1 Kasım 2024 Cuma

S. Üstüngel (İsmail Bilen) - Savaş Yolu


 ''..Hapis, zindan, kan, ateş; halk hareketini, milli kurtuluş ve demokrasi hareketini durduramaz.! Bugün Türkiye halkını inim inim inletenler, kanlı padişahların menfur akıbetini düşünsünler.!''

*
M. Suphi, 10 Eylül 1920
*
ÖNSÖZ:
*
''Üstüngel'in notları, Türkiye Komünist Partisi'nin hayat kitabından yankılardır. Üstüngel'in kitabı, Türkiye Komünist Partisi tarihinden çeşitli merhaleleri büyük bir sadakatle aksettirmektedir. Fakat bu kitap, sadece bir tarih vesikası değildir. Tarih vesikası olarak değeri çok büyüktür; ama Türkiye halkının Amerikan emperyalizmine ve onun yerli bezirgânlarına karşı, milli bağımsızlık ve barış için bugünkü savaşını da aksettirdiği için değeri bir kat daha artmaktadır. Dahası var: Bu kitap gerçek ileri Türk edebiyatının, Türk nesrinin yer yer destanlaşan en kusursuz örneklerinden biridir. Önemli bir noktaya daha işaret etmek isterim: Türkiye komünistleri, Türkiye Komünist Partisi'nin üyeleri ilk defa bu kitapta elle tutulur, gözle görülür birer insan olarak yaşatıldı. Türkiye'nin komünist insanları, ilk defa Üstüngel'in kitabından, oldukları gibi ve bütün gerçeklikleriyle, Türk edebiyatına girdiler. Kitaptaki işçi, köylü ve memurlar da sosyalistçe bir realizmle ve derin bir ustalıkla tesbit edilmişlerdir.'' (Sayfa: 6)
*
NÂZIM HİKMET, Aralık, 1951


İki Kuşak:
*
''Kıvılcımlı manyaktı. Geçimsizin biri, bölücü, parçalayıcıydı. Örneğin: 1928-1929 yıllarında, Merkez Komitesi'nden gizli gruplar kurdu. Bunlarla toplantılar yaptı. ''KIVILCIM'' adlı, çok ilkel, ''gazete'' diye bir yaprak çıkardı. Polis ajanları doldu kurduğu grupçukların içine. Onun bu bölücü grupçuluğu polise yaradı. Geniş tutuklamalar oldu. İş*kenceler, yar*gılamalar, sür*günler, ağır hapis cezaları birbirini izledi. Parti çetin bir dönem yaşadı.
Bu adamda komünist moral diye, parti disiplini diye bir şey yoktu. Bütün bu nedenlerle TKP'den atıldı. Marks'ın, Lenin'in yapıtları üzerinde sorumsuzca oynadı. Mıncıkladı bunları. Yazdıkları deli saçmalarından başka bir şey değildir. Okuyanın kafasını karıştırmaktan başka bir şeye yaramaz. Burjuvazi, böylesi bir adama böylesi bir alan, özgürlük sağladı. ''Vatan Partisi'' yüzünden yapılan bir duruşmasında ''Komünist olmadığına'' polisi tanık gösterdi.. Sovyet düşmanlığını, Çekoslovak olayları üstüne basında çıkan yazılarıyla, özellikle ''TÜRK SOLU''ndaki yazılarıyla kusuvermiştir.. Böylesi bir hortlağa sarılanların, kimin değirmenine su akıttıklarını görmek zor değildir.'' (Sayfa: 14)
*
S. ÜSTÜNGEL, Eylül, 1974


