8 Ocak 2023 Pazar

Anaïs Nin - Ateş Merdivenleri, İçsel Kentler 1 (Çeviren: Püren Özgören)


Arka Kapak:

*
Anaïs Nin’in kendi sözleriyle “kadındaki yıkımla ilgili” olan Ateş Merdivenleri daimi, yerleşik meskeni olmayan ruhların, içsel kentlerden dışarı taştığı yakıcı bir roman.
*
“Yazdıkları anlatılamayacak kadar güzel. En önemlisi, benim asla elde edemeyeceğim bir kesinlik, anlayış ve olgun bir hüner var.”
*
Henry Miller
*
Önsöz:
*
''1945'te şöyle yazdı Nin: ''Bocalamanın, kafa karışıklığının kökenine dönmek gerekiyor, çünkü bu, kadının kendi doğasını anlamak için verdiği savaşımın başlangıcıdır.. Henüz erkekle değil, onun içindeki çocukla bağlantı kurabilen, yalnızca anneliğe muktedir olan kadının kendi kendisiyle giriştiği savaşın ilk adımı. Bahçedeki aynalar, kadının daha ileriye gitmeden önce durup dikkatle bakması gereken aynalardır. İşte aynaların ve onun karşısına dikilen öyküsüdür bu; aynalardaysa salt kadınların görmeyi göze alabileceği bir şey var: Henüz tamamlanmamış olan bir kadın.''..'' (Sayfa: 5)
*
''Hayatın asıl mucizeleri, derinlerde yatar. Gerçek adına derinlikleri araştırmaksa asıl mucizedir ve bunu en iyi çocuklarla sanatçılar bilir: Büyü ve güç, gerçektedir.''
*
Anais Nin (Sayfa: 9)
*
''Anais Nin amacını bize tekrar tekrar anımsatır: ''Ruh doktorlarının her gün mücadele ettiği dramayı, o acıyı resmetmek: Dağılmış, yayılmış bir görüş açısı, kopmuş bağlantılar, simgesel dramlardan oluşan bir dünya ve ruhsal vizyonun, imgelem gücünün bu dünyada yarattığı, tamamen farklı ve anlaşılması güç sorunlar. Ben nesnel gerçek, fotoğrafsal gerçek hakkında yazmıyorum, gerçeğin insanların gördüğü ve hissettiği biçimini yazıyorum: Onların gerçekliğini.''..''
*
Gunther Stublmann
Becket, Massachusetts,
Bahar, 1995 (Sayfa: 10)
*
I. KISIM
*
BU AÇLIK:
*
''Erkek kadına kendi iradesini dayattığı zaman, kadın onu şu varsayıma inandırmayı bilir, bunun tadını çıkarmasına izin verir: O, kadından daha güçlüdür ve onun iradesini kabullenmek kadın için büyük bir zevktir. Bunu kadın yaptığı zamansa, erkek ona, ilk adımı atmanın ve rolleri ters yüz etmenin suçluluğu dışında hiçbir keyif duygusu vermez. Kadın sıkça sormak zorunda kalır: ''Şunu yapmak ister misin.?'' Oysa erkek bilmez.. Ve kadın boşluğu doldurur; ilerleyebilmek, devinebilmek, hissedebilmek adına boşlukları doldurur; o zaman da erkek söylenir: ''Beni çok zorluyorsun.!''..'' (Sayfa: 18)
*
''..aşkının gücünü de hissetti; bu aşkın engele hızla çarpan şiddetini ve engelin direncini. Ona göre bu çarpışma, tutkunun gerçekliğini kanıtlıyordu.'' (Sayfa: 18-19)
*
''..o zaten annesinin mülkiyetindeydi ve aynı anda iki kişiye ait olmak demek sıfırlanmak, yok olmak demekti. ..iki aşkın göğüs göğüse gelmesinin, birbirinin karşısına dikilmesinin anlamı ölümdü.'' (Sayfa: 19)
