6 Eylül 2024 Cuma

Hasan Kıyafet - Yaşamak Yasak

 

Arka Kapak
*
Hasan Kıyafet 1937'de Kaman'ın Çağırkan köyünde doğdu. Bir duvar işçisinin dokuz çocuğundan en büyüğüdür.
Pazarören Köy Enstitüsü ve Gazi Eğitimin İngilizce Bölümü'nü bitirdi.
12 Mart ve 12 Eylül iş*kence*hanelerini tanıdı. Sürgünlerle geçen öğretmenliği, yine 12 Eylül'de noktalandı. Kısacası her namuslu aydın gibi inançları yüzünden çekti.
Yazmaya Bingöl'de başladı. Halen basılı yapıtlarının sayısı 20'yi aşmıştır. 1960'da çıkan ilk romanı ''komünist imam''la, tezli roman anlayışının savunucularından oldu.
D.G. Mahkemeleri kurulduktan sonra ilk yargılanan romancı oldu. Buna karşın, ilerici kararlılığını, burjuvazi karşısındaki uzlaşmazlığını inatla sürdürmektedir.
*
YAŞAMAK YASAK yazılalı on yıl olmuş. Ötesini kendisinden dinleyelim:
*
''..Gün günden kötü geldi. Maddi olanak ve özgürlüğü yan yana getiremedim. Karadenizli kolay adam vu*rur denir. Ka*ndavasının maddi temelini araştırmak istedim. Fındık işçilerinin arasına girdim. Bir bakıma onların romanı oldu bu.
Fındık zamanı Fatsa Parkı'nda amele pazarı kurulur. Başıma bir şapka geçirip gittim. Zaten köylüyüm, işçi yadırgamadı. Yıl 1976 idi. Pazarda beni satın alan Amele Başı, Kovanlı yöresine giden bir gruba kattı. İlkin Kalafatoğulları'nın bahçelerinde çalıştık.
Tırnaklarım dayanamadı, baş parmak etten ayrıldı. Fındık çotanağının acı suyu dehşetli yakıyor. Anşa Bacı bunu gördü. Adımı ''İstanbıllı'' koydu. Derme çatma geniş barakalarda işçilerle yan yana yattım. Karavanada yüzen kurtları göre göre, taze meyve hoşafına, şekerli makarnaya kaşık salladım. Amele Başı tarafından günde on kez davar gibi sayıldım.
İki bahçenin sınırında yetişen bir kök fındığın yeşerttiği, zehir acısı bin ka*n davası olayından birini yazdım. Patronun Kara Ziya'yı vu*rdurtmak için peşine taktığı işçisinin, süreç içinde bilinçlenip si*lahını asıl hedefine çeviriş öyküsünü dinledim.
Çalışırken beni tanıyıp kimseye giz vermeyen, sıkı ağızlı öğretmen arkadaşım Recep ve eşine sevgilerimi yolluyorum..''
*
Kıyafet, yaşamadan yazmayı kabul etmiyor. Yargı okurların.
*
''Düşman korkunç değildir, uşağım. Korku korkunçtur. Düşman yenilmez değildir, yeter ki korku yenilsin. Yılgın insan, yılgın camız gibidir. Hasımı dizden takattan düşse de elleşemez. Ona baş tutamaz.'' (Sayfa: 22-23)
*
''Kanı kanla yumaz, suyla yurlar. Ölmek kolay ama kötü. Yaşamak güç, ama güzel.'' (Sayfa: 28-29)
*
''- Çocuk dedin mi aklıma padişahın öyküsü gelir. Bir gün yere göğe hükmeden padişahlardan biri büyüklenmiş: ''Şu dünyada benden korkmayan canlı, kul var mı.?'' demiş. Herkes ''hâşâ yok'' derken, yaşlı bir köylü: ''Vardır Padişahım, vardır. Siz kim oluyorsunuz.? Tanrıyı bile takmayan kul vardır'' demiş. Padişah: ''Kimdir o.? Tez getirin karşıma'' diye köpürmüş. Önüne üç aylık bir bebek getirip koymuşlar. Bebek başlamış ağlamaya. Padişahın durunu susunu kim takar..'' (Sayfa: 32)
*
''..insanın eli, eteği kolay kirlenmez. Suyla yıkarsın çıkar gider. Ama yüreği bir kirlendi mi, kolay çıkmaz.'' (Sayfa: 81)
*
''Haşim, iri gövdesinden beklenmedik kıvraklıkla kalktı. Köşedeki sepeti didiklemeye durdu. İnce, yıpranmış bir kitabı okumaya başladı: ''Gerçek düşmanlıklar bireyler arasında değil, ezenlerle ezilenler arasındadır.'' Bu kadaaar..'' (Sayfa: 103)
*
''Arkadaşlar, her türlü kötülük ''Artı değerin'' ortaya çıkışıyla başladı. Çünkü sömürü onunla ilgilidir. Biz emekçiler, her zaman tükettiğimizden çok üretiriz. Ama egemenler buna el koyarlar.'' (Sayfa: 105)
*
''- Peki avukat bey, hükümetin telaşı neydi.? Niçin askeri, polisi başımıza yığdı.?''
- Bunun iki nedeni var. Birincisi fındık fiyatını arttırmak istemiyor, ikincisi de komünist fikirlerin yayılmasına karşı çıkıyor. Önemli olanı ikincisidir.
- Anlamadım. Fındık yürüyüşüyle komünistliğin ne ilgisi var.?
Derviş bilgiççe güldü:
- Ne ilgisi mi var.? Solculuğun, komünizmin ilkokulu işte bu mitingler, yürüyüşler, dernekler ve sendikalardır. Oralarda palazlanıp gelişir. O gün Fatsa'ya, taa İstanbul'dan solcu militanlar gelmişti. Bunların kimi öğrenci, kimi öğretmen, kimi de fabrika işçisiydi. İşlerini güçlerini bırakıp koşmuşlardı. Köylülerin arasına dağılmış, zehirlerini akıtıyorlardı.
