24 Şubat 2025 Pazartesi

Sinemanın Tüm Öyküsü - Genel Editör: Philip Kemp (Çevirmenler: Profesör Nuray Yılmaz - Profesör Ertan Yılmaz)


ÖNSÖZ

*
1950'lerin başında Güney Londra'da büyürken, raflarımızda ''yedi sanat'' üzerine bir bölümü içeren bir çocuk ansiklopedisi vardı. Dokuz Musa değil ama yedi sanat. Bu sanatlar Edebiyat, Müzik, Opera, Dans, Dram, Görsel Sanat ve 20. yüzyılın sanat formu olarak tanımlanan ve eğlencenin bir tür kenar ayağı olarak kökeni olsa da, teknolojik değişim, moda, endüstriyel organizasyon ve insanın yaratıcılığı karışımı sayesinde uzun süredir yedinci sanat biçimine doğru olgunlaşmış olan Film'di. İsimsiz ansiklopedi yazarı uzun süre önce sinema tarihinin -sanat tarihi gibi- müzeler, sergiler, birincil, ikincil ve üçüncül kaynaklara dayanan bilimsel araştırmalar ve diğer altı sanata rutin olarak uygulanan ciddi eleştiri aracılığıyla kültürün kutsal kapılarından kesinlikle gireceğini öngörmüştü. 10'lu yaşlarımın başında beni ciddi film eleştirisiyle tanıştıran süreç içinde ''yedi sanata'' ayrılmış yayınların istikrarlı bir parçası olarak buna özen gösteren Film and Filming adlı derginin meraklı bir okuyucusuydum.
*
Yarım yüzyıl sonra bu öngörülerin yalnızca bazıları gerçek oldu. Yerleşik sanatlar söz konusu olduğunda, hâlâ ''sanatlar'' (altı tane) vardır, sanatçılar yalnızca birkaç film yapmıştır ve ayrıca sinema ya da film denen bir şeyler vardır: tam bir belirsizlik hali. Tiyatro grupları iyi bilinen filmlerin canlı uyarlamalarını oynadıklarında, popüler kültür nedense sanata dönüşür. Tate Modern, ressam Edward Hopper ile ilgili bir sergi düzenlendiğinde, onun film üzerindeki etkisini gösteren imgeler serginin dışında, gerçekten de yakındaki kafeteryaya yerleştirildi. Walt Disney (1901-66) ve Alfred Hitchcock (1899-1980) üzerine malzemeleri içeren bir sonraki ''Dali ve Film'' sergisi için yapılan tanıtımda sanatseverleri soğutur korkusuyla ''ve Film'' sözcüklerinin harfleri küçültüldü.
*
Kültürel hiyerarşinin bu anlamının nedenleri karmaşıktır ve diğer birçok şeyin arasında filmin geleneksel anlamda koleksiyona dahil edilebilir olmaması gerçeğini içerir. Normal olarak ne kişilerarası iletişimle ilgilidir ne de metaforik bir düzey hariç, bireysel sanatsal yaratıcılıkla ilgilidir. Kültürden çok işle ilgili görülebilir ve çoğu kez de öyle görülür. Gördüğünüz tam olarak insan yapımı değildir. Frankfurt Okulu toplumsal araştırmacılarının ve filozoflarının iki dünya savaşı arasında otantik bireysel deneyimle karşılaştırma eğiliminde oldukları kitle kültürünün bir parçasıdır. Yüzyıllarca geriye giden bir kataloğu yoktur. Canlı değildir. Ve demokratiktir. Bunların çoğunun çağdaş sanatın büyük bölümü için söylenebileceği gerçeği sessizce unutulur. Bu tip hiyerarşiler, kültürel sınırların başka yerlerde nasıl belirsiz hale geldiği düşünüldüğünde, özellikle benzeri olmayan Britanya kültüründe derinlere iner. Ancak bunlar, yüksek öğretimde standartların gerilemesinin yasını tutmak isteyenlerin tercihine uygun şamar oğlanı olarak sosyolojiden devralınmış olan medya incelemeleri üzerine kuru gürültüyle birleştiğinde, ciddi olmaya başlarlar.
*
Bütün bunlar yayımlanan birçok film incelemesinin biraz savunmacı tonunu açıklayabilir: akademik referansları gururla gösterme ve etraftaki daha fazla yerleşmiş disiplinler -sanat tarihi ve görsel incelemelerden ziyade genellikle edebiyat ve tarih- tarafından ciddiye alınma arzusu. Bu savunmacılık film incelemeleri için -arşivlerin, sözlüklerin, ansiklopedilerin ve anlatı tarihlerinin farklı yöntembilimsel nedenlerinden üst düzeyde şüphe duyan- hazır, entelektüel bir yeniden başlangıç sağladığı görülen Avrupa'dan gelen yeni teori dalgalarıyla aynı zamana denk geldi. Sonuçta film incelemeleri daha var olmalarından önce kendi temel inşa bloklarından bir şüpheyi miras aldı.
