25 Ekim 2021 Pazartesi

Sabahattin Ali - Üç Romantik Hikaye (Kleist - Chamisso - Hoffman)

 

Arka Kapak:
*
Sabahattin Ali, Üç Romantik Hikâye’de çağlarını aşarak, günümüze ulaşan üç yazardan seçtiği birer hikâyeyi bir araya getiriyor: Heinrich von Kleist’tan “San Domingo’da Nişanlanma”, Adelbert von Chamisso’dan “Peter Schlemihl’in Acayip Sergüzeşti” ve E. T. A. Hoffman’dan “Duka ile Karısı”.
*
Tercüme Bürosu’nda Batı klasiklerini Türkçeye kazandırma amacıyla başlatılan çeviri seferberliğinin önemli bir parçası olan Alman klasiklerinin editörlüğünü de üstelenen Sabahattin Ali’nin Almancadan çevirdiği Üç Romantik Hikâye, ilk kez 1943’te Ankara Maarif Vekilliği tarafından yayımlanmıştır.
*
“Romantik cereyan, dünya edebiyatına verdiği eserlerden ziyade, Almanya’nın, hatta Avrupa’nın sanat ve fikir hayatına yaptığı tesirle anılır. Yalnız birkaç kişi, çığırlarının sınırlarını aşarak bütün insanlığın malı olacak eserler meydana getirmişler ve bu güne kadar canlılıklarını muhafaza etmişlerdir ki, biz bu kitapta bunlardan birer örnek vereceğiz.”
*
Sabahattin Ali


Heinrich von Kleist:
*
''Ruhunun kararsızlığı ve ateşliliği kadar, devrinin karışıklığına kurban giden bu büyük muharrir, yukarda söylediğimiz gibi, Almanya'nın en kuvvetli piyes muharrirlerinden biri olmakla beraber, en usta hikâyecileri arasında da yer almaktadır. Diğer romantik muharrirlerde olduğu gibi, hikâyelerinin kısır vakasını şairane sözlerle dolduracağı yerde, piyes muharrirliğinden gelen bir kudretle, asıl ehemmiyeti vakaya vermekte, karakterleri vakaya dayanarak yürütmeye muvaffak olmaktadır. Bu sahada, haksızlığa tahammül edemeyen bir adamın nasıl haydutluğa kadar gittiğini gösteren ''Michale Kohlhaas'' hikâyesi bir şaheserdir; ''Şili'deki Zelzele'', ''Markiz von O.'', ''Bulunmuş çocuk'' ve burada tercümesini sunduğumuz ''San Domingo'da Bir Nişanlanma'' hikâyeleri de, ilk sahifeden başlayarak insanı merakla saran ustaca yazılmış eserlerdir. Üslûbu oldukça ağır, cümleleri uzun ve biraz ağdalı ise, bunun sebebi, adeta ifrata varan bir ''fazla lakırdıdan kaçma ve lüzumlu olan hiçbir şeyi feda etmeme'' endişesidir. Hikâyede, vakanın yürüyüşünün veya şahısların karakterlerinin meydana çıkması için gerekli olmayan bir tek kelime bulmak imkânsız gibidir.
Tercüme ettiğimiz hikâye 1811'de yazılmıştır ve o zamanlar Fransız müstemlekesi olan Haiti adasındaki bir vakayı anlatmaktadır.'' (Sayfa: 12-13) #HeinrichVonKleist

San Domingo'da Bir Nişanlanma:


''..aynı vücudun iki elinin, yahut ağzın dişlerinin, biri öteki gibi yaratılmadı diye, birbirlerine kızmalarına benzemiyor mu.? Babam Kuba adasındaki San Yago'dandı; şimdi ben, gün ağarınca yüzümde beliren beyaz ışık belirtisine karşı ne yapabilirim.? Sonra, Avrupa'da gebe kalıp doğurduğum kızım, o kıtanın aydınlık günü yüzünde parlıyorsa, buna karşı ne yapabilir.?'' (Sayfa: 20)


