7 Şubat 2022 Pazartesi

Fırat Cewerî - Mîr Celadet Bedirhanın Evinde, Kürtçeden Çeviren: Abdullah Koçal


Arka Kapak:
*
Mîr Celadet Bedirhan'ın Evinde
*
Doksanlı yıllarda Fırat Cewerî, Nûdem dergisi yoluyla ve Hawar dergisinin yeniden yayınlanmasıyla birlikte, neredeyse unutulmuş olan büyük Kürt aydını Celadet Ali Bedirhan'ı yeniden görünür hale getirdi. Yeni nesillerin onu tanımasına vesile oldu. Cewerî, modern roman formuyla yazılan bu eserinde Rewşen hanımın evine misafir olur ve Mîr Celadet Bedirhan ile derin ve çok yönlü hayali bir sohbete girişir. Düş ve gerçeğin gölgesinde, Mîr Celadet Bedirhan'ın yüzyıla yayılan portresi yavaş yavaş görünür hale gelirken, geride edebi bir tat, kadim sorulara cevaplar bırakır..

''Çıkardığınız dergiye HAWAR (İmdat) dediniz. Nedir şu Hawar meselesi.?
- Hawar bilginin sesidir.
- Peki bilgi nedir.?
- Kendini tanımaktır.
- Kendini tanımak.?
- Kendini tanımak kurtuluşun ve huzurun yolunu açar. Kendini tanıyan, kendini tanıta da bilir.
- Hawar'ın en büyük işlevi ne olacak.?
- Hawar'ımız evvela dilimizin varlığını kabul ettirecek.
- Neden peki.?
- Zira dil, var olmanın ilk şartıdır.'' (Sayfa: 9)


