16 Şubat 2023 Perşembe

V. Diakov - S. Kovalev - İlkçağ Tarihi 2 (Çeviren: Özdemir İnce)


Arka Kapak:

*
İlkçağ Tarihi, ilkel topluluk düzeni ile Ortaçağ arasında yer alan uzun bir tarih kesitini materyalist bir bakışla incelemektedir. Bu dönemin incelenmesi, insanın kökeni, dinin doğuşu, sanatların ve bilimlerin ortaya çıkışı, sınıfların ve devletin oluşumu gibi çok önemli sorunların aydınlatılmasını sağlar. İnsanlığın aştığı o güç yolu, atalarımızın doğa karşısında verdiği kahramanca savaşı inceler.
*
İki ciltlik eserin bu ikinci cildinde insanlık tarihinin karakteristik bir dönemini oluşturan Roma Uygarlığı inceleniyor. Antik Yunan uygarlığının yıkılmaya yüz tutmasından başlayarak öne çıkan Roma, katı, köleci özellikleriyle öne çıktı. Kıtalara yayılan bu imparatorluğu tüm yönleriyle mercek altına alan bu kitapta, cumhuriyetin doğuşu ve yıkılışı, monarşinin yükselişi, kitlesel köle ayaklanmaları, kültürel bunalım ve Hristiyanlığın doğuşu, onu yıkılışa götüren bunalım ve çelişkiler de irdeleniyor
*
M.Ö. III. YÜZYILDAN I. YÜZYILA KADAR ROMA CUMHURİYETİ'NİN VE İMPARATORLUĞUN TARİHİNİN KAYNAKLARI:
*
Engels: ''Roma cumhuriyetindeki mücadelelerle ilgili bütün eski kaynaklar arasında yalnızca Appianos, bize, gerçekte neyin, yani toprak mülkiyetinin, söz konusu olduğunu söylemektedir.''
*
Appianos'un ''..bu iç savaşların köklü maddi nedenini bulmaya çalıştığı''nı söyleyen Marx da bu görüşü doğrulamaktadır. (Sayfa: 20)
*
Ammianus Marcellinus

''Yaşadığı dönemde büyük bir kültür çöküşüne tanık olan Ammianus Marcellinus (330-400 dolayları) Roma'nın son büyük tarihçisi oldu. Grek kökenli (doğum yeri Antiokheia: Antakya) ve meslekten asker olan yazar, İmparator İulianus'un birçok seferine katıldı ve yaptığı sayısız yolculuklar sırasında birçok şeye tanık oldu. (..) Olayları değiştirmek kadar unutmanın da namussuzluk olduğu kanısında olduğu için, tarafsız ve doğrucu olmaya çalışır. ''Bilinçli olarak olayları görmezlikten gelen tarihçi, olmamış olayları uyduran tarihçiden daha az yanıltmaz.'' (XXIX, 1,5). Tarihin görevi, ona göre, olayları sıralamakla yetinmez, bunları büyük olayların çevresinde gruplandırması gerekir.'' (Sayfa: 21)
*
Tarih Yazıcılığı:
*
''Roma tarihinin incelenmesine Rönesans'tan itibaren başlandı. Oluşmakta olan burjuva sınıfının sözcüleri olan hümanistler, kendi sınıflarına özgü özellikleri aramak amacıyla, İlkçağ Roma devlet örgütü ve hukukunun incelenmesine büyük bir istekle giriştiler. XVII. ve XVIII. yüzyıllarda, Avrupa'da mutlakiyetçi yönetimin yükselişiyle birlikte, bilginlerin dikkati özel olarak Roma İmparatorluğu'nun siyasi tarihine yöneldi. Roma İmparatorluk dönemini konu edinen ilk iki büyük yapıt bu evrede yazıldı: Fransız rahip Tillemont'un, 1690-1739 yılları arasında yayınlanan 6 ciltlik ''Kilisenin ilk 6 yüzyılında hüküm süren imparatorların ve kralların tarihi'', ve İngiliz Gibbon'nın 1776-1788 yılları arasında yayınlanan 7 ciltlik ''Roma İmparatorluğu'nun çöküşü ve düşüşü.'' Tasarılarının ilginçliğine karşın, bu yapıtlar, Tillemont ve Gibbon'ın küçük eleştirel bakış açısından yoksun safça bir güvenle yaklaştıkları eski metinlerin bir aktarmasından başka bir şey değildirler.'' (Sayfa: 24)