FOTOĞRAF
*
Acemisi için fotoğraf makinesi sihirli bir kutuya benzer. Ama bu dünyada her işin bir kolayı var.
Fotoğraf değişik pozlarda çekilir. Fotoğraf makineleri de, fotoğraf çeken de, fotoğrafını alacağınız şeyler de, fotoğraf objektifleri de çeşitlidir. Hiçbiri, birbirine benzemez.
Bazı fotoğraf makinelerinin objektifi camdan farksızdır. Çekersin çekersin, kapkara, yahut beyaz bir duman lekesi çıkar. İşin acemisiysen, iyi bir makineyle de çeksen hiçbir şey çıkmaz. Elin ustalığı, gözün alışkanlığı lâzım. Fotoğraf çekerken aydınlığı, karanlığı, gökteki bulutu, yerdeki gölgeyi, zamanı, saati hesap etmek gerek. Ama objektifi kuvvetli, telemetresi ince hesaplanmış bir makineyle, şöyle içe ferahlık veren bir deniz görüşü çekmek zevkli bir şeydir.
*
Deniz masmavi
Güneş kıpkırmızı.
*
İstanbul'da, günün en kalabalık saati. Eminönü'nde, altıyol ağzında, fidan boylu, çıplak ayaklı ve aşağı yukarı 13 yaşlarında bir çocuk, tatlı bir sesle bağırıyor:
- Kolay fotoğraf.! Canlı fotoğraf çekmek isteyenler.! Beş kuruşaaa.! Sudan ucuz.. Beş kuruşaaa.!
''Satıcı'', hafif tertip koşuyor. Gözüne kestirdiğine, minicik bir kitap uzatıyor. Kitabın kapağında, güzel bir Kodak makinesinin resmi.. Çocuk, Yenicami'ye saptı.. Kemerin altından geçti.. Bahçekapı'dan Mahmutpaşa'ya doğru, vurdu gitti..
*
.....................
.....................
Sabahın erken saati. Aksaray tramvayları depodan çıktı.. Bebek'ten gelen ilk arabada, biletçi gözlerini oğuşturuyor.. Ortaköy'den ve karşıdan Karagümrük'ten işbaşına koşanlar, tramvaylara atlıyorlar. Vagonlarda, kanepelere minicik kitaplar bırakılmış. Kapakları renk renk. Ama hepsinin üstünde bir Kodak fotoğraf makinesinin resmi.. Nasırlı eller, hızla kitaplara uzanıyor.. Eller, kapakları, yaprakları çeviriyor:
...içe ferahlık veren bir deniz görüşü çekmek zevkli bir şeydir.
*
Deniz masmavi
Güneş kıpkırmızı.
*
Denizin içi güneşle yanıyor. Mor sularda ateş ağaçlar dalgalanıyor.
*
Vapurun güvertesi yanıyor. Kelepçeli bileklerimiz yanıyor. Arkadaşımın altın sarısı dalgalı saçları, ikide bir mavi gözlerine sarkıyor. Arkamızda jandarmalar: süngüler güneşte parlıyor. Bir cezaevinden öbürüne sürüyorlar bizi. Vapurun güvertesini, jandarmalarla yan yana, adımlıyoruz..
Makine dairesinden yakıcı, boğucu bir hava yükseliyor. Grankşaft kolları sintinede boğuk sesler çıkarıyor. Tepeden, makine dairesine bakıyoruz. Makinistlerin donuk çehreleri, paslı aynalar gibidir. Bir yağcı daldı, bize bakıyor. Az kalsın kolunu eksantirik dişlisine kaptıracaktı. Çabuk davrandı, yalnız, elindeki yağdanlık grank milinin altına gitti. Bu kara saçlı işçinin gözleri ne kadar da iri. Yüzünün çizgileri ne kadar keskin. Yüzünde iri, yağlı, lekeli ter damlaları, birer damga gibidir. Damgalar, çekiç izlerinden farksızdır.
Kazan dairesinde, dipte, ocakların kızıl alevleri parlıyor. Belden yukarısı çıplak ateşçiler, ocakları süngülüyor. Cehennem yangını var.!
Denizin sırtı pul pul yanıyor. Güverteyi güneş kavuruyor. Güverte yolcuları, tabakhanede güneşe serilmiş postlar gibidir..
Birinci mevki kamaralar. Salonunda, bir fokstrot plağının gıcırtısı dönüyor. Gıcırtı, vantilatörlerin uğultusuna karışıyor..
Başaltına indirdiler bizi. Ambar, koyunlarla ağız ağıza dolu. Koyunlarla koyunkoyuna gelmiş köylü yolcular. Sırtüstü yatan iki kişi, hazin bir Eğin havası mırıldanıyor. Bazan açılan bu yanık ses, birden koyun melemelerine karışıyor. Gübre ve sidik kokusu insanın burnunun direğini kırıyor.
Tel kelepçe bileklerimizi yakıyor. Yukarıya çıktık. Üçüncü süvari puruvada. Bir çarkçı, ırgat başında. Demiri hazırlıyorlar.
Deniz kıyıları. Portakal bahçeleri. Dağların arasından kıvrana kıvrana akan Askeroz ırmağı. Yamaçlarda, avuç içi kadar mısır tarlaları. Vapurun puruvasında, ilerdeki burunda, deniz fenerinin beyaz kulesi iyice seçiliyor.. ''Kızkulesi''. Eski kale burçları.. Kent, bir yarım ay biçiminde. Yapılar, evler, dağın eteğinde, sanki üstüste sıralanmış raflar gibi görünüyor.
Vapur limana giriyor.. Demir attı. İskeleye çıkıyoruz.
*
S. Üstüngel (Sayfa: 19-21)
*
ZINDANCILAR:
*
''Benim gözlerim, müdürün kıyafetine takıldı: Başında melon bir şapka, sırtında yakası yağlı bir smokin, benekli, kıravatsız bir gömlek; pantolonu ne şalvara, ne de potura benziyor. Ayağında mest-lâstik. Sultan Hamit'ten kalma müdür, işte bu kadar yenileşmişti. Bizim ''cumhuriyet''te kılık kıyafet böyle değişti. Burjuvazi buna ''devrim'' demeğe sıkılmadı.'' (Sayfa: 25)
*
ARALIK:
*
''Ezilen ulusal azınlıkların komünistlere karşı ayrı bir sempatisi var. Biz, yıllarca bir kalede Kürtlerle hapis yattık. Sıkı yalıtıma rağmen, Kürt mapuslar bizimle bağlanmanın yolunu buluyorlardı. Onlar olmasaydı, yalanı yok, susuzluktan, açlıktan kırılırdık. Türkiye'de cezaevlerinde, çoğu sıra komünistlere tayın verilmez. Dışardan bir bakanın yoksa, halin dumandır.'' (Sayfa: 29)
*
HALK HESAP SORACAKTIR:
*
''Burjuvazi, cellâtlar, istedikleri kadar masal düzsün, yalan uydursunlar. Türkiye halkı, tarihi ile, günü ile, belgeleriyle, Mustafa Suphi'leri kimlerin Karadeniz'de bo*ğdurduğunu, köylü Mesut'u kimin a*stırdığını, işçi Abbas'ı kimin ö*ldürdüğünü biliyor. Günü gelir, tarihsel saat çalar.! Halk hepsinin hesabını sorar bu cellatlardan.!'' (Sayfa: 37)
*
''HARAŞO.. TAVARİŞ.. BARBA..''
*
''İd*amlık Ekşioğlu hoş bir adam. Boyuna arkadaşına takılır. Osman kaptan hızlı konuşur. Hiç gülmez. Fakat saraç, arkadaşına şefkatle bakar. O, Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın en çetin günlerinde, Sovyet limanlarından silah, cephane taşımış. Osman kaptan bunları bize anlatıyor.
- O zaman Rusların da dar günleri idi. Sovyetlere saldırmayan gâvur kalmamıştı. Öyle iken, her sefer yaptığımız zaman, tavarişler bizi el üstünde tutar, hemen motorumuzu yükler, yola vururlardı bizi. İnanın ki, bize verdikleri şeyler o zaman kendilerine daha çok lâzımdı.. Onların bu cömertliği olmasaydı, biz ne yapabilirdik memlekete dalan yabancı itlere.? Sovyetler bize arka oldu da, İstanbul'dan İngilizleri, Amerikalıları, Anadolu'dan Yunanlıları kovduk.. Ankara kalesine oturan haramiler istiyor ki, biz bunları unutalım.. Südü bozuk bu namussuzların.! Desene, milletini düşünmeyenlerden komşusuna hayır gelir mi.? Anapa limanından bizi son defa yola vuran Rus gemicisinin şen sesi hala kulaklarımdadır: ''Haraşo.. tavariş.. barba.!''
Türk halkının, büyük komşusu Sovyet halkına karşı beslediği minnettarlık duyguları, ayakları prangalı, kır saçlı kaptanın ağzından Rusça olarak çıkan ''İyi.! yoldaş.. savaş..'' sözlerinde düğümlenmiştir.'' (Sayfa: 49-50)
*
TAŞÇI HASAN'IN MİRASI:
*
''Türkiye'de kömür ve maden ocaklarında çalışan işçilerin hali, burada angarya çalıştırılan kürek mahkûmlarının durumundan hiç de farklı değildir. Maden ocakları, eski araçlar ve köhne usullerle işletilir. Kazaları önleyecek avara donatımı arama.. Hiçbir sağlık yardımı yok. Ağır iş, az gıda, kötü barınak, çeşitli hastalıklar, hele ince maraz.. binlerce işçiyi her yıl mezara götürür. ''Sosyal Sigorta'' yalnız kağıt üzerinde var. Ama yevmiyelerden barsak keser gibi ''Sosyal Sigorta'' için %5 kesilir. Sakat kalanlara, işbaşında kazaya kurban giden işçilerin ailelerine, gözyaşlarından, küfür ve hakaretten başka hiçbir şey verilmez.'' (Sayfa: 51)
*
ELİMİZDEKİ BİRİCİK SİLÂH:


''Yalan olmasın. Kasımdaydı. 1919 olacak. İngilizler Amerikalılar çoktan İstanbul'a girmişti. Onlar, bu bizim kıyılarda da görünmüştü.. Birinci Dünya Savaşında esir düşenler dönüyorlardı. Bizim çarşıdan semerci Mehmet, kazancı Halit, yelkenci Durmuş sağ salim çıkagelmişlerdi. Gelenler, başlarından geçenleri anlata anlata tüketemiyordu. Rusya'da Çarı devirmişler. Halk ayaklanmış. İşçiler başa geçmiş. Komünistler öne düşmüş. En büyüğüne Lenin derler. Çok adaletli imiş. Beyleri kovmuşlar. Toprakları köylülere dağıtmışlar. Şûralar kurmuşlar: ''Dünyada ne kadar millet varsa, hepsi kardeş kardeş yaşasın'' demişler..'' (Sayfa: 70)
*
TAYIN, DOKTOR VE SARI ALTIN:
*
''En küçük bir başarı, yığınlara cesaret verir.'' (Sayfa: 90)
*
ONLARIN ARKASINDA AMERİKA VAR:
*
''Burjuvazinin en kahpe, en iğrenç taraflarından birisi de, ikiyüzlülüğüdür.!
Anayurdumuzu uçuruma sürükleyenler, her zaman yalan söylemiş, her zaman kahpelik etmişlerdir. Bunlar, artık yalan uydurmak zahmetini de bir kenara attılar. Bunlar hayasızlaştıkça, birçok şeyleri açıkça söylüyorlar. ''Yeni Sabah'' gazetesi, her şeyi fora etti: ''Ne diye ve kimden çekiniyoruz.? Arkamızda Amerika var.. Bizde çeyrek asırdır, demokrasi kisvesi altında bir toptancılık ve şeflik sistemi var. Bu rejim, İspanya'da Franko'nun faşist diktatorasından kıl payı ayrılmaz.'' Bu tabloyu ''Cumhuriyet'' gazetesi tamamlıyor: ''Allahın bir belâsı olan şu demokrasi kisvesini bir kenara atmalıyız'' diyor.
Burjuvaziye artık, şimdiye kadar kullandığı sahte demokrasi şalı da fazla geliyor.!'' (Sayfa: 115-116)
*
''KIRK HARAMİLER''
*
''..''Kırk Haramiler'', Türkiye'de fabrika açmaktansa, 200 milyon dolarlık bir sermayeyi, halktan sızdırdıkları bu paraları, Amerikan bankalarına bağlı tutmayı daha yeğ buluyorlar.'' (Sayfa: 123)
*
BAĞIMSIZLIK YOLU:
*
''Halkın çoğu İzmir demez, ''Gavur İzmir'' der. Bu İzmir, komprador burjuvazinin, levantenlerin, kozmopolitlerin, yabancı firmaların saltanat sürdüğü İzmir'dir. Bu İzmir, emperyalist ajanların çok eskiden yuvalandığı, faşist partilerin güç aldığı İzmir'dir. Bu İzmir iğrençtir, haindir, satılmıştır.
Başka bir İzmir vardır. Halk ona ''Güzel İzmir'' der. Bu İzmir, güçlü bir işçi yatağı olan, savaş gelenekleri olan, ''Gavur İzmir'' ile uzlaşmaz bir savaş halinde olan, emekçilerin yaşadığı İzmir'dir. (..) Bu İzmir, 195'de 2000 dokuma işçisinin, kaldırım taşlarını söküp jandarmalarla gırtlak gırtlağa boğuştuğu İzmir'dir. Bu İzmir'in açlıktan, hastalıktan, işsizlikten gözleri donmuştur. Burjuvazi bu İzmir'den korkar.'' (Sayfa: 131)
*
''Amerikan denizcileri edepsizliği ele almış: Bağırıp çağırıyor, önlerine gelene yumruk sallıyor ve sokaklardan geçen kadınlara sataşıyorlar. Bu sarhoş kabadayılar, Karantina'da, yol ortasında bir kadının üzerine çullandılar. Kadın, imdat çığlığı kopardı. Polisin aldırdığı yok. Gelip geçenler duruyor. Halk şaşkınlık geçiriyor. Polis:
- Biz onlara karışamayız.' diyor.
Liman işçileri ve şoförler, imdat sesine koştular. İşçiler kalabalığı yardı. Silâhlar patladı. Zoru gören Amerikalılar denize doğru kaçıyorlar. Bunlardan biri kanlar içinde yere serildi.
Türkiye halkının ulusal onurunu, namusunu korumak ve kurtarmak ödevi işçi sınıfının boynuna düşmüştür.'' (Sayfa: 132-133)
*
Kitabı okurken araştırmış ve PDF'ine rastlamıştım. Okumak isteyenler için buraya linki bırakıyorum:
*
https://filedn.eu/lpwTKmJuSKCLNjzDCWvh2dm/kutuphane/TKP-kutuphanesi/tkp-1974-savas-yolu.pdf

26 Ekim 2024 Cumartesi

John Boyne - Çizgili Pijamalı Çocuk (Türkçeleştiren: Tülin-Tayfun Törüner)


''Bir ev; bir sokak, bir şehir ya da tuğla ve harç gibi yapay şeyler değildir. Ev, insanın ailesinin olduğu yerdir.'' (Sayfa: 48)

*
''..bana sorarsan hepimiz aynı gemideyiz ve gemi su alıyor.'' (Sayfa: 58)
*
''Çocuklar için geçerli olan kuralların, kuralları koyan onlar olduğu halde, büyüklere uygulanmadığı gerçeği onu fena sinirlendirmişti.'' (Sayfa: 58)
*
''Yemeğe ihtiyaç duymanın ne demek olduğunu bilemezsin. Hiç aç kalmadın, değil mi.?'' (Sayfa 59)

21 Ekim 2024 Pazartesi

Campanella - Güneş Ülkesi (Civitas Solis) (Latinceden Çeviren: Çiğdem Dürüşken)

 

