#AnneFrankınHatıraDefteri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
#AnneFrankınHatıraDefteri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Haziran 2019 Salı

Anne Frank'ın Hatıra Defteri

Anne Frank, 12 Haziran 1942 ile 1 Ağustos 1944 tarihleri arasında günlük tuttu. Anne, 1944 baharında sürgündeki Eğitim Bakanı Bolkenstein'ın Oranje radyosunda yaptığı konuşmayı duyana kadar yazıları sadece kendisi için yazmıştı. Bakan konuşmasında, Alman işgali altındaki Hollanda halkının acılarına tanıklık eden her şeyin kamuoyuna açık hale getirileceğini söylüyordu. Örnek olarak, tutulan günlükleri de sayıyordu. Bu konuşmanın etkisinde kalan Anne Frank, savaştan sonra bir kitap yayımlamaya karar verdi. Günlüğü, bu kitap için temel oluşturacaktı.
Anne, günlüğünü yeniden yazmaya ve üzerinde çalışmaya başladı, daha iyi bir hale getirdi, ilginç bulmadığı bölümleri çıkardı ve hafızasında kalmış olan yenilerini ekledi. Aynı zamanda, 1986 yılında Bilimsel Versiyon A adıyla yayınlanan ilk günlüğü de elinde tuttu ki bu versiyon, B versiyonu olarak adlandırılan ve üzerinde çalışılmış olan ikinci günlükten oldukça farklıydı. Anne'nin son yazısı 1 Ağustos 1944 tarihini taşıyordu. 4 Ağustos'ta, Arka Ev'deki sekiz kaçak Yeşil Polis tarafından ele geçirildi.
Miep Gies ve Bep Voskuijl, tutuklanmanın olduğu gün notları güvence altına almayı başardılar. Miep Gies, notları bürosunda muhafaza etti ve onları okumadan Anne'nin babası Otto H. Frank'a teslim etti. Bu sırada Anne'nin artık yaşamadığı bilgisi kesinlik kazanmıştı.
#AnneFrankınHatıraDefteri
#AnneFrankınHatıraDefteri

