1 Ocak 2021 Cuma

Galina Serebryakova - Ateşi Çalmak, Karl Marx'ın Gençliği, 1. Cilt, Çeviren: Nurşen Özkan


Arka Kapak:
*
Ateşi Çalmak, bilimsel sosyalizmin iki kurucusu Karl Marx ve Friedrich En­gels’in yaşadıkları dönemin belgesel romanıdır. Tamamı beş cilt halinde Türkçeye kazandırılan bu büyük eser, biyografik bir romanın alışılmış sınırla­rını aşan bir konu ve ayrıntı zenginliğine sahiptir. Sovyet araştırmacı ve yazar Galina Serebryakova, XIX. yüzyılın büyük işçi mücadelelerini, bu mücadelenin sınıf önderlerini, teorisyenlerini ve örgütçülerini, tümüyle belgelere dayanan bir roman kurgusu içinde anlatmaktadır. Serebryakova, araştırmalarını, yal­nızca Sovyetler Birliği Marksizm Leninizm Enstitüsü’nde değil, aynı zamanda Avrupa’nın belli başlı merkezlerinde, işçi sınıfı mücadelesinin o dönemde geçtiği bütün bölgelerde de ince bir sabırla yıllarca sürdürmüş ve eserin­de yer verdiği olayların tarihsel gerçekliğe uygun olmasına özen göstermiş, dolayısıyla proletarya hareketinin tüm boyutlarına ilişkin tarihsel gerçekliğe uygun görkemli bir eser ortaya çıkarmıştır.
***
Eserin ‘Karl Marx ’ın Gençliği’ alt başlığını taşıyan ilk cildinde, Karl Marx ’ın çocukluk ve gençlik yılları anlatılmaktadır. Ve aynı dönemin, büyük müca­deleleri: “Çalışarak yaşamak ya da savaşarak ölmek” sloganıyla barikatlar kuran işçilerin ve zanaatçıların, proletaryanın bağımsız bir sınıf olarak or­taya çıkışını temsil eden 1831 Lyon Ayaklanması.. İngiltere’de, görkemli bir ayaklanma havası içinde, milyonlarca işçi ve emekçiye ‘Halk Fermanı’nı imzalatan Chartistler.. Almanya’da Hessen Prensliği ’nde, ‘Kulübelere Barış, Saraylara Savaş.!’ sloganıyla eyleme geçen proleterler ve köylüler..
*
Romanın temelinde Marx, Engels ve onların çağdaşları hakkındaki tarihi ve biyografik belgeler, yanı sıra, romanda gelişen olayların geçtiği yerlere giderek topladığım materyaller yer alıyor.
Marksizm- Leninizm Enstitüsü'ndeki işçilerin bana büyük yardımları dokundu. Geniş bilgilerini benimle paylaşan ve bana çok değerli öğütler veren G. D. Obiçkin'e, E. P. Kandel'e ve E. A. Stepanova'ya en içten teşekkürlerimi sunuyorum. Ayrıca, tarihçi L. E. Yakopson'a teşekkür ediyorum.
*
Galina Serebryakova
*****
*
*
''Ay, ölümün güneşidir.'' (Sayfa: 16)
*****
''..İşçi sorunu, kralımızı da rahatsız ediyor ama, mutlaka mantıklı bir çözüm bulacaktır. Monarkımızın, işadamlarına ne kadar büyük bir önem verdiğini hepimiz biliyoruz. Biz, sizin daha da zengin olmanızı istiyoruz. Çünkü milletimiz sizinle zengindir ve sizin zenginliğiniz, aslında işçilerin de lehinedir.'' (Sayfa: 19)


''Günde on sekiz saat çalışıyoruz. Buna rağmen aç kalıyoruz. Örneğin benim işçim Andre, bu yıl 450 frank kazandı. Halbuki yemek, kira ve yağ için 550 frank gerekiyordu. Andre ne yapmalı sizce.? Sayın memur, bugün ne yediğimi sorun bana. Ama siz zaten biliyorsunuz aç olduğumuzu. Kral, mutlu vatandaşlar istediğini söylüyor. Lyon'da işçilerin durumunun bir dilenciden de kötü olduğunu bilmiyor mu.?'' (Sayfa: 21)
*****
''İşçi sınıfını kendi tarafımıza çekmemiz gerekiyor. Rejimi yaşatmak için, düzenimizi sürdürmek için onlara ihtiyacımız var. Amaca giden tüm yollar meşrudur. İşçilere azıcık ekmek ve azıcık göstermelik insan muamelesi yapmak, onları kazanmak için yeterli.'' (Sayfa: 27)


''Okumanın gizemini yeni keşfetmiş birinin duygularını tarif etmek çok zordur.'' (Sayfa: 40)
*****
''Biz, toplumcu bir sistem içerisinde herkes eşit olmalıdır diyoruz..'' (Sayfa: 41)
*****
''İşçiler sokakları koruyorlardı ve hırsızlıklara izin vermiyorlardı.
''Biz, tüccarların 25 Ekim'de verdikleri sözleri tutmaları için savaşıyoruz. Biz anarşi istemiyoruz,'' dedi Bouvri, yüzlerce tabutun gömüldüğü ilk gece.'' (Sayfa: 55)


''..Ne zaman bir insan çıkacak, ne zaman işçilerin de bir öğretmeni olacak ve onlara nasıl savaşmaları gerektiğini öğretecek, kazandıkları durumlarda bile niye hâlâ birer zavallı köle olarak yaşamak zorunda kaldıklarını anlatacak.?'' (Sayfa: 61)
*****
*
''..saatin bir kılıç kadar sivri akrebi, tehditkârca dokuza yaklaşıyordu.''
(..)
''Trier'in içi geçmişti. Salonun açık penceresinden , ormanlarla kaplı tepeler görünüyordu. Tepelerin arasında, kepek ekmeklerini yaran bir bıçağı andıran, çelik renkli Mosel nehri uzanıyordu.'' (Sayfa: 74)
*****
''Yalnızlık çeken ağaçların dalları, okulun çatısına uzanmıştı. (..) Duvarların çıkıntılarına tutunarak tırmanan sarmaşık, ışığa ulaşmaya çalışan bir mahkûmu andırıyordu. Edgar'la Karl, yarış halinde üst katın dar taş merdivenlerinin basamaklarını ikişer ikişer atlayarak dar koridora çıktılar.'' (Sayfa: 76)