*
''Altı yaşındayken, annesine çocukların nasıl doğduğunu sormuş, annesi şöyle yanıtlamıştı: ''Seni ben yaptım.''..'' (Sayfa: 20)


''Derinlerde, doğasının arzuladığı şey, onu razı etmeleriydi: teslim olmaya, silahları bırakmaya.'' (Sayfa: 23)
*
''Tüm diğer kederler, hastalıklar ya da acılar öteki insanlar tarafından anlaşılır, paylaşılır, esefle karşılanır. Bir tek bu, bu gizemli ve yapayalnız hüzün hariç.'' (Sayfa: 24)
*
''..dışarıda yaralanıp içe dönen ama orada kalmayı reddeden ve yenilenmiş bir görme gücüyle, taptaze bir bakış açısıyla geri dönen gözlerdi. Katlanılmaz çıplak gerçeklerle, katlanılmaz çıplak acıyla her karşılaşmanın ardından, içteki odaların aynalarına, anlamanın ve yansımanın yarattığı dönüşüme sığınıyorlardı ki yeniden yüzeye çıkıp çıplak gerçekle bir kere daha yüzleşebilsinler.'' (..) ''Bu içsel odada başka karaltılar da vardı. Kucağındaki çocuğu emziren Meryem Ana. Küçük çocuğa sonsuzcasına yapışan, musallat olan anne imgesi.'' (Sayfa: 27)
*
''Gerard'ı yitirdim çünkü üzerine atladım. Duygularımı dile getirdim. Korktu. Neden hep korkan erkeklere aşık oluyorum.? Evet, korktu ve benim onun peşinden koşmam gerekti. Djuna, erkeklerin kur yaptıkları bir kadını elde edemedikleri zaman o kadar da incinmediklerini fark ettin mi.? Oysa kadınlar incinir. Kadın Don Juan'ı oynayıp bir erkeği kovalar da o erkek geri çekilirse, kadın az ya da çok, mutlaka sakatlanır.'' (Sayfa: 28)
*
''Henüz küçük bir çocukken özgür iradesiyle seçimini yaptı; kişinin kendi doğasına bilgelik ve anlayış yoluyla egemen olmasını sağlayan, Doğululara özgü bir tavır benimsedi. Ve sonunda bilinen her aracı (sanat, estetik, felsefe, ruhbilim) kullanarak doğasını ehlileştirdi.'' (Sayfa: 30)
*
''Hayat, sonunda tuzaklara ve ağlara dönüşen kalıplar halinde donmaya, kristalleşmeye eğilimlidir. İnsanlar birbirlerini ilk ''halleri'' ya da ''biçimleri''yle görmeye ve buna uygun bir ritim tutturmaya yatkındırlar. Sevdiklerindeki değişimleri, yaklaşan dönüşümü fark etmekte müthiş zorlanırlar. Sonunda yeni kişiyi nihayet algılayabilseler bile bu sefer de ritmi değiştirmekte zorlanırlar.'' (Sayfa: 35)
*
''Bütün duygusal tarihimiz, örümcekle sineğin öyküsünden ibarettir; buna bir de, sineğin ağın örülüşüne yardım etmesi gibi bir trajedi eklenmiştir.'' (Sayfa: 36)
*
''Karanlıkta insanlar cesurdur, her türlü hayali kurmaya cesaret ederler. Ve her şeyi anlatmaya.'' (Sayfa: 37)
*
''Mutluluğu bir mücevher, karşılığında büyük acılar ve suçluluk duygularıyla kıvranmayı göze alacağın bir mücevher olarak görmek. Bugün bile Lillian, ne zaman başıma güzel bir şey gelse, bir aşk, bir esrime ya da mükemmel bir an yaşasam, hemen ardından acıyı beklerim.'' (Sayfa: 40)
*
