1 Kasım 2024 Cuma

S. Üstüngel (İsmail Bilen) - Savaş Yolu


 ''..Hapis, zindan, kan, ateş; halk hareketini, milli kurtuluş ve demokrasi hareketini durduramaz.! Bugün Türkiye halkını inim inim inletenler, kanlı padişahların menfur akıbetini düşünsünler.!''

*
M. Suphi, 10 Eylül 1920
*
ÖNSÖZ:
*
''Üstüngel'in notları, Türkiye Komünist Partisi'nin hayat kitabından yankılardır. Üstüngel'in kitabı, Türkiye Komünist Partisi tarihinden çeşitli merhaleleri büyük bir sadakatle aksettirmektedir. Fakat bu kitap, sadece bir tarih vesikası değildir. Tarih vesikası olarak değeri çok büyüktür; ama Türkiye halkının Amerikan emperyalizmine ve onun yerli bezirgânlarına karşı, milli bağımsızlık ve barış için bugünkü savaşını da aksettirdiği için değeri bir kat daha artmaktadır. Dahası var: Bu kitap gerçek ileri Türk edebiyatının, Türk nesrinin yer yer destanlaşan en kusursuz örneklerinden biridir. Önemli bir noktaya daha işaret etmek isterim: Türkiye komünistleri, Türkiye Komünist Partisi'nin üyeleri ilk defa bu kitapta elle tutulur, gözle görülür birer insan olarak yaşatıldı. Türkiye'nin komünist insanları, ilk defa Üstüngel'in kitabından, oldukları gibi ve bütün gerçeklikleriyle, Türk edebiyatına girdiler. Kitaptaki işçi, köylü ve memurlar da sosyalistçe bir realizmle ve derin bir ustalıkla tesbit edilmişlerdir.'' (Sayfa: 6)
*
NÂZIM HİKMET, Aralık, 1951


İki Kuşak:
*
''Kıvılcımlı manyaktı. Geçimsizin biri, bölücü, parçalayıcıydı. Örneğin: 1928-1929 yıllarında, Merkez Komitesi'nden gizli gruplar kurdu. Bunlarla toplantılar yaptı. ''KIVILCIM'' adlı, çok ilkel, ''gazete'' diye bir yaprak çıkardı. Polis ajanları doldu kurduğu grupçukların içine. Onun bu bölücü grupçuluğu polise yaradı. Geniş tutuklamalar oldu. İş*kenceler, yar*gılamalar, sür*günler, ağır hapis cezaları birbirini izledi. Parti çetin bir dönem yaşadı.
Bu adamda komünist moral diye, parti disiplini diye bir şey yoktu. Bütün bu nedenlerle TKP'den atıldı. Marks'ın, Lenin'in yapıtları üzerinde sorumsuzca oynadı. Mıncıkladı bunları. Yazdıkları deli saçmalarından başka bir şey değildir. Okuyanın kafasını karıştırmaktan başka bir şeye yaramaz. Burjuvazi, böylesi bir adama böylesi bir alan, özgürlük sağladı. ''Vatan Partisi'' yüzünden yapılan bir duruşmasında ''Komünist olmadığına'' polisi tanık gösterdi.. Sovyet düşmanlığını, Çekoslovak olayları üstüne basında çıkan yazılarıyla, özellikle ''TÜRK SOLU''ndaki yazılarıyla kusuvermiştir.. Böylesi bir hortlağa sarılanların, kimin değirmenine su akıttıklarını görmek zor değildir.'' (Sayfa: 14)
*
S. ÜSTÜNGEL, Eylül, 1974


