7 Aralık 2019 Cumartesi

Tomris Uyar - Yürekte Bukağı

''Gül, yeşilliğin, yeşilin çiçeğidir'' desem, hangi edebi sanata girer acaba:?
- Onu bilmem, yalnız, ben güzel şeyler duymak istiyorum demedim ki, sesini duymak istiyorum o kadar.
- Öyleyse ben de söylüyorum. Günümüzde gülün, birtakım yoksul, üçkâğıtçı çiçeklerin, üstüne su serpip zorla dirilttikleri bir meta olduğunu biliyorum. Böyle açık günlerde bile eldiven giyip ağır kokular sürünen burjuva kadınlarının satın aldıkları bir incelik olduğunu da. ''Tek gül'' sıfatına girdiğinde, ucuza getirilen bir zamparalık gereci olduğunu da. Yalnız elimde bir kayısı gülü varsa, bir bahçe duvarını, bir sokak adını daha iyi değerlendirebiliyorum, bir kadının yeni aldığı plastik, turuncu bir çöp kovasını. (Sayfa: 8)
#TomrisUyar #YürekteBukağı #AnlatBanaÖyküsünden
- Böyle güzelliği gözleri yaşartan havalar, sıkıyönetim ilanına uygun değildir, diye düşündüm çiçeklere bakarken. Böyle havalar aramalara, gece baskınlarına ve toparlanmalara uygundur.
(Sayfa: 8-9)
*
İçimdeki şu kaygan sıcaklığın, bir gün bilge bir öküzü besleyen yemyeşil bir ota, bir tür ulaşamayacağım köy evlerini ısıtan tezeğe dönüşeceğini duyuyorum iliklerime kadar.
(Sayfa: 9)
#TomrisUyar #YürekteBukağı #GüneşliBirGünÖyküsünden
Kimse, bir gün sonrayı bilemiyordu.
Öldürülenler, pusuya düşürülenler, kaçırılanlar, kan davası güdenler, soyanlarla soyulanlar ve bekçilerle veznedarlar, basılı kâğıtlara geçtikten hemen sonra gerçekliklerini yitiriyorlardı. Yaşanılan acılar, büyük bir hızla simgesel acılara, okunulan, düşünülen, yazılan acılara dönüşüyordu. Toplu bir sanrı gibiydi, olamazdı, bir sürçmeydi sanki. (Şu öykü bir başka şeyin simgesiydi sözgelimi, masal mıydı neydi.? Öylesine kaçılıyordu.) (Sayfa : 17)

#TomrisUyar #YürekteBukağı #SütPayıÖyküsünden
Süt bir toprak sanki de, ekiyorsun geceden, sabaha veriyor yoğurdunu. (Sayfa: 31)
*
Bilmezler ki Ahmet'in koru içinde yanar, dışarı sızmaz: kendi için, kendiliğinden. İçimizle besliyoruz dünyayı be.! (Sayfa: 32)
*
Atlar, burunları kıpır kıpır, durdukları yerde eşiniyorlar. Onlar da bekleyiş içindeler. Ara sıra, burunlarını birbirlerine sürtüp sevişiyorlar. İkisi de besili, bakımlı hayvanlar. Gözleri, kirpikleri bir tatilin tatlı düşleri içinde, ta uzaklara bakıyorlar. Kim bilir hangi su kenarına.? Hangi sonsuz kıra.? Kış-yaz, sabah-akşam demeden her gün saat sekizi çeyrek geçelerde, bütün sekizleri çeyrek geçelerde kendi mahallelerinden süt fabrikasına güğüm taşımaktan uzanmışlar. (Sayfa: 34)