''Ağalığa beyliğe paydos.! Kahrolsun tefeciler, para babaları.! Bağımsız Türkiye.! İşçi, köylü el ele.! Satılmış hükümet, Amerikancı hükümet istifa..'' diye zırlaşan onlardı.'' (Sayfa: 118-119)
*
''- Eğer işi kaleme dökersek, bırak emeğimizin karşılığını, ettiğimiz masrafın karşılığını alamadığımız ortaya çıkar. Fındığı içki çerezinde, pastalarda tanıyanlar onun Allahın ağacında ve Allahın dağında kendi kendine bitip büyüdüğünü sanıyorlar. (..)
- Hilmii Hilmi, yavrum, fındığın nasıl sofraya geldiğini değil beyler paşalar, sizler bile tam bilmezsiniz. Onu, sen bize, Karadeniz kadınlarına sor. Yanında oturan Kara Şeytansa, hiç bilmez. Yokuş yukarı ceketini bile karısına taşıtan Kara Şeytan. Kulağıma devre devre sesleri geliyor, ağzımı açtırmasın.'' (Sayfa: 131)
*
''- Cengiz Beyciğim, bize danışmadan işçi almamanızı, ta o zaman söylemiştim. Adamlarınız, işi hafife aldı. Çok iyi bildiğiniz gibi, solcular bir kap süte düşen bir damla mayaya benzerler. Neyse, bazılarını özel yöntemlerimizle ayıkladık. Yüksek atlayıcı zaten komada. Şimdilik merak edilecek bir durum yok. Görgü tanıkları sağlam.
Cengiz Bey, yarım ağız güldü:
- İyi atlayıcı değilmiş herif..
Vahit Bey öfkeli:
- Gebersin nâmussuz. Arabayı yakan, işçiyi kışkırtan, İngilizleri kaçıran tüm oymuş. Her taşın altında o varmış. Sonunda belâsını buldu pezevenk. Yok canım kökü kazınamadı. Ne Deniz Gezmiş, ne de Kızıldere'de geberenlerle iş bitmedi. Allah razı olsun şeften. Meseleyi taze yağdan kıl çeker gibi çözüyor. Yaşamayı yasak edecek onlara.!'' (Sayfa: 155-156)
*
''- Değerli fındık üreticisi arkadaş:
*
El emeği, alın terinizi çağlardır çalan sömürücülere dikkat ediniz. Fındık Kooperatif yönetimi yıllardır parababalarının elinde. Kooperatif, devleti ve sizi soymakta bir ara güç olarak kullanılmaktadır. Oysa gerçek güç sissiniz. Geleceğinize, emeğinize sahip çıkınız. Yönetime, yoksulların, emekçilerin gerçek temsilcilerini getiriniz. Bunun için sınav günü yaklaşmaktadır. Demokratik savaşa hazır olunuz.
Yukarıdaki çağrıyı yaparken, yanlış anlaşılmaktan korkarız. Kooperatifçiliği nihai kurtuluş yolu olarak önermiyoruz. Düzenin burjuva yapısı değişmeden hiçbir şeyin değişmeyeceği bilinciyle, kooperatif yönetimine mutlaka girmenizi anımsatıyoruz.
Kırsal kesimdeki kooperatiflerin amacı, az topraklı ya da orta topraklı küçük üreticiyi tefecinin, aracının elinden kurtarmaktır. Sizin de yaşayarak gördüğünüz gibi bu, yurdumuzda iyi bir dilek olarak kalmaktadır. Bizdeki Tarımsal Kooperatiflerin bir benzeri dünya yüzünde yoktur. Toprak ağalarını, tefecileri, tüccarları içinde barındıran bir çeşit soygun aracı durumundadır.
Evrende hiçbir şey durağan değildir. Taş bile değişir. Sömürü yöntemleri de değişti ve gelişti. Kapitalistler üretim araçlarına sahip oldukları için, öncelikle artı değere el koymaktalar. Bu giderek fiyat mekanizmasıyla işçilere ödenen ücretin bir kısmını da içermektedir. Böylece emekçi kesim, çift yanlı bir sömürü çemberiyle kuşatılmaktadır..'' (Sayfa: 166)
*
''Cengiz Beyin öksürüğü, suskunluğu irileştirdi:
- Merak edilecek bir durum görmüyorum, dedi. Çünkü işçi, köylü bu bildirilerin tek cümlesini bile anlamaz. İyi iyi.. Böyle artı değerli, kompradorlu, emperyalistli bildirileri bırakın yayınlasınlar. (..)
- Kim demiş anlamaz diye.? Vallahi gâvur gibi anlarlar. Köylü, işçi işine gelmeyeni anlamaz. Tonguç'un torunları öğretmenler köylüye, Palabıyığın torunları da işçiye bir güzel anlatırlar.'' (Sayfa: 168)
*
''- Geçen gün bizim fabrikaya gidiyordum. Baktım iki grup çocuk, birbirlerini yiyorlar. Neyse, durup azarladım, ayırdım. Ufaklardan birini kanadından yakalayıp ''Ula niye dalaşıyorsunuz.?'' dedim. Ne dese.? ''Emice biz, Deniz Gezmiş, Mahir Çayan oyunu oynuyoruz. Ha bunlar da polis.. Ben Deniz Gezmiş'im,'' demez mi.? Kellesinin kökü deyip yapıştırdım velete.'' (Sayfa: 168)
*
''Vurulduğu gün, Hilmiyle birlikte, kente Dede, Nuru ve Öğretmen de inmişti. Onu hastaneye teslim etmeden bazı siviller yakalarına yapışmış, sorgusuz sualsiz bir deliğe tıkmış ve üç gün üç gece analarından emdiklerini burunlarından getirmişlerdi. Nuru dayanamamış: ''Ha bu sopalarınızı anlıyorum da, sorularınızı anlamayrum daa.!'' diye bağırmıştı.

