31 Ocak 2020 Cuma

Homeros - İlyada


#Homeros #İlyada

Homeros
*

Homeros kimdir.? İnsanlar yirmi beş yüzyıldır bu soruyu evirdiler çevirdiler, araştırdılar durdular, yine de bir sonuç alamadılar. Homeros bir bilmece olarak kaldı: Onu hiç bilmiyoruz, hiçbir zaman bilemeyeceğiz desek de yeri, biliyoruz, hiçbir şairi bilmediğimiz gibi biliyoruz desek de yeri. İnsanlık tarihinde bir gün geldi ki sanatçının kimliğini kestirmek için eserine bakmakla yetinmez oldu insanoğlu. Kimdi bu sanatçı ne zaman doğdu, nerede doğdu, nasıl yaşadı diye bir sürü soru sormaya girişti. İşte o gün Homeros gürültüye gitti, çünkü hiç hazırlıklı değildi bu sorulara cevap vermeye. O gün bilim doğdu diyeceksiniz, evet ama bilim Homeros'un üstüne üstü karalı kâğıtları öyle bir yığdı ki altından Homeros'u bulup çıkarmak güç iş oluverdi. Bir üniversite profesörü, ''Homeros sorunu mu.? 40.000 cilt cevap.!'' derdi bana. Yani eni konu bilgin olmadan girişilmez Homeros'u anlatmaya demek isterdi. Bu iş koyun çokluğundan sürüyü görmemeye varır. Kitapların altında az daha Homeros kayboluyordu, hem birçokları için kaybolmuştur bile. Bugün okuyucu Homeros destanlarının tadına varmak için bilimden ne kadar arınmaya çalışsa boşuna uğraşır, bilime ne kadar dalsa, o kadar çıkmaza girer, kısacası bilimle de yapamaz, bilimsiz de edemez. Ama Homeros'u bilime başvurmadan dinleyen çağlar varmış.
(
Sayfa: IX)

#Homeros #İlyada

Homeros İlyada'yı yazdı mı, yazmadı mı.? İlyada'yı yarattı ya, eserini kendisinin ya da bir başkasının kaleme alması o kadar önemli değildir. Kaldı ki efsane geleneği içinde bu bilinçli seçmeyi yapan ozanın yazının bilindiği bir çağda aslında okunmaya yarayan destanını yazı ile yazması da akla uygun geliyor. Ama öyle değilse, yani destanları Homeros kendi kaleme almamış da bir başkası almışsa, bu başkası da kimi eklemeler yapmışsa, bundan ne çıkar.? Homeros problemi bilimin yersizce şişirdiği bir çıkmazdır. Homeros'u anlamak için 40.000 cilt kitap okumamalı, tersine yalnız İlyada ile Odysseia'yı okumalı, tadına vara vara. 
(Sayfa. XXI) Azra Erhat



#Homeros #İlyada #ÇevirenAzraErhatAKadir

#Homeros #İlyada #ÇevirenAzraErhatAKadir
Çanakkale'den bir kaptıkaçtıya binersiniz. Kentten çıkıp biraz yükseldiniz mi, boğaz rüzgârı püfür püfür eser. Bir yanınız deniz, bir yanınız çamlık, zeytinlik; alabildiğine maviler, yeşiller, sarılar, küme küme kırmızı gelincikler. İçiniz bir hoş olur, çünkü bu toprak başka toprak, kahramanlık destanları anlatılır size karış karış. Yüzyılları birbirine katmış da hep Doğu ile Batı arasında kavgaya, dövüşe sahne olmuş bu toprak. Çanakkale Boğazı'na baktıkça bir kıtayı bir kıtaya bağlayan su köprüsünün ne demek olduğunu anlarsınız. Hellespontos derlermiş ilkçağda ona, küçük Helle'nin boğulduğu deniz. Efsane en eski çağlarda bile kana boyamış bu su geçidini. Yığın yığın insanlar bir bu kıyıdan o kıyıya, bir o kıyıdan bu kıyıya geçmişler Boğaz'ı; göçler, ordular, donanmalar.. Hepsi de iki dünyanın kapısını açan bu kilidi ele geçirelim diye uğraşırmış. Boğaz'a baktıkça Batı uygarlığının ilk büyük destanı neden burada doğdu diye şaşmazsınız artık. Bu destan Troya destanıdır.Bir varmış, bir yokmuş, Troya diye bir kent varmış. Bu kentin alınyazısı ta kuruluşundan beri belliymiş, çünkü kurucuları onu insanoğlunu şaşırtan Ate (Gaflet) tanrının hüküm sürdüğü tepeye kurmuşlar; diyor masal. Masal ne desin, Boğaz'ın kilit noktasında kurulan bu kentin başına gelenleri nasıl anlatsın başka türlü.? Bu kent zengindi, arkasında bolluk, uygarlık kaynağı koca Anadolu vardı da ondan boyuna saldırılara uğradı demek masalın değil, tarihin işi. Masalcı ipuçlarının hepsini veriyor, alsın tarihçi anlatsın bize Troya destanının gerçeklerini.
*
(Sayfa: XXIII) Azra Erhat

