26 Aralık 2020 Cumartesi

Vedat Türkali - Bekle Bizi İstanbul

 

*
Arka Kapak:
*
Bir Gün Tek Başına adlı romanıyla devrimci siyasal mücadelenin bir dönemki hafızasının oluşturulmasında önemli rol üstlenen Vedat Türkali'nin şiirleri, uzun zaman sonra yeniden okur karşısına çıkıyor. Yazıldığı dönemde gizliden gizliye çoğaltılıp paylaşılan ''İstanbul'' şiiri gibi, şiirseverlerin aklında ve kalbinde yer etmiş şiirler bunlar. ''Bu şiirler, uzun yıllar almış bir uğraşın, nasılsa elde kalmış örnekleridir. Ülkemizin ağır baskılı bir döneminde, çoğunluğuyla çeşitli cezaevlerinde yazılmış bu şiirler, yalnız yazarının değil, karanlık bir dönemde devrimci bir mücadele sürdürmüş tüm kişilerin duyarlıklarının tanıkları diye alınır da yetersizlikleri bağışlanırsa sevineceğim'' diyen Vedat Türkali, ''şiirinin ve kişiliğinin temeli'' kabul ettiği Nâzım Hikmet'in şiirsel ve siyasal hatırasını gururla sahiplenmeyi sürdürüyor.
*****
*
''Önemli şeyler uçar gider, bir küçük ayrıntı kıymık gibi batıp kalır bellekte.''
*
Vedat Türkali, hep bir şeyleri ifade etmek, toplumsal gerçekleri hikâye etmek üzerinden kurmuş hayatla ilişkisini. Her defasında sansür ve baskıdan kaynaklanan türlü sorunlarla boğuşmak zorunda kalmış. Hayatının hiçbir döneminde kendisini özgür hissetmemiş. Yine de hep umutla bakmış hayata. Bellekte kalacak olanı dert edinmiş; kendini bellekte yer edindirme uğraşına adamış. Neyi yaparsa yapsın ''bir komünistin işini iyi yapması gerektiğine'' inanmış; öyle davranmış, öyle yaşamış. 
(Sayfa: 9)
*
''Gizli şairlerden. Tevazu göstermiş, saklamış şairliğini. Ta ki, deyim yerindeyse ''şiirin kemiğe dayandığı'', gizliden gizliye çoğaltılıp okunan ünlü ''İstanbul'' şiirine kadar.
Türkali, 1944'de, dostlardan ve kavgasının şehri İstanbul'dan uzakta, askerdeyken yazar şiiri. İktidar, bir avuç vurguncu, müteahhit ve toprak ağasının emrindedir. Aydınlanmacı öğretmen, esnaf, köylü, Cibali'nin tütün işçisi, sesini yükselten herkes ''komünist'' yaftası vurularak kovuşturmaya uğramakta, tutuklanmaktadır. Bir haramiler düzeni hüküm sürmektedir. ''Polisin kırbacı, cellâdın ipi, spikerin çenesi ve baskı makinesi'', her şey haramilerin elindedir. Şehrin karanlık mahzenlerinde, yani zindanlarında yatan can yoldaşları vardır; ''bir kadın yoldaş, bir kardeş karısı'' uzakta, soğuklarda, tipi altında.
Şiir elden ele yayılır, gizli açık toplantılarda okunur. Akıcı fırça darbeleriyle resmettiği İstanbul silueti, keskin sınıfsal karşıtlığı, kimin neyi beklemesi gerektiğini netlikle ifade eden sözleri ve haramilerin saltanatının yıkılacağına, o günlerin mutlaka geleceğine işaret eden ''bekle bizi'' vurgusuyla umudun şiiri olarak direnenlerin hafızasına kazınır.'' (Sayfa: 9-10)
*
''Vedat Türkali Harbiye'de iki numaralı koğuşta, eşi Merih hücrede, çocuklarsa evdedir. ''Hücreye Mektup'' şiirini yazar. Bunu, işkenceleriyle, Sansaryan Han'ı anlattığı, ''1951-1954'ten Notlar'' adını verdiği şiir izler. Dönemin işkencecileri, Ahmet Demir'ler, Parmaksız Hamdi'ler; yoldaş Hasan Basri'yi pencereden atan cellâtlar; tabutluklar, hücreler, falaka yerlerini alırlar. Ne insan sesi ne insan yüzü; güvercin çığırışları derinlere çekilmiş, çatana, tre sesine işkenceli sorgulardan dönenlerin iniltisi eşlik etmektedir. Ama bu arada tarihin şaşmaz akışı da devam etmektedir. Yerin altından uğultular gelmektedir. Bu her geçen gün yakınlaşan kurtuluşun sesidir. Bir yolunu bulup şiiri dışarıya yollar. Sonrasında şiirin coşku ve heyecandan ziyade ürkü uyandırmış olduğunu öğrenecektir. Siyasal baskı kurmak için uygulanan şiddet korkutucudur.
Yargılandıkları dava 1954'te karara bağlanır. 1951'den beri yatmaktadır zaten. Dokuz yıla mahkûm edilir. Harbiye, Orhaniye, Adana ve Sultanahmet cezaevlerinde yedi yıl yattıktan sonra koşullu olarak serbest bırakılır. 1958 yılında Cumhuriyet gazetesinde musahhih olarak işe girer. Anlaşamaz, bir süre sonra ayrılır. Kısa bir yayıncılık serüveninin ardından senaryolar yazmaya başlar. 27 Mayıs'ın görece özgürlükler getiren ortamında yazsa da tarihsel gericilik önüne dikilir. Senaryosunu yazdığı Karanlıkta Uyananlar filminin yönetmeni Ertem Göreç komünist olduğu gerekçesiyle saldırıya uğrar. Komünistlikle uzaktan yakından ilgisi yoktur oysa.''
(Sayfa: 11)
*
''Yazamaya devam eder. O bir yazardır ve ''devrim için gerekli olduğuna inandığı şeyi açık seçik söylemekle'' yükümlüdür. Oradan bakar hayata, bir yazı insanı olarak edebiyatla olan ilişkisini oradan kurar. Nâzım'a öykünür, bunu açıkça söyler de. Tanışmayı çok istemesine rağmen hiç karşılaşmazlar. Ne dışarıda ne de ''mahsus mahâl''de.
Yıllar sonra kendi vefasının izini sürerken yolları kesişir yeniden. Yurtdışında bir veda akşamında, son romanı Bitti Bitti Bitmedi'yi ithaf ettiği eski hücre arkadaşı, işkencede sır vermeyen yoldaşı, Ermeni doktor Haig Açıkgöz, kendisine bir gömlek uzatır. ''Al'' der, ''Nâzım'ın gömleği; bana vermişti, bundan sonra senindir.!''
Türkali, Nâzım'ın Haig'e, Haig'in de kendisine verdiği gömleği kutsal bir emanet gibi, bir sadakat, korunması gereken bir anı, bir hak ediş nişânesi olarak yıllarca taşıyacak, sadece yeni bir kitabı bitirdiğinde, birkaç gün giyecektir.'' (Sayfa: 12)
*
Levent Turhan Gümüş, Şubat 2016, İstanbul
*****
*
''Günde üç öğün yerine
Pantolon kemerlerine
Üç delik açıyoruz
Kan ölüm ateş
Kopmuş kelleler insan etleri
Serpilmiş şehrin sokaklarına
Bu ölüler diyarına
Ölümü tepeden indiriyor tayyareler
Caddelerde fareler
İnsan eti yemekten Adolf Hitler'e benzedi
Bu diyarda karnı toklar karnı açları yedi'' (Sayfa: 23)
*
''Evvelki gün bu meyhanede yemin ettik
Bu patron kullarına
Bu it oğullarına
Göstereceğiz
Günü gelecek
Kanımızı emen akbabaları
Yerlere sereceğiz..'' (Sayfa: 25)
*
''Kardeşler
Bu karşımızdaki tasmalı köpek sürüleri
Bir avuç yağlı kemik koparmak için kendilerine
Bizleri avlamak istiyorlar efendilerine
Biz her gün açlıktan
Yüzüne bakamazken birbirimizin
Onlar silahla örtülü parmak uçlarına kadar
Ve kırkikilik toplarından Amerikalı pabuçlarına kadar
Hepsi beyinlerimizi çiğnemeye çalışıyor..
Bu çok sürmeyecektir
Bu patron kullarına
Bu it oğullarına göstereceğiz
Bir gün gelecek
Kanımızı emen akbabaları
Yerlere sereceğiz..'' (Sayfa: 27)
*
''Fernandes
Müzisyendir o
Ama ne kadın baldırlarının müzisyeni
Ne de deste deste dizili papellerin
O indiriyor üzerine tellerin
Tarihin hızıyla bir balyoz gibi yayını
Bir anda
Kalabalık sardı dört bir yanını
Fernandes aldı kemanını
Başladı çalmağa
Dinledik canu gönülden kardeşimi
Fakat ne ağlıyasımız
Ne de başka bir dünyadaki cennete giresimiz geldi
O çaldıkça bizim yumruklarımızı
Senyör Mussolini'nin kafasına indiresimiz geldi
Ve sonra bir kavga marşı tutturduk'' (Sayfa: 29)
*
''Bu çok sürmeyecektir
Sen biraz sabret hele
Belki de pek yakında Avusturyalı amele
Kırmızı mendili kazmasının sapına bağlayıp
Fırlayacak maden ocaklarından
Dedim a
Aldırma
Sonu aydınlıktır bu yasın
Lordlar kamarasının kulakları çınlasın.''
*
1938-1939
Askerî Tıbbiye Okulu
Beyazıt, İstanbul (Sayfa: 30)