Şimdiye dek karşılaştığım babaların en tatlısı babam, henüz 36 yaşındayken, o sırada 25 yaşında olan annemle evlenmiş. Ablam Mergot 1926'da Almanya'nın Frankfurt şehrinde doğmuş. 12 Haziran 1929'da onu ben takip etmişim. Dört yaşıma kadar Frankfurt'ta yaşadım. Safkan Yahudi olduğumuz için babam 1933'te Hollanda'ya gitti. Reçel imalatı işi yapan Hollandalı Opekta Mij şirketine müdür oldu. Annem Edith Frank-Hollaender de Eylül ayında Hollanda'ya gitti, Margot ile ben büyükannemizin yaşadığı Aken'e gittik. Margot aralık ayında Hollanda'ya gitti, bense Margot'un doğum günü hediyesi olarak masaya oturtulduğum Şubat'ta.
Kısa bir süre sonra Altıncı Montessori okulunun ana sınıfına başladım. Altı yaşıma kadar orada devam ettim ve ardından birinci sınıfa geçtim. Altıncı sınıfta müdire Bayan Kuperus'un sınıfına düştüm. Okul yılının sonunda birbirimizden acıklı bir biçimde ayrıldık ve ben Margot'un da gittiği Yahudi Lisesi'ne alındığım için her ikimiz birden ağladık.
Almanya'da kalan aile üyelerimiz Hitler'in Yahudi kanunlarından kurtulamadıkları için yaşamımız zorunlu bir gerilim altında geçti. İki amcam, annemin erkek kardeşleri 1938'de saldırılardan sonra kaçtılar ve güvenli bir biçimde Kuzey Amerika'ya ulaştılar; büyük büyükannem bize geldi. O sırada 73 yaşındaydı.
1940 Mayıs'ından sonra iyi günler tepetaklak oldu: Önce savaş, ardından teslimiyet, Almanların egemenliği ve biz Yahudiler için sıkıntılar başladı. Yahudi kanunları birbirini izledi ve özgürlüğümüz epey kısıtlandı. Yahudiler Davut Yıldızı taşımak zorundalar, Yahudiler bisikletlerini teslim etmeliler, Yahudiler tramvaya binemezler, Yahudiler -özel dahi olsa- bir arabaya binemezler, Yahudiler sadece öğleden sonra üç ile beş arasında alışveriş yapabilirler, Yahudiler yalnızca Yahudi bir berbere gidebilirler, Yahudiler akşam sekizden sabah altıya kadar sokağa çıkamazlar, Yahudiler tiyatro, sinema ve diğer eğlence yerlerinde duramazlar, Yahudiler yüzme havuzuna, hatta tenis kortuna, hokey ve diğer spor alanlarına gidemezler, Yahudiler kürek çekemezler, Yahudiler halka açık yerlerde spor yapamazlar, Yahudiler akşam sekizden sonra tanıdıklarıyla bile bahçelerinde oturamazlar, Yahudiler Hıristiyanların evine giremezler, Yahudiler Yahudi okullarına gitmek zorundalar ve buna benzer şeyler.Hayatımız 'o yasak, bu yasak' diye böyle devam etti. Jacque bana her zaman şöyle der: ''Artık bir şey yapmaya cesaret edemiyorum, çünkü yasak olmasından korkuyorum.'' (Sayfa: 17-18)
#AnneFrankınHatıraDefteri
#AnneFrankınHatıraDefteri
Bana rahat vermeyen birçok sorudan bir tanesi de, geçmişte ve şimdi toplumlarda kadınların, erkeklerin gerisinde yer alması. Herkes bunun haksızlık olduğunu söyler ama bu yanıt bana yeterli gelmiyor. Ben bu büyük haksızlığın nedenlerini bilmeyi çok isterdim. Belki başlangıçtan beri erkeğin büyük beden gücünden dolayı kadına hükmetmiş olduğu düşünülebilir. Parayı erkekler kazanıyor, çocukları erkekler yapıyor, erkekler her şeyi yapabiliyor.. Bütün kadınların kısa bir süre öncesine kadar sessizce her şeye katlanmış olmaları büyük bir aptallıktı, çünkü ne kadar uzun çağlar bu kurallar yaşanmışsa, o kadar fazla kökleşmiş. Yine de şansımıza okul, iş ve eğitim kadınların gözlerini açmasını sağladı. Birçok ülkede kadınlara eşit haklar verildi. Birçok insan, öncelikle kadınlar, ama erkekler de şimdiye değin dünyadaki paylaşımın ne kadar yanlış olduğunu artık anlıyorlar. Modern kadınlar tam bağımsızlık hakkı istiyorlar.
Ama sadece bu kadar değil: Kadının değeri verilmeli.! Her yerde erkekler yüceltiliyor, kadınlar neden bu değerlere ortak edilmiyor.? Askerlere ve savaş kahramanlarına saygı gösteriliyor ve övgüler yağdırılıyor. Kâşifler ölümsüz bir şöhret elde ediyorlar, şehitlere tapılıyor. Ama kim kadını da bir savaşçı olarak görüyor.?
'Strijders voor het leven' (Hayat İçin Savaşanlar) kitabında beni çok etkileyen bir şey yazıyor, buna benzer bir şey: kadınlar sadece doğum yaparak herhangi bir savaş kahramanından daha çok acı, hastalık ve sefalet çekiyor. Ve kadın bu başarı için ne görüyor.?
Doğumdan dolayı deforme ve çirkin olmuşsa bir köşeye itiliyor, bir süre sonra artık çocuklar da ona ait olmuyorlar, güzelliği de geçmiş oluyor. Kadınlar insanlığın devamını sağlamak uğruna çok acıya katlanan birçok çenesi düşük özgürlük kahramanlarından daha yürekli, çok daha gözüpek ve çok daha fazla savaşan askerlerdir.
Bunları söylerken, kadınlar çocuk doğurmaya karşı ayaklansınlar demiyorum, tersine bu doğanın düzeni ve böylesi iyi olmalı. Ben sadece erkekleri ve bütün dünya düzenini, kadınların yaşadıkları bu büyük zorluklarla ama kısmen güzelliklerle de, toplumda nasıl bir görevleri olduğu konusunda hiç hesap vermedikleri için yargılıyorum.
Kitap yazarı Paul De Kruif, erkekler, dünyanın kültürlü saydığımız kısımlarında, bir doğumun artık doğallıktan ve normal bir olay olmaktan çıktığını öğrenmek zorundalar demesi, bence son derece haklı. Erkekler çok kolay konuşuyorlar, onlar kadınların katlandıkları rahatsızlıkları hiçbir zaman çekmediler ve çekmek zorunda da kalmayacaklar.
Çocuk doğurmanın kadınların görevi olduğu görüşü, sanırım gelecek yüz yıl içerisinde değişecektir. Bu görüş yerini, homurdanmadan, büyük sözler söylemeden yükü omuzlamış olanlara duyulan, saygı ve hayranlığa bırakacaktır.
*
Dostun Anne M. Frank (
Sayfa: 315-317)
#AnneFrankınHatıraDefteri
Tüm zamanların en önemli kitaplarından biri." (The Guardian)
*
“Yıllarca, yazarlık hayatımda Tennessee Williams’ın Sırça Kümes adlı eserinin etkisi olduğunu iddia ettim. Ancak, şimdi dönüp baktığımda aslında Anne Frank’ın Hatıra Defteri’nden daha çok etkilendiğimi görüyorum.. Peşimi hiç bırakmayan, büyük bir etki.” (Selim İleri)
*
“Günlüğünü okuyana dek bunca derin düşünceye sahip olduğunu anlayamamıştım. Bu hem şoke olduğum hem de çoğu ebeveynin çocuklarını gerçekten tanıma fırsatı bulamadığını düşündüğüm, korkunç bir andı.”
(Otto Frank, Anne'nın babası)
*
“Hayatta kalma şansı bulduysanız, bunu başaramayanlar için konuşmak görevinizdir. Umarım dünya tarihinde böylesi bir zulmün tekrarlandığını asla görmeyiz.!”
(Nanette Konig, Anne'nın çocukluk arkadaşı)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...