#Homeros #İlyada #ÇevirenAzraErhatAKadir

Troya ve Hisarlık
*
Hisarlık Tepsi'ne çıktığınız zaman karşınızda iri gümüşi taşlarla örülmüş bir duvar görürsünüz. Bu duvar bir iki saatte dolaşabileceğiniz bir höyüğü çevreler: Koca Troya kenti bu mudur demekten alamazsınız kendinizi. Bu kuşkucu tavrı sizden önce birçok insan takınmış, ama bugün Hisarlık Tepesi'ndeki dokuz katlı oturma yerinin Homeros destanlarının anlattığı Troya olduğuna hiçbir kuşku kalmamıştır. Bu sonuca varıncaya dek ne kavgalar oldu, ne çok mürekkep döküldü, ne çok mürekkep yalandı.! Troya'nın savaş dolu alınyazısı bir otuz yüzyıl sonra bilim dünyasında kopan kavgayla bir daha canlandı sanki. Homeros'un Troya'sı efsanelik bir kenttir gerçi; Homeros destanlarını yazdığı zaman Troya beş yüzyıldan beri yıkılıp gitmişti. Ama ozan bu kenti İda, yani Kazdağı'nın eteğinde, Skamandros ya da Ksanthos (Küçük Menderes) ile Simoeis (Dümrek) Çayı'nın sınırladıkları ve bir yanı Ege Denizi'ne, bir yanı Boğaz'a bakan üçgen biçimli ovaya egemen yüksekçe bir kale olarak öylesine yerleştirir ki Troya'yı Hisarlık'ta elinizle koymuş gibi bulursunuz. Ne var ki Homeros Troya'sının bir gerçek olabileceğini geçen yüzyılın ortasına kadar kimse aklından bile geçirmemişti. Büyük buluşlar âşıkların işidir.
*
(Sayfa: XXIV) Azra Erhat

#Homeros #İlyada #ÇevirenAzraErhatAKadir

Homeros Âşığı
*
Geçen yüzyılda bir Homeros âşığı çıkmış, adı Heinrich Schliemann, yurdu Almanya'nın Mecklenburg bölgesinde bir köy. Heinrich Schliemann çocukluğunda babasından Noel hediyesi olarak aldığı bir resimli tarih kitabını okurken vurulmuş Homeros'a, ona ulaşabilmek için de dünyada hiçbir âşığın aşamayacağı engelleri aşmış. Köylü çocuğu önce gemi tayfası, sonra ticarethane kâtibi, sonra tüccar, sonra altın arayıcısı, sonra milyoner olur, bu arada kırk düvelin dilini öğrenir, en sonunda Latince ve eski Yunancayı da söküp emeline kavuşmak, yani Homeros'un Troya'sını bulmak üzere yola çıkar. Yıl 1870. Schliemann elinde bir İlyada, bir de Odysseia metni, Çanakkale'ye varır. Cebinde bütün engelleri yenebilecek kadar çok para vardır. Amerikan konsolosunun kendisine gösterdiği Hisarlık Tepesi'nde hemen kazıya başlar. Höyük bir define kuyusudur. Kazıdıkça bir kent, bir kent daha, bir kent daha çıkıverir ortaya; dokuz kat yerin dibine iner de bu soğan gibi kentin hangisi Homeros'un Troya'sıdır diye düşünür Schliemann. Arkeoloji bilgileri de derme çatmadır, bütün bilgileri gibi. Mantık der ki destan Troya'sı en eski Troya olduğuna göre en alt katta olmalı. Homeros âşığı üst katlarda bulduklarına pek önem vermeden kazıdıkça kazır, indikçe iner. Priamos'un ülkesine varayım diye ana toprağa ulaşır. Homeros'un Troya'sı hangisidir.? Derken bir iz, bir parıltı.. Altın arayıcısına yolu yine altın gösterir. Schliemann bir define bulur: Altın gerdanlıklar, altın iğneler, altın bilezikler, kucak dolusu altın. Helena gibi Yunanistan'dan alıp getirdiği genç karısı Sophia'nın şalına sığmaz olur altınlar. Schliemann, Priamos'un definesini bulduğundan emindir. Defineyi de kentin alttan ikinci katında bulduğuna göre, ikinci Troya Homeros'un Troya'sıdır demek. Buraya kadar hepsi iyi hoş; kazı yaparken Schliemann'ın birçok değerli buluntusu Homeros'un Troya'sına ait değil diye bozması, o zamanlar arkeolojik kazılar bilgisi henüz pek ilerlememişti diyerekten bağışlanabilir, ama bundan sonrası hoş değil. Heinrich Schliemann altın parıltısını görür görmez, işçilerini paydos eder, karısıyla birlikte çıkarırlar altınları, gizli gizli barakalarına saklarlar, sonra binbir dalavereyle Yunanistan'a, oradan da Almanya'ya kaçırırlar. Haram maldan hayır gelmezmiş, İkinci Dünya Savaşı'nda bir köye saklanan Berlin Müzesi hazinesinin yerinde yeller eser bugün. Bu hazine üstüne bir bildiğimiz varsa, Priamos'a ait olmadığıdır, çünkü Schliemann'ın Homeros Troya'sı sandığı Troya II. Homeros Troya'sı değildir.
*
(Sayfa: XXIV-XXV) Azra Erhat