LEMAN DERGİSİ

- (..) Solcu Hilmi denen o kızılı nereden tanıyordunuz.? Herkes uyurken sizler niçin uyumuyordunuz.? Ne konuşuyordunuz.? Niçin Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, Ziya Yılmaz ve Terzi Fikri'ye hayransınız.? Biz her şeyi biliyoruz. Konuşun, yoksa sonu kötü olur. İslâmın şartı kaçtır.? Kelime-işehadet getirin ulan dinini...diğimin komünistleri.'' (Sayfa: 175)
*
''..her şeyin okulu var da, doğruyu öğretmenin okulu yoktur. Doğruyu öğreten tek öğretmen, yanlış.. Okulu da hayatın kendisidir..'' (Sayfa: 198)

5 Eylül 2024 Perşembe

Antonis Samarakis - Pasaport (Yunanca Aslından Çeviren: Müfide Pekin)

 

Arka Kapak
*
Çağdaş Yunan edebiyatının usta yazarlarından Samarakis, diğer yapıtlarında olduğu gibi, bu öykülerinde de sıradan insanın yaşamından kesitler sunuyor. Yazarının, direniş, tutukluluk, bürokrasi deneyimlerinin zengin gözlemlerini yansıtan, insanın neredeyse çocuksu duygularına ilişkin birbirinden sıcak dokuz öykü..
*
Gündelik olgularla gerçeküstü olaylar arasında süregiden bu yolculuğa çıkmak için "pasaport"unuz hazır mı.?
*
PASAPORT:
*
''O zamanlar nereden hayal edebilirdi ki insanların insanlığı, sistemlerin insanlığına indirgenecek..'' (Sayfa: 28)
*
''İnsanın kopyası değil fotoğraflar, asla olamazlar. İnsandaki vicdan yok onlarda. (..) Vicdan renksiz değildir, olamaz. İnsan insana eziyet ettiği müddetçe renksiz kalamaz.'' (Sayfa: 29)
*
SON MUZİPLİK:
*
''..dünyanın her yanında gözaltı dairelerinin kabarık dosyalarında bugüne kadar yer almış ne kadar ''kalitesi'' gözetilmiş tutuklama varsa hepsi gecenin geç saatlerinde, hatta daha da doğrusu sabahın ilk saatlerinde gerçekleşmiştir. Çünkü tasarlanan oyunun içinde seni, ya hak ettiğin o yumuşacık uykuya dalıp gitmişken yatağından apar topar sürükleyip kaldırmak ya da savaş yerine aşk yapmak arzusuyla sokulduğun yine yumuşacık bir bedenin içinden söküp çıkarmak vardır. Ve elbette ki seni pijamanla, gömleğinle, beybi-dolunla, hatta belki çırılçıplak yakalayan bu şaşkınlık anı tutuklama olayına ayrı bir renk katar. Seni böyle tıraşsız, saç baş darmadağınık, uyku mahmuru en berbat halinle alır götürürler işte.'' (Sayfa: 32)
*
''Tüketim Toplumunun Sağlıklı Programlaması Dairesi Genel Merkezi'nin aldığı karar gereğince 17'yi 18 Ocak'a bağlayan gece yarısından sonra tüm yurtta ani yürütülen operasyon sonucunda ülkedeki tüm konuşan bebekler, 24 saat içinde derhal ameliyata alınmak üzere toplanmış ve yapılan cerrahi müdahaleyle bu bebeklerin mevcut gayri ahlaki konuşma mekanizmaları sökülerek yerine tüketim toplumunun sağlıklı programlanması amacına bütünüyle cevap veren ve netice itibarıyla sağlıklı tüketim eğitiminin tohumlarının ilk çocukluk yıllarında atılıp filizlendiği gerçeğinden hareketle vatandaşların tüketim toplumunun yüksek ideallerine bu yaşlardan başlayarak saygı duymalarını ve bunlara koşulsuz boyun eğmelerini sağlayacak yeni mekanizmalar yerleştirilmiştir.'' (Sayfa: 34)
*
''Başından 6 tane Nisan geçmiş Eleniça susuyor, kahverengi gözleri kooocaman açık..'' (Sayfa: 36)
*
ANATOMİ DERSİ VS.
*
''Özgürlük sararmış ansiklopedilerde, tozlu sözlüklerde kaldı.. a evet, bir de Sistem'in ütüden yeni çıkmış resmi duyurularında. ve de Sistem'in dünyasıyla özdeşleşmiş daha bir sürü şeyde.. Çünkü bir tek onların, Sistem'in resmi dilini kullananların özgürlükten söz etme özgürlükleri var..'' (Sayfa: 46)
*
''Yüreği çocuklarla, doğru.. Nasıl olmasın ki.? Özgürlüğe aynı açlık, aynı susuzluk onda da var, zor anlaşılıyor.. Özgürlükten yoksun olma aynı şekilde boğuyor onu da, zor anlaşılıyor.. O da aynı özgürlük umudunu yaşatıyor içinde, zor anlaşılıyor.. Aynı özgürlük rüyasıyla ısınıyor içi, zor anlaşılıyor.. Ama ne kadar, ne kadar, ne kadar çok insan özgürlükten yoksun.. zor anlaşılıyor.. Çocuklar zor anlaşılmıyor ama, gençler zor anlaşılmıyor.. Keşke genç olsaydı, 20 yaşında olsaydı.! Üniversite profesörü olmasaydı, küçük kadavra olmasaydı yani, küçük falan değil, düpedüz kadavra o.. ces*et, ces*et, ces*et, ces*et, ces*et, ces*et, ces*et..'' (Sayfa: 48)
*
PENCERE:
*
''Biz insanlar yalnızız, yapayalnızız. Sanki her birimiz yeryüzünde yaşayan tek insanız. Bu öyle bir yalnız insanlık durumu ki..'' (..)
''Aşk ya da ölüm, kimi hedef almışsa, dünyanın ilk aşık kişisi ya da en önemli ölüsü o kişi oluyordu.'' (Sayfa: 71)
*
BIÇAK:
*
''Saflığın en şaşmaz endazesi beceriksizlik belki de..'' (Sayfa: 81)

