25 Ekim 2021 Pazartesi

Sabahattin Ali - Üç Romantik Hikaye (Kleist - Chamisso - Hoffman)

 

Arka Kapak:
*
Sabahattin Ali, Üç Romantik Hikâye’de çağlarını aşarak, günümüze ulaşan üç yazardan seçtiği birer hikâyeyi bir araya getiriyor: Heinrich von Kleist’tan “San Domingo’da Nişanlanma”, Adelbert von Chamisso’dan “Peter Schlemihl’in Acayip Sergüzeşti” ve E. T. A. Hoffman’dan “Duka ile Karısı”.
*
Tercüme Bürosu’nda Batı klasiklerini Türkçeye kazandırma amacıyla başlatılan çeviri seferberliğinin önemli bir parçası olan Alman klasiklerinin editörlüğünü de üstelenen Sabahattin Ali’nin Almancadan çevirdiği Üç Romantik Hikâye, ilk kez 1943’te Ankara Maarif Vekilliği tarafından yayımlanmıştır.
*
“Romantik cereyan, dünya edebiyatına verdiği eserlerden ziyade, Almanya’nın, hatta Avrupa’nın sanat ve fikir hayatına yaptığı tesirle anılır. Yalnız birkaç kişi, çığırlarının sınırlarını aşarak bütün insanlığın malı olacak eserler meydana getirmişler ve bu güne kadar canlılıklarını muhafaza etmişlerdir ki, biz bu kitapta bunlardan birer örnek vereceğiz.”
*
Sabahattin Ali


Heinrich von Kleist:
*
''Ruhunun kararsızlığı ve ateşliliği kadar, devrinin karışıklığına kurban giden bu büyük muharrir, yukarda söylediğimiz gibi, Almanya'nın en kuvvetli piyes muharrirlerinden biri olmakla beraber, en usta hikâyecileri arasında da yer almaktadır. Diğer romantik muharrirlerde olduğu gibi, hikâyelerinin kısır vakasını şairane sözlerle dolduracağı yerde, piyes muharrirliğinden gelen bir kudretle, asıl ehemmiyeti vakaya vermekte, karakterleri vakaya dayanarak yürütmeye muvaffak olmaktadır. Bu sahada, haksızlığa tahammül edemeyen bir adamın nasıl haydutluğa kadar gittiğini gösteren ''Michale Kohlhaas'' hikâyesi bir şaheserdir; ''Şili'deki Zelzele'', ''Markiz von O.'', ''Bulunmuş çocuk'' ve burada tercümesini sunduğumuz ''San Domingo'da Bir Nişanlanma'' hikâyeleri de, ilk sahifeden başlayarak insanı merakla saran ustaca yazılmış eserlerdir. Üslûbu oldukça ağır, cümleleri uzun ve biraz ağdalı ise, bunun sebebi, adeta ifrata varan bir ''fazla lakırdıdan kaçma ve lüzumlu olan hiçbir şeyi feda etmeme'' endişesidir. Hikâyede, vakanın yürüyüşünün veya şahısların karakterlerinin meydana çıkması için gerekli olmayan bir tek kelime bulmak imkânsız gibidir.
Tercüme ettiğimiz hikâye 1811'de yazılmıştır ve o zamanlar Fransız müstemlekesi olan Haiti adasındaki bir vakayı anlatmaktadır.'' (Sayfa: 12-13) #HeinrichVonKleist

San Domingo'da Bir Nişanlanma:


''..aynı vücudun iki elinin, yahut ağzın dişlerinin, biri öteki gibi yaratılmadı diye, birbirlerine kızmalarına benzemiyor mu.? Babam Kuba adasındaki San Yago'dandı; şimdi ben, gün ağarınca yüzümde beliren beyaz ışık belirtisine karşı ne yapabilirim.? Sonra, Avrupa'da gebe kalıp doğurduğum kızım, o kıtanın aydınlık günü yüzünde parlıyorsa, buna karşı ne yapabilir.?'' (Sayfa: 20)


Adelbert von Chamisso:

''Peter Schlemihl'in Acayip Sergüzeşti'' ''..Gölgesini kaybeden bir adamın macerasında kendi ruhunun dertlerini aksettirdi. Gerçi Chamisso bu eserinde böyle bir maksat güttüğünü inkâr etmemişse de, hikâyede kendi üzüntülerinin izi bulunduğu açıkça görülmektedir. Bir dostuna yazdığı mektupta hikâyenin nasıl meydana geldiğini şöyle anlatıyor: ''Bir yolculukta şapkamı, bavulumu, eldivenlerimi, kısacası yanımda neyim var neyim yoksa hepsini kaybettim. Fouquè: gölgeni kaybetmedin mi.? diye sordu. Böyle bir şey olacak olsa ne olurdu diye düşündük. Sonra bir gün La Fontaine'in bir kitabını okuyorduk, burada kibar bir adamın bir toplantıda cebinden, oradakilerin istediği bir sürü eşya çıkardığı yazılıyordu. Ben de, tatlı dille istenecek olsa bu adam herhalde cebinden atla araba bile çıkaracak, dedim. İşte böylece ''Schlemihl'' tastamam hazırdı. Kırlık bir yerde, boş vaktim varken, yazmaya başlayıverdim.''
Fakat buna rağmen, belki kendisi de farkına varmadan ve istemeden, etrafının ona karşı vatansızlığından dolayı aldığı tavırdan duyduğu teessürü, burada şairane bir şekilde dile getirmiş oldu. İnsanların boş bir şeye, bir gölgeye ne kadar ehemmiyet verdiklerini, bu yüzden insanı nasıl bedbaht ettiklerini gösterdi. Kitap derhal meşhur oldu, bütün Avrupa dillerine, daha sonra Çinceye bile tercüme edildi.'' (Sayfa: 49-50)