#Homeros #İlyada #ÇevirenAzraErhatAKadir

Ege'de Kaynaşma
*
Helenler çeşitli kavim adları ile bütün Yunanistan'a yerleşmişler, küçük kentler kurup her bölgeyi güçlü bir kaleyle egemenlikleri altına almışlardı. Mykene, Pylos, Sparta, Phthie bu kalelerin birkaçıydı; her birinin başında bir kral vardı. En güçlü kral Mykene kralı (efsanede adı Agamemnon'dur) olduğuna göre, öbür krallar ona savaşta hizmet borçludurlar. Kral en çok sürüsü, en çok tarlası olan adamdır. Tanrı vergisi sayılan skeptron, yani asa bu çoban kralların elinde bir değnekten ibaret olduğundan, biz bunu Türkçe ''değnek'' diye çevirdik. Akhalar atı da yanlarında getirmiş olacaklar. Ata ne büyük bir önem verildiğini Homeros destanlarında görürüz: At tanrısal bir hayvandır, ikinci bölümde yiğitlerden hemen sonra atların adı sayılır, ne var ki dikkati çeken bir nokta atların hep iki tekerlekli arabalara koşulduğu, hiçbir zaman binek hayvanı olarak kullanılmadığıdır. Akhalar Ege'nin kültürüyle birlikte din ve tanrı görüşlerini benimsemiş olacaklar ki en büyük tanrıları Zeus'un adı bile Hellence değildir. 2000'den 1000 yılına kadar süren bu ırk kaynaşmasında Ege ve Anadolu'nun tanrı efsanelerini, tanrı kültlerini Akhaların nasıl kendilerine göre uydurduklarını görüyoruz. Giritli tanrı Zeus, Anadolulu ana tanrıça Kybele, Anadolulu tanrı Apollon Akhaların din düzenine girip özlerini değiştirmişlerdir. Homeros destanlarında onlar bu ad ve biçimlerle karşımıza çıkarlar, ama bir yandan da bu destanlarda Hellenlerin ilkel dinlerinden kalma insan kurbanlarına rastlarız.
*
(Sayfa: XXX) Azra Erhat

#Homeros #İlyada #ÇevirenAzraErhatAKadir

Homeros Kimden Yana.?
*
Dinleyicilerin ulusal onurunu alabildiğine okşamakla birlikte, Homeros Anadolu toprağını övmek, Troyalıların Akhalardan çok daha insan, çok daha uygar olduklarını belirtmekte hiçbir fırsatı kaçırmaz. Benzetmelerde Akhalardan dem vurunca hep üstün benzetme öğeleri seçer, örneğin Akhaları aslanlara, Troyalıları sineklere benzetir, ama bu benzetmelerin her biri Anadolu gerçeğinden alınmış, Anadolu'nun doğasını dile getiren ve her dafasında da ozanın duygularını, sevgilerini taşıyan özgün şiir parçalarıdır. Homeros Hektor'dan, Andromakhe'den, Priamos'tan söz ettikçe ciğerini söyler, efendileri için Akhilleus'ları, Agamemnon'ları övmek zorunda kalan Anadolulu ozan onların bir yandan kavgalarını, sövgülerini, acımasızca adam öldürmelerini canlandırır, bir yandan da oturmuş, ağır, onurlu bir toplumun başına gelen belalara yanar, İlyada boyunca kulaklarımızda çınlayan ''Bir gün gelir, yok olur kutsal İlyon,'' dizesinde içimizi ürperten bir acılık vardır. Destan sonunda da Homeros bu canım kenti gelip yıkan Akhalara öyle bir insanlık dersi verir ki Hektor'a ağıtlarla kapanan İlyada Akhilleus'un değil, Hektor'un destanı oluverir. Ama bu kadar. Homeros'un hangi gerçekler içinde, hangi geleneklere uyarak İlyada'yı dile getirdiğini unutmayalım ve şu ya da bu tarafı tutmak için kendi zamanının bilmediği ya da biliyorsa da anlatmaktan hoşlanmadığı facia ve vahşet sahnelerini eserine alabileceğini sanmayalım.
İlyada ile Odysseia gerçeklikle örülmüş iki destandır. Canlandırdıkları çağları aydınlatmak için onlardan daha aydın bir belge bulunamaz. Gönül ister ki bilimin bu destanlarla el ele giden araştırmaları İlyada ve Odysseia'nın kapladığı gerçeklik alanını bize büsbütün açıklayabilsin birgün.
*
(Sayfa: XXXIII) Azra Erhat