3 Eylül 2024 Salı

Alkioni Papadaki (Αλκυόνη Παπαδάκη) - Ayın Rengi (Yunancadan Çeviren: Sona Özzakar)

 

''Başkalarına benzemeyen birini tanıdım. Ölümü koltuğunun altında taşıyordu. Dar patika yolu ıslık çalarak çıkıyordu. Sağ omzunda asılı güneş dolu bir sepet ve başında bir gülle tırmanıyordu. Şüphesiz onun gibi başkaları da vardı.. Şüphesiz..'' (Sayfa: 8 )

*

''Bunu bilir misin.? Çiçekler arılara canlarını, ruhlarını armağan etmeden yaşayamazlar.'' (Sayfa: 19)
*
''Yıldız,
- Mutluluk, saniyeler kadar kısa mı sürer.? diye sordu o gece.
Dinlenmek için göz kapaklarını kapamaya hazırlanan ağaç, dallarını sallayarak, biraz uykulu cevap verdi:
- Hayır.. Hayır. O kadar kısa değil. Yalnız şu var ki.. İnsanlar bu saniyeleri beyinleriyle kovalarlar; oysa bu, nasıl anlatayım, bir kalp meselesidir.
- Bana birkaç mutlu saniye söyle.
- Bırak şimdi. Uykum var.
- Söyle, diye diretiyordu yıldız. Söyle, birkaç tane mutlu saniye söyle.
Ninenin ellerinde tarçınlı bir peksimet. Foti'nin yatağının altında bir çift spor ayakkabı. Angeliki'nin rüyalarındaki bir deniz kabuğu..
Ayın renginde bir kurdelecik..
- İyi geceler. Bu gece çok uykum var.
- Bir tane daha söyle ne olur, sonra seni rahat bırakacağım.
- Seni çok seviyorum.!
- İyi geceler, dedi yıldız, mutluluktan uçarak.
Ve kayboldu.
Ayın kirpiklerine tutunarak battı.'' (Sayfa: 34)
*
''- Ama nasıl böyle yalnız kaldın, diye sordu çocuk hayretler içinde. Nasıl yalnız.?
- Düşüncelerim var. Gül ağaçlarım var. Saka kuşlarım var. Değerli arkadaşım sen varsın.. İğnenin deliğinden ipliğin geçmesi gibi, dünyanın bütün sevgileri küçücük bir delikten geçer delikanlı. İçinde, ıssızlığı, yalnızlığı depolayan bu yalnız adamı tanır mısın.? İşin kötüsü de, dudaklarının arasından zehir akıtarak dırdır etmektir. Oturduğun yeri kirletmeden, payına düşeni keyfinle ye. İçkini usulüne uygun içerken kendi kendine şunu söyle: O kadar çok, güzel şey var ki, bunlar her an benim de karşıma çıkabilir. Nereden bilebilirsin.?'' (Sayfa: 35)
*
''-Ölmekten korkmuyor musunuz.?
- Bugün yaşıyorum. Bunun ne harikulade bir şey olduğunu bilir misin.? Şimdi beraberiz, ellerini sıkıp gözlerine bakıyorum. Gününün solmasına asla izin verme. Hayatın, parmaklarının arasından kayıp giden kum tanecikleri gibi kaybolmasına izin verme, bırakma. Yaşa, anlıyor musun.? Yaşa.!
Birtakım küflenmiş kafaların bugünü göz ardı ederek, ''yarın''a bakışlarını, ''yarın''dan ne anladıklarını kafana takma. ''Bugün'' senindir dostum. Onu sevebildiğin kadar sev.'' (Sayfa: 36)
*
''- İnsanların sırtlarına tabelalar yapıştırma arkadaşım. Onlara karşı önyargılı olma. Bazı insanlar içlerinde iltihap tutmuş yaralar taşırlar, yaklaş onlara, dışlama, içlerini dökmelerine yardımcı ol, uzaktan hafifçe parmak uçlarınla dokunma, onları hafife alma.'' (Sayfa: 45)
*
''Hayata reçete yazılamaz.'' (Sayfa: 46)
*
''- (..) Aşk hiçbir şey sormaz. İçeri girebilir miyim diye kapını çalıp izin istemez. Bizden eksilenleri, gidenleri, verdiği zararları hesaba katmaz. (..)'' (Sayfa: 52)
*
''- (..) Ben arı gibiyim. Bahçelerde gezinmek uçmak hoşuma gider. Niçin sana kanatlarımı bağlamamı istiyorsun.?
- Kanatlarını bağlamak istemiyorum. Sadece benim için uçmanı istiyorum.
- Sadece kendilerine şarkı söylemeleri için kuşları hapseden insanlardan hoşlanmam. Beni özgür bırak ve öyle sev. O zaman belki ben de seni sevmeye başlarım. Ben böyleyim ve beni anlamanı istiyorum, dedi.'' (Sayfa: 54)
*
''- Koşacağım. Ayaklarına kapanacağım, ona olan sevgimin büyüklüğünü belki anlayamadı. Israrla ve inatla ona anlatacağım.
- Sevgi onurludur, mağrurdur arkadaşım. Yerlerde sürünmez, diz çökmez, dize gelmez.'' (Sayfa: 59)
*
''..Ne diyordu İsa: ''Amaca ulaşmak için kutsal saydığınız, kıymet verdiğiniz şeyleri köpeklere yedirmeyin, vermeyin.''
Bu büyük bir laftır sakın unutma.'' (Sayfa: 62)
*
''-Aşk ne renktir.?
- Aşk, ayın dolunay olduğunda aldığı renktir.
- Öyle mi.? Aşk ayın rengindedir ha, dedi yıldız. Uzaklara, boşluğa baktı.. Ve ağladı..'' (Sayfa: 77)
*
''Buruşmamış, hep ütülü giysilerle dolaşan insanlardan hoşlanmam. Yaralanmak korkusuyla, hayatı cam bir kavanoz içinde yaşamaya değer mi.? Birilerinin gelerek ruhuna girerek hırsızlık yapacağı, oradan bir şeyler çalacağı korkusuyla yaşayarak onu demir ambarlara kilitlemeye değer mi.? Hayatını özgürce yaşa. Paralandığını ve yıprandığını hissettiğin zamanlarda da ''canım sağ olsun'' deme cesaretini göster.'' (Sayfa: 79)
*
''Sen hiçbir şeyi gerçekten sevmedin. Hiçbir şeyi.. Rüzgârlı havaların dışında. Rüzgârları arkana alıp bir kelebek gibi çiçeklerin etrafında dönerken, bir taraftan da onların sarı tozlarını topladın. Her zaman gideceksin. Çünkü sen öylesin. Ben de her zaman seni düşüneceğim ve seveceğim. Her zaman.!'' (Sayfa: 128)
*
''Ölülerin dertleri bir süre sonra ruhunda uyuklamaya başlar. Tanrı yaşayanların derdinden korusun.'' (Sayfa: 131)