*
---------------''Sis'' şairine ithaf edilmiştir.
*
Salkım salkım tan yelleri estiğinde
Mavi patiskaları yırtan gemilerinle
Uzaktan seni düşünürüm İstanbul
Binbir direkli Haliç’inde akşam
Adalarında bahar
Süleymaniye’nde güneş
Hey sen ne güzelsin kavgamızın şehri
*
Ve uzaklardan seni düşündüğüm bugünlerde
Bakışlarımda akşam karanlığın
Kulaklarımda sesin İstanbul
Ve uzaklardan
Ve uzaklardan seni düşündüğüm bugünlerde
Sen şimdi haramilerin elindesin İstanbul
*
Plajlarında karaborsacılar
Yağlı gövdelerini kumlara sermiştir
Kürtajlı genç kızlar cilve yapar karşılarında
Balıkpazarı’nda depoya kaçırılan fasulyanın
Meyvesini birlikte devşirirler
Sen şimdi haramilerin elindesin İstanbul
*
Et tereyağı şeker
Padişahın üç oğludur kenar mahallelerinde
Yumurta masalıyla büyütülen çocukların
Hürriyet yok
Ekmek yok
Hak yok
Kolların ardından bağlandı
Kesildi yolbaşların
Haramilerden gayrısına yaşamak yok
*
Almış dizginleri eline
Bir avuç vurguncu müteahhit toprak ağası
Onların kemik yalayan dostları
Onların sazı cazı villası doktoru dişçisi
Ve sen esnaf sen köylü sen memur sen entelektüel
Ve sen
Ve sen haktan bahseden Ortaköy’ün Cibali’nin işçisi
Seni öldürürler
Seni sürerler
Buhranlar senin sırtından geçiştirilir
İpek şiltelerin istakozların
Ve ahmak kadınların selâmeti için
Hakkında idam hükümleri verilir
*
Haktan bahseden namuslu insanları
Yağmurlu bir mart akşamı topladılar
Karanlık mahzenlerinde şehrin
Cellâtlara gün doğdu
Kardeşlerin acısıyla yanan bir çift gözün vardır
Bir kalem yazın vardır
Dudaklarını yakan bir çift sözün vardır
Söylenmez
Haramiler kesmiş sokak başlarını
Polisin kırbacı cellâdın ipi spikerin çenesi baskı
-----------------------------------------makinesi
Haramilerin elinde
Ve mahzenlerinde insanlar bekler
Gönüllerinde kavga gönüllerinde zafer
Bebelerinin hasreti içlerinde gömülü
Can yoldaşlar saklıdır mahzenlerinde
*
Boşuna çekilmedi bunca acılar İstanbul
Bulutların ardında damla damla sesler
Gülen çehreleri ve cesaretleriyle
Arkadaşlar çıktı karşıma
Dindi şakaklarımın ağrısı
*
Bir kadın yoldaş tanırdım
Bir kardeş karısı
Hasta ciğerlerinin taşıdığı çelimsiz kemikli omuzları
Ve hüzünlü çehresiyle bebelerini seyrederdi
Cellâtlara emir verildiği gün haramilerin sarayında
Gebeliğinin dokuzuncu ayında
Aç kurtların varoşlara saldırdığı
Tipili bir gece yarısı
Sırtında çok uzak bir köyden indirdi
Otuz beş kiloluk sırrımızı
Zafer kanlı zafer kıpkırmızı
*
Boşuna çekilmedi bunca acılar İstanbul
Bekle bizi
Büyük ve sakin Süleymaniye’nle bekle
Parklarınla köprülerinle kulelerinle meydanlarınla
Mavi denizlerine yaslanmış
Beyaz tahta masalı kahvelerinle bekle
Ve bir kuruşa Yenihayat satan
Tophane’nin karanlık sokaklarında
Koyun koyuna yatan
Kirli çocuklarınla bekle bizi
Bekle zafer şarkılarıyla caddelerinden geçişimizi
Bekle dinamiti tarihin
Bekle yumruklarımız
Haramilerin saltanatını yıksın
Bekle o günler gelsin İstanbul bekle
Sen bize lâyıksın
*
Eylül 1944, Akşehir (Sayfa: 33-38)