*
''Lisede Marx'ın çok fazla arkadaşı yoktu. Onlarla ilişki kurmasını engelleyen sadece yaş farkı değil, düşünce farkıydı da. Hukuk danışmanı Heinrich Marx'ın oğlu Karl, 1830 yılında liseye başladığında on iki yaşındaydı. Kısa zamanda tüm öğretmenlerin baş belası olmayı başarmıştı. Yaramaz, oyunlarda her zaman çok yaratıcı, gizemli hikâyeler üreten, tükenmeyen bir hayal gücüne sahip bir çocuktu. Bu da, etkafalı pedagoglar için fazla karışık bir durumdu. Hemen hemen tüm öğretmenlerin antipatisini üzerine çekmişti. Çocuğun berrak iradesi ve öğrenme duygusu karşısında, öğretmenler çaresizlikle gerilemek zorundaydı. Yılların etkisiyle bu esmer çocuk, alev gibi yanan gözleriyle sanki biraz uslanmıştı. Karl için okul bir patikaydı; kokuşmuş ormanın içerisinden ışığa çıkan tek patika.'' (Sayfa: 77)
*****
*
''Sen bana o günlerimi ver,
O, daha yeni yeni büyüdüğüm,
Ve göğüslerimden pınar gibi
Berrak bir sesle şarkılar çağıldayan,
Dünyayı sislerde anımsadığım,
Her tomurcuktan mucizeler
Ve ovalarda ve ormanlarda,
Binlerce çiçek bulduğum günleri.'' (Sayfa: 79)
*****
*
''..''Ticaret,'' diye tekrarladı Emerich, ''tüm milliyetlerin mutluluğunu kuran bir zanaattır. Benim atalarım mutluymuş dünyayı gördükleri için, çünkü tüccarlarmış.''
''Senin ataların, senin bugünkü kaderini çizmişler,'' dedi Marx, kendisinin de tıpkı babası gibi bir hukukçu olacağını düşünerek.'' (Sayfa: 81)


*
''Aramızda hiç kimse şehrin tarihini Karl kadar iyi bilemez,'' dedi gururla. Karl'ın yüzü parladı. Babasıyla yaptığı şehir gezintileri en büyük zevklerinden biriydi. Baba ile oğul arasında derin bir sevgi ve dostluk vardı.'' (Sayfa: 98)
*****
''Trier yağmuru, tıpkı başladığı gibi aniden durdu. Yorgun, şişman gökyüzü beline bir kemer bağladı; gökkuşağı oluşmuştu.'' (Sayfa: 104)
*****
*
''Bazen Johann'ın kucağına büzülen genç kadın, kocasının kaba ellerini yanaklarına bastırıp, ''Seni babam, annem, kardeşlerim, Lyon, eşim ve dostum gibi seviyorum. Sen bu dünyada sahip olduğum tek şeysin,'' diyordu.'' (Sayfa: 115)
*****
''I. Ludwig, israfçılıkta babasını da geçmişti. Tahta çıkışı şerefine yapılan törenlerin masrafı, 100 bin guldeni aşıyordu. Ama, pisboğaz monarka bu da yetmedi. Eski Darmstadt Şatosu, Paris ve Viyana bolluğuna alışmış monarka küçük geldi. Üzerinde o kadar büyük sorumluluklar, çözülecek yığınla sorun varken, Ludwig, yeni bir şato yapmaya başladı.'' (Sayfa: 117)
*****
''Köylünün vücudu nasır, teri ise zenginlerin sofralarında tuz'' (Sayfa: 124)


''Seçme hakkına bile sahip olmayan bu insanlar, neden siyasetle ilgilensinler ki.? Ağır vergilerin altında ezilen, her gün açlıkla karşı karşıya olan köylüler, nasıl gazete okuyabilirler.? Bunu yapabilmek için ne paraları, ne de zamanları var. Okur-yazar da değiller. Biraz da aşağıya inin. Gidin o insanların yanına, onlarla kendi dillerinde konuşun, ihtiyaçlarını konuşun; o zaman sizi anlayabilirler..'' 
(Sayfa: 128)
*****
''Her gün çorba, çeşit çeşit sebze ve meyveler ile et yiyince uygar olmak çok kolay.'' (Sayfa: 129)
*****
*
"Bayan Marx suçlayıcı bakışlar fırlarak etrafı toparladı; Phenelone, Horatius, Lesage, Thukydides, Schiller, Kohlrausch'un kitaplarını kaldırıp dolaba dizdi.
"Bu arada birçok kitap da okuyor," diye düşünüyordu anne. Henriette, oğlunun sınavlara hazırlanırken ders kitaplarının dışında da kitaplar okumasını, onun düzensiz kişiliğine ve dağınık zekâsına bağlıyordu." (Sayfa: 144)


*
Marx:
*
''Bir hayvanın hareket alanını doğa belirlemiştir. Her hayvan bu dairenin İçerisinde rahatça hareket eder. Dairenin dışına çıkmayı denemez bile. Çünkü bu dairenin dışında başka dairelerin olduğunu bilemez. Tanrı da insanların ortak hedefini belirlemiş. Yani insan, kendisini ve yaşadığı ortamı, toplumu geliştirmelidir. Bunu yaparken de araçları kendisinin seçmesi gerekiyor. Burada 'seçim' kişiye bırakılmıştır. Kişi de, kendisine en uygun amaca ulaşmak için en uygun aracı seçmek zorunda.'' (..) ''Duygularımız bizi aldatabilir, hayal gücümüz yanıltabilir. Bu durumda ne yapabiliriz.? Aklımızın yetişmediği yerlerde kim bize destek olabilir.? Hayatlarının büyük bir kısmını yaşamış, ciddi tecrübeleri olan anne ve babamızdan yardım isteyeceğiz. Eğer hâlâ o mesleğe ilgi duyuyorsak onun hakkında soğukkanlı bir şekilde araştırma yapmalıyız. Özelliklerini, zorluklarını, sorunlarını öğrendikten sonra ancak kesin kararımızı verebiliriz. Acele etmiş veya hata yapmış olmayız.'' (Sayfa: 148)
*
''Meslek seçimi yapılırken iki unsur göz önünde bulundurulmalı: Toplumun refah düzeyinin yükseltilmesi ve bizim manevi yönden gelişmemiz. Bunların ikisi birbiriyle çatışmamalı; birisi diğerini yok etmemeli. Birey ancak gelişmiş bir toplum içerisinde ciddi gelişmeler, yükselmeler gösterebilir. Mükemmel bir birey, ancak mükemmel bir toplum içerisinde yetiştirilebilir. Eğer kişi sadece kendisi için çalışırsa ünlü bir bilimadamı, büyük bir düşünür, çok iyi bir şair olabilir; ama asla mükemmel bir insan olamaz. Tarih ancak ortak çıkarlar için çalışmış insanların yüceliğini kabul eder. En mutlu insan, en fazla sayıda insanı mutlu eden insandır.'' (Sayfa: 149)
*
''İhtiyar öğretmen, pencereden baktı; güzel bahçesini ve zengin komşularının evlerini gördü.
''Eğer herkesin böyle evleri, bahçeleri yani böyle imkânları olsaydı ortak çıkar sağlanırdı, mükemmelliğe ulaşılırdı,'' diye düşündü Wittenbach.
Aslında öğrencilerin yazıları üzerinde uzun uzun düşünme alışkanlığı yoktu. Ama Marx'ın defterini, elinde olmadan ve adeta kendisinden gizlenerek birkaç kez daha karıştırdı.''
(Sayfa: 150)
*****
''Kahverengi ormanlar tepelerin üzerinde bıyığı andıran bir leke oluşturur. (..) Ayaklarının altındaki kuru toprak, güneşte kavrulmuş bir deri gibi ufalanıyordu.'' (Sayfa: 154)
*****
''Karl, Ludwig'in profilini izliyordu: ''Bu asil adama ancak Homeros ve Shakespeare yakışır. Çünkü o da onlar gibi Tanrılar ve fırtınanın doğurduğu devlerle doldurmak isterdi yeryüzünü.'' (Sayfa: 155)
*****
''..''Ben kadınların eşitliğine inanıyorum. Ama duyguların kirletilmesine ve fuhuşa da karşıyım.'' dedi Jenny Westphalen, kendinden emin bir şekilde..'' (Sayfa: 157)


