4 Ekim 2018 Perşembe

Tezer Özlü - Yeryüzüne Dayanabilmek İçin

Neden yazılır.? Dünya acılı olduğu için yazılır. İnsanın kendi zavallılığından sıyrılması çok güç bir işlemdir. Ama insan bir kez bu zavallılıktan sıyrılmayagörsün, o zaman yaşamı kendi egemenliği altına alabilir. İşte böylesi bir egemenliği bir iki kişiye daha anlatmak için yazı yazılır. ( Ya da kendi kendine kanıtlamak için. ) Çünkü, insanın kişisel özgürlüğü, kendi dünyasına egemen olmasıyla başlar. Dünyasına egemen olan insan, acıları coşkuya, bunalım yaratmaya, sevgisizliği sürekli aşka dönüştürebilir. Ben dünyama egemen olmayı edebiyatla öğrendim. Çok sevdiğim üç yazarın, üç cümlesini - benim neden yazdığımı çok iyi anlattığı için - edebiyat yaratıcılığının kıpırdanışlarını çok iyi yansıttıkları için burada vurgulayacağım:
* ''Hiçbir zaman sakin olamamak, sanırım benim kaderim.''
İtalo Svevo (Zeno'nun Bilinci romanından)
* ''İnsanın konuşmak için konuşmadığını böylece öğrendim, 'bunu yaptım', 'şunu yaptım', 'yedim, içtim' demek için konuşmadığını, aksine kendi yaşam görüşünü geliştirmek, bu dünyada neler olup bittiğini kavramak için konuştuğunu.''
Cesare Pavese (Yeni Ay romanından)
* ''İşte gidiyor, felaketlerin anası, koşuyor ve tüm dünyayı kendisiyle birlikte eve götürmeye çalışıyor..
Ne garip, insan keşfetmeye görsün, nasıl da tüm dünyaya sahip olabiliyor.''
Djuna Barnes ( Gecenin Uzantısı romanından)
*
Bir cümle de ben eklemek istiyorum:
* ''Yaşamla ve ölümle hesaplaşmak için yazıyorum.'' (Sayfa: 10-11)

Tezer Özlü - Yeryüzüne Dayanabilmek İçin
Kafka, babası Hermann Kafka'nın, kendisiyle hiç bağdaşmayan kişiliğinin acısını ve baba baskısını yaşamı süresince algıladı.
1919 yılında (kitap baskısında 62 sayfa tutan) ünlü Baba'ya Mektup'u yazdı. Ama bu mektubu hiçbir zaman babasına göndermedi. Bir bölüm de bu mektuptan okuyalım:
''..Yemek masasında, yalnız yemekle ilgilenmemize izin verilirdi, oysa sen tırnaklarını temizler, keser, kalem açar, kürdanla kulağını temizlerdin. Baba, beni yanlış anlama, bunlar belki de önemsiz ayrıntılardı, ama örnek almam gereken senin gibi önemli bir insanın bana koyduğu kurallara kendisinin uymaması, bu ayrıntıları ezici öğeler haline getiriyordu. Böylelikle dünya benim için üçe bölünüyordu; birincisi benim için icat edilmiş, ama benim, neden bilmem, hiçbir zaman uyamadığım yasaklar dünyasında yaşayan ben, bir esir; sonra ikinci dünya, senin yaşadığın ve benden sonsuz uzak dünya, senin yönetimin, emirlerin ve emirlerine uyulmamasının verdiği öfke içinde yaşadığın dünyan; ve giderek üçüncüsü, arda kalan insanların, emir almaksızın ve uymak zorunda kalmaksızın yaşadıkları dünya. Ben her zaman bir utanç altındaydım, çünkü senin emirlerine uymam utanç verici bir durum, emirler bana özgü olduğundan, diyelim inadım tutuyor bu da utanç, çünkü sana karşı nasıl inatçı olunabilir, ya da çok olağanmış gibi, benden yerine getirmemi istediklerine hiç uyamadım, çünkü bende ne senin gücün, ne senin iştahın, ne becerilerin var, bu da en büyük utanç oldu. İşte çocukken, düşüncelerimin olmasa bile, duygularımın dalgalanışı buydu.'' (Sayfa: 16-17)

