5 Ekim 2018 Cuma

Yusuf Atılgan - Aylak Adam


''Yoksa her şey ben olmadığım zaman, benim olmadığım yerlerde mi oluyordu?'' (Sayfa: 11) 

*****

''Parayı verirken kadının yüzüne bakmadı ama elini gördü. Canlı, konuşkan bir eldi bu.'' 

*****

'' Ceketini giyip ayakyoluna girdi. ''Kötü yazarın yasak bölgesi. Neydi o kaldırıp attığım dünkü kitap.! Adam sabah kalkıyor, yüzünü yıkıyor, parkta oturuyor, yemek yiyor, sevgilisiyle dolaşıyor, gecenin bir vakti evine gelip yatıyor. Hiç mi çişi gelmedi.? İnanılacak şey değil. Parktayken sıkışmış, gövdesi kalın bir ağaca yanaşmış, kimse geliyor mu diye yanına yöresine baktıktan sonra ağacın dibine işemiştir.'' '' (Sayfa: 13) 

*****

''Hep asık yüzlü oluruz ya da sırıtkan.'' (Sayfa: 13)

*****

'' İki saat sonra kalabalığın içinde, sinemadan bir dar sokağa çıkan sanki başka birisiydi. Düşünüyordu: ''Çağımızda geçmiş yüzyılların bilmediği, kısa ömürlü bir yaratık yaşıyor. Sinemadan çıkmış insan. Gördüğü film ona bir şeyler yapmış. Salt çıkarını düşünen kişi değil. İnsanlarla barışık. Onun büyük işler yapacağı umulur. Ama beş- on dakikada ölüyor. Sokak, sinemadan çıkmayanlarla dolu; asık yüzleri, kayıtsızlıkları, sinsi yürüyüşleriyle onu aralarına alıyorlar, eritiyorlar.'' Saatine baktı: Dört buçuğa beş vardı. '' Eve gidip okusam.'' Durağa yürüdü. '' Bunları kurtarmanın yolunu biliyorum. Kocaman sinemalar yapmalı. Bir gün dünyada yaşayanların tümünü sokmalı bunlara. İyi bir film görsünler. Sokağa hep birden çıksınlar..'' Kafasından geçene güldü. Duraktakiler dönüp baktılar. Kadının biri kaşlarını çattı. Sokakta kendi kendine sesli gülünemeyeceğini bilmeyen yoktu. '' Ne adamlar be. Güldüysem güldüm, size ne.?'' Duramadı orada, yürüdü. Eve gitmeyecek. İçindeki '' sinemadan çıkmış kişi''yi öldürdüler. Sağ kalan sıkıntılı, kızgın. Hep ölçülü-biçimli mi davranmak gerek? Kim demiş? Başkaları onu eve gidecek sanırken o gidip bir meyhanede içecek. Yolun çivisiz yerinden karşıya geçti. Kayıp giden otomobiller duraksadılar. Bir şöför sövdü. O duymadı. (Sayfa: 18)

*****

'' Kulakları kapı ötesinin bütün tıkırtılarına açık, yalnız kanının damarlarındaki koşusunu duyardı. Son haftaya değin kendi etinin gürültüsünü bu kadar açık hiç hissetmemişti. '' (sayfa 23)

*****

'' Üçüncü şahıs adamın akciğer rengi karısı...'' ( sayfa 29)

*****

'' Bu kelimenin harfleriyle bir başkası da yapılabilir.'' ( sayfa 42)

*****

'' Gene yanıldı. Açık mavili B idi. Onun arkasından gitseydi hikaye bitecekti. Ama o Güler'le gitti. Tesadüf mü? Değildi.'' ( sayfa 48)