Adelbert von Chamisso:

''Peter Schlemihl'in Acayip Sergüzeşti'' ''..Gölgesini kaybeden bir adamın macerasında kendi ruhunun dertlerini aksettirdi. Gerçi Chamisso bu eserinde böyle bir maksat güttüğünü inkâr etmemişse de, hikâyede kendi üzüntülerinin izi bulunduğu açıkça görülmektedir. Bir dostuna yazdığı mektupta hikâyenin nasıl meydana geldiğini şöyle anlatıyor: ''Bir yolculukta şapkamı, bavulumu, eldivenlerimi, kısacası yanımda neyim var neyim yoksa hepsini kaybettim. Fouquè: gölgeni kaybetmedin mi.? diye sordu. Böyle bir şey olacak olsa ne olurdu diye düşündük. Sonra bir gün La Fontaine'in bir kitabını okuyorduk, burada kibar bir adamın bir toplantıda cebinden, oradakilerin istediği bir sürü eşya çıkardığı yazılıyordu. Ben de, tatlı dille istenecek olsa bu adam herhalde cebinden atla araba bile çıkaracak, dedim. İşte böylece ''Schlemihl'' tastamam hazırdı. Kırlık bir yerde, boş vaktim varken, yazmaya başlayıverdim.''
Fakat buna rağmen, belki kendisi de farkına varmadan ve istemeden, etrafının ona karşı vatansızlığından dolayı aldığı tavırdan duyduğu teessürü, burada şairane bir şekilde dile getirmiş oldu. İnsanların boş bir şeye, bir gölgeye ne kadar ehemmiyet verdiklerini, bu yüzden insanı nasıl bedbaht ettiklerini gösterdi. Kitap derhal meşhur oldu, bütün Avrupa dillerine, daha sonra Çinceye bile tercüme edildi.'' (Sayfa: 49-50)

Peter Schlemihl'in Acayip Sergüzeşti:

''Bu dünyada para, liyakat ve kıymete ne kadar tercih edilirse edilsin, gölgeye, hatta paradan da çok kıymet veriliyordu. Ve ben evvelce serveti nasıl vicdanıma feda ettiysem, şidi de gölgemi sırf para için vermiş bulunuyordum. Artık bu dünyada ben ne yapabilir, ne olabilirdim.?'' (Sayfa: 57-58)


''Demir zincirlerle sımsıkı bağlanmış olan bir kimseye kanat fayda eder mi.? O, bu kanatlara rağmen, hem de daha müthiş bir şekilde, ümitsizliğe düşer.'' (Sayfa: 62)


''..dünyada pek talihsiz bir şekilde gölgesini kaybetmiş bir adama yalancı bir gölge resmedebilir misiniz.?'' (Sayfa: 62)
*
''Benim yapabileceğim yalancı boy gölgesi, ancak, bu adamın en küçük bir hareketinde tekrar kaybedeceği bir gölge olabilir. Hele, bizzat sizin hikâyenizden anlaşıldığı gibi, kendi anadan doğma gölgesine bu kadar az bağlı olan bir kimse için.. Gölgesi olmayan güneşe çıkmaz, bu en akıllıca ve en emin yoldur.'' (Sayfa: 63)


''..o zaman seni kaybedince nasıl ağladıysam, şimdi seni içimde de kaybettiğime öyle ağlıyorum. Bu kadar ihtiyarladım mı.? Ey hazin akıllılık.! O zamanların bir tek kalp çarpıntısı, o çılgınlığın bir ânı geri gelse.. Fakat hayır.. Senin acı akıntılı, engin, ıssız denizinde tek başıma duruyorum ve son şampanya kadehinden son perinin fışkırdığı zaman çoktan geçti.'' (Sayfa: 66)


