3 Ekim 2018 Çarşamba

Nazım Hikmet Ran - Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim

- Size yol harçlığı vermediler mİ?
- Verdiler.
- Ne kadar?
- Onar lira...
Önce şaştım, sonra utandım, sonra tepem attı:
- Bana 100 lira verdiler, dedim. Siz cepheye gidiyorsunuz, ben resim yapmaya. Ama benim teyzeoğlu mebus Ankara'da. 100 lirayı onun için yolladılar. Rezalet. Allah kahretsin. Bana şu kadarcık iyilik etmek isterseniz, şu parayı birlikte yiyelim.
Olurdu, olmazdı, ayıptı filan derken, herkese tereyağ, bal, ayran, yufka getirdi hancı. Bir yandan da içimde dayanılmaz bir utanç. Fakir fukaraya ziyafet çeken mirasyediye benziyorum. 
( sayfa 50)
***
Cevat bana düşman. Ben ona düşmanlık duymuyorum. Tiksiniyorum ondan. Ben düşmanlık duygusunu önemli, ciddi, kolay harcanmaması gerekir sayıyorum anlaşılan. ( sayfa 79)
***
- Ana soyumun kadınları öyledir. Anam da bana gebeyken, Üsküdar'daki yalıyı Sultan Hamit'in hafiyeleri basmış. Dedemin Namık Kemal'lerle falan ilgisi varmış da. Onlardan genç, ama Namık Kemal'i, hele Ziya Paşa'yı pek severdi. Evde bir takım yazılar mı şiirler mi ne varmış. Anam kaptığı gibi kağıtları sokmuş şiltenin altına. Yatağa da girip yatmış. Hafiyeler odaya dalınca:
- ''Çıkın dışarı utanmaz herifler!!'' diye basmış feryadı.
'' Müslüman bir kadının yattığı odaya nasıl girersiniz? Hemen çıkmazsanız, öldürürüm sizi.''
Babamın tabancasını almış komodinden. O tabanca hala durur. Paslı bir altıpatlar.
- ''Baba şunu niye tutarsın?'' derim
- ''Hırsızları korkutmak için.'' der.
Ama o da benim gibi silah kullanmasını bilmez. Hırsızlardan korkusu da nerden biliyor musun? Vaktiyle Fransızca '' Illustration'' dergisinde bir resim görmüş, hırsızlar, Paris'te, gece yarısı bir apartmana giriyor, karı kocayı kıtır kıtır kesiyor yatak odalarında. Hoş, bu resmi görmesinde değil iş. Anam ne kadar yiğitse, babam o kadar korkak...
Ahmet babasının İstanbul'da Polis Müdürlüğü'ne alınıp
- ''Oğlun nerde?'' diye sorguya çekildiğini, tokatlanıp hırpalandığını bilmiyor. Ahmet'in İzmir'de olduğunu bildiği halde söylemediğini bilmiyor. 
( sayfa 125-126)
***
....Gölün yolunu tuttuk. Anuşka, ikide bir eğilip - Türkçelerini bilmem, Rusçalarını da aklımda tutamam- minicik çelik gibi, bir damlacık, frenk üzümü gibi bir şeyler topluyor otların arasından. Avucunda biriktiriyor, sonra:
-Aç ağzını, diyor.
Ağzımı açıyorum, atıyor içine.
Çerçöp yer gibi bir şey, ama Anuşka'nın bana ikramını o kadar seviyorum ki, ses çıkarmıyorum. ( sayfa 128)
***

Yan yana yürüyoruz. Üçümüz yan yana yürüyoruz: Ben, Anuşka, bir de ayrılık.
Dinle neyden ki hikayet kılmada
Ayrılıklardan şikayet kılmada. 
( sayfa 140)
***
- Memleketini, İstanbul'u göresin geldi mi?
Bunu sanki bana değilmiş gibi sordu. Elini çekti avucumdan. 
- Niye çektin elini?
- Bilmem... Sorduğuma daha kolay karşılık veresin diye galiba.
Anuşka'nın elini, başımı çevirmeden bulup tuttum. Yine bana değilmiş gibi sordu.
- Niçin cevap vermiyorsun?
- Cevap verilmeyecek ne var bunda? Gün oluyor, memleket aklıma gelmiyor, ama sonra, durup dururken çarpıyor kokusu burnuma. Bu kokunun içinde yaşıyorum günlerce, haftalarca, hasretle, acıyla, kimi kere ağlamaklı olarak.
- Anlıyorum.
- Çekme elini.
- Ne biçim koku, ne biçim sevgi bu senin için?
- Deniz kokusu, çam kokusu, toprak kokusu değil, coğrafyasının sevgisi değil. Hasreti gözlerimi yakan manzaralar var elbette. Ama, yurt kokusu, yurt sevgisi, adamlara bağlılık... Adamlar dediğim zaman kimileri..
- Burjuvaları değil, anlıyorum. ( sayfa 141)
***
Yolda Anuşka'ya:
- Bağritski'ye uğrayalım, dedim.
Bağritski en sevdiğim Rus şairlerinden biri. Mükemmel, su katılmamış insan da, su katılmamış şarap gibi.
Bizi bahçe kapısında karşıladı. Dişsiz ağzıyla, belki ağzında diş vardır, ama bana bir tek dişi yok gibi gelir, gülüyor:
- Hoş geldin, Osman Paşa.
Bana, her nedense değil, Pilevne kumandanı Gazi Osman Paşa yüzünden, hep Osman Paşa der.
- Anuşka, bu ne güzellik. Güneşli ekin tarlası gibisin.
Bağritski'de sevdiğim bir çok şey arasında, başta gelenler, devrimci romantizmiyle erkekliği; ağacı, otu, lokomotifi, baharı kadınlaştırıp okşamasını bilen erkekliği. Bence şair dediğin, ressam dediğin hadım olmayacak. 
( sayfa 142)
***
Emekçiyim,
Sevdayım tepeden tırnağa,
Sevda: görmek, düşünmek, anlamak,
Sevda: doğan çocuk, yürüyen aydınlık,
Sevda: salıncak kurmak yıldızlara,
Sevda: dökmek çeliği kanter içinde,
Emekçiyim,
Sevdayım tepeden tırnağa...
Yaşamak güzel şey be kardeşim. 
( sayfa 161)

Hiç yorum yok:

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...