Yüce dağ başları dumanlı dumanlı
Irmaklar yorgun ağır
İnsanlar yapayalnız
Nedir üstümüzdeki bu karanlık bulut
Irgatın akşamlara kadar düşündüğü nedir
Yabancı bandıralar bayraklar emirler
Ne maviliklerde ferahlık ne toprakta güven
Yurda ölüm tüccarları kurulmuş
Bu vatan bu millet bu bayrak
Satılmaz diyenden hesap sorulmuş
Yollar fabrikalar tarlalar
Bir hançer altında amansız
Dağ taş haber bekler hürriyetten
Nedir bu toprakların bitmeyen çilesi
Nedir nedir nedir
*
Bu gün karanlıkta apansız
Bir çığlık yükseldi memleketten
Ben bayraksız hürriyetsiz neylerim dedi
Kınalı keklikler uçtu düz ovalardan tabur tabur
Yabancı bu memlekette işin ne
Yerin altında damar damar madenlerimiz var
Bizi bekler
Götürüp top dökemezsin
Dağlarımız ırmaklarımız bize göredir
Tarlalarımız bize kadar
Ekemezsin
Bizim bu toprak için
Bu topraklarda dökülecek kanlarımız var
Elini kolunu sallayarak bu memlekete
Giremezsin çıkamazsın
Biliriz yağmaya geldin yabancı
Senin bu memlekette işin ne
*
Biliyorum bir gün karanlıkta
Kesecekler yolumuzu
Ya siz çocuklar
Nasıl anlatmalı sizlere olup bitecekleri
Çocuklar bizim dediğimiz
Yüzümüze utanç duymadan bakmaktır
Mal değil mülk değil istediğimiz
Size namuslu bir dünya bırakmaktır
*
1950, Üsküdar (Sayfa: 39-41)
*****
*
Çocuklarımız evde bekliyor
Sen hücrede bekliyorsun
Ben Harbiye'de iki numaralı koğuşta
Dostun düşmanın ortasındayız
Gelen günle birlikte
Karım
*
Biz çocuklarımıza hesap vereceğiz
Düşmana değil
Borsa verem silah fabrikaları çatlasın
Yumurtanın ortasında saklanıp duramaz
Gelecek nasıl olsa
Korkacaklar senden
Karanlık hücrende minicik
Halk kadar tarih kadar insanlık kadarsın
Cellâtlar yol keser kelle biçer
Gözlerde parlayanı solduramaz
Gelecek nasıl olsa
Yeniden başlar yaşamak bir kez daha başlar
Yanımda sen varsın
Karım
*
Günlerce günlerce uykusuz
Bir onulmaz yerinden yakalanmış
Yüreğim parça parça
Baş kaldırmış yüreğim ateşler içinde
Yüreğim külhan ortasında yanmış
Bir büyük kanlı yarışmada
Birdenbire yüzüstü kapaklanmış
Yapayalnız yapayalnızdı
Sesinden soluğundan bir baktım
Karanlığa ışıklar karışmada
Beynimde dönen çark yavaşladı
Uykusuz günlerden uzak
Sabah bir bakışınla başladı
*
Gülerek kuvvetlisin alnında kederle kuvvetlisin
Yüreğin böyle nasıl tertemiz
Böyle nasıl tatlısın
Karım
*
Hasan Barış Deniz
Bütün kimsesiz çocuklar gibi kurtuluşu bekliyor
Seni evden bir cuma sabahı almışlar
Çocuklar pencereden ağlaşarak bakmış
Bugün bir kelepçede birleşen ellerimiz
Birlikte yıllarca çocuklarımızın
Yüzünde saçlarında dolaşamayacakmış
Düşman gelip sancağını memlekete dikmiş
Vatanı sevmek yasak seni sevmek yasakmış
Yüzükoyun ranzada zaman zaman
Senin çocuklarımın sesinde
Bana gözyaşlarından bir dünya anımsatıyorsun
Borsalarda ölüm kararına varılanlar
Binlerce anadan binlerce sevgiliden koparılanlar
*
Ya sen Kore'de kurban teğmen Tahir Ün
Sen benim tertemiz öğrencim Maltepe Askeri Lisesi'nde
Ölümünü gazetelerde okudum
Şimdi Kore dağlarında yatıyorsun
Kumral değirmi çehren toprakta
Toprak başkalarının vatanı
Namuslu insanların vatanı
Toprak çamurlaşmış kandan
Yüreğime dökülmüş bir kızgın zehir gibisin bu halinle
*
Ama gene de daha iyidir herhalde
Göğsünde bir silver star taşımandan
Ölüm yaşayanlara çok şeyler öğretir
Masalın mübarek olsun şeytan
Kafdağı'ndan masal getir Hint'ten Yemen'den getir
Yurttan cıvan delikanlıları
Gözlerini bağla yâdellere götür
Masalın mübarek olsun şeytan
Ölüm yaşayanlara çok şeyler öğretir
*
Seni çocuklarımı sevmek kadar kadınım
Ölüm bana da kavgayı öğretti
Gün yeniden başlıyor
Bu uykusuz sabahımda seninleyim
Bin dokuz yüz elli üç Kasım'ın on yedisi
Günümüz salı
Gün yeniden başlıyor
Karım
*
Yarım dünya alkan içinde
Yarım dünyada kardeşlik
Vardı varıyor sonuna
Devlerle cücelerin masalı
Ekmekten barıştan özgürlükten
Haberler vatandan vatana
Sınırlardan sınırlara yürüyor
Buffalo zenciler karanlıkta uyanmış
Ormanda yapayalnız beyaz adam
Korkak zalim darmadağınık
Dünya yepyeni bir dünya görüyor
Karım
*
Mustafa Suphi'nin vatanındayız
Yürekte umut etimizde kırbaç
Yeryüzünden kardeş eller uzanmış etimizde kırbaç
Bir avuç pirince hasret giden Çinliler
Özgürlük türküleri söylüyor etimizde kırbaç
Nice haşmetli başlar düştü toprağa etimizde kırbaç
Sonra bir gün doğrulacak halkımız
Kırbaç vuran da vurduran da
Silinip gidecek yeryüzünde bütün çirkinlikler gibi
Bütün çirkinlikler gibi eriyip bitecek kanlı masallar
Dökülen kanda
Yanakların solmasın
Karım
*
Yüreğimde burkulma
Ülkede karanlık
Ülkede ölümün kahredici soluğu
Bu ölüm karanlığında sakın kaybolmasın
Bitişik odada çocuklarımız uyurken
Sıcak kollarını boynumda
Dudaklarını dudaklarımda duymanın mutluluğu
Karım
*
Kasım 1953, Harbiye Cezaevi (Sayfa: 42-52)
*****
*
''1951 Ekim'inde
Sansaryan Han'da cellâtlar
Hasan Basri'yi pencereden atan cellâtlar
Neler çektik şu kanlı çatıdan
İşgal polisi Mütareke'de
Tırnaklarını söküyordu kuvvayı milliyecilerin
Sonra Ankara sonra Alman faşizmi
Ahmet Demir'den Parmaksız Hamdi'sine kadar
İrili ufaklı bir nice uzman gestapocu
Yıllar yılı nice canlar yaktı
Sonra Hitler yıkılıp gitti cihandan
Bu karanlık çatıyı
Doların kanlı saltanatına bıraktı'' (Sayfa: 53)
*
''Hücre tabutluk falaka
Kırbaç altında iki yıl durmadan
Bu vatan bu millet bu bayrak
Satılmaz diyenden hesap sordular'' (Sayfa: 54)
*
''Derinlerde hıçkıran bir kadın
Dayaktan dönenlerin iniltisi
Derinlerde bitmeyen çığlıklar'' (Sayfa: 55)
*
''Tuğla duvarlarda insan yüreği
Tabutlukta günlerdir aç susuz
Parçalanmış ayakların üstünde
Dal gibi bir öğrenci Hukuk Fakültesi'nden
Belki sokaktaki bir taş gibi kimsesiz
Belki üç günlük karısından ayrılmıştı
Aşağıda merdivenlerde bir taze gelin ağlar
Elinde erkeğinin kanlı çamaşırları
Belki Ortaköy'den tütün işçisi
On yıllık evli beş çocuk babasıdır'' (Sayfa: 57)
*
''Dışarda alaca karanlık
Alaca karanlıktan sonra şafakta
Ekmek barış özgürlük yüklü güvercin
Bir dokunsun gürbüz kanatlarıyla
Bu çatıya dikilmiş doların sancağına
Yeter'' (Sayfa: 58)
*
''Yerin altında uğul uğul kurtuluşun sesidir
Hücrelerde serilmiş insanlar
Ayaklar kanlı paramparça
Karanlığın arkasında bekleyen
Yurdumun yarınında doğacak şafak
İşçi sınıfımın gerçek partisidir''
*
1954, Harbiye Cezaevi (Sayfa: 59)
*****
*
''Sen çeltikte yolda fabrikada madende
Sen ince hastalığın sıtmanın yemi
Sen beylerin paşaların kandırdığı
Sen yırtılmayan bayrak batmak bilmeyen gemi
Çöllerde Kafkas'larda Kunuri'de yandın
Sen Mehmet'im sen ne kazandın
Açlıktan can verirsin tarlada varoşlarda
Ekmeğini patron çalmıştır tarlanı ağan
Candarma karını
Mehmet'im göster yumruklarını Mehmet'im
Kanını akıtalı daha otuz yıl olmadan seni
Vatanın harimi ismetinde boğduklarının
Efendilerine sattılar
Seni gangster emperyalizmin pençesine attılar
Sen dostunu düşmanını bilmedikçe
Cellâtların saltanatı uğruna
Zindanlara ölümlere gidilecektir
Artık sıra sende hazırlan
Balyozunu sterlinin doların göbeğine indir
Herke sırasını savdı Mehmet'im
Artık sıra sendedir'' (Sayfa: 61)
*
''Şimdi yasaklanmış türkülerimizi
Yürekler dolusu söyleyerek
Dünyaya kocaman selamlar göndereceğimiz günler
--------------------------------------------gelecektir
Apaydın bir dünyada
Apaydınlık Türkiye'mizden.''
*
17 Eylül 1954, Harbiye Cezaevi (Sayfa: 63)