''..tımarhaneye kapatıldı. Kimseye zarar vermemişti. Savaş çıkınca, çiçekçilerden aşırdığı çiçekleri dünyaya barış getirmek için yediğini söyledi. Eğer herkes çiçek yese dünyaya barış egemen olur, dedi.'' 8Sayfa: 40)
*
''Gerçek çocuklardan hiçbir zaman haz etmedim, bir tek yetişkinlerin içindeki çocukları severim. (..) Şu sözde yetişkinlerin içinde öyle çok çocuk, öyle çok terkedilmiş yetim var ki.'' (Sayfa: 47)
*
''..çorabındaki incecik bir kaçığı bile yiğitçe taşıyamazdı. Kopmuş bir düğme onu allak bullak etmeye yeterdi.'' (Sayfa: 49)
*
''..onun bağlılığının minicik kanıtlarını birbirine ekliyor, kendisinin o parçalanmış, yırtık pırtık aşkına ve inancına giydirebileceği bir elbise yapmaya çalışıyordu. Dikkatsiz, baştan savma bir makasın kesip biçtiği inancı onardı, dikti, ördü, yamadı. Erkek hor kullandı, fırlatıp attı; ona sunulan hazineleri değerlendiremedi, koruyamadı, elinde tutamadı. Sanki cepleri sürekli delikti..'' (Sayfa: 61)
*
''Erkeğin herhangi bir şeye duyduğu açlık, kadını bir anda Alaattin'in sihirli lambasına dönüştürüyordu: Erkeğin rüyaları bile yerine getirilmeliydi.'' (Sayfa: 62)
*
''Onu incittiğini bile bile her şeyi anlatıyor, hiçbir şeyi saklamıyordu. Gizlisi saklısı yoktu.'' (..) ''En sevdiği oyun, başkalarının değer verdiği bir şeyi fırlatıp atmak, diğerlerinin gözü gibi sakındığı bir şeyi kırmaktı. Gelenekler, alışkanlıklar, eşyalar. En büyük eğlencesi, yok etmekti.'' (Sayfa: 65)
*
''Hiçbir kadın, rahminde kıpırdayan canı yargılamamıştır.'' (Sayfa: 66)
*
''İki dost. Tanrım, bir erkekle bir kadının aşkı, cinsel isteği, her şeyi aşıp iki dost olması mümkün mü.? İşte, seninle bunu başardığımızı hissediyorum.'' (Sayfa: 69)
*
''Bağlılık halkası genişledikçe, Lillian insanların yeniden yalnızlığa yuvarlandığı çatlağın daha da büyüdüğünü görüyordu.'' (Sayfa: 72)
*
''İnsan geçmişi nasıl arındırır.? Suçluluk, pişmanlıklar eski bir manto gibi birine verilemez ki.'' (Sayfa: 74)


''Evet, cansız figürler de insanda tutku yaratabilir: Bir Chirico resminde insanların arasına karışmayı başaramayan bir heykel olsa, birileri tarafından döllenmemiş olsa ya da bir başkasının içinde, kan ve duygu ağlarına kıskıvrak yakalanmış bir halde yaşasa bile.'' (Sayfa: 77)
*
''Bu kadar uzun bir süre yalnız ve mutsuz olduğun bir yer, senin için yanlış yerdir.'' (Sayfa: 78)
*
''..amacı müziği mavi boşluğa fırlatmak değildi; bir doruğa tırmanmak, piyanoyla olanaksız bir birleşmeye, ancak bir kadınla erkeğin birlikte ulaşabileceği bir bütünlüğe varmak için çalıyordu. Bir esrime ânı, bir erime ânı. İçindeki ihtiras ve kan, fildişi tuşlara doğru hırsla akıyor, onlara aşırı bir akım yüklüyordu. Kendi bedeninin yumruklanmasını, darmaduman edilmesini nasıl istiyorsa, aletin kasasını da öyle dövüyordu. Ve yeryüzündeki acı, ne azizliğe ne de cinsel doyuma erişebilmiş birinin acısıydı. Yükselip camdan dışarıya süzülen şey müzik değil, harcanmamış enerjiyle yüklü bir şehvet çığlığıydı..'' (Sayfa: 80)