*
"Beni asla hiçbir şey tatmin etmiyor. Ne kadar çok okursam o kadar bilgisizliğimi anlıyor ve bundan dolayı acı çekiyorum. Bilim sonsuz ve asla bitmeyen bir olgu. İktidar ve dıştan yansımaları, benim hayatıma anlam kazandırmıyor. İnsanlığın mükemmel olduğu durumu hayal ediyorum. Bunun da, kendi bencilliğimi tatmin edecek türden bir şey değil, insanların yararlanabileceği bir şey olmasını istiyorum." (..) Bence insanın seçeceği yaşam tarzı, kendisinin de inandığı idealler üzerine kurulmalıdır. İnsanlığın hedefi ortak olmalıdır. Tek tek bireyler ise bu hedefe ulaşılması için çaba göstermelidirler. İdeale ulaşana kadar karşımıza çıkan her şey araçtır." (Sayfa: 159)
*****
*
"Dostluk kavramını eğer klasik anlamıyla ele alacak olursak, o, hayatın en değerli hazinesidir. Ona değer vermeyi bilmelisin. Bu dostluğa hayatının sonuna kadar sadık ve layık kalabilirsen karakterin iyi bir sınavdan geçmiş olacaktır." (Sayfa: 160)
*****
*
Biz hayallerde çok bekledik.!
Biz zincirleri çok çektik.!
Halkı özgürlük bekliyor,
Bugün krallara söyleyeceğiz.
Yürüyelim gençler.!
Profesörler yine
Avunsunlar felsefelerle.
Uzak kıyılara uçuyoruz,
Yolumuzdaki her zinciri kırıyoruz.
Yürüyelim gençler.! (Sayfa: 162)
*****
''Karl, uyuyan Almanya'nın eski yıllarını, yıkık şehirlerini, geleceğini düşünüyor ve her zamanki gibi bu bilmeceyi çözmek istiyordu. Sorunların kökenine ulaşıp gerçeği bulmak istiyordu. Bu, Karl'da doymak bilmeyen bir bilme isteğiydi.'' (..) ''Karl, kendini şiire ve edebiyata vermek istiyordu. Her çıkan kitabı takip ediyor, her yeni şiir antolojisinin üzerine açlıktan ölmek üzere olan bir insan gibi atlıyordu. Hiçbir edebiyat olayını kaçırmıyordu.''
(Sayfa: 175)
*****
''Westeroot'un yanında nehir iki kola ayrılıyordu. Kocaman, verimli Betuve ovası, nehrin bu iki kolu arasında sivri bir süngüye benziyordu.'' (Sayfa: 176)
*****
''Şehri yaran Waal nehrinde kırmızımsı bir yelkenli gemi ve kayıklar yüzüyordu. Hollandalılar eskimiş yelkenleri meşe suyunda kaynatıyor, böylece yelkenler sağlam ve kızılımsı oluyordu.'' (Sayfa: 177)
*****
''..''Bazen bir soru sormak, cevabını artık tahmin etmek anlamına gelir..'' ..dedi Marx.'' (Sayfa: 191)


''İnsan hayatı, sıkılabilmek için fazla kısaydı. İnsanı sıkan tek düşünce; zamanın, yaşamın ve doğanın her köşesine bakabilmek için çok kısıtlı olmasıydı.. Sebepsiz bunalımlar, tarihin ve hayatın getirdiği sorunlara karşı duyulan korkular, yaşadığı çağa karşı kaygılar Marx'a yabancıydı.''
(Sayfa: 193)


''Karl için aşk kutsaldı. Aşk sözcüğü onun için çok değişik anlamlar içeriyordu. Bunlardan birisi de ''sonsuza dek''ti. Çocukluğundan beri anne ve babasının arasındaki sevgiye ve sonsuz saygıya tanık olmuştu. Heinrich Marx, bir tek kadını sevmişti. Oğullarına da, kadına saygı duymayı öğretmişti. Karl, annesinin hamileliğini, doğumdan sonraki yıpranmış halini hatırlıyordu. Babasının, en küçük sorunu, en küçük sevinci karısıyla nasıl paylaştığını hatırlıyordu.
Eş, yoldaş, dost. Bu üç sözcük eşanlamlı değil miydi.? Eşanlamlı olmalıydı. Aşk, Karl'a göre bilgi gibi sonsuz, gerçek gibi hareketli ve ulaşılmazdı.'' (Sayfa: 199)
*****
*****
Karl, ancak hava aydınlanıp güneş doğduğunda yattı. Uyumadan önce Shelley'in en sevdiği şiirlerinden birkaçını okudu:
*
''Karar verdim sert, korkusuz olmaya..
Yasaklanmış madenlerde günlerce,
bilgi topladım şevkle,
nefret ettim sömürenlerden,
soğuk kaldım yavşak sözlere.
O gün insan bakışlarına gizlenip,
bir zırh dövdüm ruhuma,
umut ve düşüncelerden su verdim.
Ayrılamam asla onlardan.!
Ve birden anladım ki yalnızlıkta
susuzluk, ümit içerisinde kalbim eriyor..
Ruhum buzdu, karşıma sen çıktın
ulu bilgin, yükseklerden.!
Sen vahşi kışta güneş gibi,
içime bahar getirdin
ve öylesine muhteşem ve öylesine korkusuz
sen zincirlerin yerine özgürlük verdin.
Dünya yalanına kinlenen, sen
bulutlu gökte parlak bir ışıktın.'' (Sayfa: 204)
*****
*
''- Mesleğiniz.? ''
Stock, Blanqui'nin sözleriyle cevap verdi.
''- Proleter.''
''- Bu bir meslek değil.''
''- Bu en faziletli meslektir. Bu meslekte milyonlarca insan çalışıyor. Bu insanlar kendi alınterleriyle yaşıyorlar ve tüm haklardan yoksunlar.''
''- Ooo.! Nereden öğrendiniz bu devrimci fikirleri.?''
''- Benim okumam yazmam yoktur.''
''- Nasıl öğrendiniz bunları.?''
''Despotizm bizi sahip olduğumuz her şeyden mahrum etti. Ama doğrusunu söylemek gerekirse düşünme yetimiz bizde kaldı. Ben gerçeği kendi aklımla buldum.'' 
(Sayfa: 227)
*****
"Halkın bizi ne zaman anlayacağını nereden bileyim.? Belki yarın. Ama biz olmadan asla." (..) "Ben bir yoksulum ama hiç kimse beni bir parça ekmeğe satın alamaz. Bizim sadece midemiz değil beynimiz de var." (Sayfa: 248)
*****