*
Kalkın kardeşler ışıklar görünmeye başladı
Eski duvarlar değil bu duvarlar
Bir ak kuş gelip kondu kara çatıya
Dünyayı böylesine sardı mı kollar
Ne etsin kelepçe neylesin zincir
Kaç kez gösterdi tarih aldatmayacak bizi
Bu denizli çiçekli kuşlu dünyada
Bir tek acılar mıdır payımıza düşen
Dökülsün yollara beş kıtada
Ekmek de özgürlük de barışın gülleridir
Yumuk elli bebekler pencerelerde bekliyor
Dünyayı çepeçevre kuşatan barış kervanlarını
Çelik canavarlar gibi tanklar değil
Caddelere yakışan özgürlük ekmek türküleridir
*
Limanlar barışla çalkalanmış
Çöller dağlar stepler denizler barış fırtınasında
Resimler gördük cezaevlerine yakışmayan
Kitaplar dergiler gazeteler dolusu
Siz bir meydan dolusu gülen esmer kardeşlerim
Kara güller gibi açılmıştınız bir sabah aydınlığında
Asya barış diyor Afrika barış diyor
Elde silah barış diyor
Seren direğinde ufuklara bakan gemici
Avrupa çıkmış toplama kampından
Ekmek barış türküleri bekliyor
Bombardıman uçakları değil
Karşısına dikilmiş ölüm tüccarlarının
Dünya barış diyor
Sevmek yaratmak yaşamak nedir
Görelim milyara yakın korkusuz cıvıl cıvıl
Görelim Kore'den Çekoslovakya'ya kadar
Düşlerimiz ellerimiz sizinledir
Barış sizinledir
*
Bu taş duvarlar bu demir parmaklık kardeş
Van Gölü'nden Ağrı'dan Ergene Irmağı'na
Çürüyüp dökülmüş karanlıkta kökleri
Mapushane bahçesinde el kadar mavilik
Bir zaman gerili dursun başımızda
Gardiyanlar dolaşsın daha bir zaman
Parmaklık hükmünü yürütsün
Çiçeklerle donatacak kollarını bahar dalları gibi
Karanlıkta barış kervanlarını bekleyen
Çileden çileye batmış senin emekçi halkındır
Yirmisinde bir delikanlı gibi dalıp maviliklere
Yirmisinde bir delikanlı gibi
Dudaklarından öpeceğim gün
Masmavi özgürlüğün
İnan ki yakındır
*
12 Ağustos 1955, Orhaniye Cezaevi (Sayfa: 69-71)
*****
*
''Namuslu yaşamak sevinci
Zindanda ölüm karşısında bizi dimdik tutan
Kapla beni sar beni doldur beni
Sen bir başka güzelsin'' (Sayfa: 77)
*****
*
''Sen korkular ülkesinin cüzzamlı imparatoru
Dudakların pembe damarlarımızda amansız
Sen solucan sen topraktaki kımıldayan sülük
Şaha kalkmış küheylânın
Tepinen nallarından
Koruyabilirsen kendini koru'' (Sayfa: 87)


*
"Bir de biz gülelim caddeler boyunca
Zenginin zalimin gül benzi solsun
İstanbul dediğin İstanbul olsun" (Sayfa: 94)


*
''Ver doları al götür
Bayrağı sancağı göğü denizi karayı
Yağma Hasan'ın böreğiii
Bul karayı al parayı
*
Baktın ki işler karıştı
Vataaan milleeet diye basıp yaygarayı
Bul karayı al parayı'' (Sayfa: 110)


*
''Nerden bileydim daha günün başlamadığını
Okul mokul görmedik yaşım otuz
Çelik halat gibiydi erkeğimin kolları
Yamyassı çıkardılar presten
Kahpe dünya dönüp gidiyor işte
Fabrika da
Onsuz'' (Sayfa: 132)


*
Ağıt istemem
Türküler istemem
İyi günler için
Üstlerine yürümenin sırası
Ağıtlar borsalarda dolaşsın
Karalar tutunsun hayınlar vurguncular
Görsünler neylermiş kahpe kurşun yarası
Kara haber gezsin çarşılarında
Bir gün bitecek annemin gözyaşları
Ben ağıt istemem
Artık hep varım
Yirmi bir yaşımda olacağım artık hep
Sırtımdaki mermi ile karşılarında (Sayfa: 134)


*
''Ellenmemiş kulağının ardı kalmış milletin
Oncağızı da satamadan gidersek
Gözlerimiz açık gider
Gözlerimiz açık gider'' (Sayfa: 142)


*
''- ..''Nâzım Hikmet ve Sanat'' adlı kısa fakat çok özlü yazınızdan büyük ve bilinçli hayranlığınızı bildiğimiz Nâzım Hikmet'in şiirleriyle kendi şiirleriniz arasındaki bağlantıyı nasıl görüyorsunuz.? Şiirinizi besleyen başkaca kaynaklar konusunda düşünceleriniz nelerdir.?
- Sözünü ettiğiniz yazı, aklımda yanlış kalmadıysa, ''Önce her şey Nâzım Hikmet'ti'' tümcesiyle biter. Bugün de böyle düşünüyorum; kendimi de böyle bildim. İnandığımız doğruların yörüngesinden sapmadan sanatta yaratıcılık görevini sürdürmek, çocuk denecek çağlarımızda Nâzım'dan öğrendiğimiz şeydi bizim. Yaşadığım iyi kötü günler, inandıklarımın ayrıntılarından kuşku yok ki çok şeyi değiştirdi; hiçbir gün kendimi bu ''anayol''un dışında düşünmedim, bilerek sapmadım bu yoldan. Yalnız -varsa- şiirimin değil, kişiliğimin de kaynağında Nâzım'a olan hayranlık önemli yer tutar.'' (Sayfa: 155)