Arka Kapak
*
Campanella'ya göre doğa "sonsuz bilgelik" üzerine yazılmış bir kitaptır. Çünkü doğa yaşayan bir organizmadır, doğada olup biten her şey iki karşıt gücün ilişkisi sonucu meydana gelir. Her varlık kendini koruma eğilimini duyularla gerçekleştirir, kendisine zarar verecek olandan bu sayede kaçar, olumlu olanı arar. Aristoteles karşıtı bu görüşleri, Dominiken manastırlarındaki yalın ve paylaşımcı yaşam anlayışıyla birleşince Campanella sürekli baskı altında tutulur; hapsedilir, işkence görür, sürgüne gönderilir.
*
Güneş Ülkesi yazarın, özgürlük arayışının ütopyasıdır. Kitabın kahramanı olan ve yeniyi arayışı simgeleyen Cenevizli Kaptan seyahatleri sırasında ekvatorun altındaki Taprobana adasına gelir. Burada yurttaşların bir tür komün hayatı sürdürdüğü Güneş Ülkesi'ni görür. Kendini beğenmişliğe, dolayısıyla kötülüğe yol açtığından özel mülkiyet yasaktır; bu ülkede her şey herkese aittir. Herkes sürekli eğitim görmekte, kendini geliştirmektedir. Bütün hayat, varlıktaki olumlu olanı ortaya çıkarıp geliştirmeye adanmıştır. Güneş Ülkesi, Thomas More'un Ütopya geleneğinin parlak bir örneğidir.
*
''Sevgi'ye gelince, asıl görevi üreme işini gözetmek. Erkeğin ve kadının kusursuz bir soy üretecek şekilde çiftleşmesini sağlamak. Bu konuda bizimle alay ediyorlar, çünkü biz atların, köpeklerin üremesine onca özen gösterirken insanların üremesine kayıtsız kalıyormuşuz. Sevgi doğan çocukların yetiştirilmesinden sorumlu; Hekimlikten, Eczacılıktan, toprağın ekiminden, tahıl ürünlerinin ve meyvelerin hasadından, ziraattan, meracılıktan, mevsimlere göre yapılan hazırlıklardan, aşçılıkla ilgili işlerden de; yani beslenmeyle, giyim kuşamla ve cinsel birleşmeyle ilgili ne var ne yoksa hepsinden sorumlu ve bu sanatları öğretmekle yükümlü erkek ve kadın öğreticileri yönetmekle görevli.'' (Sayfa: 42-43)


''..eğitimli birinin yöneticilik aklına sahip olduğundan hiç kuşku duymayız; oysa sizler nerede cahil adam var onu başınıza geçiriyorsunuz veya soylu bir aileden geldiğinden ya da güçlü bir parti tarafından seçildiğinden bu tür adamların yöneticiliğe uygun olduğunu düşünüyorsunuz.'' (Sayfa: 50)
*
''..ahlakı bozuk insanlar sadece yasa ya da Tanrı korkusuyla iyi davranışlar sergilerler, ama bu korku geçer geçmez ya gizliden gizliye ya da açıkça Devlete büyük zararlar vermeye başlarlar.'' (Sayfa: 62)
*
''Bizim, doğanın insana yüklediğini düşündüğümüz bazı sorumluluklara onlar pek önem vermezler, örneğin çocuğunu tanımak, onu büyütüp yetiştirmek, eşini, evini ve çocuklarını sahiplenmek gibi; onlara göre, Aziz Thomas'ın da dediği gibi, üreme soyun devamı içindir, bireyin değil.'' (Sayfa: 65)
*
''Onların ülkesinde zengin, yoksul hepsi beraber bir ortaklık kurmuştur; hepsi zengin, çünkü her şeye sahipler; hepsi yoksul, çünkü hiçbir şeye sahip değiller, Sonuçta malın mülkün kölesi değiller, aksine malı mülkü kendilerine köle kılmışlar.'' (Sayfa: 70)


''CENEVİZLİ KAPTAN: ..Bu yöntemlerle ve başka tür tedavi biçimleriyle sık sık başlarına bela olan şu kutsal hastalığa(*) karşı uğraş veriyorlar.
HOSPİTALARİUS: Herakles, Scotus, Sokrates, Kallimakhos ve Muhammed de bu hastalığa yakalandığına göre, demek ki bu hastalık bir zekâ belirtisi.
CENEVİZLİ KAPTAN: Güneş Ülkeliler bu hastalığa yakalanmamak için Tanrı'ya dualar ediyorlar..''
*
(.) Sara Hastalığı: Romalılar arasında tanrılar tarafından verilen özel bir hastalık olduğuna inanılmış ve morbus sacer ya da morbus divus (kutsal hastalık) olarak adlandırılmıştır.'' (Sayfa: 95-96)
*
''..insan kendisini Dinine tamamen adamak ve onu Yaradana her zaman şükretmek zorundadır; ama Tanrı'nın eserlerini baştan sona araştırmadıkça, baştan sona anlamadıkça, O'nun yasalarını gözetmedikçe ve eserlerindeki hakiki felsefeye, yani ''Sana yapılmasını istemediğin bir şeyi başkalarına yapma; sana yapılmasını istediğin bir şeyi başkalarına da yap.!'' ilkesine bağlı kalmadıkça gerektiği gibi ibadet edilemez. Bundan şu sonuç çıkar: Eğer biz saygıda kusur ettiğimiz çocuklarımızdan ve başka insanlardan saygı ve iyilik bekliyorsak, Tanrı'ya ne büyük saygı göstermeliyiz kim bilir; çünkü biz varlığımızı O'ndan aldığımız için varız ve O'ndayız. O'na sonsuzca şükretmeliyiz.'' (Sayfa: 124)

18 Ekim 2024 Cuma

Roland Barthes - Yazının Sıfır Derecesi (Fransızcadan Çeviren: Tahsin Yücel)


SUNUŞ:

*
''Yazının Sıfır Derecesi Roland Barthes'ın ilk kitabıdır. Pek çok ilk kitap konusunda olduğu gibi Yazının Sıfır Derecesi konusunda da belirgin etkilerden söz edilir sık sık, özellikle de Sartre'ın ve Marx'ın etkileri önemle vurgulanır. Hiç kuşkusuz, büyük ölçüde doğru bir saptamadır bu. Bildiğimiz kadarıyla, Roland Barthes'ın kendisi de bunu yadsımak. Ne var ki, daha ilk yayımlandığı günlerde bile usta işi bir yapıt olarak algılanması bir yana, belirli etkilenmelerin izlerini taşıması, bu kitabın Fransız yazınına yeni bir bakış ve yeni bir söylem getirmesini, böylece, yalnızca Barthes'ın yazzarlık yaşamında değil, çağdaş Fransız yazınında da önemli bir başlangıç olmasını önlememiştir.'' (Sayfa: 7)
*
Tahsin Yücel
*
YAZI NEDİR.? * ''Dilin bir çağın bütün yazarları için ortak bir buyurumlar ve alışkanlıklar bütünü olduğu bilinir. Bu demektir ki, dil tümüyle yazarın sözünün içinden geçen bir Doğa gibidir. Bununla birlikte, ona hiçbir biçim vermez, hatta onu beslemez bile: soyut bir gerçekler çemberi gibidir, yapayalnız bir sözün yoğunluğu ancak dilin dışında çökelmeye başlar. Bütün yazınsal yaratımı aşağı yukarı gök, yer ve bunların birleşim çizgilerinin insan için bildik bir konut çizdikleri gibi kapsamı içine alır. Bir gerçekler toplamından çok bir çevrendir, yani hem bir sınır, hem bir duraktır, tek sözcükle, güven verici bir düzenleme uzamıdır.'' (Sayfa: 19)
*
''..yazarın dili, yokolmuş biçimlerle bilinmedik biçimler arasında asılı durumda, bir kaynaktan çok bir sınırdır; dönüp geriye bakan Orpheus gibi, davranışının oturmuş anlamını ve toplumculuğunun temel edimini yitirmeden söyleyemeyeceği her şeyin geometrik yeridir.'' (Sayfa: 20)
*
''Ne denli incelmiş olursa olsun, biçemde her zaman ilkel bir şeyler vardır: amaçsız bir biçimdir, bir amacın değil bir tepinin ürünüdür, düşüncenin dikey ve yalnız bir boyutu gibidir. Göndergeleri bir Tarih düzeyinde değil, bir dirimbilim ya da bir geçmiş düzeyindedir: yazarın ''şey''i, görkemi ve hapishanesidir, yalnızlığıdır.'' (Sayfa: 20-21)
*
''..sözün yatay bir yapısı vardır, gizleri sözcükleriyle aynı çizgi üzerindedir, gizlediği şeyi de sürekliliğinin süresi çözer; sözde her şey sunulmuş, dolaysız bir yıpranmaya adanmıştır, konuşma, sessizlik ve devinimleri yokolmuş bir anlama doğru atılır: izsiz ve gecikmesiz bir aktarımdır bu. Biçeminse, tersine, yalnızca dikey bir boyutu vardır, kişinin kapalı anısına dalar, saydamsızlığını belirli bir özdek deneyiminden yola çıkarak oluşturur, biçem yalnızca eğretilemedir her zaman, yani yazınsal amaçla yazarın tensel yapısı arasında denklemdir. (yapının bir sürenin çökeltisi olduğunu anımsayalım).'' (Sayfa: 21)
*
''..her Biçim aynı zamanda Değer'dir de; bunun için, dil ile biçem arasında bir başka biçimsel gerçeğe de yer vardır. Bu gerçek de ''yazı''dır. Hangi yazınsal biçimi alırsak alalım, genel bir ''hava'', isterseniz, bir ''töre'' seçimi vardır, yazar da işte burada açık olarak bireyselleşir, çünkü burada bağlanır.'' (..) ''Dil ve biçem kör güçlerdir; yazı tarihsel bir dayanışma edimidir. Dil ile biçem birer nesnedir; yazı bir işlevdir: yaratım ile toplum arasında bağıntıdır, toplumsal amacıyla dönüşmüş yazınsal dildir, insansal amacı içinde kavranan ve böylece Tarih'in büyük bunalımlarına bağlanan biçimdir.'' (Sayfa: 23)
*
SİYASAL YAZILAR:
*
''Marksçı yazı bambaşkadır. Burada biçimin kapanımı sözbilimsel bir abartmadan da, konuşmanın abartmalılığından da gelmez, uygulayımsal bir sözcük dağarcığı kadar özel, uygulayımsal bir sözcük dağarcığı kadar işlevsel bir sözlükten gelir; burada eğretilemeler bile sıkı bir biçimde kurala bağlanmıştır. Fransız devrim yazısı her zaman bir kanlı hukuku ya da törel bir doğrulamayı temellendiriyordu; marksçı yazı başlangıçta bir bilgi dili gibi verilir; burada yazı tekanlamlıdır, çünkü bir Doğa'nın tutarlılığını sürdürmeye yönelir, açıklamaların bir değişmezliğini ve yöntemin bir sürekliliğini benimsetmesini sağlayan şey, bu yazının sözlüksel kimliğidir; marksçılık tümüyle siyasal davranışlara dilinin sonunda ulaşır. Fransız devrim yazısı ne denli abartmalıysa, marksçı yazı da o denli arıksamalıdır, çünkü artık her sözcük kendisini söylenmeden destekleyen ilkeler bütününe bir göndermedir. Örneğin marksçı yazıda sık sık kullanılan ''içermek'' sözcüğünün anlamı sözlükteki yansız anlam değildir burada; her zaman kesin bir tarihsel sürece anıştırmada bulunur, ayraç içinde bütün önceki ''koyut''ları gösteren bir cebirsel gösterge gibidir.'' (Sayfa: 30-31)
*
''Arıksamalı (litotique), yani az sözle çok şey anlatır nitelikte. (ç.n.)
*
''Gerçek anlamda marksçı bir yazıyla (Marx'ın ve Lenin'in yazısı) yengiye ulaşmış stalinciliğin yazısı (halk demokrasilerinin yazısı) birbirinden ayırdedilebilir; hiç kuşkusuz troçkici bir yazı ve taktik bir yazı da vardır; bu da örneğin Fransız komünizminin yazısıdır (''işçi sınıfı'' teriminin yerinin ''halk''a, sonra ''iyi insanlar''a verilmesi, ''demokrasi'', ''özgürlük'', ''barış'', vb. terimlerine bile bile getirilen bulanıklık).'' (Sayfa: 32)
*
ROMAN YAZISI:
*
''Belirli geçmişin anlamını kavramak için, Batı'nın roman sanatını örneğin sanatın gerçeğe öykünmede kusursuzluktan başka bir şey olmadığı Çin geleneğiyle karşılaştırmak yeter; ama burada hiçbir şey, hiçbir gösterge doğal nesneyi yapay nesneden ayırdetmemelidir: bu tahta ceviz, bir cevizin imgesiyle birlikte, kendisini doğuran sanatı gösterme amacından başka hiçbir şey belli etmemelidir bana. Roman yazısıysa tam tersine bunu yapar. Görevi maskeyi takmak, aynı zamanda da bu maskeyi göstermektir.
*
Belirli geçmişin bu çift anlamlı işlevini başka bir yazı olgusunda da buluruz: Roman'ın üçüncü kişisinde. Agatha Christie'nin bütün buluşu ka*tili anlatının birinci kişisi altında gizlemeye dayanan romanını belki de anımsarsınız. Okur, ka*tili, olayın bütün ''o''ları ardında arıyordu, oysa ka*til ''ben''in altındaydı. Romanda genel olarak ''ben''in tanık olduğunu, eylemi ''o''nun gerçekleştirdiğini Agatha Christie çok iyi biliyordu. Neden.? ''O'' romanın uzlaşım-kişisidir; tıpkı anlatısal zaman gibi, romansal olayı imler ve gerçekleştirir; üçüncü kişi olmayınca, romana ulaşma güçsüzlüğü doğar, ya da onu yıkma istemi. ''O'' söyleni ortaya koyar; ancak gördüğümüz gibi, hiç değilse batıda, maskesini parmağıyla göstermeyen sanat yoktur.'' (Sayfa: 39-40)
*
''Roman bir Ö*lüm'dür; yaşamı bir yazgıya, anıyı yararlı bir edime, süreyi de yönlendirilmiş ve anlamlı bir zamana dönüştürür. Ama bu dönüşüm ancak toplumun gözünde gerçekleşebilir. Roman'ı, yani bir göstergeler bütününü, bir aşkınlık ve bir sürenin Tarih'i olarak benimseten toplumdur. Öyleyse sanatın bütün parıltısıyla yazarı topluma bağlayan antlaşma, amacının romansal göstergelerin açıklığı içinde kavranan kesinliğinden anlaşılır. Romanın belirli geçmişi ve üçüncü kişisi şu önlenmez edimden, yazarın taşıdığı maskeyi parmağıyla göstermesinden başka bir şey değildir.'' (Sayfa: 43-44)