*
''Engels, Marx'ın bilim tarihindeki önemini çok iyi tanımlamaktadır: ''Darwin'in organik dünyanın evriminin yasasını bulması gibi, Marx da insanlık tarihinin evriminin yasasını buldu, yani son zamanlara kadar ideolojik alüvyonların altında saklanmış olan şu basit olguyu: İnsanlar, siyaset, bilim, sanat, din, vb, şeylerle ilgilenecek duruma gelmeden önce, en başta yemek, içmek, oturacak bir yer sağlamak ve giyinmek zorundadırlar.. Bunun sonucu olarak ve gene aynı olgu nedeniyle, bir ulusun ya da bir dönemin ekonomik evriminin her aşaması bir temel oluşturur ve bu insanların dinsel düşüncelerine varıncaya kadar, devletin kurumları, hukuk anlayışları ve sanat, bu temele göre gelişirler, ve bunların şimdiye kadar yapılmış olduğunun tam tersine, bu temele göre açıklanmaları gerekir.''..'' (Sayfa: 26)
*
ROMA KLANLAR DÜZENİNİN DAĞILMASI (M.Ö. VII-VI YÜZYILLAR)


''Orta İtalya'da, Khalkis kolonisi Cumae'nin etkisi çok erken başladı; önce Etrüksler ve onların aracılığıyla da Latinler, aslında Khalkis alfabesinin bir değişkesi olan alfabelerini Cumae'den aldılar (ilk Latin yazıları M.Ö. VI. yüzyılın ortalarına aittir). VI. yüzyılda, Roma kazılarında birçok Attika seramik parçalarının bulunmasına bakılırsa, Latium ve Roma üzerinde önemli bir Atina etkisi vardır. Grek üsluplu ilk Roma tapınağı (Demeter-Ceres tapınağı), Aventinus tepesine V. yüzyılın başında dikildi. Cumae sanatçıları, büyük bir olasılıkla aynı dönemde Capitolium'un ünlü dişi kurdunun dökümünü yaptılar. Helenik maddi ve manevi kültürü etkisi, hiç kuşkusuz, Roma'nın ekonomik ve toplumsal hayatının gelişmesini hızlandıran bir etkidir.'' (Sayfa: 44-45)
*
Decemviriler ve On İki Levha Yasası:
*
''Comitia centuriatalar, 452 yılında, yasaları yazmakla görevli ve diktatörce yetkilerle donanmış on üyelik (decemviriler) bir komisyon seçti. Bu komisyon iki yıl çalıştı. Komisyon 451 yılında yalnızca patriciuslardan oluşuyordu, ama 450 yılında, patrici sınıfının ünlü temsilcilerinden biri olan Appius Claudius'un başkanlığındaki komisyonda beş patrici ve beş pleb görev yapıyordu. Çalışmalarının sonunda, tunç levhalar üzerine yazılı bir yasa yayınlandı. Bu yasa özgün durumuyla bize kadar ulaşmadı, ancak daha sonraki dönem Roma hukukçularının yapıtlarında yer alan bazı madde alıntılarını biliyoruz. Bu yasanın birçok maddesi eskil (arkaik) bir nitelik göstermekte ve eski geleneksel hukukun önlemlerini sadakatle yansıtmaktadır. Örneğin, hukuk yargılama usulünde, yargılama taraflar arasında ancak arabulucu rolü oynuyordu. Davacının, davalıyı ''el koyarak'' (I. Levha, ı. Madde ve sonrası) zorla yargıç huzuruna getirme hakkı vardı. Davacının kendisi, tanıklarını göstermek zorundaydı. Ceza hukukunda kısas ilkesi egemendi: Birinin vücudunu sakatlayan kimsenin aynı şekilde sakatlanması gerekiyordu. Ölüm cezası sadece kundakçıya ya da geceleyin başkasının tarlasına zarar verene değil, aynı zamanda, ''hasadı büyüleyen''e, ''uğursuz büyüler okuyan''a da veriliyordu. Bazı cezalar dinsel lanetleme özelliği gösteriyordu, vb.
