelere götüreceğim. Sana neler alacağım. Dağlar var dağlardan yüce. Şöyle bir adam görüyorum: kumar oynuyor. Şiirle doluyorum.
(..)
bir bardak çay i çin
zencefil
zenci fil
inci fil
filelması.'' (Sayfa: 138)
***
''Sana rastlamak, mutluluktu; sana sahip olmak başka bir şey başka bir ad bulmak gerek; ''içine taşınması'' gibi bir şey insanın.'' (Sayfa: 139)
***
''Hadi gözlerinden her türlü tanımın üstündeki özlem duygularımla öperim.
Memo'mu bağrıma basar öylece kalırım.
Yakında görüşmek üzere.
Hadi. '' (Sayfa: 141)
***
''Seni nice sevdiğimi biliyorsun. Bilmiyorsan, ya da unutmuşsan, söyle, söylediklerimi yeniden yeniden tekrarlayayım.''
(..)
''Unutma: yalnız ikimiz. Her şeyde bu.'' (Sayfa: 146)
***
''O şarkılar, türküler söylediğimiz günü bir türlü unutamıyorum. Aşkımsın. Yalnız seni sevmişim hayatta. Yalnız seni seviyorum. Yalnız seni seveceğim.
*
Günler geceler..
*
Dağlar ovalar..'' (Sayfa: 149)

Cemal Süreya - On Üç Günün Mektupları ve 1967-1978 Mektupları

''Şiirin çok beğenildi. Cahit Külebi'ye göre o sayının en güzel şiiri o. Bu yüzden ''kuşa çevrilmiş'' falan diye üzülme. Ben onun gereksiz kısımlarını çıkardım, o kadar. Biliyorsun, şiir, her planda büyük bir ayıklama işidir. Ayıklamadan, atmadan soylu şiir ortaya çıkmıyor. Eluard'ın şiirlerinde görmüyor musun bunu.?
(Sayfa: 153)
***
''Ağzımın tadı.!
Nicesin.?''
(..)
''Tavşan aralığı,
Yurdumsun.!''
(..)
''Vagon gelincik tarlalarının arasından geçmeğe başladı. Kıpkırmızıydı hepsi de. Sana o kırmızıların tadını, tazeliğini, ileriye dönüklüğünü, kalabalıklığını gönderdim. Almadın mı.? Sen ki sümbülsün, leylaklaştın, ama haklı olarak manolya olmayı her zaman yadsıdın. Elif'sin sen, anısın ve geleceksin, gerçeksin ve düş. Şiirin takma adı, devrimin ağaç altı, alnımın yazısı. Evet, sende ıhlamur kokusu, bende tarçın kokusu. Yapıtlarını deniz kıyısında birbirine karıştıran iki eski uygarlık gibiyiz.''
(Sayfa: 154-155)
***
''Ey Ankara, Ankara. Bütün sevdiklerim İstanbul'da.!
Biraz yağmur yağıyor: için için.
Ey düzyazı, sen ancak uçağa binebilirsin.!
Biletim öldü;
Gömleğim kirli.
Hadi, gözlerinden öperim.
Resim yapmak istiyorum: kendi ölümümün resmini.!''
(Sayfa: 157)
***
''Biliyor musun başkentim nedense
Birbirimizden çekiniyoruz ikimiz de,
Sen yaslarına hiç yaslanmaz oldun
Bense acılarıma yeterince
*
Tek boynuzlu yapılar arasında
İki katlı ve gözlüklü hayırevi
Dayandım ak bedenine öptüm öptüm
Aşkım değilsen haber ver benzerimi.!
(Sayfa: 161)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...