5 Ekim 2018 Cuma

Bavul Dergisi - Kasım 2016, Sayı:14 (Sabahattin Ali)

Bu yazı ''Filiz Hiç Üzülmesin'' Kitabı'ndan, Filiz Ali tarafından okurlarımızla paylaşılmıştır.
*
Son Yolculuk
*
Babam, Edirne'ye peynir yüklemeye gidiyor hesapta. Ancak yanına şoför muavini olarak Ali Ertekin diye birini alıyor. Ali Ertekin Yugoslav göçmeni, ordudan silah kaçırdığı gerekçesiyle astsubaylıktan atılmış biri. Bulgaristan'a adam kaçırdığı, hatta Emniyet'le ilişkisi olduğu sonradan ortaya çıkan bilgiler arasında. Ali Eryekin olay ortaya çıktıktan sonra sorgu yargıçlığında verdiği ifadede şöyle söylüyor:
'' Kızılcadere köyünde kamyondan indiklerini, şoför Salim'i geri gönderdiklerini, gece Üsküp ile Yündolan arasında Sazara köyü istikametine yürüdüklerini ve işte bu sırada Sabahattin Ali'nin Marko Paşa gazetesinin sahibi olduğunu, Bulgaristan'a geçerek oradan da Moskova'ya gideceğini öğrendiğini..''
Bu durumda milli hislerin galeyana geldiğini, birdenbire iradesini kaybettiğini ve elindeki sopa ile kitap okumakta olan Sabahattin Ali'nin kafasının sol tarafından yüzüne doğru şiddetle vurduğunu itiraf ediyor Ali Ertekin. İfadesine '' ... suratı, gözlüğü, kulağı kan içinde kalmıştı, arkasından aynı yere şiddetle bir daha vurdum. Bu iki darbeden sonra Sabahattin Ali sol tarafına doğru yere yıkıldı. Ağzından burnundan kanlar boşandı. Dikkat ettim. Hafif hafif nefes alıyordu. Bu defa üçüncü bir darbeyi ensesine vurunca nefesi tamamen kesildi. Ölmüştü.'' diyerek devam ediyor.
2 Nisan 1948, Sabahattin Ali kitap okurken öldürülmüş ve öldüğü yerde, dere yatağında öylece bırakılmış. Babamdan haber alamamamız annemi çok tedirgin etmiyor, Rasih Nuri İleri eliyle gönderdiği mektupta babam ''... bu mektubu aldığın zaman ben İtalya, Fransa veya İngiltere'de olacağım. Filiz'in okulu bitince sizi yanıma aldıracağım...'' dediğine göre meraklanacak bir şey yok.
Ben Haziran ayında Mimar Kemal İlkokulu'nu bitiriyorum. Diploma törenimiz çok güzel geçiyor. Annemin diktiği pembe organze tuvaletim ile Johann Strauss'un valsleri eşliğinde peri kızları gibi dans ediyorum. Sonra da milli giysilerimizle Tamzara ve Harmandalı oynuyoruz. Sükse bin beş yüz. Ne var ki ilk kez yaz tatilini Ankara'da geçiriyoruz. Ne kadar bunaltıcı bir yaz bu... Sonbaharda Ankara Kız Lisesi'ne kaydımı yaptırıyor annem. Babamdan hala haber yok. Okulda özellikle ingilizce dersim çok iyi, Hocam Lamia Hanım'a bayılıyorum. Okulun müdürü Perihan Hanım babamın İstanbul Yüksek Muallim Okulu'ndan arkadaşı, beni kolluyor o da.
Yanılmıyorsam 1949 yılının Ocak ayı. İngilizce dersi yaparken sınıfa lise bir öğrencisi koşucu Üner Teoman giriyor ve Lamia Hanım'ın kulağına bir şeyler fısıldıyor. Gazeteciler gelmiş, avluda beni bekliyorlarmış, babamla ilgili bir konu varmış. Üner Teoman'la avluya çıkıyorum. Gazeteciler bana bir şey söylemeden aniden fotoğraflarımı çekmeye başlıyorlar. Rüyada gibiyim.
O akşam eve iki genç gazeteci gelip anneme '' Sabahattin Ali'nin Bulgaristan'a kaçarken öldürüldüğü iddia ediliyor ama doğru değil, bu konuda ne söyleyeceksiniz?'' gibi sorular sorup gidiyorlar. Ertesi günkü gazetelerde benim fotoğrafın altında ''Öldürülen Sabahattin Ali'nin küçük kızı Filiz'' yazısı, manşette ise '' Sabahattin li'nin karısı Aliye Ali ' Kocamın başına ne geldiyse kitapları yüzünden geldi'' dedi cümlesi. Annem panik içinde. Avukat dostumuz İsmail Hakkı Balamir bu sözleri tekzip ediyor hemen. Dostlar evde kalmamamıza karar veriyorlar. Ortalık sakinleşinceye kadar gazeteci Emin Karakuş'un evinde kalıyoruz birkaç gün.