''Efendiler.! Yalandan bir 'finfon' öğrenebilmek için onca yıl yabancı lisan öğrenmeye çalıştınız ve dahi çalışmaktasınız. Yahu ayıptır günahtır, ya kendi dilinizi öğrenin ya da Kürdüz demeyin. Kürtçesiz Kürtlük size pek bir şeref kazandırmadığı gibi bizim için de yüzkarası oluyorsunuz.''
*
Mîr Celadet Bedirhan (Sayfa: 16)
*
''..yalnızca öğrenmek de kâfi değil; öğretmemiz da lazım. Kürtçe okuyup yazmayı bilen her bireyin bunu öğretmesi elzemdir. Bilen Kürd'e şu düşüyor; yanında yoksa bile Kürtçe bilmeyen birini arayıp bulacak, bildiklerini ona öğretecek. Birilerinin fedakarlığı sayesinde öğrenmek, öğrenmenin kendisi kadar güzel; hatta ondan daha güzel ve de onurlu bir şeydir. Şöyle diyelim; öğrenmek bir şeyleri toplayıp almaksa öğretmek de bahşetmek, hediye vermektir. Zaten Kürtler cömertlikleriyle meşhurdur.'' (Sayfa: 18)
*
''Diller de diğer canlılar gibi doğar, büyür ve ölürler. Bazı ölü dillerin hakikaten ocağı sönmüş, onlardan geriye hiçbir şey kalmamıştır. Bazılarından geriye kıymetli eserler, değerli kitaplar kalmıştır. Lakin konuşulmadıkları için ölü kabul edilir onlar.'' (Sayfa: 21)
*
''Rusya'da Eliezer Ben Yehuda isimli bir Yahudi genci vardı. Bu genç, kendi halkının diğer milletlerden daha kötü bir halde olduğunu görüyordu. Yahudilerin ne vatanları ne de devletleri vardı; üstelik konuştukları dil bile kendilerinin değildi. Bu delikanlı kararını verdi; Yahudiler ataları İsrail'in toprağına dönüp kendi dillerini konuşmalıydılar. O dil de İbraniceydi. (..) Bizzat halkı karşı çıkıyordu kendisine, delirmiş bu adam, diyorlardı. Ne var ki Yehuda onlara kulak asmaksızın şaheserini oluşturmak adına büyük bir iradeyle, üstelik bir başına mücadele ediyordu. Kendi dilsiz halkını bir dile kavuşturmayı kafasına koymuştu.
Eliezer 1881'de hocasının kızıyla evlenerek Filistin'e geçti. Artık bir ailesi vardı ve bu da inşa etmenin başlangıcıydı. Yehuda yol boyunca karısına dili anlattı; Filistin'e vardıklarında kadın birkaç İbranice kelime biliyordu.
Ata yurtlarına vardıklarında Yehuda, karısına; bundan sonra yalnızca İbranice konuşacağız, dedi. (..) Kadın pek az İbranice biliyordu. Ne yapıp ne ettiyse de kocasını bu karardan vazgeçiremedi. Çiftin çocukları büyüyünceye dek başka bir dil bilmediklerinden halk arasında dilsiz kabul ediliyorlardı. (..) Ne var ki o dilsizlik sayesinde Yahudi halkı dilsel bağımsızlığını kazandı. (..) Yehuda'yla ailesi yoksulluk içinde yaşıyordu. Lakin dert değildi onlar için. Büyük idealler büyük fedakarlıklar ister; zira halk, büyük fikirleri bir anda kabullenemez. Yehuda kuru ekmek yese de ailesinin İbranice konuştuğunu gördükçe inanın dünyanın en mutlu insanı oluyordu. (..) Derken hem gazeteyi çıkardı hem de okur buldu Yehuda. Sonra bazı Yahudi okullarında İbranice okutmaya başladılar.
Yehuda bir yandan sözlük hazırlıyordu. İhtiyaç duyduğunda yeni kelimeler türetiyordu. İbranice Yahudiler arasında yayılmaya başlamıştı. Eliezer Ben Yehuda 1922^de öldüğü vakit, 30-40 yıl önce ölmek üzere olan İbranice, bir halkın dili olmuş durumdaydı. Aynı dil bugünün Filistin'inde Arapça ve İngilizceyle birlikte resmiyet kazanmış halde.'' (Sayfa: 22-24)
*
Mîr Celadet Bedirhan
*
''- Celadet Ali Bedirhan: (..) Milletler ve devletler ittifak sayesinde yükselip nifak yüzünden hiçlik çukuruna düşmüşlerdir. Bu sebeple varlık ittifakta, yokluk nifaktadır diyebiliriz.
Birliğin gücünü sellerde apaçık görebiliriz.
- Nasıl yani.?
- Sel dediğimiz olay yağmur damlalarının ittifakından başka bir şey değildir.
O damlalar yeryüzüne ayrı ayrı düştüklerinde toprak tarafından yutulur, kaybolup giderler. Ne var ki bir araya geldiklerinde o zayıf katrelerden kocaman dalgalar çıkar. Yağmur damlalarının gücü birliklerinde tezahür eder.
Yağmuru yutan toprak ellerinde ir oyuncağa dönüşür, toprağa galebe çalmıştır onlar. Sel, alay edercesine toprağın kâh göğsünü yarıp içeri girer kâh yüksekliklerini yerle bir edip yüzünde yarıklar bırakır.
Çıldırmış, kendinden geçmiş bir devin silkinmesi gibidir sel, dağı taşı dinlemeden yol alır. Canlı ya da cansız hiç kimse, hiçbir şey karşısında duramaz onun. Kayalar, taşlar, ormanlar, ağaçlar.. damlaların ittifakı karşısında baş eğer. O birlik ve beraberliğin şahı da birer yaprak misali tümünü önüne katar, hepsini söküp atar.'' (Sayfa: 56-57)
*
''Celadet Ali Bedirhan: Varlığın, milletinin varlığı yalnızca kendini tanımayla olur. Kendini tanıyıp tanıtmadan diğer milletler arasında yerin yok. Amacım şu: Seni sana tanıtmak.'' (Sayfa: 79)
*
''- Üstadım bizler, biz Kürtler kimleriz.?
- Genç adam.! Kadim bir milletten, büyük bir ırktansın. Ataların tarihin sayfalarında, kahramanlar kabristanında yatıyor. Kürt'ün evladı, Medlerin torunusun..'' (Sayfa: 80)

Hiç yorum yok:

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...