*
II KISIM
*
EKMEK VE BİSKÜVİ
*
''Bir tek sarhoşlarla deliler anlamlı konuşur,'' (..) ''Kaosa erişmek için önemsiz, gereksiz olanı kaldırıp atanlar yalnızca sarhoşlarla delilerdir, çünkü zenginlik bir tek kaostadır.'' (..) ''..parmağını bir Sanskritçe öğretmeni gibi havaya dikerek, ''Eğer böyle devam edersen,'' dedi, ''dört bir yana dökülüp saçılmayı sürdürürsen, birinin çıkıp seninle ilgilenmesi gerekecek. Bakıma gereksinim duyacaksın çünkü seninki gerçek bir özgürlük değil, bir özgürlük yanılsaması ya da belki yalnızca bir başkaldırı. Sonuçta kaosun en büyük tuzak olduğu ortaya çıkar ve kendini onun içine hapsolmuş bulursun.'' (Sayfa: 87)
*
''..inşa etmek için konuşurdu. Ona göre her söz, özenli bir yapıya eklenecek kusursuz bir tuğla olmalıydı.'' (Sayfa: 88)
*
''Bütün aşkların başında, bu geriye doğru yolculuk yaşanır: Her âşığın, sevdiği kişiye birinciden başlayarak bütün farklı benliklerini sunma isteği.'' (Sayfa: 92)
*
''Jay fark etmedi: O çocuk Lillian'ın içinde öyle sıkı sıkı kilitlenmiş, öylesine derine gömülmüştü ki ne varlığı ne de tepkisi belli oluyordu. Lillian'ın salt bir kadının tutkusunu yansıtan tavırlarında, duruşunda herhangi bir değişiklik de yapmadı; bir çocuğu dinleyen ama bu küçük bedene doğru eğilmeye, boyunu onunkine uydurmaya çalışmayan bir kadındı bu. Oysa tıpkı Jay gibi kendisi de olgunluğundan, o yetişkin kadın bedeninden sıyrılabilir, çocuk yüzünü, gözlerini, devinimlerini korkusuzca sergileyebilirdi; o zaman Jay o çocuğu görür, onunla iletişim kurabildiğini anlar, kendi çocukluğu aracılığıyla küçük Lillian'a dokunabilirdi; bu iki çocuk karşılaşsaydı Jay ihtiyaçlarının ne kadar benzeştiğini görebilirdi.'' (Sayfa: 94)
*
''..hiçbir özveri, hiçbir cömertlik o ilk reddedilişin tutuşturduğu ölümcül hıncın ateşini söndüremezdi. Her çocukta ve suçluda var olan bu inanca göre, açılan yarayı, verilen zararı hiçbir tazminat onaramaz. Bir zamanlar açlık çekmiş biri, dünyadan öcünü salt gereksindiği şeyi çalarak almaz, yerine asla konulamayacak bir şeye, yani yitirdiği inancına karşılık dünyayı sonu olmayan bir haraca bağlar.'' (..)
''Başka kadınlara duyduğu dürtülerden söz ederken, yüzüne cinsel zevk peşinde olan bir erkeğin değil, yaramaz, davranışları kesinlikle denetlenemeyen, haylaz bir fırlamanın ifadesi yerleşirdi; bu artık sadakatsizlik değil, ''sokağa çıkıp oynamak'' isteyen bir çocuğun gemlenemeyen coşkusuydu.'' (Sayfa: 95)
*
''..''Ben yoksulluğu seçen Buda gibiyim. İlk karımı ve çocuğumu dinsel bir yaşam uğruna terk ettim. Şimdi müritlerimin verdiği bir kâse pirinçle yaşıyorum.''
''Ne öğretiyorsun peki.?'' diye sordu Jay'in havailiğine kapılmayan genç bir adam.
''Bütün acılardan arınmış bir yaşamı.''