15 Ekim 2024 Salı

Jean Echenoz - Ravel (Türkçesi: Beki Haleva)

 
Arka Kapak
*
Bu roman Fransız besteci Maurice Ravel'in (1875-1937) son on yılını yeniden çizmekte. Tıpkı kahramanı gibi kimi zaman zarif, kimi zaman züppe, kimi zaman çocuksu bir kitaptır bu, titizlikle seçilmiş sözcükleri en az ayrıntıları kadar gerçekçi olan. Saplantı derecesinde ayrıntıyı önemseyen Ravel'den hiç de aşağı kalmayan bir Echenoz'la karşılaşacaktır okur bu yapıtta ve ikisinin ne denli benzeştiklerini fark etmekte gecikmeyecektir. Sonunu önceden bilse de her bir satırda anlatının zevkine varacak, sayfaları çevirdikçe müziğin gitgide uzaklaştığına, yitirmenin acısıyla yaşamın yavaş yavaş elden kaydığına tanık olacaktır.


ÖNSÖZ, Beki Haleva:


''Kendisiyle yapılan söyleşilerde biçemiyle ilgili olarak, en çok cümlenin ''kendi kendiyle alay ettiği'' anı sevdiğini söylediğinde onun neden Nabokov, Quneau, Flaubert, Faulkner hayranı olduğunu anlamak hiç de zor değildir. Dünya yaşanmadan önce okunan bir göstergeler ağıdır onun için, onları çözümlemek için yazması, düzenlemesi gerekmektedir.'' (Sayfa 10-11)

10 Ekim 2024 Perşembe

Joseph Conrad - Karanlığın Yüreği (Çeviren: Sinan Fişek)


Arka Kapak

*
Joseph Conrad, modern edebiyatın kurucularından biridir. Radikal bir dünya görüşüne sahip olmayan, ama bireysel ve toplumsal bağlamlarda ahlâk sorununa büyük bir ilgiyle eğilen Conrad, eserlerinde bu sorunla hesaplaşmaya çalışmıştır. Uzun yıllar süren denizcilik deneyiminden yazarlığında ağırlıklı biçimde yararlanan, eserlerinin büyük bir çoğunluğunda deniz ve denizcilik temalarını kullanan Conrad, ayrıca ''sömürgecilik'' ilişkilerini de işlemiştir. Bu ilişkilerin işleniş tarzı günümüzdeki bazı olayları kavramak açısından büyük önem taşır. Karanlığın Yüreği, yazarın roman boyutunda işlediği uzun bir öyküsüdür. ''Sömürgecilik'' ve ''ahlâk'' sorunlarıyla ayrıntılı biçimde hesaplaştığı en güçlü eserlerinden biri olarak tanınır. Karanlığın Yüreği, ''80''li yıllarda yeni bir yorumla ele alınmış Francis Ford Coppola tarafından Vietnam Savaşı sırasında geçen bir öykü olarak Apocalypse Now (Kıyamet) filmine konu edilmiştir. Sadece eserin yazıldığı günden bu yana gördüğü ilgi ve Coppola'nın filminin klasik niteliği gözönüne alındığında bile, yazarın ele aldığı ahlâkî sorunların günümüzde de önemini koruduğu görülecektir. Sinan Fişek tarafından Türkçe'ye kazandırılan ve İletişim Yayınları'nca 3. basımı gerçekleştirilen Karanlığın Yüreği, Türkçe'de Zafer, Nostromo ve Razumov'un Öyküsü romanlarıyla tanıdığımız Joseph Conrad'ın en önemli eserleri arasındadır.


''..çoğu denizcilerin -denebilirse- durağan bir yaşantıları vardır. Hep evde olmayı düşünürler, evleri de -gemi- hep yanlarındadır. Ülkeleri de yanlarındadır hep: Deniz. Her gemi birbirine benzer, denizse hiç değişmez. Onlar için değişmez çevrelerinin önünden akıp giden yabancı kıyıları, yabancı yüzleri, yaşamın değişken görkemini örten, bir giz perdesi değil, biraz aşağılayıcı bir yadsımadır -çünkü- bir denizci için tek gizemli şey, yaşamındaki tek sevgili, yazgı kadar bilinmez olan denizdir.'' (Sayfa: 8 )


''..senin gücün yalnızca başkalarının güçsüzlüğünden doğan bir kazadır..'' (Sayfa: 10)
*
''Yalanı nasıl sevmediğimi, ondan nasıl nefret ettiğimi bilirsiniz -başkalarından iyi bir adam olduğum için değil, beni üzdüğü için. Bir ölüm tadı, bir ölümlülük lekesi vardır yalanda- bunlar da dünyada en sevmediğim, en nefret ettiğim, en unutmak istediğim şeylerdir. Beni kötü yapıyor, hasta ediyor yalan -çürük bir şey ısırmışım gibi. Huyum böyle olsa gerek.'' (Sayfa: 39)
*
''Çalışmaktan hoşlanmam -kimse hoşlanmaz- ama çalışmanın içinde olan şeyden, kendini bulabilme olanağından hoşlanırım. Kendi gerçeğini -kendin için, başkaları için değil- başka hiç kimsenin bilemeyeceği şeyi bulmak.. Başkaları dışa vuran oyunu görebilirler ancak, gerçek anlamını da hiçbir zaman kavrayamazlar.'' (Sayfa: 42)
*
''Aşırı keder bile sonunda şiddet yoluyla boşalabilir -ama genellikle duygusuzluğa dönüşür.'' (Sayfa: 63)
*
''Yaşamdan tek umulacak şey, insanın biraz kendini öğrenmesi -o da geç gelir hep- ve sönmek bilmeyen bir yığın pişmanlık.'' (Sayfa: 102-103)

9 Ekim 2024 Çarşamba

Sennur Sezer - Kimlik Kartı

gecekondu/1964


 
GECEKONDU
*
Aceledir sevişmeler tek odalarda
Yarı giyinikliğinde kadınların
Kaçış kaçıştır
Dönüverişinden çocukların
*
Soluk soluk yaşamalar
El kiri
Yıkanan kapı önlerinde
Yarına hep yarına sorular
Dipdiri
Fabrika düdüklerinde
*
"Kondu"ların can kardeş damarlarında
Sızı sızı
Kirası ya borcu dört duvarın
Tez büyür çocuklar tek odalarda
İnanın (Sayfa: 9)