*
''Karl, bilimin beşiğine kendi gözleriyle bakmak istiyordu. Eski dilleri bildiği için Aristotales'i tercüme etmeye başladı. Hiçbir şey onun, bilginin nasıl geliştiğini öğrenip derinlerine inmesini engellemiyordu. İnsan düşüncesi karşısında, bilim bir meyve gibi duruyordu.''
(Sayfa: 279-280)
*****
''Karl'ın yanındaki sırada oturan öğrenci, Gans kürsüye çıkınca ona heyecanla,
''Gans, Hegel'in öğrencisi ve arkadaşıymış,'' dedi.
Marx bu haberle pek ilgilenmedi. Hegel'i ve fikirlerini sadece belirli ölçüde biliyordu. Zaten birilerine kendi gözlemleri doğrultusunda değil de duydukları doğrultusunda değer vermek onun karakterine yabancı bir şeydi. Felsefe programına hemen Hegel'i alıp derinlemesine incelemeye karar verdi.'' (Sayfa: 280)


''İşçilerin isyan etmesinde şaşılacak hiçbir şey yok. Yoksul insanların sabrı tükendi. Sömürünün altında ölmek üzereydiler. Bunlar insan. Kütük veya hayvan değil.''
(Sayfa: 283)


*
''Dostum,'' diye devam etti Fritz, ''sık sık senin olağanüstü bir insan olduğunu düşünürüm. Ama açıkça söylemek gerekirse, neden dolayı seni böyle gördüğümü bilmiyorum. Sende garip bir güç, garip bir kendine güven var ve hayata doğrudan, sanki bizden çok daha yüksek bir yerden bakıyorsun, benim göremediğim bir şeyleri görüyorsun sanki.'' (Sayfa: 289)
*****
*
''İnsan ancak tüm insanlar özgür olunca gerçekten özgür olabilir.'' (Sayfa: 290)


*
''Ben her zaman sendeki insanı seveceğim.'' (Sayfa: 293)
*****
*
''Bauer'i yakından tanımam için harika bir fırsat.''
''Tavsiye ederim. O, günümüzün en ilginç insanlarından biri. Tanrı'ya karşı sefere çıkmış durumda. Erkekçe ve büyük bir zevkle teologlara karşı savaşıyor, onlara yeni yeni darbeler indirerek tüm sırlarını açığa vuruyor ve batıl inançları yok ediyor.''
''Tanrı'nın karşısına başka bir Tanrı koyarak mı.?''
''İnsan, Tanrı olacaktır.''
''Tebrikler. Eskiden Tanrı'yı insanlaştırmaya çalışıyorlardı, şimdi insanı Tanrılaştırıyorlar.''
''Ooo.! Genç dostum, siz şüpheci ve heyecanlısınız. Ayrıca keskin bir zekâya da sahipsiniz. Kısa bir zaman içerisinde güçlü bir diyalektikçi olabilirsiniz,'' dedi Gans, düşünceli düşünceli. ''Bauer'de çok orijinal şeyler var ama ben bir hukukçuyum ve beni ilgilendiren en son şey Tanrı işleri. Hegel'i okuyor musunuz.?
''Evet, 'Tinin Görüngübilimi'ni okudum. Ama bu konuda konuşmak için henüz çok erken.'' (Sayfa: 299-300)
*****
''..''Dünyanın ruhu asla bir yerde durmaz. Sürekli hareket halindedir. Çünkü onun doğası da bu hareketten ibaret. Bazen durduğunu, kendisini tanıma çabasını yitirdiğini düşünebiliriz. Ama bu yanılsamadır; aslında onsa, derin, dıştan fark edilmeyen içsel bir hareket var. Birtakım sonuçlar elde edilince, eskimiş fikirlerin kabukları paramparça olunca, biz ancak o zaman ilerleyişi fark ederiz. Kendini yenilemiş ruh ise Krali Marko'nun büyük adımlarıyla ileri doğru yürümektedir artık. Hamlet babasının ruhuna şunları söylüyordu: ''Evet ihtiyar köstebek.! Ne büyük ustalıkla toprağı eşeliyorsun.!'' Dünyanın ruhu için de aynı şey söylenebilir: O da ustaca eşeliyor.''
Karl onu çok etkileyen bu paragrafı birkaç kere okudu. Paragraftaki düşüncenin derinliği onu etkilemişti. (..) ..Hegel'in dehasına duyduğu ilgi ve hayranlıktan dolayı bunu büyük bir özenle, ders notları için ayırdığı deftere yazdı.
''Her şey hareket ediyor, her şey değişiyor. Dünya, nesneler, insanlar,'' diye tekrarlıyordu Karl bu berrak gerçeği ve Kopernik'in dünyanın döndüğünü kanıtladığı zaman duyduğu sevincin aynısını duyuyordu. Yüce, basit bir gerçek.''
*
Krali Marko: Slav edebiyatında insan azmanı, güçlü kahraman anlamında kullanılan bir benzetme.
(Sayfa: 308-309)


*
''Sen akıllı birisin Karl. Akıl ise en ölümcül silahtır. Ben senden on yaş daha ihtiyarım. Ama seni rahatsız eden öylesine taş gibi birçok sorunun arasında ayakkabına yapışan bu sorunların yüzde biri bile aklıma hiç gelmedi. Senin yaşında, senin gibi parlak iken, ben, kitaplardan sözcükler ve düşünceler çalardım. Ve hiç utanmadan hava atardım. Ben düşünmeyi pek sevmezdim. İki üç tanınmış ve tanınmamış insana saygı duyuyordum, tasasızca şarkı söylüyordum, dans ediyordum ve İncil'in ölümsüz insanlar tarafından yazıldığına inanıyordum. Oysa en kötülerinden biri de değildim. Dünyaya yeni yeni gözlerini açan bir köpek yavrusu gibi yaşıyordum. Sen başka bir hamurdan yapılmışsın. Birçok kötünün olduğu gibi, sen amatör değilsin. Bütün hayatını iki üç problem içerisinde sürdüren bir ukala da değilsin. Sen bir isyankârsın ama kalbini kurutmandan korkarım.'' (Sayfa: 312)
*****
*
''Önceleri özenle dua okuyup dini gerekleri yerine getirirken daha sonra Tanrı'yı ona inanmayarak cezalandırıyoruz; bizi sınavdan geçirmediği için. Bu, inanmaktan vazgeçmemiz için en güvensiz yol. İnsan, ancak uzun süre düşündükten, hatta acı çektikten sonra, ateist veya bilimadamı olabilir. Gerçek ateistler, gerçeğe, inançtan geçerek, onunla savaşarak ulaşmışlardır.''
(Sayfa: 315)
*****
''..''Bilginin yüz tane gözü, bin tane eli var,'' diye düşünüyordu Karl.'' (Sayfa: 317)


*
"Yaşama hakkı, sadece ve sadece insanlık için yaptıklarımızla ödenir.Yükseliş, birinin herkes için yaptıklarıyla sürüyor. İnsan bir domuz değil ki domuzun güneşte ısındığı gibi bir Alman esnafı olup altının parıltılarıyla ısınsın." (Sayfa: 319)
*****
*
''Eski şeyleri hatırlamak, kesilmiş tırnakları biriktirip korumak gibi bir şey. Olmuş ve artık yok; bu da hiçbir zaman olmamış demek.'' (Sayfa: 335)