Tezer Özlü - Yeryüzüne Dayanabilmek İçin
''İlk kez bir insan için yazıyorum. Sevgili dost Celâl Sılay için. Bir yıl önce, Eylül başlarında yitirdik onu. Şiiri hiçbir zaman anlayamadım, bu nedenle onun ozanlığını da değerlendiremem, ama hiçbir yazarda görmediğim öfkesini, her gün yazmak, söylemek, anlatmak isteyen kişiliğini ve bunların da ötesindeki insanlığını çok iyi bilirim.'' (Sayfa: 24)
*
''Saçsız, dişsiz, tırnakları kemirilmiş, kısa boylu bir adamdı Celâl Sılay. Ama güzel bir adamdı. Pırıl pırıl, taşan bir öfkesi, canlı bir gülüşü, haykırışı, çığlığı vardı. Onun kadar burjuva tutkularından arınmış bir başka insan tanımadım.'' (Sayfa: 25)

Tezer Özlü - Yeryüzüne Dayanabilmek İçin
Cumhuriyet, 4 Temmuz 1983
*********************************
1920 yıllarında Kafka'yı ancak küçük bir edebiyat çevresi tanırdı. Kafka'ya ilk sahip çıkan, Andre Breton'un bulunduğu, Sartre ile Camus'nün de katıldığı ''Minotaure'' grubudur. Fransa'dan sonra İngiltere ve Amerika'da basılan Kafka, Almanya'da tüm yapıtlarıyla ilk kez, ancak 1957'de basılabilmiştir. Yazarın Türkçeye ilk çevirileri de bu yıllardadır.
3 Haziran 1924'te Kierling Sanatoryumu'nda ölen Kafka, Prag'daki Yahudi Mezarlığı'nda babası Hermann ve annesi Julie Kafka ile bir arada yatmaktadır.
''İnsanların bakışlarına bile dayanamıyorum, insan düşmanı olduğumdan değil, ama insanların bakışları, çevremde bulunmaları, öylesine oturup bakmaları, bütün bunlar benim için dayanılır gibi değil.'' Bir Prag kahvesinden eve döndüğünde bu tümceyi yazmıştır günlüğüne. Sonra şöyle devam eder: ''Sabah uykusu yerine saatlerce öksürdüm, yüzerek bu yaşamın dışına çıkmayı yeğlerdim.''