Peter Schlemihl'in Acayip Sergüzeşti:

''Bu dünyada para, liyakat ve kıymete ne kadar tercih edilirse edilsin, gölgeye, hatta paradan da çok kıymet veriliyordu. Ve ben evvelce serveti nasıl vicdanıma feda ettiysem, şidi de gölgemi sırf para için vermiş bulunuyordum. Artık bu dünyada ben ne yapabilir, ne olabilirdim.?'' (Sayfa: 57-58)


''Demir zincirlerle sımsıkı bağlanmış olan bir kimseye kanat fayda eder mi.? O, bu kanatlara rağmen, hem de daha müthiş bir şekilde, ümitsizliğe düşer.'' (Sayfa: 62)


''..dünyada pek talihsiz bir şekilde gölgesini kaybetmiş bir adama yalancı bir gölge resmedebilir misiniz.?'' (Sayfa: 62)
*
''Benim yapabileceğim yalancı boy gölgesi, ancak, bu adamın en küçük bir hareketinde tekrar kaybedeceği bir gölge olabilir. Hele, bizzat sizin hikâyenizden anlaşıldığı gibi, kendi anadan doğma gölgesine bu kadar az bağlı olan bir kimse için.. Gölgesi olmayan güneşe çıkmaz, bu en akıllıca ve en emin yoldur.'' (Sayfa: 63)


''..o zaman seni kaybedince nasıl ağladıysam, şimdi seni içimde de kaybettiğime öyle ağlıyorum. Bu kadar ihtiyarladım mı.? Ey hazin akıllılık.! O zamanların bir tek kalp çarpıntısı, o çılgınlığın bir ânı geri gelse.. Fakat hayır.. Senin acı akıntılı, engin, ıssız denizinde tek başıma duruyorum ve son şampanya kadehinden son perinin fışkırdığı zaman çoktan geçti.'' (Sayfa: 66)


''Aziz dostum, hafiflik ederek ayağını doğru yoldan dışarı atan bir kimse, farkında olmadan başka yollara sapar ve bu yollar onu aşağı, daima aşağı götürür. Ondan sonra gökyüzündeki yol gösteren yıldızların pırıltısına beyhude yere bakar.'' (Sayfa: 86)


''Şeytan, insanların tasavvur ettiği kadar, siyah ruhlu değildir.'' (Sayfa: 91)


''..sen, dostum, insanlar arasında yaşamak istiyorsan, her şeyden evvel gölgeye, sonra paraya hürmet etmesini öğren. Eğer yalnız kendin için ve içindeki iyi tarafın için yaşamak istiyorsan, o zaman nasihate ihtiyacın yok.'' (Sayfa: 105)
*
EXLICIT (Ortaçağda kullanılan ''Explicirus est liber'' (kitap bitti) tabirinin kısaltması.


E. T. A. Hoffmann:

*

Hoffmann'ın böyle başıboş bir hayal âlemine dalan eserleri hakkında zaman, yavaş yavaş hükmünü vermiş, bunlardan bir kısmı artık bugünün insanı tarafından okunmaz olmuştur. Fakat onun cadısız, perisiz, hayaletsiz birtakım hikâyeleri de vardır ki, yazılalı yüz seneyi geçtiği halde kıymetlerinden hiçbir şey kaybetmemişlerdir. Bu eserler, kendini israf etmese, bu büyük muharririn neler yaratabileceğini göstermektedir.
''Fıçıcı Usta Martin ile Kalfaları'', ''Das Fraulein von Scudery'', ''Ceviz Kıran'la Fare Kralı'', ''Altın Çanak'', ''Küçük Zeches'', ''Şövalye Gluck'', ''ie-Fermate'', ''Rat Krespel'' ve burada tercümesini sunduğumuz ''Duka ile Karısı'' bunlar arasındadır. Gerçi bunlarda da yer yer cadı karılar, olmayacak hayaller işe karışmaktaysa da, gündelik hayatın mantığı hiçbir zaman büsbütün kaybolmamaktadır.
Hoffmann, ciltler dolduran daha birçok eserler yazdıktan sonra, ağır bir belkemiği hastalığına tutulmuş, kötürüm olmuş, korkunç acılar içinde uzun zaman kıvranarak, 46 yaş gibi tam eser verebilecek olgun bir çağda, 22 Haziran 1822'de, ölmüştür.
Tercümesini sunduğumuz hikâyenin Almanca ismi ''Doge und Dogaresse''dir. 1819'da yazılmıştır. Muharririn, Berlin'de bir resim sergisinde gördüğü bir tablodan nasıl meraklı bir hikâye çıkarabildiğini göstermekte, aynı zamanda, eski Venedik'le oradaki hayat hakkında gözlerimizin önüne unutulmaz tablolar çizmektedir.'' (Sayfa: 107)