''Sabahın köründe uyanırlardı,
Dışarısı yağmur ve zindan
Ne midede bir lokma ekmek var
Ne de cepte metelik.
*
Karanlıkta dönerler
Dışarısı yağmur, zindan ve soğuk.
Nasıl da erken yaşlanırlar
Bu ağır işten.
*
Ve yine uyanırlar tanyerinde,
Yükselir acı bir çığlık:
Ne zaman başka bir dünya göreceğiz.?
Yok mu adalet.? (Sayfa: 338)
*****
''Devrim.! Ben halklar gördüm üzerlerinde eşek gibi yükler, bir başka deyişle üzerine üst sınıflar yığılmış. Ama onlar bu yükü atmayı başardılar.'' (Sayfa: 343)


''Açlar, savunmasızlar, dullar, öksüzler, ihtiyarlar; tüm gelecek nesiller, bizim özgürlüğü kazanmamızı bekliyorlar. Hayatımızı zindana çevirdiler. Gelecek nesilleri kâbusa mahkûm etmeyeceğiz. İşçi sınıfının çıkarları her yerde aynı ve sömürenler işçilerin birleştiğini yakında görecekler. Bilgi iktidar, birlik ise güç verir.'' (Sayfa: 346)
*****
''İşte aristokratlar ne işler çeviriyor.! Biz onları çok az ilgilendiriyoruz. Eğer yemek yemeyi ve insan olmayı istemeseydik daha da az ilgilendirecektik; eğer onlar için savaşıp köle gibi çalışarak onların doymak bilmeyen iştahlarını tatmin etseydik..'' (Sayfa: 346-347)
*****
''Zengin, kanun dövüyor,
duymuyor yoksulların inlemelerini.
Sert bakışı, aşağılayıcı ruhuyla,
bizim çektiklerimize sağır.
Ama geliyor hesaplaşma saati,
es geçmeyecek sizi.
Ölmeyecek bu sözler
intikam çağrısı olacak.'' (Sayfa: 347)
*****
''Çalıyor dünyanın üzerinde borular: Özgürlük.!
Kalkıyor dünya savaşa.
Dalgalanıyor kutsal savaşın bayrağı,
Geliyor halklar sayısızca.'' (Sayfa: 372)
*****
''Bay Engels, Paul'ün mektubunu okurken ve John'un sık yazılarla dolu işçi kartını incelerken, John da patronu sakince inceleyebildi. Zengin tüccarın sadece elleri değil, yüzü de olağanüstüydü. Gür, koyu renk, arkaya doğru taranmış saçları şakaklarında gür, kıvırcık favorilere dönüşüyordu. Kaslı olmayan uzun bir yüzü, pörsümüş, hafif buruşuk bir cildi vardı. Sanki yüzü ipeksi, türlü bir şalla örtülmüştü.'' (Sayfa: 375)
*****
*
''İlk gözyaşları zor akar. Karl, yıllardır ağlamıyordu.''
(Sayfa: 379)
*****
*
''..''Bu zamanda,'' diyen Schlag derin derin nefes aldı on iki kızını hatırlayarak, ''kızlara iyi bir gelecek temin etmek çok zor. İlk önce babasının cüzdanını soruyor, sonra kıza bakıyorlar. Bolca drahoması olan namussuz bir kambur, namuslu bir dilberden daha kolay koca bulabilir. Eğer dilberin kendinden başka verecek hiçbir şeyi yoksa.''
''Zavallı Heinrich.! Son yıllarda kızların geleceği onu öylesine çok düşündürüyordu ki. Bu zamanda aile babası olmak hiç de kolay değil,'' diye onayladı ihtiyar Schmalhausen..'' (Sayfa: 381)
*****
*
''..''Kasım ayında bana gönderdiğin mektubu okuduktan sonra Hegel'i tanımaya karar verdim. Senin bildiğin her şeyi bilmek istiyorum. Senin ilgilendiklerinle yaşayıp düşüncenin yollarını anlamak istiyorum.''..'' (Sayfa: 384)


*
''Hadi bana bir iyilik yap ve en büyük oğlumun eğitim ve eşitlik konusundaki gerici, kral manşeti gibi ütülenmiş fikirleriyle nasıl başa çıkmam gerektiğini söyle. Biz öyle bir noktaya geldik ki, tartışmayı düelloyla sonuçlandıracağız. Ferdinand, Trier'e yerleştiğinden beri onunla durmadan tartışıyoruz ve ne kadar da garip olursa olsun, Berlin büyükleri benim değil, onun fikirlerini onaylıyor. Ferdinand, beni kariyerde çoktan geçti, oysa onun sosyal konulardaki fikirleri ancak orduya yakışır.. Almanya'da özgür düşünme ruhunu öldürme hakkına sahip olmadığımız doğru değil mi, Karl.? Eğer o olmazsa milletimiz sakat kalır.'' (Sayfa: 389)
*****
''..''Babanın yerinde olmak isterdim. Sen benim en iyi oğlumsun,'' dedi Ludwig von Westphalen yumuşak, iyiniyetli bir şekilde iki elini Karl'ın omuzlarına koyarken.''
(Sayfa: 391)
*****
*
''Kan bağlarıyla bağlı olduğun insanlar bazen sana ruhen uzak oluyor ve buna karşılık yabancılar arasında yakın insanlar bulabiliyorsun. Ortak sempatiler, hedefler, işte bu belirlemelidir aileyi.'' (Sayfa: 391)
*****
*
''Gece sessiz, ben yalnızım, uzaklar geniş, sonsuz; sadece sevdiğinin yaşadığı yer memleket ve uzak yok; eğer sen sevseydin, uzağın nerede bittiğini ben bilirdim..''
(Sayfa: 407)
*****
*
''Ben, ün düşkünü değilim; bu anlamda ve gerçekten de sizin düşündüğünüzden çok daha bilgisizim. Ben kocamın rakibi değil; onun yardımcısı, eşit bir dostu, yoldaşı olmak istiyorum. Bu küçük bir görev mi.? Kaç kadın böyle bir mutluluğa erişebilmiş.? Bettina, niçin onun başarıları ve sevinçlerinin beni en azından kendi başarı ve sevinçlerim kadar mutlu edemeyeceğini düşünüyorsunuz.? Kadınların eşitlik mücadelesinde sık sık intikam ve hayal kırıklığı alevini seziyorum.'' (Sayfa: 410)