Tezer Özlü - Yeryüzüne Dayanabilmek İçin
Düşünce özgürlüğüne kavuşturulmamış bir ülkenin kadını olarak, Türk kadınının sınıfsal çelişkisi konusunda söz söylemek oldukça güç. Çünkü, bugünün Türkiyesi hem çok sınıflı bir toplum, hem de 5. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar onbeş yüzyılı birarada yaşayan bir toplumdur. Ayrıca Batı dünyası kapsamı içinde düşünülen; askeri, siyasal ve ekonomik yönden Batıya bağımlı.. Ama bir İslam ülkesidir. Bu durumda halkı başka başka çelişkilerle karşı karşıya getirmektedir.
Bu denli karmaşık ve sorunlu bir toplumda biz hangi kadından söz edeceğiz.?
Daha bir yıl önce, kışın acımasız soğuğu karşısında evini ısıtmak için, Harbiye'de eski bir yapıdan tahta sökmek isteyen üç kadın, inşaat çökmesi sonucu yapının altında kalıp öldüler. İstanbul'un ortasında, Hilton Oteli'nin karşısındaki sokakta. Birkaç odun parçası için üç kadın ölüyordu. Türk kadını için bir genelleme yok ki.. Kimi 18 saat güneş altında tarlalarda çalışır, evde çalışması caba.. Kimi bir kova su bulmak için saatlerce yürür, kimi din baskısı altında ortaçağ anlayışıyla dünyaya kapalı tutulur ve tüm insanca verilerden uzaklaştırılır, kimi bir ticari mal gibi, başlık parası karşılığında satılır. Kasabada, kentte işçilik, memurluk yapan kadın ise evinin ve çocuklarının da tüm işlerini yapar. En çok yıpranmak da kadınlar arasındadır.
Yüzbinlercesi kendi toplum ve geleneğinden koparılmış, Orta Avrupa'nın sanayi ülkelerinde iş bulmuş, ama birlikte getirdiği çelişkilerine, bir de yabancısı olduğu ülkenin çelişkileri, bağdaşmazlıkları eklenmiş.. Ve bu kadınlardan acaba kaçı mutlu olabilmiştir.?
Bu nedenle Türk insanı için, Batıdaki anlamında bir feminizm, ''kadın sorunu'' söz konusu olmaz. Türk kadınının sorunu, Türkiye'nin tüm sorunları içinde ele alınmalıdır.
Sınıflı toplumumuz büyük eşitsizlikler göstermektedir. Üstelik son on yılda Türkiye'de köylere dek yayılan televizyon, ''beyin yıkama'' politikası ile, köy kadınının karşısına bile Dallas gibi bir Amerikan filmiyle çıkabilme cesaretini göstermektedir. Renkli basın, reklam filmleri, fotoroman ticareti var gücüyle halkın bilinçlenmesini engellemek için, sermayenin ve çarpık kültürün egemenliğini daha uzun kılabilmek için var güçleriyle çalışmaktadırlar.Aynı tutum yıllar yılı Yeşilçam sineması filmleriyle de uygulanmıştır. Ezilen sınıfların ve ezilen kadının da sorunlarına eğilen yeni ilerici Türk filmlerinin, geniş halk kitlelerine ulaşması engellenmiştir.
Türkiye'de emekçi sınıfların mücadelesi, bu sınıf insanlarının kadın, erkek, çocuk yani tüm bireyleriyle bilinçlenip, belli bir kültür düzeyine erişmesi ile gerçekleşecektir. İşte ancak bu gerçekleştiği an, kadının sorunlarına da çözümler bulunabilecektir. Burada da en büyük görev, gene aydın insana, aydın kadına düşmektedir. Bugünün çağdaş dünyasında bilinçsiz bir kurtuluş yoktur. Bilinçsizce sınıf atlamak, insana hiçbir çözüm getirmez. İnsan, hem toplumsal yaşamı, hem iş hayatı, hem kendi iç dünyası, hem öz yaşamı için bilinçlenmek zorundadır. Hiçbir toplumsal sınıfın insanı, bilinçsiz ve kendi sınıfından soyutlanarak (yani ayrılarak), sınıf atlamaya çabalayıp bir çözüme ulaşamaz. Para ve maddeye bağlanıp dünyada ''kendi paçasını kurtarmak'' terimi, artık çağdaş dünya insanı için geçerli değildir. Ve özellikle o insan, Türkiye gibi bir ülkenin insanı ise.
Bireysel kurtuluş diye bir yaşam biçimi yoktur. İnsan, her zaman toplumsal bir yaratık olduğunu kavrayıp kendi sınıfının bilinçlenmesi ve daha insancıl koşullara kavuşması için çaba gösterdikçe mutlu olabilecek, yaşamı değerlendirecektir. Yaşam, şöyle bir yaşanıp geçmek için varolmak değildir. Aksine insanları, en insancıl yaşama ulaştırmanın mücadelesinin verildiği bir olgudur. Bilinçsiz bir yaşam, insan yaşamı değildir. Bir anlamda aileyi yöneten, çocuklarını yetiştiren kadınlar da olduğuna göre, aydın Türk kadınının en büyük görevi, diğer kadınları bilinçlendirmek olmalıdır.
Halkçı (Sayfa: 43-45)