Duka ile Karısı:

*

''Kış bile ne kadar sert ve soğuk olursa olsun, en nihayet ılık batı rüzgârlarının üzerinde, kendisine doğru gelen güzel Tanrıçaya kollarını hasretle açıp uzatmıyor mu.? Sonra onu donmuş göğsüne bastırınca, yumuşak bir ateş damarlarını dolaşınca, buz ve kar nerede kalıyor.?'' (Sayfa: 120)


''Ah, bu dünyada böyle ümitsiz bir yalnızlığa mahkûm olmak.. Vaziyetim ne kadar iyi olursa olsun, bu beni her türlü sevinçten uzak tutuyor..'' (Sayfa: 127)



''İz bırakmadan kaybolan şeyin, izi olur mu.?'' (Sayfa: 128)


''Gece rüzgârının fısıltısını duyuyor musun.? Denizin hasret dolu şikâyetlerini duyuyor musun.? Asıl küreklere benim cesur gemicim, asıl küreklere.!'' (Sayfa: 129)


''Ümidin altın çiçeği âşıklara açmaz da kime açar.?'' (Sayfa: 140)

William Shakespeare - Yanlışlıklar Komedyası, Çeviri: Özdemir Nutku

 

William Shakespeare (1564-1616): Oyunları ve şiirlerinde insanlık durumlarını dile getiriş gücüyle yaklaşık 400 yıldır bütün dünya okur ve seyircilerini etkilemeyi sürdüren efsanevi yazar, Yanlışlıklar Komedyası'nda olay dizisini ikiz kardeşler ve onların ikiz uşaklarının benzerliğinden kaynaklanan yanılgılar üzerine kurmuştur. Birbirini izleyen yanılgıları gülerek izleyen seyirci, oyunun başında öğrendiği acılı bir yaşamöyküsünün nasıl sona ereceğini de merak içinde bekler. Kaderin bir fırtınayla dağıttığı ailenin bireyleri bu gülünç olaylar arasında birbirini bulur. Mutlu son inandırıcı bir gelişmeyi izleyerek ortaya çıkar. Yanlışlıklar Komedyası Shakespeare'in ilk ve kısa komedyalarındandır.

1. Perde:

2. Sahne:

SİRAKUZALI ANTIPHOLUS:

*

''Beni kendi keyfimle baş başa bırakan,

Hiç elde edemediğim bir şeyle baş başa bırakmış oluyor.

Şu dünyada, okyanusta başka bir damla arayan

Bir su damlasından farkım var mı.!'' (Sayfa: 8)

2. Perde:

1. Sahne:

ADRİANA:

*

''Kendine dizgin taktıran eşekten başkası olamaz.'' (Sayfa: 12)

*

ADRİANA:

*

''Felakete uğramış bir zavallının ağladığını görünce,

Ona susmasını öğütleyip sabır dileriz,

Ama aynı ağırlıkta bir acı bizim üstümüze çökse,

Onun kadar, belki de daha fazla, dizimizi döveriz.'' (Sayfa: 12-13)


ADRİANA:

*

''En iyi işlenmiş parlak yüzeyli mücevher bile

Zaman içinde donuklaşıp güzelliğini yitiriyor.

Oysa altın ne kadar dokunursan dokun dayanıyor,

Ama sonunda o bile aşınıyor.

Yalancılık, fesatlık yapanlar arasında

Utanç getirmeyen bir tek insan yoktur.'' (Sayfa: 16)

*

2. Sahne:

SİRAKUZALI DROMİO:

*

''..Zamanın kendisi kel kafalıdır,

Bu yüzden kıyamete kadar kel kafalılar tarafından izlenecektir.''

(Sayfa: 21)

*****

ADRİANA:

*

''Şunu bil ki sevgilim, kahpe girdaba

Bir damla suyunu kolayca boşaltabilirsin,

Ama girdaba karışan o damlayı çoğaltmadan, eksiltmeden

Nasıl geri alamazsan, kendini de benden

Beni götürmeksizin, ayırıp çekemezsin.'' (Sayfa: 22)

*****

IV. Perde:

2. Sahne:

*

ADRİANA:

*

''Kızkuşu yuvasından uzaklaştıkça feryat edermiş.

Dilim onu lanetlerken, kalbim onu davet ediyor.'' (Sayfa: 49)

*****

SİRAKUZALI DROMİO:

*

''Zaman iflas durumundadır çünkü

Ortaya çıkan tüm fırsatları değerlendirmeye zaman yetmez.

Bu kadar da değil, zaman bir hırsızdır da,

Zaman, gece gündüz gizlice sizden çalar derler

-----------------------------------duymadınız mı.?'' (Sayfa: 51)

3. Sahne:

SİRAKUZALI DROMİO:

*

''..şeytanla karın doyuranın, uzun saplı bir kaşığı olmalı, derler..''