Ama onlara dışardan bakan biri, Jay'in hüzünleri, acıları bertaraf edecek gizli bir formül bulmak yerine, hepsini Lillian'ın sırtına yüklediğini düşünürdü; erkeğe inebilecek her darbeyi savuşturmak üzere her an tetikte bekleyen Lillian'ın. Müritleri de kaçınılmaz olarak şu sonuca varıyordu: Onun yaşam tarzına ulaşabilmek için kendilerine birer Lillian bulmaları gerekiyordu.'' (Sayfa: 96)
*
''Onun ruh halini yakalayamayanlar tekneden inebilirdi. Kimyasal tepkimeyi o tetikleyecek değildi. Bırak, herkes kendisi öğrensin.''
(..)
''Hapisten yeni çıktım da.. Hücrede yalnızca beş adım atabiliyordum, o kadar. Şimdi geniş bir odadayken huzursuz oluyorum. Onu keşfetmek, içselleştirmek istiyorum ama aynı zamanda bir adım daha ileriye gitmemem gerektiğini hissediyorum.'' (Sayfa: 97)
*
''Onlar Jay'in babasıydı. Öyle çok babası vardı ki, çünkü onların hepsini görebiliyordu. Hepsi de birbirinin yerini alabilen yüzlerce babamız, anamız ve sevgilimiz olduğuna inanıyorum, işte Lillia'ın hatası da bu, onun için tek bir anne, tek bir baba, bir koca, bir âşık, bir oğul, bir kız evlat var; hepsi de yeri doldurulamaz, tek ve eşsiz..
Dünyası ne kadar da küçük. Az önce gözlerinde şimşeklerle yanımdan geçen kız, benim kızım. Onu alıp, yitirdiğim kızımın yerine eve götürebilirim. Dünya babalarla dolu, ne zaman bir babaya ihtiyacım olsa yapmam gereken tek şey durup onlardan biriyle konuşmak.. Örneğin şurada oturan, aksakallı, kaptan şapkalı olanla..''
(..)
''Birkaç izmaritiniz yok mu.? İzmariti yeğlerim de. Bağımsızlığıma düşkünümdür, onun için de izmarit toplarım. Sigara, sadakadır. Oysa ben bir aylağım, dilenci değil.'' (Sayfa: 103)
*
''Seferberlikler sırasında, tanımadığım bir vaftiz annesinden mektuplar alırdım. O mektupların nasıl şeyler olduğunu hayal bile edemezsiniz, mösyö. Yanımda bir tane bile yok, çünkü, onları orada, çöllerde okuya okuya eskittim. Öyle sıcak mektuplardı ki soğuk bir ülkede savaşıyor olsaydım onlarla ellerimi ısıtabilirdim. O mektuplar beni öyle mutlu etti ki ilk iznimde hemen kadını aramaya koyuldum. Buysa, inanın çok çetin bir işti, çünkü kadının adresi yoktu.! Küçük bir el arabasıyla muz satıyor, köprülerin altında yatıp kalkıyordu. İznimin tamamını bir şişe kırmızı şarapla onun yanında oturarak geçirdim, tıpkı şu an yaptığımız gibi. Eh, bu daha güzel bir hayattı; orduyu bıraktım.'' (Sayfa: 104)
*
''Acayip, kaba saba bir dünya, diye tıslamıştı Eleştiri Dekanı. Çarpık çurpuk bir dünya. Elbette öyle. Onlar da Paris'teki rehineci dükkânındaki yedi banktan birinde üç saat otursunlar bakalım. Dolent Sokağı'nı bir uçtan ötekine yürüsünler. Belki de böyle serbestçe dolaşmama izin verilmemeli, belki de suçlularla birlikte hapse atılmalıyım. Onları anlıyor, onlara acıyorum. Ben cinayetlerimi boyayla işliyorum. İşlenen her cinayet insanların gözünü bu cinayeti üreten koşullara açıyor ama az sonra yeniden uykuya dalıyorlar; ressam onları uyandırınca da hemen intikamını alıyorlar. Benden parayı da, şöhreti de esirgemekle çok iyi yapıyorlar, çünkü böylece beni sokaklara sürüyorlar ve suratlarına çarpmamı istemedikleri şeyleri önüme sermiş, bana göstermiş oluyorlar. Benim cengelim, Rousseau'nun masum ormanlarından biri değil. Benim vahşi ormanımda herkes düşmanıyla karşılaşıyor. Doğanın yeraltı dünyasında borçlar yine aynı şeyle, birebir ödenmeli: Sahte para geçmiyor. Açlık açlıkla, acı acıyla, yıkım yıkımla.