VOLTA * -- her insan tutsaktır kendi duvarlarına ve ne yazık adımları orda tükenir -- * Bir adım üç adım beş adım Beş adım üç adım bir adım Bir sağda bir solda Uzayan Ayaklarda * Ceplerle büyüyen güvenci Avuçların Ve bitmeyişi bekleyişlerin Hattâ Rüyalarda * Üç gün bir saat beş dakika Dakikalara sığmaz bir korku Omuz başında Bir ıslık özlemi Dudaklarda * Bir adım üç adım beş adım Bir sağda bir solda Beş korku üç kıskançlık bir ürperti Tutsak yürüyüşü Volta (Sayfa: 10-11)


YORGUN
*
-- uzar darağaçlarınca bir soru --
*
Avaz avaz haykıranların kenti bu
Bütün şarkılar açlığa
Ama ekmek ama kadın ama su
*
Bütün eller kalemleri kırmaya
Hangisi yazsa bir çirkin dize çünkü
Çünkü aç çünkü bıkkın
Çünkü herkes tekrarlanan bir türkü
*
Yapacak bir şey kalmadı
Ben de öyle
Bu kent çok gürültülü (Sayfa: 12)


SOYUT
*
Bir kadının mavide salınır ayakları
ve çocuğu doyurmaz oluverir ağlamak
---Açlık en bayat yemek
---sofralarınızdan ırak
*
Tarlalar başka başak borçlara sararır
uzar büyük şehirler fabrikalar kurtulmak
---Fildişi kuleleriniz daha sarsılmadı mı
---bu ne denli uyumak (Sayfa: 13)


HAYKIRI
*
-- Nehrin denize kavuşuvermesi
Orda, fırtınaların dindiği yerde --
*
Uzat ellerini
Ellerin ellerim ellerimiz
Uzat ellerini yalnız değiliz
*
Bak bu kaçıncı göz uykuya aç
Kirpik kirpik sancısı
Bu kaçıncı çığlık
Kalakalmış topraklar üstünde - kıraç mı kıraç -
Bak bu kaçıncı gerçek saklanmış kıyı bucak
Gel haykıralım
Duyuralım
Yoksa suç bizim olacak
*
Gel bu nehir kurumasın akmadan
Dallar var çiçeklenecek tomur tomur
Gel uyan
Uyku nasılsa uyunur
*
Gel gel gel
Yalnız değiliz (Sayfa: 14-15)


(E - 1)
*
Mutlu uçurtmalardır çocuklar
Annelerin
Yıpranmış ellerinde (Sayfa: 19)


Taşlandım hangi gün ağıt yaktımsa
Adını andımsa büyük açlığın
Sevdaya mı bundan böyle koşular
Sevdaya mı böyle suçlu ve şaşkın (Sayfa: 31)
*
YORGUN ÇİNGENE
*
Esmer elleri var sevdalımın
Uzun kirpikleri kaygılı ıslak
Saçları yüzüme değer uykumda
Soluğu derimde ürperir korkak
*
Esmer elleri var sevdalımın
Yorgun elleri var sevda şaşkını
Gülüşü kinini seven bir bıçak
Yaşamak yanılmak ölmek bıkkını
*
Yorgunsam bezginsem çaresizsem
Onu düşünürüm üzgün ve kırgın
Türkülerle avunması gibi
Yorgun bir çingene açlığının (Sayfa: 33)


KO
*
Ateş gözlüm, rüzgâr saçlım, dar ağızlım
Ko görsünler
Ko desinler -ağızları kan dolası-
*
Ben sağırım (Sayfa: 34)


KRİZ
*
Benim gözlerim yok
Bu gözler palyaço gözleri
Bu düzen düzen gülüşlere çizili ağız
Benim değil
*
Sen bilmezsin daha inançsızlıklara tutsaklığımı
Tutsaklığımı ateş çemberlerine
Nasıl daralır çemberler bilmezsin
Gülüşlerinle
*
Gülme n'olur gülme
Gülme belki de çıldırırım
Yıkarım töreleri bir bir
Severim seni
Belki ağlarım (Sayfa: 35)


(E - 2)
*
Öyle çılgın güzel ki yasaklar
Öyle yasak ki sana değmek
*
Ellerin olmalıyım (Sayfa: 36)


İLK SABAH
*
Ellerin bir yanda ekmek bir yanda
Bölüşülür yudum yudum bir tutku
Günaydın sevdiğim
*
Dudakların çaydan daha sıcak
Saçların gözlerin nasıl uykulu
Günaydın sevdiğim
*
Gün bir kez daha böyle doğar mı
Biraz böyle şaşkın böyle mutlu
Günaydın sevdiğim
Günaydın kuşku (Sayfa: 37)

yasak/1966


EZGİN DESTAN (Sayfa: 47)


İŞTE BÖYLE (Sayfa: 48)


SAVAŞ AYIRMAZ SEVİŞENLERİ (Sayfa: 52)
*
KİMLİK KARTI
*
''Ben dedim mi
Onbeşinde bir kız düşünün hemen
Sevmesi sevilmesi
Güneş gibi aydınlık
*
''Ben'' dedim mi,
Onbeşinde Cibali'de tütünde
Islak uçuk elleri
Tedirgin bir uykuyu akşamları örtünen
*
İnceden boyu posu
Hafiften öksürüğü
Komşulardan gizlenen (Sayfa: 63)
*
DALGIN
*
Düştü Kezban düştü Ayşe düştü aşk
Küçük dişlilerine gecenin
Seni beklerdim son vardiyada
Esmerim
*
Düştü Hacer düştü Hasan ardarda
Gece saatlerine atölyelerin
Hani eteğinden tutacaktın çocukları
Ağlatmıyacaktın
Su verecektin hani
*
Neredesin
Ellerim (Sayfa: 65)

direnç/1977
*
- Bırakma yaşamayı bırakma umudu
Daha çok yok sabaha - (Sayfa: 69)
*
İŞİTİN AYRIKOTLARI


Bu yüreğin dört kapısı sarısıcağa bakar
bozkır sıcağına
başlamadan biten bahara
yazla başlayan başkaldırmaya
usulca çamura dönüşen ırmaklara
serini ararken boğulanlara
*
Bu yüreğin dört kapısı
bozkıra açık
Analığı, şairliği, evcilliği eksik
acımadan, kırgınlıktan dövüşken bir yürek
sarısıcağa gömülü bebeleri
gurbete verili bebeleri düşlüyor
dervişlerin ak eteğine sığınan
yavrusuz ceylanları
*
Bu yüreğin dört kapısı
çaresizliğe kapalı
duy sarısıcak, duy batak çamur
işitin ayrıkotları (Sayfa: 71)
*
SU