Ama bununla birlikte On İki Levha Yasası'nın bazı önlemleri ilerici eğilimlerden esinlenmişti, örneğin, amacı özel mülkiyeti savunmak olanlar, gens başkanlarının keyfi yönetimlerini zayıflatmayı ve borçlarla ilgili yürürlükteki eski yasaları yumuşatmayı hedef almıştır. Borcunu ödeyemeyeceğini bildiren borçluya otuz günlük süre tanınmıştır; hapse atılacak olursa, alacaklının ona açlık cezası vermeye hakkı yoktur; vurulacak lale ve prangaların ağırlığı yedi buçuk kiloyu geçmez. Borçlu, altmış günden fazla alıkonulmaz; isteyenlerin kurtulmalık ödeyerek kurtulabilmelerini sağlamak için Pazar günleri foruma götürülmek zorunluluğu vardır.
O zamanlar bile eskimiş durumda olan atadan kalma ''geleneksel hukuk''un önemli kalıntılarına karşın, yasanın ilerici yanının bulunduğunu kabul etmemiz gerekmektedir.'' (Sayfa: 60-61)
*
İTALYA'NIN FETHİ VE ROMA İTALYA KONFEDERASYONUNUN KURULUŞU:
*
''Köleliğin oluşması ve zengin pleblerin siyasal etkisi Roma'nın saldırgan bir politika izlemesine yol açtı. Roma, ordusunun kusursuz yapısı ve devletinin asker niteliği sayesinde, bir dizi güç savaştan zafer kazanarak çıktı ve bütün İtalya'nın en güçlü devleti durumuna geldi.'' (Sayfa: 66)
*
BATI AKDENİZ EGEMENLİĞİ İÇİN ROMA VE KARTACA ARASINDAKİ MÜCADELE:


''Roma, ticaretinin gelişmesi nedeniyle, yalnızca yerel mübadelede geçen eski bronz parasını 268 yılında bıraktı ve Greklerde çoktandır kullanılan gümüş ölçüsünü getirdi. Para, Iuno Moneta (''Haberci'') tapınağının mahzenlerinde basılıyordu; bu nedenle ''para'' (''moneta'', ''monnaie'', ''money'') sözcüğü ''haberci'' tanrıçanın adından türemiştir. Üzerinde Roma tanrıçasının başı bulunan gümüş ''dinar'' [denarius] para birimi oldu. ''Dinar'' değer bakımından Grek ''drahmi''sine eşitti; dörtte birine ''sestertius'' deniliyordu; ''as'', dinar'ın onda biri değerinde mangır [içinde biraz gümüş bulunan bakır] oldu; bu nedenle üzerine ''X'' sayısı basıldı ve denarius (dinar) sözcüğü de ''On as'' anlamına geliyordu.'' (Sayfa: 71)
*
Kartaca:
*
''Yöneticilerinin insanlık dışı eylemlerini aklamak için, rahipler halkın ruhuna bilinçli olarak zulüm tohumları ekiyorlardı.'' (Sayfa: 73)
*
Köle kaynakları, köle sayısı, köle fiyatları:
*
''Romalı hukukçular, köleciliğin temel kaynaklarını şöyle tanımlıyorlardı: ''İnsan köle doğar ya da köleleşir.''..'' (Sayfa: 97)
*
''En önemli pazarlardan biri Delos adasında bulunuyordu; Strabon'a göre bu pazarda, bir günde 10 bine yakın köle satılıyordu. Roma'da bile, Capitolium'un eteklerindeki ''kutsal yol''un kıyısında, parekende alış-veriş yapılan, sürekli açık bir esir pazarı vardı. Ağır işlere uygun bir kölenin değeri ortalama 2.000 sestertius, eğitim görmüş köleninki 8.000, iyi bir aşçınınki 10.000 sestertius dolaylarındaydı.