2 Eylül 2024 Pazartesi

Nikiforos Vrettakos (Νικηφόρος Βρεττάκος) - Boranla Gelen (Türkçesi: Panayot Abacı)


Arka Kapak
*
Nikiforos Vrettakos (Νικηφόρος Βρεττάκος), bugün Yunanistan'ın en beğenilen, en çok okunan ozanlarından biri. Isparta'nın Taigetos Dağı yöresinde 1912'de doğdu. Şiire çok küçük yaşta başladı. İlk şiir kitabını, onyedi yaşındayken, 1929'da Gölgelerin ve Işıkların Altında adıyla yayımladı. O günden bu güne aralıksız şiir yazdı. Bellibaşlı şiir kitapları şunlardır: Azrail'in Yolculuğu (1938), Taigetos ve Suskunluğu (1949), Bulanık Sular (1950), Zaman ve Irmak (1957), Evrenin Derinliği (1961), Günebakan (1976), Prometeus ve Bir Günlük Oyun (1981), Akropol'de Tören Yöntemi (1981). Ayrıca Nikos Kazancakis üzerine önemli bir incelemesi (1958), sayısız denemeleri ve düzyazıları vardır. Çıplak ve Çocuk (1939), Barış Üstüne Tartışma (1949), Acı (1969), Aynı Suyun Önünde (1972), gibi. Bugün Yunanistan'ın en sevilen ozanı Nikiforos Vrettakos, tam üç kez 'Devlet Büyük Şiir Ödülü'nü (1940, 1956 ve 1982'de), bir kez 'Atina Akademisi Ödülü'nü (1976'da ve ayrıca ''Uluslararası Asla Ödülü'nü kazanmıştır. Yapıtları hemen hemen bütün Avrupa dillerine çevrilmiştir. Boranla Gelen yazarın, Alman işgali altındaki Yunanistan'da bir yurtseverin acı ve umut dolu notlarından oluşan anlatı türündeki tek yapıtıdır. Nikiforos Vrettakos'un 1945 yılında yazdığı bu kitabı, Yunanca aslından eksiksiz çeviren Panayot Abacı'nın türkçesiyle sunuyoruz.
*
Yazarın birkaç sözü
*
Bu kitabın ilk baskısı 1945'te yapıldı. Kitap, 1942-1943 Alman işgali sırasında tutulan notlara dayanılarak yazıldı. Kitapta anlatılan tüm olaylar gerçektir, yaşanmıştır. İlk biçimiyle yapıt, bir çöküş dönemini yansıtan kimi notların kâğıda dökülmesinden ileriye gidemedi. Bu notların bir gün yeniden ele alınıp işlenmesi gerekiyordu.
Yaşanmış olaylarla duygulanmalar, zamanla içimizde, doğru bir biçimde bölümlenir ve sanat için yararlı, elverişli duruma gelir. Metnin içerdiği anıların etkisinden bugüne dek kurtulamadığımdan, onu yeniden ele almak zorunda kaldım. Şunu da belirtmek isterim ki, Alman işgali sırasındaki bir yandan korku, bir yandan yiğitlik ortamında geçirmiş olduğum ruhsal bunalım sanata dönüşemezdi.
Ve şunu saptadım: Olağanüstü büyük ve derinden etkileyici coşkular, sanatsal yaratıcılığı olumsuz yönde etkilemektedir. O korkunç savaşın bitiminden yirmi yıl geçti. Bu arada yaşam ve sanat üzerine düşünülmesi gereken konu ve sorunlar kuşkusuz büyük ölçüde çoğaldı.
*
Nikiforos Vrettakos (1965) (Sayfa: 5)
*
*
*
''Uzun bir mutsuzluk dönemi sezinler gibiyim. En soylu Avrupa uluslarının, yüzyıllar boyu gözyaşı dökecekleri bir tarihle açıyorum bu parantezi.
1941
Yazılarımla, bugün, kendimi öne sürmekten utanç duyuyorum. Ne ki bu el yazılarının ayrı bir önemi yoktur; açıklayacaklarım dışında. Bu davranışım -tüm yazdıklarım- ağlayarak yastığını ıslatan bir çocuğun davranışından farksızdır. Sanıyorum, tüm insanların ve özellikle dünya adaletine yürekten inanan çocuklarla ozanların hakkıdır bu.
Atina, Komninon sokağı, 27 Aralık.'' (Sayfa: 9)
*
''Arnavutluk cephesinden getirdiğim bütün notlarımı yaktım bu sabah. Bilinmesinde yarar var; ben de, kendimi savaşın içinde buldum, bunu yadırgıyorum oysa; savaştan ürktüğümden değil, çocukluğumdan beri ondan iğrendiğimden ve içimde, kalbime çevrilmiş korkunç bir sil*ah duyduğumdan: Sorumluluk.'' (Sayfa: 11)
*
''Kişinin içine dek işleyen o gür sesin, çağımızdaki ölçüsüz kötülüklere karşı yükselmesi olası mı, Anna.? Seslerin yükselmesi olası mı bugün.? Olası mı.? Çocuksun deme bana Anna. Hayır, Anna, sesler bugün yükselemez.'' (Sayfa: 12)
*
''Savaşan tüm insanlar, barıştan yanadır oysa. Doğaldır ki, savaşı da benimsemezler. Daha doğrusu, kimse, savaşa atılarak kendisini içinden çıkılmaz durumlara düşürmek istemez. Hiç kimse savaşı, yaşamaya yeğ tutmaz. Ne ki.. Gerçekte kimlerdir savaşanlar:? Kuşku yok, savaşanlar ve ölenler, bir buyruğu yerine getirmek zorunda kalanlardır. Oynadıkları oyun, kendi oyunları değil.'' (Sayfa: 13)
*
''Özgürlük, Adalet, Barış.! Yoktur bu denli sulanan başka ağaç. Nerede çiçekleri.? Nerede ürünleri.?'' (Sayfa: 22)
*
''..''Düşün,'' diyorum, ''bir avuç Alman tüm evrene egemen olmak istiyor. Geri kalanlar, onların yaşamalarına izin verecekleri insanlar, onların artıklarıyla sürdürecekler yaşamlarını.''
Elini kaldırıyor, parmağıyla dışarıyı gösteriyor.
''Duyuyor musun.?''
''Neyi.?''
''Umut.''
''Umut mu.?''
''Bayrağı cebinde taşıyan..''
Şaşkınlığımı görüyor.
''Ağız mızıkası çalan çocuk geçiyor.''..'' (Sayfa: 35)
*
''İlk sayfasına Andre Chenier'in bir dizesini yazmış:
Gözyaşı döksün isterim ölümüme erdem.'' (Sayfa: 38)
*
''Çünkü kanın, bütün olup bitenleri algılama yeteneği vardır. Gözü vardır, kulağı vardır, zalimleri adım adım izler. Ölüler de yaşayanlar gibi gözüpek ve korkunçturlar.'' (Sayfa: 48)
*
''Bir gece, bir yabanıl dut ağacının yaprakları arasındaki küçük bir sincabı vurduğumu anımsıyorum. İncecik, içe işleyici bir ses çıkarmıştı.. Meğer beni uyarmış. Oysa ben bunu anlayamamıştım. Yaşamaktan, özgürlükten söz etmek istemiştir kuşkusuz. Öyle değil mi.? O sincap kardeşle tezelden aynı yabanıl dut ağacında bir araya gelmek isterim. Ama bu arada insanlığımı yitirmiş olabilirim. Ne önemi var.? Ne olursa olsun ormanıma döneceğim yeniden. İşim ne benim bu inançsız dünyada.?'' (Sayfa: 52)