Tezer Özlü - Yeryüzüne Dayanabilmek İçin
Marburg Edebiyat Ödülü Üzerine
**************************************
''İnsanın kendisinin ödüllendirildiği bir töreni yazması gerçekten güç. Ama Federal Almanya'da basılan gazetelerimiz genellikle futbol maçı, nişan, düğün, sünnet töreni ya da yurttan gelen bir şarkıcı konserine geniş yer ayırmalarına karşın, hemen Frankfurt kentinin bir saat yakınındaki Marburg kentinde Türkiyeli bir yazara verilen ödülü duymadılar ve ben tek başıma Türk yazınını temsil etmek, hem de Milliyet Sanat dergisinin yazarı olarak, ikinci bir kişilikle olayı tarafsız izlemek zorunda kaldım. İkinci bir dilde kitap yazıp, o dilin edebiyat ödüllerinden birini alan ilk Türk yazarı olarak bu töreni okura yansıtmayı görev sayıyorum.'' (Sayfa: 112)
diyerek başladığı sözlerine, kitabın yazım sürecindeki hikâyesini anlatarak devam ediyor Tezer Özlü.
Kitabının adı ''Bir İntiharın İzinde ( Cesare Pavese Üzerine Çeşitlemeler ).
''Federal Almanya'dan son yıllarda Türk yazınından çok kitap çevrildi. Bunlar geniş kitlelere yayılmasa da gene Türk yazınını tek yanlı yansıtan seçimler. Köy yazını, direnç yazını, işçi ve işçilerimizi gözleyen yazın.. İşte bu nedenler beni, kitabımı Almanca yazmaya itti. Çünü nasılsa yazdıklarımız daha uzun süre çevrilmeyecekti, çevrilse de, belki biçem farklılıkları gösterecekti. Yirmi sekiz yıldır iç içe olduğum Alman dili, bu ülkede yaşadığım bir yıl içinde doğal olarak düşünceme egemen oldu. Yazdığım cümleleri Almanca düşündüm. Cümleler Almanca olarak belirdi. Bu kitabımda Cesare Pavese'nin tüm kitaplarından küçük alıntılar var. Belli bir dünya görüşünü, yalnızlığı ve acıyı yansıtan şiirsel anlatılar. Başlangıç çeşitlemelerimi altı ay içinde Berlin'de yazdım. Kitabın üçte ikisini Berlin- Prag- Viyana- Zagreb- Belgrad- Niş- Belgrad- Zagreb- Trieste- Torino- S.Stefano Belbo arasındaki yedi bin kilometrelik yolu on gün içinde trenle ve arabayla geçip, hiç durmadan trenlerde, istasyonlarda, otellerde yazdım. Prag'da Franz Kafka'nın mezarı, Trieste'de İtalo Svevo'nun mezarı ve Torino'da Pavese'nin tüm sokakları, bulvarları, kahveleri, çalışma odası, intihar ettiği oda, doğduğu ev, yaşayan arkadaşı romanının kahramanı Nuto'yu bularak, konuşarak.
Svevo'nun tüm kahramanlarının fotoğraflarını gördüm. Onları tam romanlarını okurken düşündüğüm gibi buldum. Pavese'nin roman kahramanıyla üç gün konuştum. Yaşam her şeyi sunuyor, derinlemesine bakmayı bilirsek.'' (Sayfa: 114)
*
''Ödül töreni eski üniversite arenasında yapıldı. On üçüncü yüzyılda yapılan büyük dinsel tabloların süslediği bir orkestranın Handel'den concerto grosso, J. Sebastian Bach'tan Çembalo konçertoso çaldığı, herkesin tören giysileri ile geldiği, sanatçı ve izleyicilerin yanı sıra, yöre politikacıları ve Federal Parlemento'dan Gerhard Jahn, Friedrich Bohl adlı milletvekillerinin hazır bulundukları tören gerçekten bütün beklentilerimi aşan bir düzeyde gerçekleşti.
*
Çever Belediye Bakanı Dr. Chiristian Wagner, törende yaptığı konuşmada özetle:
' Kültürü yalnız büyük kentlerde geliştirmek yerine, böyle bir üniversite kentinden de ülke doğrultusunda kıpırdanışlarla beslemek amacındayız. Ödülün amacı, kitap piyasasına egemen olmuş ünlü adların yanı sıra, henüz yeterince tanınmamış yetenekleri de çalışmalarında özendirmektir. Sanatın özgürlüğü ülkemizde anayasa ile saptanmıştır. Sanatçıya verilen bu temel hak, hepimizi bağlamaktadır. Politikacılar, sanat ve sanatçıya özgür ortam sağlamakla sorumludur. Ancak böylelikle iki taraflı bir hoşgörü ve çeşitli düşüncelerin tartışıldığı bir ortam yaratmak mümkündür. Bir halkın yaratma gücü ve hoşgörüsü, ancak sanatın yayılabilmesi ve düşünce zenginliği doğrultusunda gerçekleşir. Çağımızı ve çevremizi kavramamızda en büyük etken çağdaş sanattır. Kültür, insanın yaşam düzeyini belirleyen en önemli öğedir.' dedi.. ''( Sayfa: 116)
*
Jüri başkanı Hans Jürgen Fröhlich'in törende yaptığı konuşmadan kitabımla ilgili bölümü aktarıyorum:
'Yarışmaya katılanlar arasında Tezer Kıral'ın Bir İntiharın İzinde ( Cesare Pavese Üzerine Çeşitlemeler ) adlı çalışması çok şaşırtıcı oldu. Tezer Kıral bir Anadolu kentinde doğmuş Türk vatandaşı ve halen DAAD bursu ile Berlin'de bulunuyor. Almaca'dan Türkçe'ye çevirileri yanı sıra Türkiye'de yayımladığı iki kitabı var: Öyküler ve bir roman. Bize gönderdiği Almanca olarak yazdığı ilk büyük şiirsel çalışması. Yazar, Cesare ve İtalo Svevo'nun yaşam izlerinden gitmeyi deniyor. Torino'ya, S. Stefano Belbo'ya, Trieste'ye gidiyor, yazarların tanıdıklarını, arkadaşlarını arıyor, Svevo'nun ailesinden yaşayanlarla konuşuyor. Konuşmalarını aktarıyor, bu yazarların yaşadıkları ve çalıştıkları çevreyi anlatıyor. Sonuç bir röportaj değil, aksine atmosfer yaratılan, çok yoğun ve şiirsel bir araştırma. Bu çalışmada olduğu gibi otobiyografik bir anlatımla, kişinin yaşam ve düşüncesinin okura bu denli yaklaştırıldığı ve bunun başarıya ulaştığı çok az yazınsal örnek biliyorum. Oysa Tezer Kıral otobiyografi yazmıyor, roman da yazmıyor. Kendine özgü bir biçim bulmuş, romansı, otobiyografiye yakın ve bu biçeme yakın anılarını, içgüdülerinin izdüşümlerini yansıtıyor. Görüldüğü gibi, edebiyat ve yaşam arasındaki sınırları kaldırmamış. Yabancı bir dilde, bu dili başarıyla kullanması açısından bu ödül kendisine oybirliği ile verilmiştir.'
*
Bu çalışmamla ilgili eleştirilerini Alman yazarı Hans Magnus Enzensberger şöyle yansıttı:'Yazdıkların çok güçlü. Bu, mutlak güçlü bir yaşam simgesi demektir. Edebiyatın tüm kurallarına karşı çıkıyorsun. Ama ben sevdim ve yazdıklarından bir şeyler öğrendiğimi de söyleyebilirim.'
*
ZDF, İkinci Alman Televizyonu kitapla ilgili (bir kültür programı kapsamında) bir çekim gerçekleştirecek. Hessen yöresi gazeteleri de oldukça geniş bir yer ayırdı.
*
Bu yazıyı, Cesare Pavese'den şu alıntı ile bitirmek istiyorum:
''Yaşanılacak bir yaşam vardır. Üzerine binilip dolaşılacak bisikletler vardır. Yürünecek yaya kaldırımları ve tadına varılacak günbatımları vardır.'' (Sayfa: 117-118)

Hiç yorum yok:

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...