#Homeros #İlyada #ÇevirenAzraErhatAKadir

İlyada
*
Homeros'un Yunanca İlias adını taşıyan destanı İlyon ya da Troya olarak anılan kentin destanıdır. Konusu Troya Savaşı olmakla birlikte, hem bu savaşın ancak kısa bir dönemini kaplar, hem de Troya efsaneleri diye andığımız büyük bir efsane ve masal çemberinin küçük bir bölümünü içine alır. İlyada'da bütün bir savaşın öncesi ve sonrasıyla bir otuz yıl süreyle uzanan öyküsünü arayan okuyucu büyük bir hayal kırıklığına uğrar. Aslında İlyada Troya'nın destanı değil, Akhilleus'un destanı sayılmalıdır. Konusu sınırlıdır: Akhilleus'un Akha ordularının başkomutanı Agamemnon'a karşı öfkesi yüzünden savaşı bırakıp barakasına çekilmesiyle başlayan destan, arkadaşı Patroklos'un ölmesi yüzünden savaşa geri dönmesi, Troya'lı kahraman Hektor ile çarpışması, onu öldürmesi, ölüsünü Troya surları çevresinde arabasına bağlı olarak sürüklemesi ve sonunda insafa gelerek Hektor'un ölüsünü babası Kral Priamos'a geri vermesi ile biter. 24 bölümlü ve 16.000'i aşkın dizeli bu koca destan Troya Savaşı'nın dokuzuncu yılında tam 51 günlük bir süreyi kapsar. Oysa Troya Savaşı'nın kendisi de savaştan önceki ve sonraki olaylarla birlikte Homeros'un yapıtlarını çok aşan dallı budaklı bir efsane bütünüdür. Bu efsaneleri tek tek olarak Homeros'un iki yapıtında da, Homeros destanlarının dışında çeşitli destan ve öykülerde de bulabiliriz. Troya savaşlarıyla ilgili efsaneler öyle çok ve çeşitlidir, Yunan yazınının her türüne öylesine yansımıştır ki ilkçağ Yunan öykü ve söylencelerinin kökeninden elimize geçen yüzlerce efsane bu gür ağacın kökenleriyle karışmış, dallarına dal uzatmış, yaprak ve ürünlerini birbirine karıştırmıştır. Yunan ve Roma uygarlıklarından doğma Latin ve Cermen dillerinin de efsaneleri aynı kökenden türemiş olduğuna göre, burada ne görkemli bir öykü, inanç ve söylence topluluğunun ortaya çıktığı kolayca anlaşılır. (..)
*
(Sayfa: XXXV) Azra Erhat

#Homeros #İlyada #ÇevirenAzraErhatAKadir

Olympos'ta tanrılar toplantısı: Zeus izin verir, her tanrı istediği gibi yardım edebilecektir savaşa. Tanrılar iki cepheye ayrılır: Hera, Athena, Poseidon, Hermes, Hephaistos Akhalardan; Ares, Apollon, Artemis, Leto, Aphrodite ise Troyalılardan yanadır.
*
(Sayfa: xIıı) Azra Erhat

#Homeros #İlyada #ÇevirenAzraErhatAKadir

Olympos
*
Homeros tanrıları belli bir yerde otururlar. Olympos Dağı'nda. Yunan ilkçağı Ege çevresinin birçok dağına Olympos adını vermişti, nitekim ''yüksek dağ'' anlamına gelen bu adı bizim Uludağ da taşırdı. Ama tanrıların ülkesi Teselya'daki Olympos olsa gerek. Homeros'a göre tanrılar buraya yerleşmişlerdi. Binbir doruklu, hep karlarla örtülü, pırıl pırıl ışıldayan bu dağ öylesine sarp ve yüksektir ki göklere karışır. Doruğuna atları uşan arabalarıyla ancak tanrılar ulaşabilirler. En yüksek tepesinde Zeus taht kurmuştur, oradan dünyada olup biteni gözler. Tanrıların sarayları biraz daha aşağıda olsa gerek. Bu sarayı da tunçtan ya da altından avlusuyla tanrı Hephaistos'un yaptığı çeşit çeşit daireleriyle tıpkı bir kral sarayı gibi tasarlar Homeros. Zeus bu sarayın kralı, Hera kraliçesidir. Hera'nın da tahtı Zeus'unki gibi altındandır.
*
(Sayfa: xIv) Azra Erhat

#Homeros #İlyada #ÇevirenAzraErhatAKadir

İlyada'da İnsanlar Dünyası
*
İlyada'da karşımıza çıkan kişiler belli bir dünyanın insanlarıdır. Homeros bu dünyayı en ufak çizgilerine varıncaya dek anlatır, gözümüzün önünde canlandırır. Troya Savaşı'nda iki toplum karşı karşıya gelir: Yurları Anadolu'da bulunan Troyalılarla yardımcıları ve Yunanistan'dan gelmiş Akhalar topluluğu. Binden fazla gemiyle ve Troyalıların ordusundan on kat büyük bir orduyla Troya'ya saldırdıkları söylenen Akhalar bu sefere niçin çıkmışlardır.? Karısı kaçırılan Menelaos'un öcünü almak için diyor Homeros. Bir kraliçenin kaçırılması İlyada'nın geçtiği çağlarda savaşa yol açabilecek önemli bir olaysa da, efsanenin bu olayı fazla şişirip Troya Savaşı'nın önür gerçek nedenlerini gölgede bıraktığına hiç kuşku yok. Bu savaşın nasıl çıktığını, Akha ordularının nasıl tooplandıklarını İlyada'da anlatılan toplum düzeninden iyice anlıyoruz. Akha ordusu Yunanistan'ın çeşitli bölge krallıklarından oluşmuş bir ordudur. Her kral kendi gemileri, kendi adamlarıyla yola çıkmıştır. Troya Ovası'nda da her kral ve ordunun ayrı yeri, ayrı barakaları vardır, ordular hep birlikte savaşa yürüyünce her birlik ayrı safa dizilir. Bu ayrılık içindeki topluluk feodal bir düzene dayanıyor. Mykene Kralı Agamemnon 1200 yıllarında bütün Yunanistan ve adaların en güçlü kralı olsa gerekti. İlyada'da ''erlerin başbuğu'', ''orduların güdücüsü'' diye anılan Agamemnon kralların kralıdır. Ona bu üstün gücü altın değneği ile birlikte Zeus vermiştir diye inanır Homeros. Krallık Zeus'un bir armağanıdır, tanrıların en büyüğü de buyruklarını doğrudan doğruya krala ulaştırır. Zeus'un alışverişi hep Agamemnon veya Priamos'ladır; oysa Agamemnon'un buyruğundaki küçük krallara yol göstermek, haber ulaştırmak, Zeus'un buyruğundaki öbür tanrılara düşer.
*
(Sayfa: Ivıı) Azra Erhat