#TomrisUyar #YürekteBukağı #AkanSularlaÖyküsünden
Sokağın iki yanına üst üste yığılmış bu hantal, sağır apartmanlarda oturanlar için tek açıklık, tepedeki göktü. Güzel havalarda, yeni ütülenmiş mavi, keten bir mendil gibi gerili duruyordu.
Hangi imparatorun, hangi çılgın mimarın, hangi serserinin akıl ettiği , hangi yapı işçisinin başarıyla uyguladığı bir cezaydı bu.? (Sayfa: 44)
***
Geçmiştir tencerenin başına, kepçeyle ha bire karıştırıyordur. Neyi acaba.? Günümüzde, çağımızda, artık başında durup karıştırılması gereken bir şey kaldı mı.? (Sayfa: 45)

#TomrisUyar #YürekteBukağı #DüşSatmakÖyküsünden
- O satıcının oğlu musun gerçekten.?
- Ne fark eder ki.? diye gülümsedi oğlan. Sen aslında kim olduğunu düşündün mü hiç.? Güvenli bir evden gelmekten başka bir özelliğin var mı.?
- Beni nerden tanıyorsun.? Evimi nerden biliyorsun.? dedi genç kız, savrulan bir lunapark iskemlesinin telaşıyla, başıboşluğuyla.
- Üniversite hazırlık kurslarına gidiyorsun. Evine belli bir saatte dönmek zorundasın. Göbekli bir baban, durmadan ilenen bir annen var. Şu anda pencerede, seni bekliyor.
- Doğru, dedi genç kız bıkkınlıkla.
- Ama sen onlara aldırmıyorsun, diye sürdürdü oğlan.
- Nereden çıkardın bunları.?
- Bugün çarşamba, kurs günü.. Ve nasıl olsa geciktin.
Aralarına giren sessizlikte sözcüklerin anlamı iyice açığa çıktı.
- Yalnızlık çekmiyor musun hiç.? dedi genç kız.
- Yalnızlığıma dokunma. Yıllardır burada, karanlıkta çalışıyorum ben, yeraltında, yine de senin dünyanı tanıyorum, okuyorum.
- Hangi yazarları seversin.? Dostoyevski'yi mi.? Çehov'u mu.? Sahi, kaça kadar okudun sen.?
- Bana soru sorma, dedi oğlan. Adımı bile sorma. Kendimi bildim bileli hem zorbayım (Genç kız, onun çizmelerindeki mahmuzları ayırt etti).. hem tutsağım yeraltında.. (kolundaki demir bilekliği.)
- Yalnızlığıma katılabilirsin, dedi oğlan, yalnız soru sormayacaksın. Bir daha da geri dönmeyeceksin güvenli barınağına. O barınak, yıkıldı yıkılacak. Burada kalırsan, başka bir çağda yaşayabilirsin bir süre, azar azar ölerek uzatabilirsin yaşamını.
Sardığı kalın sigarayı uzattı. (Sayfa: 59)