''Karl'ın benimle mutlu olmasını istiyorum, tıpkı benim de onunla mutlu olmayı istediğim gibi. Ama bunun için ben sadece iyi bir eş ve onun çocukları için iyi bir anne değil; onun dostu, sırdaşı olmalıyım. Sadece güven değil, saygı da kazanmak istiyorum. Çünkü kalbim ona ait. Aksi takdirde evlilik sadece alçakça bir alışveriş, paslı bir zincir ve karşılıklı işkence çektirmektir.'' (..) ''..Karl'ın acı ve sevinçleri benim de acı ve sevinçlerim olacak. Onun yolu benim yolum, onun idealleri benim ideallerimdir. Onunla birlikte olarak ben ona inanıyorum. Yoksa niye Karl de, bir başkası değil.? Ruhları birleştirmeden vücutları birleştiremezsiniz. Biz hayvan değil, insanız. Zayıf ama, değişmeye çalışan insanlar. İşte bunlardan dolayı evlilik benim için gizemli, yüce ve çok insanca bir şey. Evlilik aslında aşktan başka bir şey değil.'' (Sayfa: 411)
*****
''Tez konusu olarak Demokritos ve Epiküros'un doğa felsefelerinin kıyaslanmasını seçmişti. Daha sonra Stoacılığın, Epikürcülüğün ve septisizmin tüm felsefi süreçlerini işlemeyi düşünüyordu. Çalışmasının daha ilk günlerinde Berlin Üniversitesi'ndeki Antik dünya ilgisini çekmişti. Marx, Aiskhylos'a saygı duyuyordu, özgürce konuşan Epiküros'e ise tapıyordu. Tezinin üzerindeki yoğun çalışmalarıyla eşzamanlı olarak İtalyanca'yı da öğrenmeye koyuldu.'' (Sayfa: 424)
*****
''Göklerde uçan bu korkunç yaratığı yere indirmenin zamanı geldi. Bunu ilk defa söylemiyorum. İnsan yanılgılarının mezarları üzerinde toz olmaya mahkûm olan dinle savaştığımız yeter artık.! Felsefe, pratik savaş için bir silah olmalı.'' (Sayfa: 433)
*****
''Bir gün sonra Karl, Bruno'ya tezinin el yazmalarını gösterdi ve ondan onay alamadı. Bauer, başlangıç bölümünde kullanılmış olan Aiskhylos'un ölümsüz şiirlerini bile acımasızca eleştirdi. Marx'ın çalışmasındaki bir şey, teoloji profesörünün aniden parlamasına neden oldu.
''Prometheus ve yine Prometheus.! 'Felsefenin en soylu, en kutsal ıstırap çekeni', demişsin onun için. Bu kışkırtıcılık neden.?
''Ama bunlar çok değerli satırlar,'' diye Karl onun sözünü kesti. ''Harika sözcükler.! Sesleri, gök gürültüsünü andırıyor.! Gök gürültüsünün sesi, asırlarla birlikte değişmiyor..
Bilmelisin ki -ben asla değişmem
acıları köle kaderine.!
Daha acı çekeyim burada sonsuza dek
Zeus'a köle olmaktansa.
Haklı değil miyim, Epiküros'le birlikte şunları söylerken: 'Şerefsiz olan; kalabalığın Tanrılarını reddeden değil, kalabalığın Tanrı konusundaki görüşlerine katılandır.''
Karl, başını gururla geriye atmış, öylece duruyordu. Bruno, birden onun gücünü, haklı olduğunu hissetti ama geri çekilmedi.
''Hayır ve yine hayır.! Senin geleceğinin nasıl düzenleneceğini bilmediğimiz halde, niçin kazları sinir edelim.? Sen, net bir felsefi gelişimin sınırlarından dışarı taşmamalısın. Kürsüye çıkmak, bir profesör olarak hayatını düzene koyup evlenmek için bir şeylerden ödün vermen gerekiyor.''
''Ne.?''
Bruno, Marx'ın, gök gürlemelerinin Tanrısı olduğunu bilmiyordu. Şimdiye kadar onun sinir krizlerini ve zapt edilmez öfke patlamasını hiç görmemişti. Şaşırdı.
''Ne.? Sen bana yağcılığı, kariyer peşinde koşmayı mı öneriyorsun.? Bunlar birer kusur ve bende büyük bir tiksinti yaratıyorlar. Yağ çekeyim, yalan söyleyeyim, yaranmaya çalışayım; bunu ne özel ne de sosyal hayatımda yaparım. Sadece aptalların gizemli bulduğu böyle bir kalın felsefe üniforması altında, kendi görüşlerimi saklamak istemiyorum.'' (Sayfa: 434)
*****
''Baca temizlikçisi ısrarla Weitling'in fikirlerini anlatıyordu.
''Arkadaşlar.!'' diyordu zevkle ekmek çiğneyerek ve bira içerek. ''Yeryüzünde adaleti, biz yoksullar, dilenciler getireceğiz.. Bizim özgürlüğümüz ve bizim çıkarlarımız için kim ölmek isteyecektir ki.? Acı suyu içen, açlık çeken, midesi boş ve kafası ateşler içerisinde olan isteyecektir. Tok olan sabırlıdır.'' (..) ''Kaybedecek hiçbir şeyi olmayan kahramandır. Ekmek ve eşitlik isteyenler değil, milyonları istif edenler hırsızdır.'' (Sayfa: 441)