*****

Plajda uzanmış konuşuyorduk. Ona en sevdiği ressamı sordum.
- Van Gogh dedi.
- Neden?
- Kulağını kesebilmiş, sol kulağını. Bunu yapan ilk adam o.
Sustu, az sonra değişik bir sesle,
- Ama o bile eksik adamdı. Tımarhanedeyken yaptığı kendi portresinde insanlara yüzünün kulaksız yönünü gösteremedi. Tam adam yok!  (Sayfa 126)

*****

- Ya sen.? diye sordu. Görmeyeli neler yapıyorsun.?
Artık utanmıyordu. Söyleyebilirdi.
- Ben çoğu geceler içiyorum, dedi. Şakağımdaki ağrıyı duymamak için, iştah açmak için falan diyorum ama değil, biliyorum. Bir çeşit umutsuzluktan kurtulmak için içiyorum. Belki kendi kendimden. İki çeşit içen vardır. Biri, benim gibi, kurtuluşu içkiden beklemenin utancıyla içer. Bir de şu çevrendekilere bak. Bunlar neden içiyorlar.? Toplum içinde yaşamanın baskısını, yükünü hafifletmek için. Çekinmeden bağırmak, yüksek sesle gülmek için. Dışarda bağırmak, kahkaha atmak yasaktır. Sokakta hiç gülmemek için burda gülerler. Böylesi az içer. Ya ben.? İçiyorum da kurtulabiliyor muyum.? Belki yalnız baş ağrısından..
- Ya içmediğin zamanlar.?
- O zaman ararım.
- Hep arayacaksın sen. Ya resim, ya kitap..
Tutamak sorunu. İnsanın bir tutamağı olmalı.
- Anlamadım.
- Tutamak sorunu dedim. Dünyada hepimiz sallantılı, korkuluksuz bir köprüde yürür gibiyiz. Tutunacak bir şey olmadı mı insan yuvarlanır. Tramvaylardaki tutamaklar gibi. Uzanır tutunurlar. Kimi zenginliğine tutunur, kimi müdürlüğüne; kimi işine sanatına. Çocuklarına tutunanlar vardır. Herkes kendi tutamağının en iyi, en yüksek olduğuna inanır. Gülünçlüğünü fark etmez. Kağızman köylerinden birinde bir çift öküzüne tutunan bir adam tanıdım. Öküzleri besiliydi, pırıl pırıldı. Herkesin,
''- Veli ağanın öküzleri gibi yoktur'' demesini isterdi. Daha gülünçleri de vardır. Ben, toplumdaki değerlerin ikiyüzlülüğünü, sahteliğini, gülünçlüğünü göreli beri, gülünç olmayan tek tutamağı arıyorum: Gerçek sevgiyi.! Bir kadın. Birbirimize yeteceğimiz, benimle birlik düşünen, duyan, seven bir kadın.!
Sadık, başını sol eline dayamış önüne bakıyordu. Bu elin iki parmağı arasındaki sigaranın külü uzamış, az bükülmüş, nerdeyse altında duran yarı dolu şarap bardağına düşecekti.
- Sigaranın külünü silk, dedi.
Daha elini oynatırken kül, bardağın yanına düştü. Sadık eğildi; üfledi.
- Senin aradığın kadın dünyada yok, dedi.
- VAR.! O OLMASAYDI BEN OLMAZDIM. BU ŞEHİRDE YAŞIYOR. BİRGÜN BULACAM ONU.
- Bulamazsın. Öyle kadın olmaz.
Sigarasını yaktı. Bir şey söyleyecekken vazgeçti. Onu bu kadının varlığına inandıramazdı. Dayak yediği iki terziyi araması gerektiğini bile anlamamıştı. '' Öyleyse neden kızıyorsun.?'' Sadık,
- İnsan bulabileceğini aramalı, dedi. Etli canlı bir kadın, bir kitap, bir resim.! (Sayfa: 
148-149)

*****

'' Sustu. Konuşmak gereksizdi. Bundan sonra kimseye ondan söz etmeyecekti. Biliyordu; anlamazlardı. '' (sayfa 155)

Hiç yorum yok:

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...