FOTOĞRAF
*
Acemisi için fotoğraf makinesi sihirli bir kutuya benzer. Ama bu dünyada her işin bir kolayı var.
Fotoğraf değişik pozlarda çekilir. Fotoğraf makineleri de, fotoğraf çeken de, fotoğrafını alacağınız şeyler de, fotoğraf objektifleri de çeşitlidir. Hiçbiri, birbirine benzemez.
Bazı fotoğraf makinelerinin objektifi camdan farksızdır. Çekersin çekersin, kapkara, yahut beyaz bir duman lekesi çıkar. İşin acemisiysen, iyi bir makineyle de çeksen hiçbir şey çıkmaz. Elin ustalığı, gözün alışkanlığı lâzım. Fotoğraf çekerken aydınlığı, karanlığı, gökteki bulutu, yerdeki gölgeyi, zamanı, saati hesap etmek gerek. Ama objektifi kuvvetli, telemetresi ince hesaplanmış bir makineyle, şöyle içe ferahlık veren bir deniz görüşü çekmek zevkli bir şeydir.
*
Deniz masmavi
Güneş kıpkırmızı.
*
İstanbul'da, günün en kalabalık saati. Eminönü'nde, altıyol ağzında, fidan boylu, çıplak ayaklı ve aşağı yukarı 13 yaşlarında bir çocuk, tatlı bir sesle bağırıyor:
- Kolay fotoğraf.! Canlı fotoğraf çekmek isteyenler.! Beş kuruşaaa.! Sudan ucuz.. Beş kuruşaaa.!
''Satıcı'', hafif tertip koşuyor. Gözüne kestirdiğine, minicik bir kitap uzatıyor. Kitabın kapağında, güzel bir Kodak makinesinin resmi.. Çocuk, Yenicami'ye saptı.. Kemerin altından geçti.. Bahçekapı'dan Mahmutpaşa'ya doğru, vurdu gitti..
*
.....................
.....................
Sabahın erken saati. Aksaray tramvayları depodan çıktı.. Bebek'ten gelen ilk arabada, biletçi gözlerini oğuşturuyor.. Ortaköy'den ve karşıdan Karagümrük'ten işbaşına koşanlar, tramvaylara atlıyorlar. Vagonlarda, kanepelere minicik kitaplar bırakılmış. Kapakları renk renk. Ama hepsinin üstünde bir Kodak fotoğraf makinesinin resmi.. Nasırlı eller, hızla kitaplara uzanıyor.. Eller, kapakları, yaprakları çeviriyor:
...içe ferahlık veren bir deniz görüşü çekmek zevkli bir şeydir.
*
Deniz masmavi
Güneş kıpkırmızı.
*
Denizin içi güneşle yanıyor. Mor sularda ateş ağaçlar dalgalanıyor.
*
Vapurun güvertesi yanıyor. Kelepçeli bileklerimiz yanıyor. Arkadaşımın altın sarısı dalgalı saçları, ikide bir mavi gözlerine sarkıyor. Arkamızda jandarmalar: süngüler güneşte parlıyor. Bir cezaevinden öbürüne sürüyorlar bizi. Vapurun güvertesini, jandarmalarla yan yana, adımlıyoruz..
Makine dairesinden yakıcı, boğucu bir hava yükseliyor. Grankşaft kolları sintinede boğuk sesler çıkarıyor. Tepeden, makine dairesine bakıyoruz. Makinistlerin donuk çehreleri, paslı aynalar gibidir. Bir yağcı daldı, bize bakıyor. Az kalsın kolunu eksantirik dişlisine kaptıracaktı. Çabuk davrandı, yalnız, elindeki yağdanlık grank milinin altına gitti. Bu kara saçlı işçinin gözleri ne kadar da iri. Yüzünün çizgileri ne kadar keskin. Yüzünde iri, yağlı, lekeli ter damlaları, birer damga gibidir. Damgalar, çekiç izlerinden farksızdır.
Kazan dairesinde, dipte, ocakların kızıl alevleri parlıyor. Belden yukarısı çıplak ateşçiler, ocakları süngülüyor. Cehennem yangını var.!
Denizin sırtı pul pul yanıyor. Güverteyi güneş kavuruyor. Güverte yolcuları, tabakhanede güneşe serilmiş postlar gibidir..
Birinci mevki kamaralar. Salonunda, bir fokstrot plağının gıcırtısı dönüyor. Gıcırtı, vantilatörlerin uğultusuna karışıyor..
Başaltına indirdiler bizi. Ambar, koyunlarla ağız ağıza dolu. Koyunlarla koyunkoyuna gelmiş köylü yolcular. Sırtüstü yatan iki kişi, hazin bir Eğin havası mırıldanıyor. Bazan açılan bu yanık ses, birden koyun melemelerine karışıyor. Gübre ve sidik kokusu insanın burnunun direğini kırıyor.
Tel kelepçe bileklerimizi yakıyor. Yukarıya çıktık. Üçüncü süvari puruvada. Bir çarkçı, ırgat başında. Demiri hazırlıyorlar.