*
"..Daha ne istiyorsun.? "
"Çok daha fazlasını."
"Yoksullar için iş ve eğitim mi.? Köylülere merhamet mi.? O da olacak. Bizim fabrikalarımız yoksulları içine çekip doyuracak."
"Bu doğru, içine çekecek ama doyurmayacaklar; tam tersine, yeni yoksullar yaratacaklar." (Sayfa: 455)
*****
".."Zekâ sermayesini harcıyor, eski düşünce ve kaygılarının faiziyle yaşıyor, ilerlemiyor; bu da demektir ki geriliyor," diye düşünüyordu Karl acımasızca, Adolf'tan daha önce defalarca duyduğu düşünceleri tekrar dinlerken."
(Sayfa: 456)
*****
*
''Komünizm, salon gevezelikleri sırasında ne kabul edilebilir, ne de reddedilebilir. Hiçbir dünya görüşü dünyadan daha uzun yaşayamaz. Sen de biliyorsun ki, sana birçok kez ispatladığım gibi, dini bile eleştirirken, biz, politik koşulları eleştirmek zorundayız. Sansüre gelince, o boğucu bir ahtapot ve onu parçalamak gerekiyor.''
(Sayfa: 458)
*****
*
''Nedeni ne olursa olsun uşaklık etmem, mümkün olmayan bir şey. Özgürlük uğruna da olsa ikiyüzlülükten, aptallıktan, kabalıktan, lafı dolandırmaktan ve sözcük sınırlamasından bıktım.'' (Sayfa: 461)
*****
''Kapı hiç çalınmadan açıldı ve içeriye özenle giyinmiş, elinde pahalı bastonu ve modern bir şapkası olan genç bir adam girdi. Gözleri samimi bir şekilde gülümsüyordu. Komik kalkık burnu çatık kaşlarının arasında uyumsuz duruyordu.
Yeni gelen, hiç çekinmeden masaya doğru yürüdü, eldivenlerini bıraktı ve geniş, güzel bir jestle büyük elini Karl'a uzattı.
''Bu görüşmeyi uzun süredir bekliyordum. İsmim Friedrich Engels''..'' (Sayfa: 462)
*****
*
''..Ben Mayen'e cevap verdim ve açıkça değerlendirmemi yaptım. Daha az belirsiz düşünceler, şişirilmiş sözcükler ve övgüler yazılmasını teklif ettim. Daha fazla netlik, ayrıntılı olarak somut olayların içerisine girilmesini, işin daha iyi tanınmasını önerdim. Rastgele tiyatro eleştirilerinin içerisine komünist ve sosyalist dogmaların, yeni yeni dünya bakış açısının sokulmasını yersiz, hatta ahlaksız bulduğumu açıkladım. Eğer tartışma konusu yapılabilecekse bu konuda yeni ve derin düşünceler istiyorum. Sonra, dinin eleştirisi, politik durumların eleştirisi açısından yapılsın, ama, dinin içerisindeki politik durum olmasın eleştirinin konusu. Çünkü bu, bizim gazetemizin karakterine daha iyi cevap veriyor. Din, boş gökyüzünde değil, yeryüzünde karnını doyuruyor. Din, gerçeğin tersyüz edilmiş ifadesidir ve bu yapının yıkılmasıyla o da yıkılacaktır. Son olarak da felsefe sözkonusu olunca, 'ateizmle' daha az hava atılmasını istedim. (Çünkü bu, kendilerini dinlemeye hazır olan herkesi cinlerden korkmadıklarına inandırmaya çalışan çocukların durumunu çağrıştırıyor.) Bu sözcüğün anlamının halk arasında yaygınlaşması konusuyla daha çok ilgilenilmesini isterdim..'' (Sayfa: 463)
*****
''..''Demek böyle biriymiş çılgın Trier'li. Kendini beğenmiş ve acımasız. Hayır, bizim yollarımız farklı, ayrı..'' diye düşünüyordu merdivenden inerken Friedrich, son derece sinirli bir halde.
Bozulan moralini nasıl düzelteceğini bilmiyordu, can sıkıntısını nasıl gidereceğini de.. Babasının bastonunu öyle bir güçle büktü ki, baston çatırdadı ve ikiye bölündü.''
(Sayfa: 464)
*****
*
''İnsanların bencilliği ona acı veriyordu. (..) Çıkmaz insan ormanında yolunu kaybetmiş, sonunun kaçınılmaz olduğunu anlayamıyordu.'' (Sayfa: 474)
*****
''Ben seviniyorum, seviniyorum ki, Paris'te, her köşede aşkın satıldığına..''
''Aşkın mı.?!'' diye bağırdı Genevieve. ''O pis ağzınıza bu sözcüğü alayım demeyin. Aşk ha.? Sizden nefret ediyorum.! Siz bizim ruhlarımızı, bizim vücutlarımızı beş kuruşa satın alıyorsunuz.!'' diye ağlıyordu. ''Tanrı ne zaman bu dünyanın üzerine bir damla adalet verecek.?'' 
(Sayfa: 483)
*****
''Croix-Rousse'daki barikatta, göğsünden yaralanan Bouvri, Stock'a, ''Sil gözyaşlarını delikanlı, ben henüz yaşıyorum. Ölsem de arkadan zırlama, yerime geç. Hepimiz ölümlüyüz ama iş orada değil. Mesele insanın niçin öldüğünde. Ben kendi yirmi beş yılımı bir tok fabrikatör domuzun altmış yılına vermezdim. Hem döşekteki ölümün nesi daha iyi, barikattaki ölümden.?'' demişti.'' (Sayfa: 512)
*****
*
''..''Bekle... İlginç,'' dedi düşünerek. ''Oğlumu bu çocukların arasında hayatta tanıyamazdım. Bu demek değil midir ki biz duygularımızı çok fazla abartıyoruz. Hayır, kan konuşmuyor. Gelecekte bizim çocuklarımız herkesin çocukları olacak ve biz de herkesin anne babası olacağız. Geleceğin çocukları da eşsiz bir mutluluk içinde yaşayacaklar. Onların bizim fedakârlıklarımıza ihtiyaçları olmayacak.'' (Sayfa: 530)
*****
*
*
*
''Can sıkıntısı nefrete dönüştü. Bu yaşam tarzını iyi tanıyordu. Yalancı, iki yüzlü, adi. Bu ikiyüzlü, dindar, ama birileri yaşantılarına, hayatlarının tek amacı ve yüce görevi olan o paralarına dokunacak olursa acımasız olan bu insanlardan öyle çok nefret ediyordu ki.!
Friedrich'e öyle geliyordu ki, onların anlamsız çıkarlarıyla yaşamak, onların putlarına dua etmek, ağa yakalanmış bir sineğin kaderini isteyerek kabul etmek, yavaş yavaş bir ölüme kendini mahkûm etmekti.'' (Sayfa: 536)
*****
''Makine yağlarıyla kirlenmiş olan makinist, ünlü bir liderin heykeli gibi kendini beğenmiş ve hareketsizce duruyordu. Biraz yorgundu, kızarık gözlerinde derin bir gurur ve özgüven vardı. Aniden, hızla atlayarak treni dolaştı. Yapmacık bir korkuyla tekerleklerin irili ufaklı dişlerini kontrol ediyor, sonra da onu okşuyordu. Bedevinin atıyla oynadığı gibi, yırtıcı bir hayvanı uslandırmış bir adam gibi trenle oynuyordu. O, trenin efendisiydi ve dünyanın bu yeni gururu ona emanet edilmişti.
Ormanın, hayvan sürüsünün fonundaki insan değil, makineye hükmeden, arkasında boyun eğen güçlü buhar mekanizması bulunan insan yeni duygular hissediyor. Sadece efendi olma duygusunu değil, yaratmanın verdiği hazzı da duyumsuyor.'' (Sayfa: 538)


''Engels hızlı yolculuğu seviyordu. Yumuşak, açık kestane saçlarını rüzgâra bıraktı. Küçüklüğünden beri delice koşturmaya alışmıştı. Ve trenin hızı onu şaşırtmadı. Stephenson'un buluşu, insanlığa ve tarihe ne verecek diye kendi kendine soruyordu. Coğrafyayı çok seven Friedrich, dünya haritasını gözünün önüne getirip hayalinde birbiri arkasına demiryolları çiziyordu.'' (Sayfa: 539)