Kapkaranlık, dipsiz bir kuyuda gibiyim. Kendimi bildim bileli her akşam uyumadan dua ediyorum. Bu duadan annemin de babamın da haberleri yok. Yazları annemin anneannesinin Suadiye'deki evinde gaz lambası ışığında her gece bana ezberletmeye çalıştığı ''Rabbi esir, velatu asir...'' diye başlayan duayı '' Allahım ne olur ben iyi bir çocuk olayım, annemi ve babamı üzmeyeyim, annem ve babam ölmesinler'' diye bitiririm. Ne var ki Allah benim bu duamı kabul etmemişti işte. Dünyada en çok sevdiğim varlığı, babamı elimden almıştı. Bunda besbelli benim de suçum olmalıydı ki cezalandırılmıştım. Yeterince iyi bir çocuk olamamıştım demek ki. İnatçıydım, kıskançtım, anneme istediği kadar yardım etmiyordum, ama babamın ölmesine neden olacak kadar büyük bir suç ne olabilirdi?
Babamın ölümünü izleyen günler, haftalar aylar ve yıllar boyu çözemediğim bu suçluluk duygusuna bir de çevrenin baskısı eklenirse o yıllar yaşanan kabusun korkunçluğu daha iyi anlaşılabilir. Sabahattin Ali öldürüldüğüne göre suçluydu. Suçu neydi? Komünist olmak. Ben kimdim? Komünistin kızı. Kimlerle konuşuyor, hangi kitapları okuyordu bu komünistin kızı? Komünistin kızının arkadaşı olmak da tehlikeliydi. Onu yapayalnız bırakmak, cüzamlı gibi tecrit etmek gerekiyordu.
'' Sabahattin Ali'nin öldürülüşü aylarca sonra resmen açıklanınca, bütün burjuva basını en ağır karalamalar, sövgüler ve suçlamalarla Sabahattin Ali'ye saldırdı. Onunla ilgili çirkin hikayeler uydurdu. Öylesine bir baskı, korku ve yılgı havası yaratıldı ki kimse Sabahattin Ali'yi göze alamadı, gerçeği açıklayamadı.''
Sabahattin Ali'nin suçu ne idi? Sabahattin Ali kendi suçunu itiraf ediyor aslında öldürülmeden bir yıl önce:
'' NAMUSLU OLMAK NE ZOR ŞEYMİŞ MEĞER. BİR GÜN ALMANLARIN PABUCUNU YALAYAN, ERTESİ GÜN İNGİLİZLERE TAKLA ATAN, DAHA ERTESİ GÜN DE AMERİKA'YA KAVUK SALLAYAN SOYSUZLAR GİBİ OLMAK İSTEMEDİK. YALNIZ VE YALNIZ BİR TEK MİLLETİN ÖNÜNDE SECDEYE VARDIK. O DA CEFAKEŞ MİLLETİMİZDİR. MEĞER NE BÜYÜK GÜNAH İŞLEMİŞİZ! KANUNLU, KANUNSUZ BASKILAR ALTINDAEZİLE EZİLE PESTİLE DÖNDÜK. BUGÜNÜN İTİBARLI KİŞİLERİ GİBİ, KESE DOLDURMADIK, MAKAM PEŞİNDE KOŞMADIK. İÇ VE DIŞ BANKALARA PARA YATIRMADIK, HAN, APARTMAN SAHİBİ OLMAK, SAĞDAN SOLDAN VURMAK VE MİLLETİ KASIP KAVURMAK EMELLERİNE KAPILMADIK. BÜTÜN KAVGAMIZDA KENDİMİZ İÇİN HİÇBİR ŞEY İSTEMEDİK. YALNIZ VE YALNIZ BU YURDUN BÜTÜN YÜKÜNÜ OMUZLARINDA TAŞIYAN MİLYONLARCA İNSANIN DERDİNE DERMAN OLACAK YOLLARI ARAŞTIRMAK İSTEDİK. BU NE AFFEDİLMEZ SUÇMUŞ MEĞER! NEREDEYSE, YOLDAN GEÇERKEN MİDE UŞAKLARI ARKAMIZDAN BAĞIRACAKLAR. ' GÖRÜYOR MUSUN ŞU HAİNİ! İLLE DE NAMUSLU KALMAK İSTİYOR VE AHENGİMİZİ BOZUYOR... '
ÇALMADAN, ÇIRPMADAN, BİZE EKMEĞİMİZİ VERENLERİ AÇ, BİZİ GİYDİRENLERİ DONSUZ BIRAKMADAN YAŞAMAK İSTEMEK BU KADAR GÜÇ, BU KADAR MİHNETLİ, HATTA BU KADAR TEHLİKELİ Mİ OLMALIYDI?! NAMUSLU OLMAK NE ZOR ŞEYMİŞ MEĞER! BEREKET, ZORA KATLANMASINI BİLEN BU MİLLET DE NAMUSLU.''
Bugün bu yazının altına imzasını atmaktan kaçınacak herhangi bir aydın var mıdır acaba? Ne gariptir ki aradan geçen elli yılın, Sabahattin Ali'nin yazdıklarını doğruladığını görüyor ve tarihin tekrarlanmasına hep birlikte bugün de tanık oluyoruz.
Babamı kitap okurken öldürüp (kim öldürdüyse) Kırklareli'nin Üsküp Nahiyesi'ne bağlı Hedye köyü yoluna elli metre mesafede orman içindeki çatağa öylece bırakan katil veya katiller, aylarca sonra bulunan tanınmaz haldeki bu cesede bir mezarı bile çok gördüler. Kemikleri bir torbaya konup oradan oraya teşhis için dolandırıldı. Gömüldüğü yerden çıkarılıp tekrar incelendi. Sabahattin Ali'nin canını almak yetmedi, ölüsünü de rahat bırakmadılar bu gözü dönmüş vampirler ve dünyada hiç iz bırakmasın diye kemiklerini bile yok ettiler.
Ama Sabahattin Ali, sanki canilerin onu mezarsız bırakacaklarını çok önceden sezmiş gibi ve
'' BENİM MESKENİM DAĞLARDIR'' diyerek şiirini yazmıştı.
***
Gerçek Gazetesi, 22 Şubat 1950
Asım Bezirci, Sabahattin Ali, Gözlem yayınları, İstanbul 1974
Ali Baba, 1. sayı, 25 Kasık 1947

Hiç yorum yok:

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...