II. yüzyılda, Roma ve İtalya'da bulunan köle sayısını kesin olarak tahmin etmek güç, ama büyük bir olasılıkla köle sayısı, özgür insan sayısından fazlaydı. Bu sayı zamanla giderek çoğaldı ve imparatorluk döneminde birçok zenginin 20.000 kölesi, Cicero'nun alaylı bir şekilde dediği gibi ''köle orduları, köle sürüleri'' vardı. Bu tür mülkiyet öylesine yaygındı ki, yüksek mevkide bulunan kölelerin de kendi köleleri vardı. Kölelik bütün üretimin temeli olmuştu.'' (Sayfa: 98-99)
*
LATİFUNDİALARIN ORTAYA ÇIKIŞI; TOPRAKSIZLAŞAN KÖYLÜ SINIFI:
*
İtalya'da köle el emeği ile işlenen büyük tarım malikânelerinin oluşması:
*
''Zenginleşmiş soylular ve bir ölçüde atlılar, parasal kaynaklarının ve köle el emeğinin artan bölümünü, köleler tarafından işlenen büyük kırsal mülkler ya da ''villalar'' (çiftlikler) almaya harcıyorlardı.'' (Sayfa: 102)
*
Roma ve İtalik köylü sınıfının topraksızlaşması; ''kent plebi''nin ortaya çıkışı:
*
''Roma proletaryası toplumun kesesinden yaşıyordu, oysa çağdaş toplum, proletaryanın kesesinden yaşamaktadır.''
*
Karl Marx (Sayfa: 107)
*
III. YÜZYILIN SONU VE II. YÜZYILIN BAŞINDA ROMA'DA KÜLTÜR DEVRİMİ
*
''İtalya'nın dört bir yanından insanlar Roma'ya akın ediyor, çok sayıda yabancı bu kente yerleşmeye geliyordu, bunlar arasında Grekler, Suriyeliler ve özellikle Yahudiler başı çekiyordu. Roma, bütün Akdeniz dünyasının merkezi durumuna geliyordu. Kentte büyük kamusal yapılar ve özel evler yapılıyor, sokaklara taş, pazarlara ve alanlara parke döşeniyordu. Tiber nehri üzerine yeni köprüler atılıyordu. Ama aynı zamanda ve aynı dış görünüşüyle, Roma, kendisinin yaratmış olduğu bu uçsuz bucaksız imparatorluğunun temelinde bulunan derin çelişkileri açık bir biçimde doğruluyordu. Plebin pis kulübelerinin yanı başına, müteahhitler üç dört katlı ucuz evler dikmeye başlamışlardı. Ağaç iskelet üzerine pişmiş tuğladan yapılan bu evler bazen yıkılıyor ve sık sık yanıyordu. Dar merdivenlerle birbirine bağlanan ve nohut kadar odalara bölünmüş ve her türlü konfordan yoksun katlarda yoksul aileler üst üste yaşıyorlardı. Avlulara ve sokaklara atılan çöpler, salgın hastalıklara yuvalık yapıyorlardı. Ama bu karanlık kümeslerin yanı başında, yeni zenginlerin, ''sütunlu iç avluları'', şimşirli ve sanatlıca budanmış porsuk ağaçlı bahçeleriyle, helenistik üsluba göre tasarlanmış konaklarını (özellikle Palatinus'ta saray anlamına gelen ''Palatium'' sözcüğü buradan gelmektedir) diktirdikleri mahalleler yükseliyordu. Burada, banyolu, mozaik döşemeli, duvarları değerli mermerle kaplı ya da freskle bezeli, mobilyaları yaldızlı ve fildişi işlemeli daireler vardı.'' (Sayfa: 108)
*
Marius: Demokratik askerî diktatörlük girişimi:
*
''Gainus Gracchus'un ölümünden sonra, benzersiz bir gericilik Roma'ya on yıl egemen oldu. Optimatlar (Optimates: Memur aristokrasisi üyeleri), kamu mülkünden gasp edilmiş toprakları üzerindeki haklarını sağlamlaştırmak ve her türlü yeniden paylaşım girişimlerini engellemek için zaferlerinden yararlandılar. 118 ve 111 tarihli Baebia ve Thoria yasaları uyarınca, zilyet altında bulunan ve tarım komisyonu tarafından dağıtılmış topraklar, bunları ellerinde bulunduranların özel mülkü olarak kabul edildi ve komisyon dağıtıldı. Bunun sonucu olarak, köylülerin kurbanı olduğu topraksızlaşma hareketi, Appianos'un belirttiği gibi bütün hızıyla sürdü: ''Zenginler, yoksulların elinden yeniden paylarını aldılar ya da çeşitli bahanelerle bunlara el koydular'' (İç Savaşlar, I, 27), bu da öfkelerini kamçıladı.