*
''Bu ne demek oluyordu.? Engelsler gibi ailelere mutluluk ve zenginlik getiren teknoloji, proletaryayı daha bir zincirliyordu. Öyle değil mi.?
Daha yaşarken cehennemi tanımış olan bu insanların üzerinde nasıl bir sosyal lanet vardı.?'' (Sayfa: 541)
*****
''Olgunlaşmamış bir düşünce veya buluşun eşiğindeki şair veya bilimadamı da aynı şekilde, yükünden kurtulmak için ısrarla yalnız ve sakin bir yer arar. Böyle durumlarda, düşünme sürecini hiçbir eşyanın rahatsız etmemesi için, büyük gerginliğini dışarıdan gelen hiçbir müdahalenin kesmemesi için yabancı bir yerde olmak gerekir.
Friedrich, perdeyi kapattı. Karşıdaki evin pencereleri düşünmesini engelliyordu. İnsanın hayatında bazı ağır anlar vardır. O zaman insan sanki hayatından çıkıp geçmişine bakar, yeni doğmuş bir bebeğin salıncağının üzerine eğilir gibi geleceğinin üzerine eğilir. Boğucu ama ilerlemeyi kaydeden anlardır bunlar.'' (Sayfa: 542)
*****
*
''Peggy'nin hayat, insanlar ve yeryüzü hakkında garip, ama tamamen kesinleşmiş bir yargısı vardı. Sekiz yaşındayken, çocuk esirgeme yurdundan, oradaki dayak ve ağır çalışma koşullarına dayanamayıp kaçmıştı. Bir buçuk yıl polisten saklanmayı başardı. Meyhane ve kilise kapılarında dileniyordu. Bir toprak ağasının mutfak erzakı almak için şehre gelen sarhoş uşağı, Peggy'yi sokaktan almış ve Kardigan yakınlarındaki bir ormanda ona tecavüz etmişti. Çok dindar biri olan uşak, kaçak çocuğu hemen polise teslim etti. Peggy'yi dövüp tekrar yurda gönderdiler ve kısa bir süre sonra da fabrikaya sattılar.
On yaşındaki bu kız çocuğu, yaşamını, hak etmediği bir işkence olarak görüyordu.'' (Sayfa: 560-561)
*
*
''Peggy, o akşam uyumadan önce, kendisine yapılan aşağılama ve çektirilen acıdan dolayı uzun süre ağladı. Zavallı, ince saç örgüsü uzun süre ensesinde titreşti. Topak zemin öyle soğuktu ki, kız ısınmaya çalışarak kendi saman yığınını alıp, kazanın içine girdi ve oradaki odunların arasına gömüldü. Isınma sorunu ile ilgilenen işçi, sabah geldiğinde hazırlanmış olan ocağa hiç bakmadan yaktı. Yanan bir çocuğun, benzeri olmayan, korkunç çığlığı her tarafa yayıldı.
Çıkarıldığında Peggy, yarı ölüydü. Saçları yanmış, yüzü kararmış, kat kat derileri dökülüyordu. Öğleyin fabrika çanı, çocukları dua etmeleri ve yeterince kıt olan öğle yemeklerini yemeleri için çağırırken, Peggy öldü. Onu hemen fabrika avlusunun dışına çıkarıp, küçük mezarlığa gömdüler.'' 
*
''Tüm papazlık ödevlerini ustalıkla yerine getiren Mr. Strays, mezarın üzerine, küçük bir tahta koydu. Tahtanın üzerinde şunlar yazıyordu:
FABRİKATÖR GEORGE B. STRAYS'IN,
MERHAMETLE HİMAYESİNE ALDIĞI
SOKAĞA BIRAKILMIŞ PEGGY,
HIRİSTİYAN İNSANSEVERLİĞİYLE KORUNDU
TANRIM, ONUN GÜNAHKÂR RUHUNU AFFET.!'' 
(Sayfa: 562)
*****
''John, ilk olarak, içinde kabaran intikam arzusuyla, buharlı çorap eğirme makinesine saldırdı. Fabrikaya bir gün önce getirilen bu parlak, dikenli makine, John'un yanı başında çalışan beş arkadaşını işsiz bırakmıştı. Bu beş işçiyi fabrikadan çıkardılar ve böylece onları açlığa ve göçebeliğe mahkûm ettiler. İşçilerden birisi, şehir şehir dolaşıp yeni iş arayamayacak kadar ihtiyardı. Bu ihtiyar, hayatında sahip olduğu son yeri de kaybettiğini öğrenince kendini nehre attı ve boğuldu.'' (Sayfa: 572)
*****
''..''Nerede ve ne zaman öleceğin hiç fark etmez,'' dedi umursamazca John. ''Fabrikatörler için buharlı kazan bizden daha ucuza mal olacak. Kazan yemek istemiyor, biz ve ailelerimiz gibi ne üşüyor, ne de ısınıyor. Ya biz nereye.? Öbür dünyaya. Bizi, veba sıçanları gibi yok etsinler. Bizim gibi gereksiz insanları yutan makineler de icat etsinler o halde. O durumda zenginler için, yeryüzü daha geniş ve rahat olurdu ama o zaman da sömürecekleri hiç kimse olmazdı.''..'' (Sayfa: 578)
*****
''İngiltere'deki işçiler hakkında kitap yazmaya hazırlanıyorum.''
''Kim için.?'' diye şüphe etti John. ''Zenginler için ilginç olmaz. Bizim ise paramız tütüne bile yetmiyor. Kitaplar işçinin kesesine göre değil. Biz de hakkımızdaki şeyleri zaten biliyoruz.'' (Sayfa: 583)
*****
*
''İnsan zengin olunca birçok şekilde yaşayabilir, ama yoksulluğun tek yüzü var.. Sizin koşullarınızı tanıyacak kadar uzun yaşadım aranızda.. (..) Siz, çıkarlarınızın, tüm dünya insanlarının çıkarlarıyla aynı olduğunu anlayan insanlarsınız ve büyük bir insanlık ailesinin üyelerisiniz. Ve bundan dolayı, böyle bir ailenin üyeleri olduğunuz için, 'birleşik ve bölünmez' bir insanlığın üyeleri olduğunuz için, sözcüğün en yüce anlamıyla insan olduğunuz için sizi kutluyorum.!'' (Sayfa: 592)
*****
*
*
''Marx, Paris burjuvazisinin çehresi karşısında saf ve yalancı kalan Hegel'in formülünü, nefretle bir yana fırlattı. Formül, ''Ahlak kurumu, sosyal sınıfların savaşından daha üstündür'' şeklinde buyuruyordu.'' (Sayfa: 598)
*****
''..şairler, kendi yollarında yürüyen tuhaf insanlardı; şairleri yönlendirmek için gösterilen çabalar boşunaydı.
Jenny: ''Bunlar, aldıkları ilhamla şarkı söyleyen kuşlar.''
Karl: ''Ama şairler, muhafazakârlığın granit taşını kılıçlarıyla parçaladıklarında veya mezbahanın tepesinden, tüm dünyaya marşlar söylediklerinde, milyonlarca insan onların çağrılarına koşacak. Şair, devrim hatibi olabilir.''..''
(Sayfa: 605)


*
''Felsefe, kendi maddi silahını proletaryada bulduğu gibi, proletarya da manevi silahını felsefede bulur. Ve düşüncenin şimşekleri, bu saf halk toprağına ciddi bir şekilde çarpınca, Almanların ve bütün insanlığın kurtuluşu gerçekleşecektir.'' (Sayfa: 608)
*****
''Mücadelecinin , devrimcinin kalbi çeliktendir. Acıyabilir ama asla affetmez.
''Arkadaşlık nedir.?'' diye soruyordu Karl kendisine. ''Arkadaşlık, aynı barikatta savaşmaktır, yekpare bir sütundur. Kılıcı döven, bildirileri yazan ellerdir. Arkadaşlık, derin bir inanç ve ortak kaygıdır. Arkadaşlık, ortak bir eylemdir, ortak bir yaşamdır ve ortak bir ölümdür.'' Karl sıkıldığında, düşüncesi genellikle küçük özel işlerden, büyük dünya sorunlarına yöneliyordu. ''Yürek.. Yürek.. Özgür insanlığın kalbi proletarya, beyni ise felsefe olacak.''
(Sayfa: 612)
*****
''Yuf o krala, zenginlerin adamına,
halkın yoksulluğuna hiç aldırmayan o krala,
bir de soyar bizi varana dek son kuruşumuza,
kurşunlatır köpekler gibi sokak ortasında bizi.
Dokuruz ha dokuruz, dokuruz ha dokuruz, dokuruz ha.!''
*
(Dünya Halk ve Demokrasi Şiirleri, yay. haz.: A. Kadir, cilt 2, sf.39, çeviren: A. Kadir, Selâhattin Yıldırım) (Sayfa: 620)


*
''Çocuk, insan olduğunun bilincinde değil. Ama o insan olacak. Her işçi, tarihin, onun önüne koyduğu yüce görevleri göremez ama, onun sınıfının yolu berrak.. ''
(Sayfa: 629)

1 yorum:

Altı Çizilen Satırlar dedi ki...

https://www.youtube.com/watch?v=nAiPl6zYaWo

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...