''Bizim proleter devrimcilik tarihimiz, en genel çizgileriyle bile henüz ortaya konmamıştır. Nâzım'ın siyasal savaşım çizgisi de gizlidedir daha. Doğrular bilinmeyince de, her konuda, herkes için yakıştırmalar, işine gelenlerin işine geldiği biçimde yaptıkları abartılı övgüler, aşağılayıcı suçlamalar çok önemli doğrularmış gibi yutturulur. Sakın günümüze özgü bir şey sanılmasın bu; oldum bittim böyle olageldi. Gizlilik zorunluluğunun, baskı koşullarının doğurduğu, çoğu kez de görevli kışkırtmacıların becerikli biçimde dürtüşledikleri bir şeydi bu. Devrimciler katında, siyasal çizgide en ağır suçlamalardan en yüceltici övgülere kadar her türden yaklaşım biçimine konu olmuş biridir Nâzım da.. O çelişkili savları bir yana bırakarak diyeceğim ki, devrimci sanatımızda Nâzım'ın, kendinden sonraki kuşakları emziren dev kişiliği bence her türden tartışmanın ezici biçimde üstündedir. Fukara işçi mahallesinin lisede okuyabilen çocuğu olarak ileri yolda ilk adımlarımı atmaya da, o yolda yapabileceğim en yararlı iş olduğu inancıyla devrimci şiirler yazmaya da Nâzım'la başladım. Başka kaynaklar diyorsun. Bence, devrimci yoldaki görevli, işini en etkili, en ustaca yapmakla yükümlüdür. Nerde okuduğumu anımsayamıyorum, pek sevdiğim bir söz kalmıştır aklımda bu konuda söylenmiş: ''Bizi iyi savunamayacak avukatı neyleyeyim.?'' gibi bir şey.. Çoğaltalım bunu istersen: Bizi düşmana yedirten kötü asker devrimci generali, kurduğu köprü yıkılıveren cahil devrimci mühendisi, uçağımızı dağa çakan devrimci acemi pilotu vb.. neyleyeyim.?'' (Sayfa: 156-157)
*
''Devrim için gerekli olduğuna inandığım şeyi açık seçik söylemekle yükümlü saymışımdır kendimi. Ancak böyledir diye başka bütün yolları suçlamaya kalkmak da aklımdan geçmez; bağnazlık sayarım böylesini. Devrime, devrimci sanata gerçekten zarar getirdiğine yüzde yüz inanmadıkça doğal ki..'' (Sayfa: 157)
*
''Nâzım, disiplinli bir örgüte bağlanmış yiğit bir sanat savaşçısı olarak bizim egemen güçlerimizi, deyim yerindeyse kudurtmuş, deliye döndürmüştür. Zindana atmakla yetinemezlerdi. Onun bıraktığı sanat edebiyat boşluğunu doldurmakla da görevli sayıyorlardı kendilerini. Yalnız unutulmasının değil, çürütülmesinin, yadsınmasının da yollarına baktılar sürekli. Kolay iş değildi becermeye özendikleri şey.'' (Sayfa: 159)
*
''Hiçbir yaratıcılığı küçümsemeden, olup biteni dürüstlükle, dosdoğru saptayarak, giderek sanatı için o denemelerden de yararlanmalarının yollarına bakarak, uyanık, eleştirici, ama yaygarasız, ama sarkıntılığa kalkmayan, alçakgönüllü tavırdır devrimci sanatçı tavrı bence. Ortaya gerçekten yararlı, önemli yapıtlar koyma çabasında olmalıdır.''
*
Sanat Emeği, Nisan 1978, Sayı 2 (Sayfa: 161-162)


*
''Nâzım'ın sanatı anlayışlarına uysun veya uymasın, sanatla uğraşan herkes bugün Nâzım Hikmet'i edebiyatımızın en büyük hadisesi olarak kabul ediyor. Nâzım'ın sanatında iki büyük hadise el ele vermiştir ki bir teki bile ancak en büyük sanatçının başarabileceği kadar büyüktür. Nâzım'ın eserleri içerisinde Bedrettin Destanı bu iki sanat hadisesini ayıran ve birleştiren bir dönüm noktasıdır.
Birinci hadise Bedrettin'e kadar olan eserlerdir. 835 Satır, Varan 3, Jokont ile Siyau, Benerci, Taranta Babu. Bu eserlerle Türk edebiyatı yepyeni bir sanatçı tanıyordu: İnsanoğlunun kölelikten kurtulmak için yaptığı tarihi savaşta sanatıyla yer alan ileri inkılâpçı insan. Bu insan, Türk edebiyatında hesaplaşıyor, yıkıyor ve süpürüyordu. Bu gerçekten bir ihtilâl hadisesidir. Bir sanatçı, sanatını ancak bu kadar şuurla kullanabilir.
Bu atılış ve vuruşta Nâzım öylesine kuvvetli, kudretli idi ki eskiye ve geriye bağlı pek az şey ayakta kalabildi. Artık yeni nesiller için bir tek sanat yolu vardı: Nâzım'ın yolu. Rıfat Ilgaz'dan Oktay Rıfat'a kadar bütün genç sanatçıları, yeni nesillerin bütün değerlerini, Nâzım'ı anlamadan izah edebilmek imkânsızdır. Bu gelişme sadece şiir sahasında da kalmadı. Onun şiirle getirdiklerini hikâyeye, romana, resme ve öteki sanat kollarına da taşımaya başladılar. Bu devire, Türk sanatında Nâzım Hikmet devri demek doğru olur.'' (Sayfa: 165-166)


''Nâzım'dan ve sanatımızdan bahsederken insanın söze eski Yunanlı tabiat filozofları gibi başlayası geliyor: ''Önce her şey Nâzım Hikmet'ti.''..'' (Sayfa: 168)
*
Barış, 1 Temmuz 1950, Sayı 6
(Sanat Emeği, Nisan 1978, Sayı 2)


*
''Nâzım, güzelin değil, doğrunun, haklının peşindeki sanatçıdır. Güzel bunların ardı sıra gelir.''
*
Barış, 1 Haziran 1950, Sayı 4
(Sanat Emeği, Nisan 1978, Sayı 2) (Sayfa: 172)

23 Aralık 2020 Çarşamba

Emin Özdemir - Eleştirel Okuma

 Arka Kapak:

*
"Okuryazarlık"tan "Okur"luğa..
*
Hemen çoğumuz, okula başlayışımızdan kısa bir süre sonra, harfleri birbiriyle çatarak anlam çıkarma, başka bir deyişle okuryazarlık becerisini kazanırız. Ancak yaşamın akışı içinde bu beceriyi sürekli kullanma gereğini duymayız. Bu yüzden çoğumuz "okur" değil "okuryazar" sayılırız.
Peki, okuryazarlıktan okurluğa nasıl geçebiliriz.? İşte elinizdeki kitap böyle bir amaçla, okuryazarlıktan okurluğa giden yolu gösterme amacıyla hazırlanmıştır.
Okuyacağımız metinle sağlıklı bir iletişime nasıl girebiliriz.? Okur olarak sorumluluklarımız nelerdir.? Okurken neleri, nasıl göz önünde bulunduracağız.? Bunlar ve bunlara benzer soruların kılavuzluğunda "eleştirel ve yaratıcı okuma"nın gerektirdiği donanım, Emin Özdemir'in bu kitabında, örneklere bağlı olarak bütün yönleriyle gösterilmiştir.