#TomrisUyar #YürekteBukağı #DikkatKirılacakEşyaÖyküsünden
''İmzamı nasıl sevdiğimi anlatmayacağım ona. Her atışımda imzamın daha bir güzelleştiğini, yerli yerine oturduğunu, tutarlılık kazandığını. İmzama â^şık mıyım.? Belki.
Şu temizliğe, şu tertemiz odayı saran huzura tutkunum. Pırıl pırıl kül tablalarına, güneşi süzerek içeri salıveren şu hışırtılı perdelere de, kalın yaprakları birayla temizlenip parlatılmış kauçuk denen şu bitkiye de.
Bunlar, dünyanın değişkenliğine, bilinmezliğine, kirine-pasına karşı koruyorlar beni. Burada, bu odada, akşamın altısına kadar güven içindeyim. Güven tutkusu..
Öyle bir hastalık ki bu, tek belirtisine alışmak yıllar alabilir, yine de birlikte yaşamak ve geçinmek zorunda olduğum ölümcül bir hastalık.
Ona bunlardan söz etmeyeceğim.'' (Sayfa: 70)
***
Çevren geniş olacak, yüreğin de. O zaman sırtını sıvazlıyorlar. Hani fıkradaki gibi. Tanıdığının salık verdiği delikanlının hiçbir şey bilmediğini gören müdür sormuş dayanamayıp: ''Peki, bari cinsellikle yolculuğu seviyor musunuz.?'' Delikanlı evet deyince de, patlatmış, ''Öyleyse sittirin gidin.!'' (Sayfa: 71)
***
Neden şu yaşının çizgilerini daha o günlerde ele veren bu kadına âşık olmadım.? Neden.? (Sayfa: 72)
***
''Bir de âşık olmayı katmalıyım. Beceremediğim bir şey galiba. Bir eksiklik.
Ona karımdan söz ederken 'güvenilir', 'boynu eğik' dedim. Oysa hiç denemedim ki bu sıfatların geçerliğini, hiç ilgilenmedim ki, beni sevmesi yetti.
Resmi bıraktım. Tehlikeli olabilirdi.
Konuşmak da tehlikelidir. İçte biriken sözcükleri boşaltmak. Hele konuşmayı bir kere unutmuşsan.
Aslında dış görünüşümde değişen hiçbir şey yok. On sekiz yaşımdaki kilomdayım. Kadınların ilgisini çekiyorum. Ama ne önemi var..
Bir şey sızlıyor. Bir eksiklik. Bir özlem. Günlük cinselliğime yansıyan, tutkuyu silip götüren bir sızı.
Bir korku getiriyor yedeğinde: Ya bir gün, bunca yıl kafamda biriktirdiğim sözcükler boşalıverirse.? Çene kemiklerim açılırsa.? Beynime üşüşen imgeleri durduramazsam.? Ya eve, bir gün yirmi dakika gecikirsem.?''
*
Kitaba mı bakıyordun.? Niye gözlerin doldu ki.? Evet adı ''Romeo Yanılgısı''. Ne var bunda.?
Sen bizlerden bile isteye koptun.. Senin deyiminle, ''yoz ilişkilerden, kentsoylu hüzünlerinden.''
Anladığım kadarıyla, gönül verdiğin dünya görüşü doğrultusunda, sağlıklı bir çevreye girmişsin.
Kalıbımı basarım, aşk evliliği yapmışsındır. Okulun bahçesindeki çınara bir âşıktın sen. Ama bir dalını koparıp doğum gününde getirdim diye ne ''hanım evlâtlığım kalmıştı, ne ''burjuvalığım.''
Gittin işte, Biliyor musun, haklıydın. Ara sıra sana imrendiğim de oldu. Alabildiğine dürüsttün çünkü. Yalanın hemen belli olurdu, yüzünden okunurdu.
Kendini sertleştirme çaban da haklıydı.
Sevindim senin adına. Başarına.(Sayfa: 74)

#TomrisUyar #YürekteBukağı #UzunÖlümÖyküsünden
Bir ara eğildi, denize bir bakış baktı ki, bir adamın bir denizi ilk görüşü sanırsınız. Gözleri kısıldı, gülümsedi kendi kendine. Vurgun yemiş gibi sarhoş..
(..) Gök akşamüstüne doğru, kızıl duruyor tepelerde, altta morlaşıyor, derin bir maviye dönüşüyor, sonunda da ılık, mor, buğulu bir halkaya. Bu halka koruyor ya göğü, büsbütün denize karışmaktan. Yoksa her yer deniz; ADA. Her dilde dişil olan bir sözcük. Kapıcı, sarmalayıcı, değiştirici, acımasız.
Deniz iç geçiriyor: gök, çekip toparlıyor onu kendine doğru. Bir sessizlik. Sonra, soluğunu koyverdi mi, binlerce küçük, yuvarlak dalga, cam kadar pürüzsüz çakıllarla, törpülenmiş, saydam deniz kabuklarıyla yayılıyor kıyıya. Seyrek, güçsüz dalgalar. Bir balıkçı, sandalından eğiliyor denize, dinliyor bir süre. Havada binlerce rüzgâr çıngırağı. (Sayfa: 80)
***
Denize alışkın mavi gözleri, köpüklü beyaz saçları vardı. Gözleri, konuşurken, içtiği rakının duruluğundaydı. (Sayfa: 82)
***
Yorgunum. Verebileceklerimden, veremediklerimden yorgunum. Biriktirdiklerimden. Bir alsalardı, o yürekliliği gösterselerdi.
(Sayfa: 85)