Ressamın orada bulunma nedeni de hesabı tutmak.'' (Sayfa: 106)
*
''..kendisinin kadın çeşitlemesinden nefret etmesi, özgür erkeğin özgür kadından nefret etmesi gibi; çünkü erkek, kadındaki bu tutku özgürlüğünden nefret eder, çünkü böylesi bir özgürlüğü salt kendine tanır.'' (Sayfa: 109)
*
''..yoksulluğu, aşınmış sandaletleri, nedense meydan okumaların en yüreklisi gibiydi: Kendini bütün hissetmek için kusursuz giysilere ya da yeni sandaletlere gereksinim duymayan birinin seçimi.''
(..)
''..bu kadın onda eşitlik denklik duygusu yaratıyordu..'' (Sayfa: 111)
*
''Konuşması çalkantılı bir ırmak, kopmuş bir inci kolye gibi Lillian'ın çevresine saçıldı.'' (Sayfa: 112)
*
''İnsanın yaşamına, salt, daha sonra karikatürünü yapmak, tuvalde alaya almak için giriyor sanki. Yalnızca çirkinliği ortaya çıkarıyor.''
(..)
''Kimin acı çekeceğini şu kadarcık umursamadan uzanır, canımın istediğini alırım.'' (Sayfa: 113)
*
''Gerçekler hakkında soru sormaman harika. Gerçekler önemsizdir. Önemli olan, özdür. Şu nefret ettiği soruları sormuyorsun: Hangi şehir.? Hangi erkek.? Hangi yıl.? Ne zaman.? Olgular. Ah onlardan tiksiniyorum.!'' (..)
''Onlar, ikisinin de bir ad koyamadığı, kendilerine ait bir dünyada yürüyorlardı.'' (Sayfa: 116)
*
''İki kadın bir gece, bir barın kırmızı ışığının altında buluşunca, ruh hallerindeki benzerliği keşfettiler: Ona, erkeğe gülebiliyorlardı.'' (Sayfa: 117)
*
''Gözlerinde soru işaretlerinden bir tespih.'' (..)
''Oysa hiçbir içki, savaş haliyle ve nefretle başa çıkamaz. Hiçbir içki, acılığı sevmez.'' (Sayfa: 118)
*
''Benzersizlikleri, başkasına benzemeyişleri dünyayı silip süpürdü, tertemiz etti: Onlar şimdi hayatın başlangıcında duruyorlar; çıplak ve geçmişten bütünüyle soyunuk.'' (Sayfa: 120-121)
*
''İlk günahtan, edebi günahlardan, önceden düşünme, tasarlama günahından arınmış iki suçsuz.'' (..)