*
Kimler içindir bu kitap.? Yazıyla, kitaplarla iletişim kurmak isteyen herkes için. Özellikle de orta ve yükseköğrenim öğrencileriyle, bu öğrencilere metin inceleme çalışmaları yaptıran Türkçe ve yazın öğretmenleri için.
Eleştirel Okuma, bilimsel bir asık suratlılıkla hazırlanmış, klasik bir yöntembilim kitabı değildir. Söylenilenler örneklere yaslandırılmıştır. Öğretici nitelikli metinler de, yazınsal nitelikli metinler de Türkçenin usta kalemlerinden seçilmiştir. Kitap bu yönüyle de bir seçki havası taşımaktadır.
Başta televizyon olmak üzere kitle iletişim araçları her geçen günle koyulaşan, nerdeyse okumaya karşı bir ortam oluşturuyor. Oysa bu ortamı değiştirmek, insanımızı okuryazarlıktan okurluğa geçirmek zorundayız. Çağdaş insan okuyan, okudukları üzerinde düşünen, kendini sürekli yenileyendir. Eleştirel Okuma'nın hazırlanış amaçlarından biri de bu gerçeği vurgulamaktır.
*
Emin Özdemir (Sayfa: 10)
*****
*
''Ünlü Alman ozanı Goethe'nin özdeyiş niteliği kazanmış bir sözü vardır. Der ki ''Okumayı öğrenmek sanatların en gücüdür. Ben bu işe yaşamımın seksen yılını verdim yine de tam olarak öğrendiğimi söyleyemem.''
Gerçekten de böyledir bu. Okuma, yaşamımızın belirli bir aşamasında ya da çağında başlayıp biten bir etkinlik değildir.'' (..)
''Okumanın yaşamımızda yeri yaşla sınırlı değildir. Her yaşın kendine özgü ilgileri, merakları, soruları vardır. Bunları karşılamak için insanoğlu her yaşta değişik kaynaklara yönelir, okumaya başvurur. Bu gerçeği yüzyılların ötesinden Montaigne ne güzel belirtiyor:
*
''Kitaplar, ömür boyu yanı başımda elimin altındadır. Yaşlılığımda ve yalnızlığımda avuturlar beni. Sıkıntılı bir avareliğin baskısından kurtarır, hoşlanmadığım kişilerin havasından dilediğim zaman ayırıverirler beni. Fazla ağır basmadıkları, gücümü aşmadıkları zaman acılarımı törpülerler. Rahatımı kaçıran bir saplantıyı başımdan atmak için kitaplara başvurmaktan iyisi yoktur, hemen beni kendilerine çeker, içimdekinden uzaklaştırırlar.. İnsan hayatı denen bu yolculukta benim bulduğum en iyi nevale kitaplardır ve ondan yoksun anlayışta insanlara çok acırım.'' (Sayfa: 11-12)
*****
''Okuma yazma becerisini kazanan kişi, kendi dilinin yazısını, imlerden sesler, sesbirimlerden sözcükler çıkarmayı öğrenmiştir gerçi, ama bu temel beceri ancak sürekli işletildiği, geliştirildiği zaman bir değer taşır. Yoksa uygar bir dünyanın gündelik olaylarını, kültürel, politik, ekonomik gelişmelerini izlemeye yetmez. Okuma yazma becerisi üstüne, bir okuma alışkanlığının kurulabilmesi için en önemli koşul ise temeli sağlam bir anadil öğrenimidir.''
(..) ''..gerçek okuryazarlık yetisi, okuduğunu kendi sözleriyle anlatabilmeyi de kapsar. Bu anlamda okuyan kimse başkalarına bağımlı olmadan, kendi okuma deneyleriyle, kendisi için bilgi edinmeye başlar, dünyaya, olaylara, insanlara bakışını, içgüdüsünü gitgide derinleştirir.'' 
*
Akşit Göktürk (Sayfa: 15)
*****
''..kitaplara ve bilgiye açılmanın ilk basamağı temel okuma becerisini, sürekli bir okuma alışkanlığına dönüştürebiliyor muyuz.? (..) ..alışkanlığa dönüşmeyen, kullanılmayan bir beceri zamanla yiter. Nitekim ''okumasını bilen ama hiç okumayan biri ile okumasını bilmediği için okumayan biri arasında bir fark yoktur.''..'' (Sayfa: 17)
*****
*
''Özgür insan, okuyan insandır. Çünkü, bilgisizliğin, kör inançların ve saplantıların her türlüsünü yenen bir güçtür okuma.''
*
Thomas Jefferson (Sayfa: 18)
*****
*
Öğrenim bizler için kıvanç, ruh güzelliği, yetenek kaynağıdır. Kıvancı, bir köşeye çekilip yalnız kalmaktır, ruha kattığı güzellik konuşmada belli olur, kazandırdığı yeteneklerin ise yargılar vermemizde, ilerimizi düzenlememizde yararı dokunur.'' (Sayfa: 20)
*
''Okuyorsan ne karşındakileri susturmak, bilgiçlik satmak için, ne her okuduğuna körü körüne inanmak, ne de konuşmalarına konu olmak için, ama incelemek, düşünmek için oku. Kitap vardır, ancak tadına bakılmak içindir; kitap vardır yutulmak, kitap vardır çiğnenmek, özümlenmek içindir..'' (..) ''Okumak insanı olgunlaştırır, konuşmak ustalaştırır, yazmak ise daha somut bir bilgi sağlar. Dolayısıyla az yazanın iyi bir belleği olması gerekir, az konuşanın keskin zekâlı, az okuyanın da bilmediğini bilir gibi görünebilmek için kurnaz olması gerekir. Tarih insanı bilge kılar, şiir iç zenginliği, matematik titizlik, doğal bilimler derinlik, mantık ile söz söyleme sanatı ise şaşırtma yeteneği kazandırır.
Evet, insan kafasının uygun bir öğrenim yardımıyla giderilmeyecek eksiği yoktur.'' (Sayfa: 21)
*****
*
''..Okuma tutkuların en soylusudur. Ekmek nasıl bedeni beslerse o da öylece ruhu besler. Alphonse Karr, okuma için 'tatlı tatlı kendinden geçme' demiştir. Büyük yazarlar ömürlerinin yarısını okumakla geçirmişlerdir. Montesquieu, 'Çeyrek saatlik bir okumanın gideremediği kederim olmamıştır' der. Bir kitap her zaman güvenilebilecek bir dosttur. Yas içinde bir ahbabına, Alphonse Daudet, 'Güzel kitaplar okuyun' diye yazmıştır.'' (Sayfa: 25)
*****
*
''Nasıl konuşmada bir konuşan ve konuşmanın alıcısı durumunda bir dinleyen varsa okuma eyleminde de konuşanın yerini yazar; dinleyenin yerini de okur alır.''
(Sayfa: 30)
*****
*
''Yazarlık nasıl bir yazma donanımı gerektirirse okurluk da bir okuma donanımı gerektirir. Bu donanım, öyle bir çırpıda kolayca edinilecek türden değildir. Değişik yapıda metinler üzerinde okuma deneyimi ister.'' (Sayfa: 33)