31 Ağustos 2024 Cumartesi

Vedat Türkali (Abdülkadir Pirhasan) - Bu Ölü Kalkacak


Arka Kapak

*
Vedat Türkali'nin pek çok eseri gibi 'fırtınalı' bir yayınlanma serüveni olan 'Bu Ölü Kalkacak' TRT oyun yarışmasında 'Övgüye Değer' bulunduktan yıllar sonra Fatih Şehir Tiyatrosu tarafından sahnelenir. Halkın büyük ilgisiyle karşılanan oyun, yılın ikinci yarısında bir ihbar sonucu sahneden kaldırılır. Açılan dava sonunda aklanır.
Türkali, ortaoyun niteliği ağır basan bu oyunda Hacivat ve Karagöz tiplemeleriyle politik, insani ve düzene dair sorunları hicveder. Son otuz yılda güncelliğinden hiçbir şey yitirmeden bu oyunu severek okuyacağınızı umuyoruz.
*
''70 ya da 71 yılı olacak; TRT, ödüllü bir yarışma açmıştı. Ben de iki oyunla katılmıştım bu yarışmaya. Vedat Türkali imzasıyla yolladığım Dallar Yeşil Olmalı adlı dramatik oyun başarılı diye ödüllendirilirken, Abdülkadir Pirhasan adına giden bu epik oyun, Bu Ölü Kalkacak da, “Övgüye Değer“ bulunmuştu. Gene de epey bir süre ikisi de ilgi görmedi tiyatrolardan. Yıllar sonra bir gün, TRT ÖDÜLLERİ SEÇİCİLER KURULU'ndaki üyeliği sırasında oyunu beğenip aklına koyan değerli tiyatro adamı, yönetmen Hamit Akınlı, BU ÖLÜ KALKACAK'ı Şehir Tiyatrosu'nda sergilemek için bana başvurduğunda, elimde oyunun teksti bile yoktu. Sağ olsun, seçici kurul üyesi iken edinip sakladığı oyunla çalışmalara girişebilmişti Sayın Akınlı. Oyun Fatih Şehir Tiyatrosu'nda oldukça iyi karşılandı. Gün günden artıyordu halkın ilgisi. Yılın ikinci yarısında Üsküdar Tiyatrosu'na geçirilince neredeyse kapalı gişeye gidiyordu ki, bir “ihbar“ sonucu, savcılık kararıyla oyun durduruldu. Güvenlik güçlerine hakaret edildiği savındaydı ihbarcı. Oyunun bir yerine ağır suçlanarak götürülen Karagöz, daha sonra ortaya çıkınca, kollukçulara elli lira vererek ellerinden kurtulduğunu söyler. “Elli liraya babalarını bile satar bunlar,“ diye kapıda bekleşen herifleri gösterir. Bu sözlerle polise hakaret etmiş oluyormuşuz. Savcılığa giden ihbarı yazan da polismiş.! İhbarı, Hamit Bey'le okuyunca hemen gördük; uzun uzun irdeleyip içindeki geleneksel tiyatro öğelerini tek tek ayırarak oyunun ustalıklı biçimde incelemesini veren ihbarcının tiyatro konusunda meslekten bilgileri olan birisi ya da birileri olduğu apaçık göze çarpıyordu. Sıradan bir polisin becereceği iş değildi bu. O dönem, Şehir Tiyatroları'nın başında olan Muhsin Ertuğrul, Dramaturg Ayşın Candan, Yönetmen Hamit Akınlı, Yazar Vedat Türkali için, T.C.K.'nın 159. Maddesi uyarınca, Kadıköy İkinci Ağır Ceza Mahkemesi'nde 1.4.1976 tarihinde, güvenlik kuvvetlerine hakaretten dava açıldı. Yedi yıl kadar sonra, 1.12. 1982'de aynı mahkemece aklandık. İstenen olmuş, oyunun seyirciyle buluşması engellenmişti.'' (Sayfa: 7-8)