(Sayfa: 54)

*****

V. Perde:

*

EFESLİ DROMİO:

*

''Madem kardeş kardeş geldik dünyaya

Önde arkada değil, gidelim el ele, yan yana.''

(Sayfa: 83)

22 Ekim 2021 Cuma

William Shakespeare - Bir Yaz Gecesi Rüyası, Çeviri: Özdemir Nutku


 William Shakespeare (1564-1616): Oyunları ve şiirlerinde insanlık durumlarını dile getiriş gücüyle dört yüz yıldır bütün dünya okur ve seyircilerini etkilemeyi sürdüren efsanevi yazar, Bir Yaz Gecesi Rüyası adlı komedyasında bir aşk öyküsünü o dönemde pek revaçta olan cin ve peri masallarını kullanarak anlatır. Ancak Shakespeare Bir Yaz Gecesi Rüyası'nda çağdaş oyunlara parmak ısırtacak imgesel tasarımlar ve sınırsız bir hayal gücünün yaratabileceği fanteziler üretmiştir. Oyun aşk üzerine kurulmuş olsa bile, bu eserinde de birey ve toplum eleştirisini ihmal etmeyen Shakespeare, kendi dönemindeki amatör oyuncuların bir taşlamasını da oyun içinde oyun halinde Bir Yaz Gecesi Rüyası'na yerleştirmiştir.

*****
I. Perde:
*
1. Sahne
*
HERMIA: ''Başkasının gözüyle seçer mi insan sevdiğini.?'' (Sayfa: 7)

*****

LYSANDER:
*
''Yarın gece Ay Tanrıça gümüşten yüzünü
Suyun aynasında seyrederken,
Damlalardan inci küpeler takarken otların kulaklarına,
Âşıklar anlarlar gizlice kaçma vaktidir diye'' (Sayfa: 9)


HELENA
*
''Aşk, basit ve değersiz şeyleri bile
Biçimlendirip onu değerli yapabilir.
Aşk gözleriyle değil, hayaliyle görür
Ve kanatlı Cupid resimlerde bu yüzden kördür.
Aşkın hayalinde düşünmeye yer yoktur;
Kanadı var, gözü yoktur, çevresine bakmadan uçar gider.
Bu yüzden aşk bir çocuktur, onun için yanılır seçimlerinde.''
(Sayfa: 10)

II. Perde:

1. Sahne

KRALİÇE
*
''İlkbahar, yaz, üretken sonbahar, öfkeli kış
Birbirlerinin kıyafetlerini kuşanıyorlar;
Dünya şaşkına dönmüş, bilemiyor hangisi hangisidir.'' (Sayfa: 21)

*****

HELENA:
*
''Senin üstün çekimin güvencemdir benim.
Çünkü yüzünü gördüğüm sürece,
Gündüzdür benim için gece,
Gecenin karanlığında değilim öyleyse;
Bu koru da dünyalardan yoksun değil,
Benim gözümde çünkü o dünyaların hepsi sensin.
Dünyalar burada bana bakarken
Kim diyebilir yalnızım diye.?
*
DEMETRİUS:
*
En iyisi kaçıp gitmeliyim, çalılara saklanmalıyım,
Seni de vahşi hayvanların insafına bırakmalıyım.
*
HELENA:
*
En vahşi olanın bile senin gibi katı değildir yüreği.
İstiyorsan kaç git. Efsane değişsin bari:
Bu kez Apollo kaçsın, Daphne onu kovalasın;
Güvercin kartalın peşinden koşsun,
Sakin dişi ceylan var hızıyla kaplanı yakalamaya çalışsın,
Eğer kovalayan korkak, kaçan yürekliyse.! (Sayfa: 25-26)

III. Perde:

1. Sahne:

BOTTOM:
*
''..şimdilerde akıl ile aşkın birlikte oldukları pek söylenemez.
Ne yazık ki dürüst dostlar bir araya gelip şunları barıştıramıyor.''
(Sayfa: 41)

*****

TİTANİA:
*
''Sanırım ayın gözleri sulanmış bu gece;
O ağlarsa bütün minik çiçekler de ağlar'' (Sayfa: 43)


2. Sahne:

ROBİN:
*
Desene kader yine aldı dizginleri eline,
Boşa gidiyor bağlılık için tüm çabalar,
Bu yüzden yeminine sadık kalan bir kişiye karşılık
Yeminini bozan bir milyon kişi var'' (Sayfa: 47)

*****

HELENA:
*
''Bir doğru öteki doğruyu öldürürse,
Bu korkunç şeytani bir kutsallık olur.'' (Sayfa: 48)

V. Perde

1. Sahne

Theseus:
*
''Âşıklarla kaçıkların fantezileri biçimlendirmede
Öylesine ateşli beyinleri var ki,
Görürler soğukkanlı mantığın görmediklerini.
Deli de, âşık da, şair de,
Fantezilerle donatılmıştır üçü de.'' (Sayfa: 77)