''Muzaffer soylu sınıf, en utanmaz, en hayasız yöntemlerle zenginleşmek için, yeniden kurulan iktidarından yararlanmakta acele etti: magistratusların (yüksek memurların) zimmetine para geçirmesi, devlet parasını çalması, parayla satılması hiçbir zaman böylesine küstahça sergilenmemişti. Haksız kazançlar, görülmemiş lükste bir yaşantının masraflarını karşılıyordu. Birçok insan, başkalarından geri kalmamak için kendi olanaklarının üzerinde yaşıyor ve bir kez borçlanınca da, yasal olmayan yollardan zenginleşme çareleri arıyordu.
Yönetici soylu sınıfın bu kokuşması Roma'nın dış siyasetine de yansımaya başladı.'' (Sayfa: 130)
*
Spartacus İsyanı:
*
''Yıkılışını hazırlayan bu koşullar içinde, Roma cumhuriyeti, bu kez bütün İtalya'ya yayılan ve Spartacus tarafından yönetilen yeni ve büyük bir köle ayaklanmasıyla sarsıldı. Lenin Devlet Üzerine adlı kitabında bu olayları şöyle değerlendirmektedir: ''Spartacus, bundan iki bin yıl önce, köle ayaklanmalarının en büyüklerinden birinin en önemli kahramanlarından biri oldu. Tamamen köleciliğe dayalı ve çok güçlü görünen Roma imparatorluğu birkaç yıl, Spartacus'un yönetiminde ve büyük bir ordu halinde silahlanıp toplanan büyük bir köle isyanı tarafından temellerinden sarsıldı.''..'' (Sayfa: 156)
*
İç savaş (49-45). Caesar'ın diktatörlüğü:
*
''Monarşik iktidarın kuruluşuna, doğal olarak, merkezileşme ve yönetimsel bürokrasi eğilimleri de eşlik ediyordu. Caesar (Sezar) açıkça söylüyordu: Cumhuriyet ''gerçekliği olmayan bir isimden başka bir şey değildir ve.. benim sözlerimi birer ''yasa'' sayıyorlar,''..'' (Sayfa: 186)
*
İkinci cumhuriyetçi hareketin başarısızlığı. İkinci triumviratus, kara listeler ve İtalya'da büyük toprak mülkiyetine saldırılar:
*
''Komployu yapanlar, orduda yüksek görevleri olan ve Caesar'ın yakın çevresinde yer alan, tanınmış cumhuriyetçi senatorlardı; ayrıca, hepsi Caesar'ın bağışladığı eski Pompieus'culardı. Suikastçıların başında, zengin Romalı aile Iunius Brutus'un iki üyesi bulunuyordu. (..) Toplam olarak altmış kişiydiler.
Ama hazırlayıcıları, Caesar'dan nefret eden büyükler ve soylu sınıflarında bulunuyordu. Bu nedenle, Caesar'ı öldürmek için yer olarak ''tiran''ı öldürmek ve cumhuriyeti yeniden kurmak niyetlerini onaylamasını bekledikleri senatoyu seçmişlerdi. Gerçekten de, katiller kendisini sardıkları zaman, Caesar'ı savunmak için hiçbir senato üyesi en küçük bir girişimde bulunmamıştı. Suikast başarıya ulaşınca, senatorların çoğunluğu suikastçileri destekledi ve Caesar'ın buyruklarının tümünün iptal edilmesini istediler.'' (Sayfa: 187)
*
Augustus'un içeride tutucu, dışarıda saldırgan politikası:
*
''İç politikasında yalnızca, köleci toplumun temellerini güçlendirmeyi, cumhuriyetin eski zamanlarını diriltmeyi amaçladığının altını çizmek arzusu, Octavianus'un bu geçmişin ve tarihin incelenmesini desteklemesinde yansıyordu. Bulgulanan tarihsel yapı ve belgeleri Titus Livius'a bizzat haber veriyordu. Vergilius, Aeneis'i için onur ve ödüllere boğuldu. Gözden düşen Ovidius Naso, Octavianus'un yanında saygınlık kazanmak için Fatsi'sine güveniyordu. M.Ö. 9 yılına doğru, Halikarnassoslu Dionysios'un Rhomaike Arkhaeologia'sı yayınlandı.'' (Sayfa: 200)
*
''Principatus, aynı şekilde, ''eski töreler''in yaşatılmasıyla da ilgileniyordu. Babanın, evin bütün insanları ve köleler üzerindeki eski ''hayat ve ölüm'' yetkisini yürürlüğe koyarak, yıkılmakta olan Roma ailesinin diriltilmesi için bir dizi yasa çıkartıldı. ''Iulia yasaları'' uyarınca, en az üç çocuğu olanlar yönetim mesleğinde ayrıcalıklı statüden yararlandılar; bekarların hakları sınırlıydı; davranışları kusurlu olan eşlerin (kadın) mallarına el konulabiliyor ve sürgüne gönderiliyordu (Augustus'un kızının ve torununun uğradığı ceza).'' (..)