- Sobeee.. Sobe.. Sobe.. Arkamdaki, önümdeki, sağımdaki, solumdaki, sobe..
(Arkaya doğru seslenir.) Çıkın çocuklar sobeledim.
(Sütunların ardından, yanlardan, beş oyuncu daha çıkar, ağır ağır inip birincinin yanına gelirler.)
- (Seyircilere) Siz bakın şaşkın şakın.. Gene ebesiniz.. Yenildiniz oyunda..
- Hangi oyunda yenilmediler ki.. (seyircilere)
Ömrünüz gününüz yenilmekle, yitirmekle.. Yetinmekle.
- Açıkçası kazıklanmakla geçiyor..
- Son kazığı da yediniz mi bizden.? (güler) (Hepsi gülüyorlardır.) (Sayfa: 23)


- (..) Bu kütükler nasıl yanar efendim.?
(Bir an durur, etrafına bakınır, korkuyla fısıldar birden) Kıpkızıl..
(Hepsi birden bir yaygara koparırlar..)
- İmdaat.. Alçak kızıllar..
- Hain kızıllar..
- Yetişin.. Üçler.. Yediler.. Kırklar.
- Kırkbirler.. Yüzkırkbirler.. Yüzkırkikiler..
HEPSİ - Kızıllara ölüm.. (Sayfa: 26)


Taksim Alanı'ndan geçeyim dedim, baktım bir kalabalık, ne oluyor demeye kalmadı, bir sürü herif kudurmuş gibi saldırdı üstüme birden, sen de onlardansın diye bir dayak bir dayak, üstünüze afiyet, hani halt etmiş benim Hacivat'a attığım dayaklar.
On beş gün İşçi Sigortaları'nda yattım. Az kalsın oraya da almıyorlardı. Solcu olmasan dayak yemezdin demezler mi.? Meğer o gün solcuların, hükümet emri ile dayak yemeleri günü imiş. O sokaktan geçenlerin hepsi de solcu sayılırmış o gün. (Sayfa: 28)


KARAGÖZÜN KARISI - Hay gözün kör olsun emi..
Yarabbim, nedir benim çilem.? Babasından ayrı, oğlundan ayrı..
Çekip başımı gideceğim bu evden vallaa..
Al benim canımı da kurtulayım Allahım..
KARAGÖZ - Kırk yılda bir istekte bulundu,
kırma Yarabbim kadıncağızı.. (Sayfa: 29)


HACİVAT - (Perde gazeline başlar. Hacivat yukarda sağda, Karagöz aşağıda soldadır..)
*
Şem'amız küllenmiş artık, eskimiştir perdemiz
Perdeyi kaldırdık artık, şimdi orta yerdeyiz..
*
KARAGÖZ - Doğru söyle köpoğlu, ortanın soluna geçtin..
HACİVAT - Çok dümenler döndürüp bakmak hünerdir kârına
Perde bir kez yırtılınca ar ve nâmus tertemiz
KARAGÖZ - Ha, şimdi ortanın neresine geçersen geç artık..
HACİVAT - İncinen yok çok şükür bir sözcüğünden bizlerin
Bazı topraksız fakirden, bazı zenginlerdeniz..
Bin fakirin ahı varmış çiğnenen her lokmada
Ah-ü-vah'tan anlamaz taştan, yürek erlerdeniz;
Hangi yönden esse bir rüzgâr dönerken ansızın
Biz de şaştık, söylesin erbabı biz kimlerdeniz.?
Efendim demem o demek değil.. Şu alanda, her bakışı alımlı, politikası ılımlı, davranışı çalımlı, konuşması tatlı..
KARAGÖZ - (Şöyle bir diklenir) Patlama geleceğim sandıktan çıkma suratlı..
HACİVAT - Arkadaşlarım olsa.. Ana dilleri Türkçe, baba dilleri Amerikanca olsa..
KARAGÖZ - Bizimle birlik olup da şu enayi takımını kaz gibi yolsa..
HACİVAT - Her alanda tatlı tatlı söyleşsek.. Şu milleti bir seçimlik daha uyutsak.. Diyelim bu seçimlerden sonra da Tanrı işimizi rast getire.. Yâr bana bir eğlence, medeet.. (Sayfa: 40)