LYSANDER:
*
''..konuşmak yetmiyor, doğru konuşmak gerekiyor.'' (Sayfa: 82)

10 Ekim 2021 Pazar

Senaryo: Tom Schulman - Ölü Ozanlar Derneği (Dead Poets Society) (N. H. Kleinbaum)


 Geleneklere olan bağlılığı ve katı disiplin kurallarıyla ünlü Welton Akademisi'nin öğrencilerinin okul ve yatakhane arasında geçen tekdüze hayatları yeni edebiyat öğretmenleri John Keating'in okullarına gelmesiyle bir anda değişir. İyi birer üniversiteye girmeleri için onları çok yoğun bir tempoda çalışmaya zorlayan öğretmenleri ve ebeveynlerinin aksine, bu ele avuca sığmaz adamın onlardan tek bir isteği vardır: Ânı yaşamaları ve hayatlarını olağanüstü kılmaları. Byron, Shelly, Keats ve Shakespeare ile edebiyatın büyülü dünyasına dalan gençler, Keating'in öğrencilik yıllarında üye olduğu gizli bir kulüp olan Ölü Ozanlar Derneği'ni de yeniden canlandırırlar. Ne var ki daha yeni kavuştukları özgürlüklerinin trajik sonuçları olabileceğinin çok geçmeden farkına varacaklardır. ''Acaba Ölü Ozanlar Derneği'nin bu nesil üyeleri hayallerini yıkmaya kararlı otoritelerin baskısından kurtulmayı başarabilecekler midir.?''

Geleneklere olan bağlılığı ve katı disiplin kurallarıyla ünlü Welton Akademisi'nin öğrencilerinin okul ve yatakhane arasında geçen tekdüze hayatları yeni edebiyat öğretmenleri John Keating'in okullarına gelmesiyle bir anda değişir. İyi birer üniversiteye girmeleri için onları çok yoğun bir tempoda çalışmaya zorlayan öğretmenleri ve ebeveynlerinin aksine, bu ele avuca sığmaz adamın onlardan tek bir isteği vardır: Ânı yaşamaları ve hayatlarını olağanüstü kılmaları. Byron, Shelly, Keats ve Shakespeare ile edebiyatın büyülü dünyasına dalan gençler, Keating'in öğrencilik yıllarında üye olduğu gizli bir kulüp olan Ölü Ozanlar Derneği'ni de yeniden canlandırırlar. Ne var ki daha yeni kavuştukları özgürlüklerinin trajik sonuçları olabileceğinin çok geçmeden farkına varacaklardır. ''Acaba Ölü Ozanlar Derneği'nin bu nesil üyeleri hayallerini yıkmaya kararlı otoritelerin baskısından kurtulmayı başarabilecekler midir.?''


''Topla gül goncalarını toplayabiliyorken,
Zaman akıp gidiyor:
Aynı çiçek sana bugün gülümserken,
Yarın solup gidiyor.''
Durdu. ''Topla gül goncalarını toplayabiliyorken,'' diye tekrarladı Keating. ''Bu fikrin Latincedeki karşılığı Carpe Diem'dir. Bunun ne anlama geldiğini bilen var mı.?''
''Carpe Diem,'' dedi Latince âlimi Meeks, ''Anı yaşa.''
''Çok güzel Bay..?''
''Meeks.''
''Anı yaşa,'' diye tekrarladı Keating. ''Şair neden bu dizeleri yazmış acaba.?''
''Acelesi olduğundan mı.?'' dedi öğrencilerden biri. Diğerleri gülüştüler.
''Hayır, hayır, hayır.! Solucan yemi olduğumuzdan, çocuklar.!'' diye bağırdı Keating. ''Hepimiz sınırlı sayıda ilkbahar, yaz ve sonbahar yaşayacağız da ondan.'' (Sayfa: 24)


''Bir gün, inanması zor olsa da, hepimiz nefes alıp vermez olacak, soğuyacak ve öleceğiz.!'' Dramatik bir şekilde sustu. ''Ayağa kalkın,'' dedi, ''ve altmış yetmiş yıl önce bu okula başlamış olan çocuklara bakın. Çekinmeyin, gidin bakın.''
Çocuklar ayağa kalkıp onur salonunun duvarlarını kaplayan sınıf resimlerine doğru gitti. Geçmişten onlara bakan genç adamların yüzlerine baktılar.
''Hiçbirinizden bir farkları yok, değil mi.? Gözleri umut dolu, tıpkı sizinkiler gibi. Harikulade şeyler yaşayacaklarına inanıyorlar, pek çoğunuz gibi. Peki, bu tebessümler nerede şimdi çocuklar.? Umuda ne oldu.?''
Çocuklar resimlere baktı; yüzlerinde ciddi ve düşünceli bir ifade vardı. Keating bir o fotoğrafı bir bu fotoğrafı göstererek odada fişek gibi dolaşıyordu.
''Çoğu hayatlarını biraz olsun kendi kapasitelerine uygun hâle getirmeden önce iş işten geçene kadar beklemedi mi.? Başarının o yüce tanrısallığını kovalarken gençlik hayallerini heba etmedi mi.? Bu adamların çoğu şimdi nergis gübresi.! Yine de biraz daha yaklaşırsanız fısıldadıklarını duyabilirsiniz çocuklar.! Hadi,'' dedi, ''eğilin. Hadisenize. Duydunuz mu.?'' Çocuklardan çıt çıkmıyordu, bazıları çekine çekine fotoğraflara doğru eğildi. ''Carpe Diem,'' diye fısıldadı Keating. ''Anı yaşayın. Hayatlarınızı olağanüstü kılın.'' (Sayfa: 24-25)