''Arzularının ve korkularının suratına yepyeni gözlerle bakmanın gücü.'' (Sayfa: 121)
*
''Bedenlerini, yüzlerini değiş tokuş etmeyi her ikisi de arzuluyordu. Her ikisi de, öteki olmak için ürkütücü, yıpratıcı bir özlemle yanıp tutuşuyordu.'' (Sayfa: 122)
*
''Hiçbir bedensel temas, içlerindeki o gizemli arzuyu, ötekinin yerine geçme özlemini karşılayamazdı. Almak değil; solumak, içine çekmek, emmek, kendine mal etmek ve değişmek.'' (..) ''Onlar yatarken şafak odaya sızdı; camlardaki kiri, masadaki çatlağı, duvarlardaki lekeleri gösteren gri bir gündoğumu.'' (Sayfa: 123)
*
''..''Tam da bir sanatçının doğabileceği harika, zifiri bir gece,'' dedi Jay. ''Mutlaka gece doğmalı ki ana-babasının ona yalnızca yedi ay can verdiğini kimse fark edemesin. Hiçbir sanatçıda rahimde dokuz ay kalacak sabır yoktur. Yuvadan bir an önce kaçmalıdır o. Sanatçı kendini tamamlama, kendini yaratma saplantısıyla, bir tür cinnetle doğmuştur. Öyle katmanlı ve öyle şekilsizdir ki özü sürekli parçalanıp dağılır; onu yeniden birleştiren tek şeyse çalışmasıdır. Hayal gücüyle bütün kalıplara dolabilir, kendini çoğaltıp bölebilir; öte yandan ne yaparsa yapsın, hep ikiye bölünmüş olarak kalacaktır: İki tane.'' (Sayfa: 125)
*
''Onun bu balina iriliğindeki benliğinin, balina şişkinliğindeki egosunun karanlık kovuklarında Lillian'ın yaşamayı, soluk almayı becerip beceremediği Jay'in umurunda bile değildi.'' (..) ''..bu kadar çok yalan söylemesinin nedeni bence karşısındakine gizemden, hayalden başka sunacak bir şeyi olmaması. Belki de bütün o sırların gerisinde hiçbir şey yok.'' (Sayfa: 126)
*
''..bir zamanlar yüreğinin olduğu yerde şimdi koca bir delik bulunduğu duygusuna kapıldı; kalp atışının, pompalanan kanın yerinde şimdi hedefini bulmuş, irice bir kurşunun açtığı esintili bir delik vardı.'' (Sayfa: 127)
*
''Erkeğin varlığından yayılan o belirgin, somut ışıltı, kendini ''insan sıcaklığı'' diye yutturmayı beceriyordu. Sesi öyle ılıktı ki dile gelmiş duygunun sesiydi sanki. Devinimleri sıcaktı; elleri dokunmaktan hoşlanırdı. Ellerini sık sık insanlara değdirir, insanlar da bunu sevgi sanırdı. Oysa yalnızca fiziki bir sıcaklıktı bu, güneş gibi, Kimyasal bir madde gibi ısı yayıyordu, hepsi o kadar.'' (..)
''Biri kapıyı çaldığı zaman, bana, tahtaya değil de yüreğime vuruluyormuş gibi gelir. Her darbe doğruca yüreğime ulaşır.'' (..)
''Dışarıya çıkmak, bütün bir geceyi, beni ona bağlayan bütün o sicimleri, ona duyduğum aşkı, beni bir bekâret kemeri gibi sımsıkı kuşatan bu sevdayı hissetmeksizin geçirmek için neler vermezdim.'' (Sayfa: 128)
*
''Bir erkek her kaprisini, her fantezisini, her dürtüsünü sonuna kadar yaşamaya karar vermişse, bu akışla, bu tufanla artık hiçbir Nuh'un Gemisi baş edemezdi.'' (Sayfa: 129)
*
''Herkesi şaşırtıyor, allak bullak ediyor. Kendimi bütünüyle onun ellerine bıraktım. Tek arzum, olağanüstü bir şey yaratacak olan birine hizmet etmekti; aynı zamanda kendimi yaratmama da yardım edeceğini sandım. Oysa yakıcı biri o; beni de mahvediyor.'' (Sayfa: 130)
*
''..kimse, biçimlendirmesi, sil baştan yaratması için imgesini bir başkasına teslim etmemeli.'' (Sayfa: 131)
*
''Nasıl oluyor da bazı kadınlarda deneyim tortuları birikip böylesine yoğun bir lezzet yaratabiliyordu..'' (Sayfa: 139)
*
''Acı yalnızca yansımada, zihindedir.'' (Sayfa: 140)

Hiç yorum yok:

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...