''Aziz dostum, hafiflik ederek ayağını doğru yoldan dışarı atan bir kimse, farkında olmadan başka yollara sapar ve bu yollar onu aşağı, daima aşağı götürür. Ondan sonra gökyüzündeki yol gösteren yıldızların pırıltısına beyhude yere bakar.'' (Sayfa: 86)


''Şeytan, insanların tasavvur ettiği kadar, siyah ruhlu değildir.'' (Sayfa: 91)


''..sen, dostum, insanlar arasında yaşamak istiyorsan, her şeyden evvel gölgeye, sonra paraya hürmet etmesini öğren. Eğer yalnız kendin için ve içindeki iyi tarafın için yaşamak istiyorsan, o zaman nasihate ihtiyacın yok.'' (Sayfa: 105)
*
EXLICIT (Ortaçağda kullanılan ''Explicirus est liber'' (kitap bitti) tabirinin kısaltması.


E. T. A. Hoffmann:

*

Hoffmann'ın böyle başıboş bir hayal âlemine dalan eserleri hakkında zaman, yavaş yavaş hükmünü vermiş, bunlardan bir kısmı artık bugünün insanı tarafından okunmaz olmuştur. Fakat onun cadısız, perisiz, hayaletsiz birtakım hikâyeleri de vardır ki, yazılalı yüz seneyi geçtiği halde kıymetlerinden hiçbir şey kaybetmemişlerdir. Bu eserler, kendini israf etmese, bu büyük muharririn neler yaratabileceğini göstermektedir.
''Fıçıcı Usta Martin ile Kalfaları'', ''Das Fraulein von Scudery'', ''Ceviz Kıran'la Fare Kralı'', ''Altın Çanak'', ''Küçük Zeches'', ''Şövalye Gluck'', ''ie-Fermate'', ''Rat Krespel'' ve burada tercümesini sunduğumuz ''Duka ile Karısı'' bunlar arasındadır. Gerçi bunlarda da yer yer cadı karılar, olmayacak hayaller işe karışmaktaysa da, gündelik hayatın mantığı hiçbir zaman büsbütün kaybolmamaktadır.
Hoffmann, ciltler dolduran daha birçok eserler yazdıktan sonra, ağır bir belkemiği hastalığına tutulmuş, kötürüm olmuş, korkunç acılar içinde uzun zaman kıvranarak, 46 yaş gibi tam eser verebilecek olgun bir çağda, 22 Haziran 1822'de, ölmüştür.
Tercümesini sunduğumuz hikâyenin Almanca ismi ''Doge und Dogaresse''dir. 1819'da yazılmıştır. Muharririn, Berlin'de bir resim sergisinde gördüğü bir tablodan nasıl meraklı bir hikâye çıkarabildiğini göstermekte, aynı zamanda, eski Venedik'le oradaki hayat hakkında gözlerimizin önüne unutulmaz tablolar çizmektedir.'' (Sayfa: 107)

Duka ile Karısı:

*

''Kış bile ne kadar sert ve soğuk olursa olsun, en nihayet ılık batı rüzgârlarının üzerinde, kendisine doğru gelen güzel Tanrıçaya kollarını hasretle açıp uzatmıyor mu.? Sonra onu donmuş göğsüne bastırınca, yumuşak bir ateş damarlarını dolaşınca, buz ve kar nerede kalıyor.?'' (Sayfa: 120)


''Ah, bu dünyada böyle ümitsiz bir yalnızlığa mahkûm olmak.. Vaziyetim ne kadar iyi olursa olsun, bu beni her türlü sevinçten uzak tutuyor..'' (Sayfa: 127)



''İz bırakmadan kaybolan şeyin, izi olur mu.?'' (Sayfa: 128)


''Gece rüzgârının fısıltısını duyuyor musun.? Denizin hasret dolu şikâyetlerini duyuyor musun.? Asıl küreklere benim cesur gemicim, asıl küreklere.!'' (Sayfa: 129)


''Ümidin altın çiçeği âşıklara açmaz da kime açar.?'' (Sayfa: 140)

Hiç yorum yok:

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...