''Kim ne derse desin, sözcükler ve fikirler dünyayı değiştirecek güce sahiptir.'' (Sayfa: 35)


''İnsan ırkının bir üyesi olduğunuz için şiir okursunuz, insan ırkı da tutku doludur.! Tıp, hukuk, bankacılık -bunlar hayatı sürdürmek için gereklidir. Peki ya şiir, romantizm, aşk, güzellik.? Bunlar ise uğruna hayatta kaldığımız şeylerdir.!
''Whitman'dan alıntı yapıyorum:
*
''Ah ben.! Ah hayat.! Yinelenip duran soruların,
Uçsuz bucaksız vefasızlar silsilesinin,
Aptallarla dolu şehirlerin..
Ortasında ne faydası var, ah ben, ah hayat.?''
*
Cevap
*
Yaşıyorsun işte -Hayat var, hüviyet de öyle,
Zorlu oyun devam ediyor, belki sen de katılırsın bir dizeyle.'' (Sayfa: 36)


''..''Ölü Ozanlar, hayatın iliğini emmeye adanmış bir dernekti. Bu ifade Thoreau'ya ait ve her toplantıda söylenirdi,'' diye açıkladı. ''Ufak bir grup hâlinde eski mağarada toplanıp sırayla Shelley, Thoreau, Whitman ve kendi dizelerimizi okurduk -anın büyüsü hepimizi etkisi altına alırdı.''
*
''Yaşayanlar sadece çaylaktı. Tam üyelik için bir ömür boyu çıraklık yapmak gerekiyordu. Ben bile hâlâ mütevazı bir, yeni üyeyim.'' (Sayfa: 41)


''Ormana gittim, çünkü bilinçlü yaşamak istiyordum.''
*
''Yaşamdan olmayan her şeyi bozguna uğratmak.'' (Sayfa: 47)


''Bana aşkı mı öğreteceksin.? Sen önce kendin öğren:
Bu işin profesörüyüm ben.
Aşk tanrısı diye bir şey varsa harbiden
O da aşkı öğrenebilir benden.'' (Sayfa: 48)


''..''Kendimizi her şeye sürekli farklı şekillerde bakmaya zorlamamız gerektiğini kendime hatırlatmak için masamın üzerinde duruyorum. Dünya buradan çok farklı görünüyor. İnanmıyorsanız gelin de bakın. Hepiniz. Sırayla.''
*
''Eğer bir şeyden eminseniz,'' dedi, ''başka bir şekilde düşünmeye zorlayın kendinizi, yanlış ya da aptalca olduğunu bilseniz bile. Bir şey okurken yalnızca yazarın ne düşündüğüne kafa yormayın, durup, siz ne düşünüyorsunuz ona da kafa yorun.
Kendi sesinizi bulmaya uğraşmalısınız çocuklar ve harekete geçmek için ne kadar beklerseniz onu bulma şansınız o kadar azalır. Thoreau der ki, 'Çoğu insan hayatını sessiz bir çaresizlik içinde yaşar.'..'' (Sayfa: 52)


''Hayatta önemli şeylerle alakadar olun; aşk, güzellik, hakikat, adalet gibi.''
*
''..şiir olmak zorunda ve biz durup en basit yaşamsal eylemlerde dahi onu fark etmeliyiz, yoksa hayatın bize sunduğu şeylerin büyük bir kısmını boşa harcamış oluruz.'' (Sayfa: 62)


''Çocuklar, hepimizin içinde büyük bir kabul görme ihtiyacı vardır, ama özgün ve farklı olan şeylerinize de güvenmek zorundasınız; tuhaf ya da rağbet görmeyen şeyler olsalar da. Frost'un dediği gibi, 'Yollar ikiye ayrılmıştı ormanda ve ben -daha az katedilmiş olanı seçtim, / Bütün ayrımı yaratan da buydu.'..'' (Sayfa: 74)


''Gerçekten seven gönüller arasına engel giremez bence;
Değişen her duruma uyup da kendi de değişen aşka,
Aşk demem ben asla; ya da, ötekini yüz çevirir görünce,
Kendisi de hemen yüz çevirmeye kalkışan aşka.!''
*
Shakespeare, Soneler (Sayfa: 87)


''Ben hep eğitimin kendi adımıza düşünmeyi öğrenmek olduğunu düşünmüşümdür.'' (Sayfa: 91)


''Ben olsam çocukların fazlasıyla konformist olmasından endişe etmezdim, John,'' dedi.
''Nedenmiş o.?''
''Kendin de bu kutsal salonlarda okudun, öyle değil mi.?''
''Evet.''
''Eh, müzmin bir ateist yetiştirmek istiyorsan,'' dedi McAllister, ''ona katı bir din eğitimi var. Her zaman işe yarar.'' (Sayfa: 92)