*****
*
''Fable'' türü her yönüyle yazınsal gelenek içinde yer almakla birlikte, kurmaca metinlerde gözetilen birçok koşulu yerine getirmez, çünkü bu türün örneklerinden çıkarılacak ''kıssadan hisse'', metnin yazıldığı günün toplumsal, tarihsel bağlamından nerdeyse soyut olarak, kesinlikle belirlenmiştir. Tek bir töre dersi vardır çıkarılacak, okur o dersi çıkarmak zorundadır. Metinle yaşam arasında çok yönlü kavramsal ilişkiler aramak değildir okurdan beklenen. (Sayfa: 45)
*
''Kafka'nın insan yaşamının evrensel anlamsızlığını, genelgeçer nitelikte kesin anlamlarla işlev gören bir geleneksel metin türü görünüşünde dile getirmesi de, ayrıca ilginçtir burda. Yazar, başlığa bakıp hazır anlam bekleyen okuru, bu beklentisiyle çelişecek karmaşık anlamların eşiğine getirip bırakarak, karşıtlık yoluyla da bir etki sağlıyor. Bu yönüyle Kafka'nın metni, geleneksel benzerlerinden ayrı, bütünüyle kurmaca bir iletişim konumunda alımlanmayı gerektiriyor. Ancak, bir geleneksel hayvan öyküsünü de Kafka'nınki gibi, kurmaca düzeyde kavrayamayacağımız ortaya çıkıyor böylece.''
(Sayfa: 48-49)
*****
*
''..bir yazının değeri, konusundan gelmez. Çünkü konunun iyisi, kötüsü, güzeli, çirkini, değerlisi ya da değersizi yoktur. O konuyu ele alış, işleyiş önemlidir.'' (..) ''Şu ilkeyi bir kez daha anımsayalım: İyi okuyucu düşünerek okur, okurken düşünür.'' (Sayfa: 54)
*
''Yazar, nasıl yazısını oluştururken ilkin konuyu belirlemişse, okuyucu olarak biz de özellikle öğretici boyutlu yazılarda konuyu bulmakla okumayı sürdüreceğiz. (..) Anlayarak okumanın ilk adımı konuyu araştırıp bulmaktır.'' (Sayfa: 55)
*****
*
''Öğretici boyutlu yazılarda yazının düşünce yapısını kurmada ve oluşturmada bakış açısının payı büyüktür. Yazar, nasıl görüyor konuyu.? Sınırlı genel bir biçimde mi ele alıyor yoksa geniş bağlamda özel boyutlara kavuşturarak mı.? Yerel ya da ulusal bağlamda mı düşünüyor yoksa evrensel ölçütler içinde mi.? Onaylamacı bir tutum içinde mi yoksa eleştirel mi.? Bunlar ve bunlara benzer sorular bakış açısının yönünü, niteliğini saptayıp belirlemede bize kılavuzluk yapabilir.'' (Sayfa: 56)
*****
*
''Amacın yoğunlaştırılarak bir yargıya dönüştürülmesine, daha doğrusu bir önerme biçiminde yazıda belirmesine ileti (anadüşünce) diyoruz. Yazarın konuya bakış açısında göre ileti olumlu da olabilir olumsuz da. Kuşkusuz bu söylediğimiz, öğretici metinlerle ilgili bir olgudur. Yazınsal metinlerde ileti örtüktür; metnin dokusu içinde eritilmiştir.''
(Sayfa: 71)
*****
*
''İyi düzenlenmiş öğretici bir metinde her paragraf bir düşünce birimidir. Yazıda kaç paragraf varsa o kadar da düşünce var demektir. Öyleyse öğretici nitelikli yazıları okurken paragraf başları bizim için birer ipucu görevi görebilir. Çünkü her yeni düşünce öne sürülürken yeni bir paragraf yapılır. Paragrafların ilk cümleleri de genellikle öne sürülen bu yeni düşünceyi karşılar.'' (Sayfa: 73)
*****
*
''..bazı büyük eserler, adeta iki katlı gibidir. Üst kat, yani düzeydeki kat, çoğunun anlayacağı cinstendir. Eserin asıl büyüklüğünü, alt katın anlamını ise, herkes kolay kolay kavrayamaz.'' (Sayfa: 74)
*****
*
Tanık gösterme: Öğretici nitelikli metinlerde bir düşünceyi inandırıcı kılma ya da pekiştirme için kimi kişilerin düşünce ve sözlerine başvurulur. Okuyucu olarak bu da bizim içim bir uyarıcı olabilir. M. C. Anday'ın şu paragrafında olduğu gibi:
*
''Bilgelik, bir anlamda, bir insanın kendi düşüncesine bütün öbür düşünceleri hiçe sayarcasına önem vermesini hor gören bir tutumdur. Bilge insan, kendi düşüncesine, kendi düşüncesi olduğu için önem vermemesi, kuşkuyla bakması gereken insandır. Ne diyor Valery ''Bizim düşüncemize kendi düşüncemiz olduğu için inanmamayı öğrenmeliyiz. Tersine onu kuşkuyla karşılamamız gerekir.'' Ama politikacıların tutumu bunun tam tersi değil mi.? Hangi politikacı vardır ki kendi düşüncelerinin tartışma konusu yapılmasına göz yumsun.? ''Düşüncelerinin karşısındayım, ama senin düşüncelerini savunma hakkını sonuna kadar destekleyeceğim,'' diyen Voltaire'in bilgelik formülüne hangi politikacı varabilmiş bugüne değin.?'' (Sayfa: 77)
*****
*
''..düşünmeyi bilen insan tipini yaratmadıkça, açtığımız okulların büyüklüğü, üniversitelere yerleştirdiğimiz gençlerin sayısı ne olursa olsun, eğitim sorununu çözmüş sayılamayacağız.'' (Sayfa: 80)
*****
*
''Bir yıl sonrasını düşünüyorsan tohum ek
Ağaç dik, on yıl sonrası ise tasarladığın.
Ama yüz yıl sonrası ise düşündüğün, halkı eğit.
Bir kez ürün verir ekersen tohum,
Bir kez ağaç dikersen on kez ürün verir,
Yüz kez olur bu ürün eğitirsen halkı.
Balık verirsen bir kez doyurursun halkı.
Öğretirsen balık tutmasını hep doyar kamı.
*
Yukarıdaki dizeleri, Kuan-Tzu adlı eski bir Çin ozanı yazmış. Kuan-Tzu, bu sözleri İ.Ö. binyıllarında söylemiş. Yüzyılları, binyılları aşıp gelmiş bu sözler, nice çağlar aşarak, nice sınırları geçerek.. Halk için yapılmış her iyi davranışın, halk yararına yöneltilmiş her sözün böylesine sonsuz anlamı vardır.'' (Sayfa: 82)
*
''Sözgelimi, bugün geniş toplulukları ilgilendiren Kelile ve Dimne'yi Beydeba, ileride yönetimi ele alacak olan prensleri yetiştirmek için yazmıştır. O çağlar, okulların yaygın olmayışı bir yana eğitimin toplumla ilgili oluşu da düşünülemezdi. Toplum ''efendi''ye hizmet etme yolunda koşullanmıştı. Geniş halk topluluklarının böylesine eğitici bir yapıttan yararlanmaları yüzyıllar, hatta binyıllar sonra gerçekleşmiştir.'' (Sayfa: 83)