DİLEKÇECİ KADININ TÜRKÜSÜ
*
Erkenden kalktım bir sabah
Güneş doğdu doğacak
Mışıl mışıl uyuyordu bizim p*içler
Babalarının koynunda
Fabrika düdükleri başlamamış daha
Uykuda tornalar presler çekiçler
Bir çorba pişirdim sıcak sıcak
Haydin dedim haydin
Gün başlıyor mutluyuz
Sizin de bebeleriniz var mı
Ellerinden tutup götürür müsünüz bayramyerine
Mintanını kirletir raftan şeker ça*lar mı
Benim iki kız iki oğlan
En küçüğü bir yaşında en büyüğü dokuz
Kalkın dedim kalkın
Gün başlıyor mutluyuz
Nerden bileydim daha günün başlamadığını
Okul mokul görmedik yaşım otuz
Çelik halat gibiydi erkeğimin kolları
Yamyassı çıkardılar presten
Ka*hpe dünya dönüp dönüp gidiyor işte
Fabrika da
Onsuz
Bebelerim var benim bugün her seslenişte
Aydınlıktan ışıktan yana
Bakmayın yüzleri sarı
Bakmayın bugün çıplak olduklarına
Ellerinde dünyanın bütün anahtarları
Ayçiçeği gibi umut gözlerinde
Karşınıza çıkacaklar bir gün
Korkusuz.. (Sayfa: 67-68)


ARKADAN VURULANIN TÜRKÜSÜ
*
Ağıt istemem
Türküler isterim iyi günler için
Yumruğunu sıkmanın
Üstlerine yürümenin sırası
Ağıtlar borsalarda dolaşsın
Karalar tutunsun hayınlar vurguncular
Görsünler neylermiş kah*pe kurşun yarası
Kara haber gezsin çarşılarında
Bir gün bitecek annemin gözyaşları
Ben ağıt istemem
Artık hep varım
Yirmi bir yaşında olacağım artık hep
Sırtımdaki mermi ile
Karşılarında.. (Sayfa: 68)


HACİVAT - İlme saygısızlık hiçbir zaman..
*
- Fetvacı Hacivat İbretullah
- Özel okul vurguncusu
- Kapatın gençlere devlet üniversitelerini.. Özel okullar kazansın..
*
HACİVAT - Haylaz. Tembel herifler.. Bilimsel yetersizliğinizden başarısız oluyorsunuz sınavlarda; profesör ne yapsın.?
*
- Özel okullara geçince yeterli oluyoruz hemen..
- Bilimimiz artıyor birden..
- Bastır parayı.. Al diplomayı..
- Haberiniz var mı halkın çektiğinden bilim vurguncuları.?
- Bizim ne çektiğimizden haberiniz var mı.?
- Kantinler soyar bizi, yurtlar soyar..
- Kitap deyip siz soyarsınız..
- Yuuuuuuuuuuu.! (Sayfa: 70)
*
İKİNCİ PERDE:
*
HACİVAT - Bütün ülkede ulusal yas ilan edilmiştir.. Borsalar, ticarethaneler, genel-evler, alışveriş yerleri, randevu evleri, bir süre kapalı kalacak; ve ulusal yas süresince her türden talan, vurgun, hırsızlık, üçkâğıt ve toptan ticaret, ithalat ve ihracata mola verilecektir.. Yurttaşların bu acılı günde, halkımıza yaraşır bir ağırbaşlılıkla bu yokluklara da katlanacaklarına olan inancımızla baş sağlığı ve sabır dileriz. (Sayfa: 77)
*
KARUN BEY'İN VE KARAKULLUKÇUBAŞI'NIN YAŞAM ÖYKÜLERİ:
*
KARUN - Ben anamdan Karun doğmadım
Sonradan olmadır Karun'luğum
Tefecilerle birlik
Bezirgânlıkta birkaç adım
Sıra topraklara gelince
Ne düzen kaldı ülkede ne dirlik
Tanrı da dedi mi yürü ya kulum
Ban anamdan Karun doğmadım
Sonradan olmadır Karun'luğum..
(..)
Tarlalarım ormanlarım uçsuz bucaksız
Kentlerde bacalarım yükselir
Artık bende ayrılır haklı haksız
Dizginler ellerimde
Akla ben gelirim
Şirketler bankalar borsalar deyince. (Sayfa: 83)
*
D. KADIN - Evet.. Kocamdı.. (Yüzünü şefkatle tabuta sürer, okşar.) Gözün arkada kalmasın.. Yetiştireceğim çocuklarımızı.. Ele güne bırakmayacağım onları.. Rahat uyu sen.. Güçlü olacak çocuklarımız, bizden güçlü olacak.. (Sessiz, içten ağlıyordur.)
- Kazada ö*lmüştü senin kocan.. Fabrikada..
D. KADIN - İşçi o.. İzin yok onun tek bir kez ölmesine.. (Dalgın durur, gözleri yaşlıdır) Önce köyde ö*ldü.. Ağanın adamları vu*rdu*lar taşlı tarlada.. Olmaz demiş ağa, olmaz.. Şehre gitsin, orda ö*lsün demiş.. Burda söz olur.. İki paralık ekmeksiz için ona buna söz mü anlatacağım.? Hem nereye gömelim, toprağı yok.. Bir kez de işsiz dolaşırken ö*ldü.. Utanmış eve gelmeye.. ''Ne yüzle çıkacağım çoluk çocuğa.?'' Aç açına dolaşmış günlerce.. İskelenin dibinde bulmuşlar.. Kışındı.. Belediye olmaz dedi.. Sonra preste e*zildi Karun Bey'in fabrikasında.. Sadece iki kolu e*zildi, ö*ldü sayılmaz demişler.. Sonra fabrika kapısında cop vurdular önce.. B*omba da patlamış yanı başında.. Bütün kanı sokağa akmış.. Taşlara.. (Yaşlı yüzünü ağır ağır tabuta sürer) Oldu demişler artık.. Baş kaldırdı, cezasını buldu demişler.. (Sessizlik) (Sayfa: 102-103)

Mikis Theodorakis (Μίκης Θεοδωράκης) - Yapayalnız Kalacaksın Gecenin Ortasında (Yaşamım ve Müziğim) (Türkçesi: Ahmet Cemal)

  ANILARIMIN TÜRKÇE BASIMI İÇİN * --------------MİKİS THEODORAKİS * Anılarımın Türkçeye çevrilen ilk cildine önsöz yazmaktan büyük sevinç du...