"Augustus, eski Roma yaşamının bir başka dayanağı olan dinsel anlayışı da diriltmek istiyordu. Yapmacık bir sofuluk (pietas) yurttaşlık erdemlerinin yemeli olarak kabul edildi." (Sayfa: 201)
*
''Augustus, M.S. 14 yılında ölünce, bir senato kararnamesiyle tanrılar düzeyine çıkartıldı ve cesedi olağanüstü törenlerle kendisinin ölümünden önce yaptırdığı anıtkabirine konuldu; öldüğü aya (sextilis), onun anısına, ''augustus'' (ağustos) adı verildi. Ama kurduğu siyasal düzenin uzun süre yaşayıp yaşamayacağını tahmin etmek henüz olanaksızdı. Her ne olursa olsun, vasiyetnamesinde, Augustus kendisinden sonra geleceklere artık silaha sarılmamalarını ve barışçı bir dış politika izlemelerini salık veriyordu.'' (Sayfa: 203)
*
CUMHURİYETİN SONU VE AUGUSTUS'UN PRİNCİPATUS'LUĞU DÖNEMİNDE ROMA UYGARLIĞI:
*
''Bir Epikuros hayranı olan Lucretius, insanlığı, karanlık çağların kalıtı olan eski boş inançlardan, dinsel önyargılardan, rahiplerin saldığı ölüm korkusundan ve boğucu öte dünya düşüncesinden kurtardığı için yüceltir. Din, insanların kurban edilmesi gibi suçlara yol açar ve bu nedenle de Lucretius'un gözünde ''iğrenç''tir. (impia).'' (Sayfa: 208)
*
Nero (54-58) ve Iulius-Claudius hanedanının sonu. *
''60 yılından itibaren, sarayın zırva eğlencelerini karşılamak için, Suetonius'un çok haklı olarak ''savurganlık çılgınlığı diye tanımladığı, akıl almaz masraflar dönemi başladı. Saray uşakları şatafatlı giysiler giyiyorlar, sarayın katırlarının nalları altından yapılıyordu, ama hazineyi asıl çökerten görkemli inşaatlar ve özellikle ''Yaldızlı Ev''di. Revakları, parkları, gölleri, ahırlarıyla, Palatinus ile Esquilinus arasında Roma'nın merkez mahallelerini kapsayan uçsuz bucaksız saraya ''Yaldızlı Ev'' adı veriliyordu. Yapımı tamamlanınca sarayı gören Nero şöyle demişti: ''Nihayet insana layık bir yerde oturacağım.''