Deniz kıyıları. Portakal bahçeleri. Dağların arasından kıvrana kıvrana akan Askeroz ırmağı. Yamaçlarda, avuç içi kadar mısır tarlaları. Vapurun puruvasında, ilerdeki burunda, deniz fenerinin beyaz kulesi iyice seçiliyor.. ''Kızkulesi''. Eski kale burçları.. Kent, bir yarım ay biçiminde. Yapılar, evler, dağın eteğinde, sanki üstüste sıralanmış raflar gibi görünüyor.
Vapur limana giriyor.. Demir attı. İskeleye çıkıyoruz.
*
S. Üstüngel (Sayfa: 19-21)
*
ZINDANCILAR:
*
''Benim gözlerim, müdürün kıyafetine takıldı: Başında melon bir şapka, sırtında yakası yağlı bir smokin, benekli, kıravatsız bir gömlek; pantolonu ne şalvara, ne de potura benziyor. Ayağında mest-lâstik. Sultan Hamit'ten kalma müdür, işte bu kadar yenileşmişti. Bizim ''cumhuriyet''te kılık kıyafet böyle değişti. Burjuvazi buna ''devrim'' demeğe sıkılmadı.'' (Sayfa: 25)
*
ARALIK:
*
''Ezilen ulusal azınlıkların komünistlere karşı ayrı bir sempatisi var. Biz, yıllarca bir kalede Kürtlerle hapis yattık. Sıkı yalıtıma rağmen, Kürt mapuslar bizimle bağlanmanın yolunu buluyorlardı. Onlar olmasaydı, yalanı yok, susuzluktan, açlıktan kırılırdık. Türkiye'de cezaevlerinde, çoğu sıra komünistlere tayın verilmez. Dışardan bir bakanın yoksa, halin dumandır.'' (Sayfa: 29)
*
HALK HESAP SORACAKTIR:
*
''Burjuvazi, cellâtlar, istedikleri kadar masal düzsün, yalan uydursunlar. Türkiye halkı, tarihi ile, günü ile, belgeleriyle, Mustafa Suphi'leri kimlerin Karadeniz'de bo*ğdurduğunu, köylü Mesut'u kimin a*stırdığını, işçi Abbas'ı kimin ö*ldürdüğünü biliyor. Günü gelir, tarihsel saat çalar.! Halk hepsinin hesabını sorar bu cellatlardan.!'' (Sayfa: 37)
*
''HARAŞO.. TAVARİŞ.. BARBA..''
*
''İd*amlık Ekşioğlu hoş bir adam. Boyuna arkadaşına takılır. Osman kaptan hızlı konuşur. Hiç gülmez. Fakat saraç, arkadaşına şefkatle bakar. O, Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın en çetin günlerinde, Sovyet limanlarından silah, cephane taşımış. Osman kaptan bunları bize anlatıyor.
- O zaman Rusların da dar günleri idi. Sovyetlere saldırmayan gâvur kalmamıştı. Öyle iken, her sefer yaptığımız zaman, tavarişler bizi el üstünde tutar, hemen motorumuzu yükler, yola vururlardı bizi. İnanın ki, bize verdikleri şeyler o zaman kendilerine daha çok lâzımdı.. Onların bu cömertliği olmasaydı, biz ne yapabilirdik memlekete dalan yabancı itlere.? Sovyetler bize arka oldu da, İstanbul'dan İngilizleri, Amerikalıları, Anadolu'dan Yunanlıları kovduk.. Ankara kalesine oturan haramiler istiyor ki, biz bunları unutalım.. Südü bozuk bu namussuzların.! Desene, milletini düşünmeyenlerden komşusuna hayır gelir mi.? Anapa limanından bizi son defa yola vuran Rus gemicisinin şen sesi hala kulaklarımdadır: ''Haraşo.. tavariş.. barba.!''
Türk halkının, büyük komşusu Sovyet halkına karşı beslediği minnettarlık duyguları, ayakları prangalı, kır saçlı kaptanın ağzından Rusça olarak çıkan ''İyi.! yoldaş.. savaş..'' sözlerinde düğümlenmiştir.'' (Sayfa: 49-50)
*
TAŞÇI HASAN'IN MİRASI:
*
''Türkiye'de kömür ve maden ocaklarında çalışan işçilerin hali, burada angarya çalıştırılan kürek mahkûmlarının durumundan hiç de farklı değildir. Maden ocakları, eski araçlar ve köhne usullerle işletilir. Kazaları önleyecek avara donatımı arama.. Hiçbir sağlık yardımı yok. Ağır iş, az gıda, kötü barınak, çeşitli hastalıklar, hele ince maraz.. binlerce işçiyi her yıl mezara götürür. ''Sosyal Sigorta'' yalnız kağıt üzerinde var. Ama yevmiyelerden barsak keser gibi ''Sosyal Sigorta'' için %5 kesilir. Sakat kalanlara, işbaşında kazaya kurban giden işçilerin ailelerine, gözyaşlarından, küfür ve hakaretten başka hiçbir şey verilmez.'' (Sayfa: 51)
*
ELİMİZDEKİ BİRİCİK SİLÂH:


''Yalan olmasın. Kasımdaydı. 1919 olacak. İngilizler Amerikalılar çoktan İstanbul'a girmişti. Onlar, bu bizim kıyılarda da görünmüştü.. Birinci Dünya Savaşında esir düşenler dönüyorlardı. Bizim çarşıdan semerci Mehmet, kazancı Halit, yelkenci Durmuş sağ salim çıkagelmişlerdi. Gelenler, başlarından geçenleri anlata anlata tüketemiyordu. Rusya'da Çarı devirmişler. Halk ayaklanmış. İşçiler başa geçmiş. Komünistler öne düşmüş. En büyüğüne Lenin derler. Çok adaletli imiş. Beyleri kovmuşlar. Toprakları köylülere dağıtmışlar. Şûralar kurmuşlar: ''Dünyada ne kadar millet varsa, hepsi kardeş kardeş yaşasın'' demişler..'' (Sayfa: 70)
*
TAYIN, DOKTOR VE SARI ALTIN:
*
''En küçük bir başarı, yığınlara cesaret verir.'' (Sayfa: 90)
*
ONLARIN ARKASINDA AMERİKA VAR:
*
''Burjuvazinin en kahpe, en iğrenç taraflarından birisi de, ikiyüzlülüğüdür.!
Anayurdumuzu uçuruma sürükleyenler, her zaman yalan söylemiş, her zaman kahpelik etmişlerdir. Bunlar, artık yalan uydurmak zahmetini de bir kenara attılar. Bunlar hayasızlaştıkça, birçok şeyleri açıkça söylüyorlar. ''Yeni Sabah'' gazetesi, her şeyi fora etti: ''Ne diye ve kimden çekiniyoruz.? Arkamızda Amerika var.. Bizde çeyrek asırdır, demokrasi kisvesi altında bir toptancılık ve şeflik sistemi var. Bu rejim, İspanya'da Franko'nun faşist diktatorasından kıl payı ayrılmaz.'' Bu tabloyu ''Cumhuriyet'' gazetesi tamamlıyor: ''Allahın bir belâsı olan şu demokrasi kisvesini bir kenara atmalıyız'' diyor.
Burjuvaziye artık, şimdiye kadar kullandığı sahte demokrasi şalı da fazla geliyor.!'' (Sayfa: 115-116)
*
''KIRK HARAMİLER''
*
''..''Kırk Haramiler'', Türkiye'de fabrika açmaktansa, 200 milyon dolarlık bir sermayeyi, halktan sızdırdıkları bu paraları, Amerikan bankalarına bağlı tutmayı daha yeğ buluyorlar.'' (Sayfa: 123)
*
BAĞIMSIZLIK YOLU:
*
''Halkın çoğu İzmir demez, ''Gavur İzmir'' der. Bu İzmir, komprador burjuvazinin, levantenlerin, kozmopolitlerin, yabancı firmaların saltanat sürdüğü İzmir'dir. Bu İzmir, emperyalist ajanların çok eskiden yuvalandığı, faşist partilerin güç aldığı İzmir'dir. Bu İzmir iğrençtir, haindir, satılmıştır.
Başka bir İzmir vardır. Halk ona ''Güzel İzmir'' der. Bu İzmir, güçlü bir işçi yatağı olan, savaş gelenekleri olan, ''Gavur İzmir'' ile uzlaşmaz bir savaş halinde olan, emekçilerin yaşadığı İzmir'dir. (..) Bu İzmir, 195'de 2000 dokuma işçisinin, kaldırım taşlarını söküp jandarmalarla gırtlak gırtlağa boğuştuğu İzmir'dir. Bu İzmir'in açlıktan, hastalıktan, işsizlikten gözleri donmuştur. Burjuvazi bu İzmir'den korkar.'' (Sayfa: 131)
*
''Amerikan denizcileri edepsizliği ele almış: Bağırıp çağırıyor, önlerine gelene yumruk sallıyor ve sokaklardan geçen kadınlara sataşıyorlar. Bu sarhoş kabadayılar, Karantina'da, yol ortasında bir kadının üzerine çullandılar. Kadın, imdat çığlığı kopardı. Polisin aldırdığı yok. Gelip geçenler duruyor. Halk şaşkınlık geçiriyor. Polis:
- Biz onlara karışamayız.' diyor.
Liman işçileri ve şoförler, imdat sesine koştular. İşçiler kalabalığı yardı. Silâhlar patladı. Zoru gören Amerikalılar denize doğru kaçıyorlar. Bunlardan biri kanlar içinde yere serildi.
Türkiye halkının ulusal onurunu, namusunu korumak ve kurtarmak ödevi işçi sınıfının boynuna düşmüştür.'' (Sayfa: 132-133)
*
Kitabı okurken araştırmış ve PDF'ine rastlamıştım. Okumak isteyenler için buraya linki bırakıyorum:
*
https://filedn.eu/lpwTKmJuSKCLNjzDCWvh2dm/kutuphane/TKP-kutuphanesi/tkp-1974-savas-yolu.pdf

Hiç yorum yok:

Mikis Theodorakis (Μίκης Θεοδωράκης) - Yapayalnız Kalacaksın Gecenin Ortasında (Yaşamım ve Müziğim) (Türkçesi: Ahmet Cemal)

  ANILARIMIN TÜRKÇE BASIMI İÇİN * --------------MİKİS THEODORAKİS * Anılarımın Türkçeye çevrilen ilk cildine önsöz yazmaktan büyük sevinç du...