''..''Beyler,'' dedi Keating, ''bugün üniversiteden en iyi şekilde faydalanmak için gerekli olan bir beceriden söz edeceğiz -okumadığınız kitapları analiz etme becerisinden.'' Susup etrafına baktı. Çocuklar gülüyordu.
''Üniversite muhtemelen şiir sevginizi yok edecek. Saatler süren sıkıcı analizler, tahliller ve eleştiriler sağ olsun. Üniversite ayrıca sizi edebiyatın her çeşidi ile karşı karşıya getirecek: Bunların çoğu bir solukta okumanız gereken büyüleyici çalışmalar, bir kısmı da veba gibi uzak durmanız gereken ıvır zıvırdır.'' (Sayfa: 93)


6 Ekim 2021 Çarşamba

Evangelia Balta - Nüfus Mübadelesi

 

Önsöz

*

İLBER ORTAYLI

*

Yakın tarihte nüfus mübadeleleri olmuştur. Bunlar genellikle, ana unsurdan sayılan bir kavmin sınırlarını aniden değiştiren savaş ve ardından gelen sözde bir barışla komşu ülkede kalması neticesinde ortaya çıkar. Bazı halde, bu barışla birbirinden ayrılan topluluklar karşılıklı olarak iki devlet arasında değiştirilir. Bu zorunlu göçün en sorumsuzca düzenlenen, adeta insanları göçe zorlayan ve katliamlarla biten en müthiş örneği Hint alt kıtasının parçalanması sırasında Hindistan’la Pakistan arasındaki mübadele olmuştur. Dünyanın şu anda, bu gibi haksız nüfus mübadelelerine gebe olduğu mıntıkalar bulunuyor ve bunlar bizden çok uzakta değil. Yirminci yüzyılda İtalya’daki Tirollu azınlık için gerçekleşmeyen böyle bir mübadele, diğer yandan Beserabya’dan Almanya’ya sevk edilen bir Alman nüfus söz konusuydu.

Üzerinde en çok tartışılan ve o nispette de hakkında bilinmeden konuşulan mübadele ise Türk-Yunan mübadelesidir. 1923 Türk-Yunan Zorunlu Mübadelesi, Yunan ana kıtasındaki Türklerle İstanbul, İmroz ve Bozcaada'da Rum Ortodoks nüfusu hariç Anadolu’daki Rum Ortodoks nüfusu mübadelesidir. Anadolu’daki nüfus içinde Türkçe konuşan ve Yunanca bilmeyen Karamanlı dediğimiz nüfus da vardı. Küçük Asya Felaketi denilen yenilgiden sonra Yunanistan’ın isteği üzerine büyük devletlerin zorlaması ve Türkiye’nin de kabulü ile nüfus mübadelesini yürürlüğe konmasıyla ortaya çıkan süreci incelemek üzere sevgili meslektaşımız Evangelia Balta’nın 2003 ile 2013 yılları arasında kaleme aldığı altı monografik çalışma, yani uzun makalenin bir araya getirilmesiyle önümüze bu kitap çıkmıştır.

Evangelia Balta, gerek aile yapısına ve etnografik kültüre gerekse iktisadi ve siyasi oluşumuyla bu konuyu incelemeye en yetkili kalemdir. Türkçe ve Osmanlıcasının Yunancası kadar kullanıldığı bu çalışmalarda Karamanlı kültürü neşriyatı 1920’lerde Yunanistan ve Türkiye’de, fakat bilhassa Yunanistan’da mübadil nüfusun karşılaştığı yerleşme ve uyum problemlerini ele almıştır.

Burada mübadillere ait Yunan tarihyazımının incelenmesi, mesela Makedonya bölgesine gelen Anadolulu Hıristiyanlara Makedonya’dan Anadolu’ya gönderilen Müslümanlar üzerine yapılan çalışmalar mukayeseli olarak ele alınmaktadır.

Profesör Balta haklı olarak, Türkiye’deki mülteciler üzerindeki çalışmaların daha çok Girit mübadilleri üzerine yoğunlaştığını söylüyor. Bu daha çok, Giritlilerin çocukları ve torunlarının kendi hayatları ve kültürlerinden ileri gelen bir ilginin sonucudur. Kıta Yunanistan’dan gelenler için mazideki hayat daha çok aile içi bir anlatı, gittikçe unutulan ve artık kavranılması zor olan bir mazidir. Benzer durumun Yunanistan’a göç edenler için de söz konusu olması mümkündür. Dolayısıyla Evangelia Balta gibi araştırmacıların artması gerekliliği ve dostumuzun yaptıklarının önemi anlaşılmaktadır.