#Homeros #İlyada #ÇevirenAzraErhatAKadir

Yalvarıcılık bir, konukluk iki, hiçbir yiğit bu kuralların dışına çıkamaz. Yunanistanlılarla Anadolulular bir kadın için mi, mal mülk için mi, ne için çarpışırlarsa çarpışsınlar, aralarında konukluk bağları yoksa amansız düşmandırlar birbirlerine, ama bu bağlar varsa akan sular durur, düşmanlığın yerini dostluk alır.

#Homeros #İlyada #ÇevirenAzraErhatAKadir

Yolculuk
*
Homeros dünyasında insanlar epey yolculuk ederler. İş için olsun, konukluk için olsun, gemiyle, arabayla Ege çevresindeki ülkelere gidip gelirler. Homeros destanları bu yolculuk öyküleriyle doludur. Tanrı misafirliği o eski zamanlardan kalma olsa gerek bu çevrede. Bir eve konuk geldi mi, kılığına kıyafetine bakılmaz, adı sanı sorulmaz, hemen içeriye alınır, eli ayağı yıkanır, sırtına temiz rubalar giydirilir, ocak başına oturtulur ve yemek ikram edilir.Fırsat düşerse, kim olduğu, nereden gelip nereye gittiği sorulur, ama fazla da ısrar edilmez. Odysseus gibi kimliğini gizlemek istiyorsa, sırrına saygı gösterilir. Konuğun şerefine oyunlar, şölenler düzenlenir, çalgı çalınır, ozanlar çağırılır, sonra da yoluna devam etmesi için bir arabaya, bir gemiye ihtiyacı varsa, o da sağlanır, armağanlar verilir, böylece ev sahibi ile konuk arasında kuşaktan kuşağa süregelecek konukluk bağları kurulur. İlyada'da da Odysseus'da da bu geleneğin çeşitli belirtilerini görürüz. Ant bozan insanlar vardır da, yalvarıcıya saygı ya da konukluk geleneğine karşı gelen Paris'ten başka bir tek kişi yoktur destanlarda. Ama Paris'in de bu suçu ne kadar pahalı ödediği belli.

#Homeros #İlyada #ÇevirenAzraErhatAKadir

Av, Denizcilik
*
Yiğitlerin hayatı hiç de tek yönlü değildir. Yurtlarında sürüleriyle, topraklarıyla uğraşmasalar, ava giderler. Her iki destanda da yaman avcılık öyküleri vardır. O zamanlar arslan, pars, yılan, yabandomuzu gibi vahşi hayvanlar Yunanistan ve Anadolu'da bol olsa gerek ki Homeros bunlar için yapılan avları doya doya anlattığı gibi, benzetmelerinde de boyuna onlardan dem vurur. Bir de buna tanrıların insanları cezalandırmak için denizden çıkardıkları efsanelik canavarları katacak olursak, Homeros yiğitlerinin bu alanda ne kadar çok uğraşıp didinmek zorunda kaldıklarını anlarız.
Denizciliğin de Homeros dünyasında hayli ilerlemiş olduğunu İlyada'dan ve hele Odysseia'dan anlarız. Homeros denizciliği, gemiciliği en usta bir denizci gibi bilir. Ozanın bu alandaki bilgisine şaşmamak elden gelmez. Gerçi ozanın her alanda teknik terimleri yerinde ve yanılmaz bir dakiklikle kullanması öteden beri okurlarını şaşırtmıştır, ama denizcilik bilgisi kendisine özgü değil de, zamanın ve çevresinin bir özelliği olsa gerek. Gemiyi en ufak parçasına kadar nasıl sayıp anlattığına okurlarımız İlyada'nın birinci bölümünde iki örnek bulacaklardır.

#Homeros #İlyada #ÇevirenAzraErhatAKadir

Destanda anlatan kişi üstüne kesin bilgiler aramak boşunadır. Ama kim anlatıyor sorusundan vazgeçip nasıl anlatıyor diye sorarsak, Homeros üstüne kucak dolusu bilgi edinebiliriz İlyada'dan.
*
Düz Akışlı Anlatma
*
İlyada düz akışlı bir anlatmadır. Yolculuğunun bir anında Phaiak'ların ülkesine varıp da, Alkinoos'un sarayında başından geçen türlü serüvenleri anlatan Odysseus'un geriye dönen, anılara dayanan anlatışı gibi değildir. Akhilleus'un öfkesi ile başlayıp Hektor'un cenazesi ile sona eren olaylar İlyada'da zaman sırasına göre anlatılır. Ne var ki düz akışlı değildir diyesim geldi. Bu iki cümle de az çok doğrudur. İlyada'ya kuşbakışı bakın, peşi sıra dizilmiş birçok olay görürsünüz; gözünüzü yaklaştırıp inceleyin, zamanda bir geriye, bir ileriye gidildiğini, hal ile geçmişin alt alta, üst üste geldiğini görürsünüz.Homeros'un anlatışına özgü bir ikilik çağdaş okuyucuyu şaşırtır belki, ama sanatının en tatlı yönlerindendir.
*
(Sayfa: Ixxı) Azra Erhat