Böylesine bir savurganlık mali kaosa ve müzmin açığa yol açtı. Hatta birliklerin ücretlerinin, eski askerlerin primlerinin ödenmesini ertelemek zorunda kaldılar. Devlet kasasını doldurmak için paraya hile katıldı. Yarım kilo gümüşten 84 yerine 96 dinar basıldı. Ve özellikle, en saçma sapan, en akıl almaz bahanelerle ve hükümdarlara karşı suç işleme savlarıyla zenginlerin mallarına el koymak gibi geçici önlemlere başvurdular. Hükümdara önemli bir miras payı bırakmadan ölerek ''nankörlüklerini kanıtlayanlar''ın miraslarının tümüne el konuluyordu.'' (Sayfa: 225-226)
*
''Gözdelerinin ihmal ve beceriksizlikleri, 64 yılı yazında, Roma'nın benzersiz yıkımıyla sonuçlanan felaketlere yol açtı: Dokuz gün süren yangın kentin on dört mahallesinden dokuzunu aşağı yukarı tamamen kül etti. Yöneticilerin şaşkınlık ve güçsüzlüğünden yararlanan hırsızlar alevler içindeki evleri soyuyorlardı. Nero'na gelince, bir kulenin tepesinden korkunç felaketi hayranlıkla seyrediyor ve o zamanlar ortalıkta dolaşan söylentiye göre, Troia'nın düşüşü üzerine dizeler söylüyordu. Ama yangının açtığı uçsuz bucaksız araziyi ''yaldızlı ev''inin yapımı için hemen kapması nedeniyle, halk arasında, bu korkunç felaketin faili olarak kabul edildi ve kendisine ''kundakçı'' adı takıldı. Bunu gören yönetim büyük bir gürültüyle ''gerçek kundakçılar'' davasını açtı. Şüpheliler kitle halinde tutuklandılar ve korkunç işkencelerle öldürüldüler.'' (Sayfa: 227)

Flavius'lar döneminde imparatorluk (69-96):


''Vespasianus yönetimi, Nero'nun har vurup harman savurması ve iç savaş yüzünden tamamen yıkılan devlet maliyesini yeniden düzenlemesi için etkin çalışmalar yaptı. Yaşam biçiminin basitliği ve gösterişsizliğiyle tutumluluk örneği vermek isteyen Vespasianus, saray yaltakçılarının hoşnutsuzluğuna ve alaylarına yol açıyordu. Aynı zamanda, hazinenin boş kasalarını doldurmayı amaçlayan yeni vergilerle de alay ediliyordu; bazı eski vergiler iki katına çıkartıldı, mezarlara, hela çukurlarına varıncaya kadar vergi konuldu. Son vergi önlemlerine kızan oğlu Titus'un burnuna bir avuç para tutarak, Vespasianus'un şöyle cevap verdiği söylenir: ''Paranın kokusu yok.'' Ama aynı zamanda, bütün imparatorlukta, yangınlardan ya da yer sarsıntısından zarar gören kentlere cömertçe yardımlar yapıldı. Roma'da halka iş sağlamak için Capitolium'da büyük onarım çalışmaları yapıldı ve kentin ortasında 85 bin seyircilik devasa Flaviuslar amfitiyatrosunun (Colosseum) yapımına başlandı.'' (Sayfa: 237)


''95 ve 96 yıllarında mücadele öylesine bir şiddet kazandı ki, Domitianus kendisini sıkıştırılmış bir yabanıl hayvan gibi hissetmeye başladı. Kendi sarayında bile güvenliği yoktu; arkasında ve çevresinde neler yapıldığını her an izleyebilmek için, içinde yaşadığı odalara aynadan duvarlar ve tavanlar yaptırdı. Fesat, en yakınlarını bile içine aldı ve Corbulo'nun kızı imparatoriçe Domitia Longina, iki imparatorluk muhafız birliği komutanı ve saray ileri gelenleriyle birlikte komploya katıldı. 96 yılı Eylül ayında, Domitianus yatak odasında öldürüldü.