Kitabın ikinci bölümünde mübadil Anadolulu nüfusun Yunanistan’ın muhtelif bölgesindeki yerleştirilme ve uyum sorunları ele alınıyor. Bu bence kitabın samimi bir münevver elinden çıkan en ilginç bölümüdür. Buradan edindiğimiz sonuç şudur: Mübadil nüfus üzerinde çalışan Yunanlılar arasında açık sözlü sosyal bilimcilerin var olduğu anlaşılıyor. Karışık nüfuslu Makedonya ve Trakya gibi eyaletlerde mübadil nüfus üzerine yapılan araştırmalar iki ülke tarihi dışında antropoloji literatürüne önemli katkı sağlayacak boyuttadır ve o nispette de görmezden gelinmiştir.

1923-1924 Zorunlu Nüfus Mübadelesi, hiç şüphesiz ki çağdaş Türkiye’yi ama ondan daha çok çağdaş Yunanistan’ı etkilemiştir. Buna paralel olarak modern Yunan tarihçiliği bu konuyla Türklerden çok  daha fazla ilgilenmektedir. Türk antropologları, sosyologları ve tarihçileri bu konuda çok az sayıda monografi ve derli toplu kitap üretmiştir ve kamuoyumuzdaki bilgi yetersizliği, hatta yanlışlıkları da bundan ileri gelmektedir. Kuşkusuz siyasi istismara açık bir konuda bilimadamlarının suskunluğu veya yetersiz kalışı birinci derecede önemli bir sorundur. Evangelia Balta gibi arkadaşlarımızın ve benzerlerinin çalışmalarının örnek ve terbiye edici bir unsur olmasını temenni ederiz. (Sayfa: 9-10)


''2000 YILINA KADAR MÜBADİLLERİN TARİHİ VE YUNAN TARİHYAZIMINDAKİ YERİ'' ADLI MAKALEDEN:
*
''Eski, yeni rejim ve devletlerin, kimlik gruplarının ve uzun süredir Soğuk Savaş'ın buz tabakası altına gizlenmiş güçlerin tarih konusunda siyasal baskıları, yaşamım boyunca tanık olduğum en büyük boyutta. Ve modern medya toplumu, geçmişimize görülmemiş bir önem ve pazarlama potansiyeli verdi. Tarih, bugün gerçek geçmişi istemeyen, sadece amaçlarına uygun bir tarih isteyenler tarafından değiştiriliyor ya da uyduruluyor. Bugün tarihi mitolojinin büyük çağıdır. Tarihin profesyonelleri tarafından savunulması bugünün siyasetinde her zamankinden daha acildir. Bize ihtiyaç var.
*

Eric Hobsbawn'ın otobiyografisinden. (Sayfa: 34)

3 Ekim 2021 Pazar

Yorgo Andreadis - Tamama, Pontusun Yitik Kızı (Önsöz ve Çeviri: Ragıp Zarakolu, Kapak Tasarımı: Emel Akgül)


 Arka Kapak:

*
"Savaşın güzeli, adili olmaz. Bütün savaşlar gaddarcadır ve katılanları kötüleştirir, onun ardında yatan ne olursa olsun..
Din savaşları, ulusal ve ırk adına yapılan savaşlar, kardeş kavgaları, insanların içinde sakladığı en kötü özellikleri gün ışığına çıkarır.. Tamama'nın gerçeklere dayalı öyküsünü anlatan bu çalışmada, bir yandan sadece savaşın kötü bir şey olduğunu vurgularken, öte yandan savaşın bütün gazabına rağmen, hâlâ insan olarak kalmayı başarabilen kişileri, tüm insanlığa göstermeyi amaçladık..
Halklar arasında dostluk, böylesi insanların büyüklük ve erdemleri üstüne kurulabilir, ancak o zaman sağlam ve temele sahip olabilir. Dünya çapında barış ve kardeşliğin güvencesi olan HALKLAR ARASINDAKİ DOSTLUK.."
*
Giriş:
*
KARADENİZ'E KAVUŞAMAYAN BİR HAYAT:
YORGO ANDREADİS
*
''Aslen Gümüşhaneli olan ve en büyük hayali Hrant Dink gibi halklar arasında atılmış köprüleri inşa etmek olan, Abdi İpekçi Türk-Yunan Dostluk ödülü sahibi Yorgo Andreadis, 'Pontus tabusu' hakkında yazdığı kitaplar Türkiye'de ilgiyle karşılanmaya başlayınca, başına gelmeyen kalmadı; 1998 yılında Türkiye'ye girişi yasaklandı, âşık olduğu Karadeniz'e bir daha ayak basamadı. Andreadis, Selanik'te 30 Aralık 2015'te hayata veda etti. Vasiyeti Trabzon'a gömülmekti ama bu da yerine getirilemedi.'' (Sayfa: 9)


"Barış ve sükûnet dönemlerinde insanları sevmek kolaydır ama bu özelliği savaş koşullarında, tüm baskılar altında korumak, daha zorlu bir çabayı, daha insan olmayı, hatta üstün insan olmayı gerektirir." (Sayfa: 133)

Giovanni Scognamillo - Türk Sinema Tarihi (Kabalcı Yayınları)

  ÖNSÖZ, Giovanni Scognamillo * Bir tarih kitabını yazmak -ister bir çağın, bir ulusun ister bir sanatın tarihi olsun- sadece o çağın, ulusu...