31 Ağustos 2021 Salı

Virginia Woolf - Flush (Çeviren: Fatih Özgüven)


 Arka Kapak:
*
"... güçlü kuvvetli, enerji dolu, yaşama sevinci içinde genç Robert Browning bir bomba gibi patlamıştı Elizabeth Barrett'in sessiz hasta odasında. İngiliz edebiyatının en ünlü aşk öyküsüdür onların aşkı. Tiyatro oyunları yazılmış, filmler yapılmıştır bu konuda. Nasıl mektuplaştıklarını, Robert Browning'in Wimpole Sokağı'ndaki bir evde divanda yatan Elizabeth'i nasıl görmeye geldiğini, bu ziyaretten sonra üç ay içindeElizabeth'in mucize kabilinden nasıl yürümeye başladığını, gizlice evlenip Floransa'ya kaçtıklarını herkes bilir. Hatta Virginia Woolf'un The Common Reader'da dediği gibi, İngiliz şirinin en önemli adları arasında olan bu iki şairden tek dize okumamış olanlar bile.! Virginia Woolf'un Flush'ı bu konuda son derece sevimli bir kitaptır. Elizabeth Barrett Browning'in çok sevdiği İtalya'ya kaçarken beraberinde götürdüğü köpeğin yaşamöyküsünü anlatan Flush'da bu aşk öyküsünü bir de o köpeğin açısından görürüz.''

*
Mina Urgan (İngiliz Edebiyatı Tarihi, Cilt V)

*****
*****

"Burada neden tutsaktı.? Durdu. Burada, diye düşündü, çiçekler eski evde olduğundan çok daha sıkışık; dar tarhlarda yan yana dimdik duruyorlar. Tarhlar sert, kara patikalar halinde bölümlenmiş. Parlak silindir şapkalı adamlar bu patikalardan bir aşağı bir yukarı uğursuz uğursuz yürüyorlar. Onları görünce titredi, koltuğa daha bir yanaştı. Zincirin sağladığı korumayı seve seve kabullendi. Böylelikle birkaç yürüyüşten sonra zihnine yeni bir kavram yerleşti. İki kere iki dört eder hesabı şu sonuca varmıştı. Çiçek tarhı olan yerde asfalt patikalar olur; çiçek tarhı ve asfalt patika olan yerde parlak silindir şapkalı adamlar olur, çiçek tarhı, asfalt patika ve parlak silindir şapkalı adamlar olan yerde, köpekler zincirle gezdirilmelidir. Kapıdaki tabelanın tek kelimesini bile okuyamadan, dersini öğrenmişti - Regent's Park'ta Köpekler Zincirle Gezdirilmelidir." (Sayfa: 32-33)


*****
*****

''- kapı açık da dursa Miss Barrett'i terk etmeyecekti. Yarı yola kadar kapıya gitti, sonra divana döndü. ''Flushie, diye yazdı Miss Barrett, ''benim arkadaşım, can yoldaşım - beni dışarıdaki güneş ışığından daha çok seviyor'' Miss Barrett dışarı çıkamıyordu. Divana bağımlıydı. ''Ancak kafesteki bir kuş kadar anlatacak şeyim var,'' diye yazdı kendisi hakkında. Bütün dünya ayaklarının altında olan Flush ise, onun eteğinde yatmak için Wimpole Sokağı'nın bütün kokularından vazgeçmeyi seçti.'' 
(Sayfa: 36)

*****
*****

Sözcükler bir şey söyleyebilir mi.? Sözcükler, sözcüklerin gerisinde, onların erişemediği bir yerde duran simgeleri yok etmiyorlar mı.?'' (Sayfa: 37)

*****
*****

''.. Miss Barrett onu aynanın önüne götürür, ona neden havladığını, titrediğini sorardı. Şu karşıdaki küçük, kahverengi köpek, kendisi değil miydi.? Ama 'kendisi' nedir.? Herkesin gördüğü şey midir.? Yoksa olduğumuz şey mi.? İşte Flush bu soru üzerinde de kafa yordu ve gerçeklik meselesini çözemeyince, Miss Barrett'e sokulup onu 'gösterişçi' bir biçimde öptü. Ne derseniz deyin, bu gerçekti işte.'' 
(Sayfa: 42)


''Sen Paraselsus'sun, bense bir münzeviyim..'' (Sayfa: 46)

*****
*****

''Nefret, nefret değildir; nefret aynı zamanda aşktır da.''
(Sayfa: 56)

*****
*****
"..kokladıklarımızı anlatmak için iki sözcükten fazlası yok. İnsanın burnu yoktur, desek yeridir. Dünyanın büyük şairleri bir yanda gül koklamışlarsa, bir yanda da tezek koklamışlardır. Arada uzayıp giden koku derecelemeleri kaydedilmiş değildir. 
(..)
Aşk özellikle kokuydu; biçim ve renk kokuydu; müzikle mimari, hukuk, politika ve bilim kokuydular. Onun için din bile kokuydu.
(..)
''Aşk, herhalde diyoruz, yavaş yavaş çekiciliğini kaybetmekteydi. Koku kaldı.'' (Sayfa: 96)

*****
*****

''Aynaya bakarak ''şimdi neyim ben.?'' diye düşündü. Ve ayna bütün aynaların vahşice içtenliğiyle, ''bir hiçsin,'' dedi. Hiçti.''(Sayfa: 99)



''Gerçek filozof kürkünü kaybeden, ama pirelerinden kurtulandır.'' (Sayfa: 100)


Görüyorsunuz şu köpeği. Daha dün
Dalıp gitmiştim unutup onun varlığını
Ardarda düşünceler boşaltana dek ardarda gözyaşlarını
O an, ıslak yanaklarımı yasladığım yastıktan
Faunus kadar tüylü bir başın birden
Gördüm yüzüme yaklaştığını
Bir çift kocaman göz - sapsarı
Üstüme geldi, düşük kulağı
Çarpıp kuruladı, yanağımdaki ıslaklığı
İrkildim önce, alacakaranlık bir koruda
Keçi ayaklı Pan'ın baskınına uğramış
Bir Arkadya'lı gibi; gözlerim kuruyunca anladım
Flush'tı, aştım şaşkınlığı, hüznü; kutsadım
Küçük bir canlıdan aşkın en yücesine yol açan Pan'ı. 
(Sayfa: 115)

Hiç yorum yok:

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...