#Homeros #İlyada #ÇevirenAzraErhatAKadir

Kral Agamemnon karşılık verdi, dedi ki:
''Doğru ihtiyar, hakkın var yerden göğe.
Ama bu adam herkesten üstün olmayı komuş aklına,
herkese sözünü geçirmeyi, buyurmayı,
herkesin kralı olmayı komuş.
Ona boyun eğmeyecek elbet biri var,
ölümsüz tanrılar onu neden dövüşçü yarattılar,
hep sövsün saysın, bağırsın çağırsın diye mi.? (Sayfa: 12)

#Homeros #İlyada #ÇevirenAzraErhatAKadir

Tanyeri ağarınca yine on ikinci günü
hep var olan tanrılar, başlarında Zeus, döndüler Olympos'a.
Thetis unutmamıştı oğlunun isteğini,
fırladı denizin üstüne,
yükseldi şafakla Olympos'a, yüce göklere.
En yüksek yerinde çok doruklu Olympos'un,
öbür tanrılardan uzakta,
oturur buldu iri gözlü Kronosoğlu'nu.
Çöktü önünde, tuttu dizlerini sol eliyle,
okşadı sağ eliyle de çenesini,
yakardı Kronosoğlu tanrılar Kral'ı Zeus'a, dedi ki:
''Zeus baba.! Bir gün ya sözümle, ya işimle
ölümsüzler arasında yararlı olduysam sana,
şimdi yerine getir şu dileğimi:
Kısa ömürlü oğluma değer ver.
Saygısızlık etti Agamemnon, erlerin başbuğu,
aldı onur payını, yoksun bıraktı onu.
Olympos'lu yüce Zeus, bari onu sen say,
gücü Troyalılar tarafına koy, ne olur,
Akhalar saysınlar oğlumu, ününü yüce kılsınlar.'' (Sayfa: 19)

#Homeros #İlyada #ÇevirenAzraErhatAKadir

Here söylemeseydi Athene'ye şu sözleri
vakitsiz bir dönüş olacaktı Argoslulara:
''Kalkanlı Zeus'un gücü tükenmez kızı,
gördün mü başımıza gelenleri.!
Bak nasıl kaçıyorlar evlerine,
sevgili baba toprağına Argoslular,
denizin engin omuzları üstünde.
Bir şanlı zafer belirtisi diye mi bırakacaklar
Priamos'la Troyalılara Argoslu Helene'yi.?
Birçok Akha bu Troya'da,
baba toprağından, sevgili yurtlarından uzakta,
o Helene uğruna ölmedi miydi.?
Haydi git, karış tunç zırhlı Akhaların arasına,
yumuşak konuş, yola getir her adamı.
Kıvrık burunlu gemileri denize sürmesinler.'' (Sayfa: 28)

#Homeros #İlyada #ÇevirenAzraErhatAKadir

Zephyros yelinin üst üste getirdiği dalgalar
yankılı kıyıya çarparsa nasıl,
önce açık denizde başkaldırır da yükselir hani,
gelir sonra kırılır karada, öter güm güm,
burunlarda olur sırtı yusyuvarlak,
tükürüp saçar köpüklerini;
işte tıpkı bu dalgalar gibi üst üste yığılarak
Danaolar durmadan geliyordu savaşa.
Bir önder komuta ediyordu her sıraya,
erler de yürüyorlardı sessiz soluksuz.
Diyemezdin arkalarında koca bir ordu var,
şu insanların göğsünde ses var diyemezdin.
Önderlerin ardından yürüyorlardı usulcana,
sıralar içinde ışıl ışıl parlıyordu silahları.
Troyalılarsa zengin bir ağanın ağılındaki
koyunlar gibi duruyorlardı, sürü sürü,
nasıl dururlarsa sağılırken ak sütleri.
Kuzuların sesini duyup çığrışırlarsa nasıl,
öyle yükseliyordu yaygın ordu boyunca çığlıklar,
sesler çıkıyordu karmakarışık,
başka başkaydı her birinin dili,
ayrı yerlerden gelme erlerdi bunlar.
Kimini Ares kışkırtıyordu,
gök gözlü Athene kışkırtıyordu kimini.
Üç tanrı daha vardı onları kışkırtan:
Korku, Bozgun, bir de kızgın Kavga,
insan öldüren Ares'in yoldaşı.
Önce birazcık doğrulur o,
uzar, uzar, yükselir sonra,
bakarsın ayakları yerdedir, başı ta göklerde.
İnsanları birbirine katan savaşı saldı yine ortalığa,
yürüdü insanlara doğru, yükseldi iniltiler.
*
Hep birden alana yığılıp kapıştılar,
vuruştu kalkanlar, kargılar kıyasıya,
girdi birbirine tunç zırhlı erlerin öfkesi,
göbekli kalkanlar yapıştı birbirine.
Koptu bir uğultu, bir kıyamet,
çıktı ölenlerin iniltisi, öldürenlerin çığlığı ta göklere,
toprak oldu kan ırmağı.
Karlar erir de seller nasıl akarsa dağlardan,
oyuk bir yarın dibinden kaynayan gür suları
iki dağ arasında birleşirlerse nasıl,
uzakta bir çoban uğultuları dinler hani;
işte girdi karıştı böylece birbirine
insanların korkuları, gürültüleri.
*
(Sayfa: 82-83)