- Kurşunlar göğse değende
Suyu söyler savaşçı -
*
Su
Ey büyük su
Kurşunlar göğse değende savaşçının söylediği
İnlediği gebe kadınların
Ey kumsalda küçük damla
Kayalar üstünden aşanda, kerpiç evleri basanda
Çarıkların hamalı
*
Ey dağlara saklayıp türkülerini
Çığlıklarıyla değirmenler dönen
Ve vurulduğu zinciri seven
Çirkin kölesi aydınlığın
Yarın seni dağlara çakacağım
Ki ovaya dökülsün ışıkların
*
Su
Ey büyük su
Gücünü bilmeyen dev
Ey çirkin uyku (Sayfa: 74)
*
HANGİ KAN


Bir sözle kuruldu dünya
Hep o sözü aradım ve buldum: Emek
Dokunulmamış toprağı işlemek
Dokunmak ayva tüylü sevgili yüze
Ve kan ter mutlu varmak uykuya.
*
Emek:
Dizgin vurmak suya
Su gibi akıtmak iplikleri
Harfleri iplik gibi dokumak
Ve soğumadan alın teri
Düşünmek yarın işleyeceğini.
*
Emek paramparça kâğıt paralarla
Satıldığında kaç yaşındaydı dünya.?
*
Emekle oluştu dünya
Sonra ellerimiz kilit vurdu uykuya
Atıldı bir bir arkadaşlarımız
Suyu yitmiş bir yemiş gibi
Kanı azaldıkça.
*
Ne zaman öğrendik direnmeyi
Birbiri ardına toplanmayı
Yürümeyi..
*
Osmanlı tarihi söyler
Tersane grevi
Tramvay grevi..
*
Ya daha önce
Piramit yontulurken
Hangi kan karıştı harcına
Hangi kan.? (Sayfa: 78-79)


ARALIKTA BİR AKŞAM (Sayfa: 80-81)


BURDA YA DA ANGOLA'DA (Sayfa 82-84)
*
- Su, dikenin korkusudur
Çocuk, korkusudur ölümün
Bilmek, karanlığın korkusu
Uyku kimseyi korkutmaz
Ama ninnilerden korkun - (Sayfa: 89)


TEKERLEME (Sayfa: 91-92)


AKŞAM TÜRKÜSÜ (Sayfa: 98-100)
*
İNSANLAR ÖLDÜRÜLÜRKEN (Sayfa: 103-104)


BİR ANNENİN NOTLARI (Sayfa: 105-106)
*
- Her şiirin sonunda bir çığlıktır beklenen
Bir kuru dal çatırdar
Rüzgâr eğer bir otu - (Sayfa: 107)
*
YAZ ORTASI ÜŞÜMEK
*
Kar durdu
Yaslı bir köylü yüzüyle
Bezgin ve dinç
Doya doya gülmemişliğin dinçliği belki bu
Belki hep borçlu olmanın
*
Kar durdu
Bir çocuğun ilk kımıltısı gibi
Beklemede bıraktı sessizliği
Gün - hep buruşturup attığımız - gün
Üstünde yarım bir söz
Işıltıya durdu: sev...
*
Kar durdu
Durdu saatleri kuşkunun
Karın üstünde yarım bir ayak izi
Bir silik söz: Belki ... yarın (Sayfa: 109)
*
GÜNEYİ İĞDE AĞACI TARLANIN
*
Tıkız yüreğini kan tutmuş
Sağır tarla günden güne kururdu
*
-----Alın teri yağmur sevinci midir.?
*
Yanaşmanın Mıstığı küçümser
Yanaşmanın Mıstık peşinde jandarma
Dikilir annacına türküye dururdu
*
---Bozkırın ortası da bir top diken
---Ben adama yar veremem sağiken
*
Dedesinden kalmış üç yeri belli
Doğusu tekirkaya, batısı mezarlık
Kuzeyi top ağaç, ya güneyi.?
Güneyi çakırdikeni
Güneyi belirsiz, ağa çiftliğine bitişik
Sürer bunca yıl
*
---Kim işitmiş
*
Eker bunca yıl
Gözlerinden ellerinden belli
*
Tarla cılız bir kadın gibi kıskanç verimsiz
Esirger samanı, inadına esirger taneyi
Tıkız yüreği kana durmuş
Dikilir dururum da gecede yeşertmez
Tarlanın güneyinde ben
Mıstığın azığından iğde
Parlak kabuğum, kokulu özüm, çekirdeğim
Yeşerir yeşerir varamaz göğe
Ben acı yemişi iğde
Ana komşusu çınarın türküsü dudağımda:
*
---Gel göğü büyütelim
---Bir küçük yıldız için
---Rahat ağlasın diye karısı
---Askerciğin
*
---Gel göğü büyütelim
---Bir küçük yıldız için
---Yitik bebelerin
---Anneleri sevinsin
*
---Gel göğü büyütelim
---Belki askerler ölmez
---Gülümser anneleri
---Sağlıklı bebeklerin
*
Isırmaz köpeği fakirin
Eli yetmez
Alır tarlasını, karısını ağa
Alın teri faizciye gider
Kara yazısı
Kara yazısı beni yeşertmez
Bir sağır taş kapar yolumu
Kılıç kılıç öfkemi böler
*
Nice savcı duymadı
Vurdular Mıstığı bir ala gece
Kanı sımsıcak taşa değdi
Değdi öfkeme
Beşikte bebesi kaldı
El hizmetinde karısı
Tarlası bey elinde
Kanı sımsıcak öfkeme değdi
Büyüdüm yardım taşı birdenbire
Kokuladım yeşilledim kıracı
*
Öfkemin rüzgârıdır dolaşır
Kokum boyu tirenlere savcılara koşarım:
Güneyi iğde ağacı, güneyi iğde ağacı tarlanın (Sayfa: 110-112)


HALICI TÜRKÜSÜ
*
''Vurma kardaş vurma kama yarası
Bura meydan yeri değil sokak arası''
(..)
''Vurma kardaş vurma erenlerdenim
Kardeş kurşunuyla ölenlerdenim.'' (Sayfa: 121-122)
*
- Batan gemilerden öncelikle kurtarılmasına çalışılanlar hiç değişmez: Kadınlar ve çocuklar. Batan ülkelerde de en çok ezilenler, hor görülenler aynıdır: Kadınlar ve çocuklar. Belki de bu yüzden devrimler çocuklar için yapılır. Çocukluğunu bilmeden büyüyen çocuklar için.. - (Sayfa: 125)

Mikis Theodorakis (Μίκης Θεοδωράκης) - Yapayalnız Kalacaksın Gecenin Ortasında (Yaşamım ve Müziğim) (Türkçesi: Ahmet Cemal)

  ANILARIMIN TÜRKÇE BASIMI İÇİN * --------------MİKİS THEODORAKİS * Anılarımın Türkçeye çevrilen ilk cildine önsöz yazmaktan büyük sevinç du...