''Senato sevince boğuldu. Tam kadro toplandı ve en acı, en ağır küfürlerle ölü hükümdarın anısını büyük bir keyifle parçaladı. Armalarını ve portrelerini indirerek ve yere çalarak parçalamak için merdivenler getirtti.'' (Suetonius, Domitianus, 23).'' (Sayfa: 240)
*
Hadrianus ve Antoninus Pius:


''Uzun ''Roma Barışı'' dönemi sona eriyordu; Roma İmparatorluğu'nun ''altın çağ''ı II. yüzyılın yarısının başında tamamlandı. Antoninus Pius'un 161 yılında ölmesi üzerine, Roma'nın aynı anda iki imparatoru oldu: Ölen imparatorun evlatlıkları olan Marcus Aurelius ve Lucius Verus. Hiç kuşkusuz iki hükümdar arasındaki anlaşmazlık tehlikesi, ilkçağ Stoacı düşüncesinin en büyük anıtlarından biri olan ''Kendine'' adlı bir kitabın yazarı olan ve daha ilkçağda ''tahttaki filozof'' olarak anılan Marcus Aurelius'un olağanüstü kişiliği sayesinde atlatıldı. Ortağının büyük yeteneksizliğine karşın, Marcus Aurelius Bu ikinciliğe sekiz yıl, yani Lucius Verus'un 169 yılındaki ölümüne kadar katlandı. Ama artık, iktidarın aynı anda egemen olan iki hükümdar arasında tehlikeli bir biçimde bölünmesi yinelenen bir olgu haline geldi.'' (Sayfa: 249)
*
M.S. II. YÜZYILDA TOPLUMSAL VE EKONOMİK İLİŞKİLER. BUNALIMIN ÖN BELİRTİLERİ
*
''..''Eski kölelik miadını doldurmuştu.. artık zahmetine değecek bir ilişki değildi..'' demektedir Engels.'' (Sayfa: 254)
*
''Aristotales zamanında, kendisinin de dediği gibi, ''köle mülkiyetin en mükemmel biçimi'' olmasına karşın, M.S. I ve II. yüzyıllarda, köle sahibi olmak mülkiyetin en tehlikeli, en güvenilmez biçimiydi. Giderek daha serkeşleşen köleler, efendilerine karşı gittikçe çoğalan bir kin gösteriyorlardı.'' (Sayfa: 255)
*
''Seneca, ''Kölelik doğal bir durum değildir, doğaya ve doğaya özgü özgürlüğe aykırıdır'' demektedir; ''köle de seninle aynı türdendir''; ''Köleler, bu insanlar.! Hayır, bunlar insandırlar, bizim varlık yoldaşımız, basit dostlarımızdır.'' Hadrianus ve Antoninus, efendilerin kölelerini öldürmelerini yasaklayan bir kararname yayınlamışlardı; karı-kocayı ayrı ayrı satmak da yasaklanmıştı; köleler vasiyet hakkını elde ettiler, vb. Bu insancıllığın (humanisma), hiç kuşkusuz, yaşam koşullarını iyileştirerek kölelerden mümkün olan en yüksek yararı sağlamaktan başka bir amacı yoktu.'' (Sayfa: 255-256)
*
Hıristiyanlığın ortaya çıkışı ve I. ve II. yüzyıldaki tarihi:
*
''Hıristiyanlık, başlangıçta, aşağı ve sömürülen toplumsal çevrelerde, ''çileli ve acı çeken'' halk, yoksullaşmış ve özgürlüğünü yitirmek üzere olan özgür insanlar, küçük zanaatkârlar, proletarya ve köleler arasında doğdu ve yayıldı.
Roma İmparatorluğu'nun köleleşmiş, ezilen ve yoksulluğa indirgenmiş halk kitleleri, başlangıçta, M.Ö. II. ve I. yüzyıllarda, açık mücadelede, ayaklanmada bir çıkış yolu aramışlardı. Ama ayaklanmalarının hepsinin başarısızlığa uğraması, Roma'nın gücüne direnmenin umutsuz olduğunu göstermişti. İşte bu nedenle, toplumun aşağı katmanlarında, dünyanın kötülüklerinden ve acılarından kurtaracak bir ''göksel kurtarıcı'' beklentisi doğdu ve geniş ölçüde yaygınlaştı.'' (Sayfa: 264-265)
*
''Vaftiz töreni ve kudas ayini, ''dinsel oyunlar''a dönüştürülen ve Kibele ile Adonis'e tapanların dinsel törenlerine benzediler; Mithraizm, İsa'nın mağarada doğuşu efsanesine kaynaklık etti. Stoacı öğretilerin ve özellikle, Engels'in ''Hıristiyanlığın vaftiz babası'' adını verdiği Seneca'nın öğretisinin halkın anlayacağı hale getirilmesi, alçakgönüllülük ve sabır ilkelerine dayalı bir Hıristiyan ahlak sisteminin yerleşmesini sağladı. Engels'e göre, ''Hıristiyanlığın babası'' olan İskenderiyeli yazar Yahudi Philon, Yahudilik ile Grek felsefesini bağdaştırmaya girişti; II. yüzyılda ortaya çıkan Hıristiyan öğretisinin, ''kelam''ın (logos), Tanrı ile insanlar arasındaki aracılar olan meleklerin, ''şeytan''ın, vb., eski kaynağı Yahudi Philon'dur.'' (Sayfa: 268)

Hiç yorum yok:

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...