#Homeros #İlyada #ÇevirenAzraErhatAKadir

Athene, kalkanlı Zeus'un kızı,
bedenini saran rubayı attı babasının avlusuna,
o alacalı rubayı işlemişti kendi eliyle.
Giydi bulutları devşiren Zeus'un gömleğini,
kan ağlatan savaş için silahlarını kuşandı,
püsküllü kalkanını attı omuzlarına;
o korkunç kalkanda çepeçevre diziliydi
Korku, Kavga, Savunma, adamı donduran Saldırış,
bir de korkunç canavar Gorgo'nun başı,
korku, yılgı salan azman,
kalkanlı Zeus'un belirtisi.
Yüz ilin yaya erleriyle süslü tolgasını geçirdi başına,
iki sorguçlu, dört altın siperli.
Ayak bastı alev saçan arabasına,
aldı eline ağır, uzun kargısını.
Öfkelendiği yiğitleri o kargıyla kırar geçirirdi,
en üstün güçlü tanrının kızı. (Sayfa: 111)

#Homeros #İlyada #ÇevirenAzraErhatAKadir

Gökyüzünün tam ortasına gelince gün
bir altın terazi kurdu baba tanrı,
bir kefeye Troyalıların kara ölümünü koydu,
bir kefeye Akhaların kara ölümünü.
Ortasından tuttu kaldırdı teraziyi,
ağır bastı Akhaların ölüm günü
İndi Akhaların kara kaderi at besleyen toprağa,
engin göğe kalktı Troyalıların kaderi,
Zeus yıldırımlar gürletti İda Dağı'ndan,
bir ışık saldı Akhaların ordusuna,
görünce ışığı sarsıldı Akhalar,
kapladı hepsini sarı yeşil bir korku. (Sayfa: 159)

#Homeros #İlyada #ÇevirenAzraErhatAKadir

Mutlu bir adamın buğday, arpa tarlasında,
orakçılar karşılıklı sıra olur yürürlerse nasıl,
biçip biçip yere düşürürlerse sarı başakları,
Troyalılarla Akhalar birbirlerine öyle saldırdı.
Uğursuz Bozgun akla gelmeden canlara kıyılacaktı.
Saldırıyorlardı birbirlerine kurtlar gibi,
savaş denk tutuyordu iki başı.
Yerinde duramıyordu hıçkırıklar kaynağı Kavga.
Savaşanlar arasında tanrılardan bir o vardı.
Öbür tanrılar orada yoktu,
Olympos'un kıvrımlarında, kendi evlerinde,
saraylarında yan gelmiş, oturuyorlardı.
Kara bulutlu Kronosoğlu suçluydu onlarca,
zaferi Troyalılara sunmak istemişti.
Ama hiç oralı değildi Zeus baba,
onlardan ayrı, uzaklara çekilmişti,
oturmuştu göz kamaştıran çalımıyla.
Troya iline, Akhaların gemilerine bakıyordu,
öldürenlere, ölenlere, tunçların ışıltısına. (Sayfa: 223)

#Homeros #İlyada #ÇevirenAzraErhatAKadir

Ama yeri titreten güçlü tanrı
gözleri kapalı durmuyordu nöbette,
oturmuş gözlüyordu savaşı, dövüşü,
ta yukarılarda, ormanlık Semendirek'in en sivri doruğunda.
Tekmil İda Dağı görünürdü o doruktan,
Priamos'un kenti, Akhaların gemileri görünürdü.
Denizden çıkmış, gidip oturmuştu oraya,
sıkışan Akhalara içi yanıyordu,
çok içerliyordu Zeus babaya.
Sarp kayalardan aşağılara indi birdenbire,
yürüdü geniş adımlarla.
Koca dağlar, ormanlar tir tir titredi
ölümsüz ayakları altında Poseidon'un.
Üç adım attı, vardı Aigai'a dördüncü adımda.
Ünlü bir evi vardı Aigai'da, denizin dibinde,
tekmil altındandı bu ev, pırıl pırıl,
hiç eskimezdi, yok olmazdı.
Orda tunç ayaklı atları koştu arabasına,
altın yeleli uçan atlardı bunlar.
Kendi bedenini de kapladı altınla
ustaca işlenmiş altın kamçısını aldı eline,
bindi arabasına, sürdü dalgaların üstüne.
Altında deniz canavarları sevindiler, hopladılar,
tanımışlardı efendilerini, çıktılar mağaralarından.
Mutlu deniz yol verdi, geç dedi Poseidon'a,
atlar da uçtular rüzgâr gibi.
Tanrıyı Akhaların gemilerine götürdü atlar,
arabanın altında tunç dingil bile ıslanmadı.
*
Denizin diplerinde, ta uçurumlarda,
Tenedos'la kayalık İmbros arasında
bir mağara vardır geniş, kocaman.
Durdurdu orda atları Poseidon, yeri sarsan.
Çözdü arabadan, tanrısal yemlerini koydu önlerine,
bağladı ayaklarına altın zincirler,
bunlar kırılmaz, çözülmez zincirlerdi,
efendileri gelene dek ayrılamazlardı oradan.
Kendi de Akhaların ordusuna doğru yürüdü gitti. (Sayfa: 269-270)