#TomrisUyar #YürekteBukağı #YürekteBukağıÖyküsünden
''Yaşam, bir çatlayıp dağılma işlemidir zaten, gelgelelim oyunun en çarpıcı bölümünü oluşturan vuruklar -dıştan gelen ya da dıştan geldiği sanılan büyük, beklenmedik vuruklar- anımsadıklarınız, özürlerinizi yükledikleriniz, zayıf anlarınızda dostlarınıza açtıklarınız -etkilerini hemen göstermezler öyle. İçten gelme bir başka tür vuruk vardır ki- ancak onunla başedemeyeceğiniz kadar geciktiğinizde duyarsınız varlığını, bir bakıma artık eskisi kadar sağlıklı biri asla olamayacağınızı sezdiğiniz bir gün. Birinci tür çözülüşün çabuk olup bittiği sanılır oysa ikinci, nerdeyse biz bilincine varmadan olup bitmiştir de ansızın fark ediliverir. (Sayfa: 86)
***
Çocuk, kovasına küreğiyle doldurduğu çakıl taşlarını tüyler ürpertici bir şakırtıyla deviriyor mermer kütlesine, sonra önündeki taştan tümseğe tükürüyor. Hiç usanmadan, her keresinde. Şimdiden öğreniyor varlığını bu yoldan belirtmeyi.
(Sayfa: 87)
***
Acıkmayı sahibine karşı bir ödev bilir, doyurulmayı da. Doymayı hiç düşünmez ama.. (Sayfa: 89)
***
[ (..) Roman yazmaktan kaçmam da buna bağlı belki. İlk romanın genellikle özgeçmişe dönük bir ürün olduğuna inanılır. Oysa özgeçmiş, yazarın bugününü, yarınını yönlendiren kısacık bir başlangıç noktası değil midir yalnızca.? Uzarsa kimi ilgilendirir.? Kendimizi temize çıkarmak ya da hırpalamak ezmek adına, genel akış içinde seçtiğimiz bir noktada durdurabilir miyiz yaşamı, dondurabilir miyiz.? İlk roman yazılmadan ikincisinin yazılmaması da doğal. Ver elini öykü öyleyse, dinmeyen devingenlik..] (Sayfa: 91-92)
***
''Atlıların amacı, sürüyü o otlaktan kovalayıp on kilometre güneydeki başka bir otlağa sürmekti. Bu iş, görüldüğü kadar basit değildi. Zorunlu göç, vahşi hayvanları doğdukları topraklara bağlayan doğal güçle mücadele demektir. Hayvanlar, gelişme çağında bağlandıkları yerlerden çıkmamak için vahşi bir direnç gösterirler. Oralarda edindikleri âdetlerince yaşarlar, üstelik kendilerini güven içinde duyarlar. Değişmez bir güvenlik kanunu, her hayvanı koruyucu bir kuşak gibi sarar. Bu kanun, sayısız insanların ölümüne yol açmıştır. Boğa, arenaya girer girmez, çocukluğunun o koruyucu kuşağı yeniden onu sarıverir ve İspanyolların Querencia dedikleri o alan, pistin en tehlikeli kesimi halini alır; çünkü onun hayali sınırı aşıldı mı, hayvan beklenmedik bir boşalma gösterir. Bu ölüm coğrafyası bilinmediğinden, matador, hasmını bu güvenlik kalesinden dışarı atamamışsa, tam ona hâkim olduğunu sandığı anda, vahşi hayvanın beklenmedik bir saldırısının kurbanı oluverir. (Sayfa: 96)

Hiç yorum yok:

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...