*****
*
''Bir paragrafı anlayarak okuma, bir matematik problemini çözmeye benzer. Nasıl problemin çözümünde öğeleri değerlerine göre kullanma, aralarındaki ilişkiyi doğru kurma bir zorunluluksa, paragrafı oluşturan sözcükleri de doğru algılama, birbirleriyle ilişkilerini bulma, yansıttıkları düşünceyi ve düzeni görme de öylesine bir zorunluluktur.''
(Sayfa: 89)
*****
*
''Kimi cümleler vardır ki lokomotif niteliğindedir. Öteki cümleleri onlar çeker, içlerinde anahtar kavramları barındırır. Bir bakıma o sayfa ya da paragrafın anadüşünce cümlesi gibidir.'' 8Sayfa: 94)
*****
*
''Okulların en verimlisidir romanlar. Kurallar değil sevgiler, kesinlikler değil eğilimler, yasalar değil istemler kazanılır bu okulda. Herkes yorum özgürlüğünce yetişir romanlarıyla. Sizi bilmem ama ben romansız yaşayamam.''
(Sayfa: 106)
*****
*
''Olay örgüsünü kavrayabilmek için, merak duygusunun yanına zekâ ile belleği de katmamız gerekir.'' (Sayfa: 114)
*****
*
''Yaşar Kemal, bilerek bilmeyerek, Memidik'in kişiliğinde bir Hamlet, bir köylü Hamlet yaratıyor. Bu görev, giderek bir tutku haline gelen o öldürme saplantısı, bocalamalar, korkular, kaygılar, düşle gerçek arasında bocalamalar, kurtulmak için çabalamalar.. Memidik'i bize özgü bir Hamlet yapıyor.'' (Sayfa: 151)
*****
*
''Her roman, öykü belirli bir zaman dilimi içinde geçer. Günün hangi saatinde, yılın hangi mevsiminde geçiyor anlatılanlar.? Ne kadar sürüyor.? Buna nesnel zaman diyoruz. Elbette okuduğumuz yazınsal metinleri algılayıp kavramada metne bu açıdan da bakmalıyız. Öte yandan bir de öyküleme zamanı vardır. Bir durumdan başka bir duruma geçişi gösterir. Geleneksel anlayışa göre öykülemede zaman A'dan Z'ye doğru bağlantılı bir gelişim çizgisi izler. Ancak kimi öykü yazarları bu çizgiyi sürdürmez. Bunun tersine öykü kişilerinin içinde bulundukları dramatik anı ya da noktayı çıkış yapar. Bu anı ve noktayı başlangıç olarak seçer; zamanın akış düzenini değiştirir. Sözgelimi A'dan başlamaz, bunun yerine dramatik noktayı gösteren K'dan L, M, N gibi bir sıra izledikten sonra geriye bir dönüşle başlangıca yani A, B, C'ye gelebilir.'' (Sayfa: 152)
*****
''..öykü ya da roman yazarı, anlattıklarının zihnimizde belli bir yere bağlı olarak belirli bir imge oluşturması için o yerle ilgili belirleyici ayrıntıları seçer. Anlatılanlardan tat almamız, onu zihnimizde tam olarak canlandırabilmemiz bu ayrıntıların belirtilmesindeki başarıya bağlıdır.'' (..) 
*
*
''Öykünün başında bir odanın duvarında asılı bir tüfekten söz edilmişse öykünün sonunda o tüfek mutlaka patlamalıdır.'' (Sayfa: 169)
*****
*
''Eskiden beri yazınsal metinler içinde şiire ayrı bir yer verilmiştir. Homeros ünlü destanı İlyada'da ''kanatlı söz'' diye adlandırır şiiri. Sözcüklerin ses ve anlam örgüsü yönünden oluşturduğu yapıya bakarak yapar bu adlandırmayı. Osmanlı Tezkirecisi Latifi de ''sözün ruhu'' der şiir için. Üzerinden yüzyıllar geçmesine karşın bu tanım ya da adlandırmaların geçerliğini yitirdiği söylenemez.''
(Sayfa: 195)
*****
*
''Şair hazır bulduğu şiiri kullanan değil, şiiri yeniden yapan adamdır. Duygulu anlarımızda dilimize gelen sözler çokluk başkalarının şiirleridir. Bunları kendimizin sanacak kadar benimsemiş, bizim sandıracak kadar yerinde kullanmış da olsak şair geçinmekle kalırız. Bu hal nice ünlü şairlerin de halidir.'' (Sayfa: 197)
*
''Düşünceyi içine almakla beraber düşünceyi aşan bir şey var şiirde; usta şairin bildiği, bilir olduğu, düz sözle anlatamayıp yalnız şiirler duyurabildiği bir üst-düşünce, bir üst-gerçek.'' (..) ''İnsan kendiliğinden, durup dururken , nerden geldiği bilinmez bir nefesle kemancı, terzi, filozof, mühendis olamazken ne diye şair olabilsin.? Hangi büyük şairin başarısı sadece istidadıyla izah edilebilir.? Hangisi kendinden önceki şairlerin ne yaptığını bilmeden, şiirin nasıl yapıldığını öğrenmeden sahici şiire varabilmiş.? Şöyle bir akşam üstü, esip söylenivermiş sandığımız nice şiirlerin arkasında bir kumaş tezgâhının takır tukur kargaşalığını, girift, renk renk ipuçlarını, kesme, kırpma, sarma, açma, kapamalarını andıran bir yapma gayreti saklandığını gittikçe daha iyi biliyoruz.''(Sayfa: 198-199)
*****
*
Dörtnala haberci ilkyazdan
Aşağıdan inceden beyazdan
Dumanı tüten sıcak tohum
Dolan kara toprağı dolan
Ulaş yeryüzüne ak tohum
*
Hay gücüne kurban olduğum
Dağ taş dinlemezim hey aman
Göster o gül yüzünü göster
Önce yeşil yeşil bak tohum
Sonra sarı sarı gülüver
*
Donansın donansın daneler
Kız oğlan kız, alaca kına
Tarlalar sebil tek bedava
Ver güzelim ver yiğitim ver
Pir aşkına fakir aşkına
*
Anladım farkı neden sonra
Tohumdan başka şeymiş bitki
Bu küçük deli fişekteki
Ne ki.? Ağaç mı allı pullu
Yoksa ayrık mı, başak mı ki.?
*
Kim bilecek.. kapalı kutu
Ama bulut, yağmur bulutu
Gelir kararır nerdeyse
Tohum altta nefes nefese
Kulağı gök gürültüsünde. (Sayfa: 200-201)
*****
*
''Kırmızı bir kuştur soluğum
Kumral göklerinde saçlarının.'' (Sayfa: 203)
*****
*
''Şu senin bulutsu sesin var ya
Uçtan uca ters yüz ediyor geceyi'' (Sayfa: 208)

Sohrâb Sepehrî (سهراب سپهری) (Sohrâb-i Sipihrî) - Sekiz Kitap, Bütün Şiirleri (Farsçadan Çeviren: Mehmet Kanar)

Rengin Ölümü (1951)   GECENİN KATRANINDA * Nicedir bu yalnızlıkta Suskunluğun rengi dudakta. * Bir ses çağırıyor beni uzaktan Ama ayaklarım ...