#Homeros #İlyada #ÇevirenAzraErhatAKadir
Akhilleus'un Savaşa Katılması

Ayağı tez Akhilleus kaygı içinde dedi ki:
''Madem koruyamadım ölümden arkadaşımı,
ne olur şu anda ölüp gideyim bari,
yurdundan çok uzakta can verdi o,
görmedi beni yanında bir koruyucu gibi.
Besbelli dönmeyeceğim sevgili baba toprağına,
olamadım Patraklos'a bir kurtuluş ışığı,
olamadım bir kurtuluş ışığı öbür arkadaşlarıma,
tanrısal Hektor'un sürüyle tepelediği.
Oturuyorum burada gemilerimin yanında,
toprağın boşuna taşıdığı bir yük gibi,
kurultayda benden üstün adamlar var, ama
Akhalardan bir tek kişi savaşta denk gelemez bana.
Tanrılarda, insanlarda yok olsun o kavga,
aklı başında adamı bile çelen o öfke,
bir bal damlası gibi akar insanın içine,
sarar göğsünü duman gibi,
beni de böyle çıkardı çileden o,
Agamemnon, erlerin güdücüsü.
Ama yeter artık bunca öfke,
bırakalım geçmişi, olan oldu,
gemlemek zorundayız göğsümüzdeki yüreğimizi.
Hektor'la karşılaşmaya gideceğim şimdi,
sevgili dostumun canını alanla,
Zeus'la öbür tanrılar istiyorsa ölmemi,
ölüm durmasın, varsın gelsin.
Güçlü Herakles bile ölümden kaçınamadı,
o ki Kronosoğlu Zeus'un en sevdiği adamdı.
Kader'le Here'nin manasız öfkesi tepeledi onu.
Varsa kaderimde, yere serilip ölürüm ben de
ama üstün bir ün kazanacağım şimdi,
Troyalı, alçak kuşaklı Dardanoslu kadınlar,
silsinler elleriyle ince yanaklarında akan yaşları,
başlasınlar hıçkıra hıçkıra ağlamaya,
anlasınlar benim savaştan uzak durmam artık bitti.
Ne kadar seversen sev beni ana,
ama savaştan uzak tutmaya kalkma beni.'' (Sayfa: 400-401)

#Homeros #İlyada #ÇevirenAzraErhatAKadir
''..
Gemilerin yanında yatıyor Patraklos'un ölüsü,
ne ağlayanı var, ne gömeni.
Unutamam onu canlılar arasındayken,
dizlerim tutana dek unutamam onu.
Unutulsa bile Hades'te ölüler,
ben yine anacağım sevgili dostumu.
Şimdi Akha delikanlıları, dönelim gemilerimize,
alın şunu da, çağırın Paian övgüsünü.
Büyük bir ün kazandık, öldürdük tanrısal Hektor'u,
Troyalılar bir tanrı gibi taparlardı ona.''
*
Ayağı tez Akhilleus böyle dedi,
tanrısal Hektor için düşündü kötü şeyler.
İki ayağını topukla bilek arasından deldi,
kayışlar geçirdi deliklerinden, bağladı arabaya,
başı bıraktı yerde sürüklensin diye,
sonra atladı arabaya ünlü silahlarıyla.
Kamçıladı atları, atlar öne atılıp coştu.
Yerde sürüklenen gövdenin çevresinde
bir toz bulutu yükseldi birdenbire.
Toz toprak içinde kaldı bütün başı,
kopkoyu saçları darmadağın oldu,
çok güzeldi bu baş eskiden,
şimdi Zeus verdi onu düşmanlarına,
kirletsinler diye yurdunun toprakları üstünde. (Sayfa: 486)

#Homeros #İlyada #ÇevirenAzraErhatAKadir

''Bir şey var insandan Hades ülkesinde bile,
içinde can yoksa bile, bir ruh var, bir gölge.
Bütün gece talihsiz Patraklos'un ruhu
başucumda inledi durdu,
yapacağımı sayıyordu bir bir bana.
Patraklos'a ne de çok benziyordu.'' (Sayfa: 494)
*
Yeni evli oğlunun kemiklerini bir baba
yakarken nasıl ağlarsa,
bu ölüm ananın babanın nasıl yakarsa yüreğini,
Akhilleus da arkadaşına öyle yanıyordu. (Sayfa: 498)

#Homeros #İlyada #ÇevirenAzraErhatAKadir

''ama yakında boyun eğecek ömür ipliğine,
ana karnından doğduğu gün ona kaderin büktüğü.'' (Sayfa: 437)

#Homeros #İlyada #ÇevirenAzraErhatAKadir

''Dili oynaktır insanoğlunun, söz tarlasında otlar durur,
ne söylersen onu alırsın geri.'' (Sayfa: 441)

#Homeros #İlyada #ÇevirenAzraErhatAKadir

''Kafadır oduncuyu oduncu yapan, gücü değil.
Şarap rengi denizi allak bullak edince rüzgârlar,
dümenci kafayla yönetir hızlı gemisini.'' (Sayfa: 501)

Hiç yorum yok:

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...