*
Film incelemelerinin -en sonunda.!- olgunlaşmasıyla birlikte ev eğlencesinin (televizyon, DVD, bilgisayar vs.) ortaya çıkması ''...yapımı'' ile ilgili DVD eklerinin çoğunun yavanlığına karşı koymak, izleme deneyimini bir tür daha geniş sinemasal ve kültürel bağlam içine yerleştirmek ve yağcı bir şekilde tanıtım niteliğindeki film değerlendirmelerine, yıldız oyuncu reytinglerine ve bütçeler ya da setteki tartışmalar hakkındaki dedikodulara iyi araştırılmış bir alternatif sağlamak için sinema tarihiyle ilgili net bir şekilde yazılmış, jargonsuz, güvenilir referans kitaplarına yönelik güçlü bir talebi yaratmıştır. Ve belki de en önemlisi dağıtım ve gösterim teknolojilerin ve filmlerin izlenişinin tam bir dönüm noktasında olduğu bir dönemde durum değerlendirmesi yapmaktır. Dondurulmuş görüntü çoğu durumda yönetmenlerin istediğinden daha yakın bir detaylı incelemeye yol açmıştır, ancak bu genellikle izleyiciyi üstün duruma getiren devamlılık hatalarının ve kronolojik sorunların daha yakından detaylı incelenmesi olmuştur: Hoşgörüsüzlük'te 8Intolerance: Love's Struggle Throughout the Ages, 1916) Persler Babil'e saldırırken bir asistan ceketli ve kravatlıdır; Casablanca'daki (1942) bir geçmişe dönüşte Ilsa, Paris'te bir elbise değil, takım elbise giyer; On Emir'de (The Ten Commandments, 1956) kör bir asker ve Spartacus'te de (1960) çok sayıda asker kol saati takar; Cehennem Dönüşü (Stagecoach; 1939) dahil çok sayıda westernde modern lastik izleri vardır. Siz de Doktor Jivago'da (1965) David Lean (1908-91) ve ekibinin aynadan yansımasını saptayabilirsiniz. Bu kitap tek tek filmlerden ''önemli sahneleri'' akıllıca seçerek ve onların önemini açıklayarak, dondurulmuş görüntüyle çok daha ilginç bir şeyler yapıyor.
Sinemanın Tüm Öyküsü Lumiere Kardeşler'in 1895'teki ilk insanlara açık gösteriminden 9/11 sonrası Amerikan filmlerine, bilgisayarda yaratılan görüntülere, üç boyutlu filme ve milenyum sonrası Avrupa sinemasına kadar sinema tarihinin kronolojik bir açıklamasını veriyor. Hollywood hakkında ''isimler ve tarihler'' öyküsü -genel yaklaşım- değil ama tekilden ziyade çoğul film kültürü içinde kültürlerini öne çıkarak dünya sinemasının senfonik bir anlatısını sunuyor. Zengin malzeme tematik olarak döneme, bölgeye ya da türe göre düzenleniyor. Kitapta uzmanlar tarafından filmleri tarihsel bağlamları içine yerleştiren giriş yazıları, tek tek filmler üzerine makaleler, önemli olayların zaman çizelgeleri, yönetmenlerin profilleri ve ortaya çıkan konular üzerine ek bilgi kutuları bulunuyor (''romandan filme,'' o dönemin sanat hareketiyle ilişkisi, müzik, sinematografi vb.) Sinemanın Tüm Öyküsü''nün bir özelliği bugünden geçmişe dönüşlerle ve ileriye sıçramalarla her bir yönetmen kuşağının kendilerinden öncekilerle nasıl ilişki kurduğu konusunu vurgulamasıdır. Başka bir özelliği de sanat tarihlerinde zaten yer alan ancak yakın tarihe kadar sinema tarihlerinde bulunmayan fotoğrafların yüksek kalitesidir.
Ernst Gombrich'in Sanatın Öyküsü adlı eserinin başındaki ünlü sözler şöyledir: ''Gerçekten sanat diye bir şey yoktur. Yalnızca sanatçılar vardır ... S harfli Sanat bir öcü ya da fetiş gibi bir şey haline gelmiştir.'' Aynı şekilde, bu kitap kavram olarak ''Sinema'' ya da ''film'' hakkında değildir; filmleri yapanlar ve filmler ve onların yaşamlarımızdaki hâlâ yeterince değer verilmemiş önemleri hakkındadır. Bu kitap yapması her zaman cesaret gerektiren örnek incelemelerin çok dikkatli bir seçkisini içermektedir.
*
PROFESÖR SIR CHRISTOPHER FRAYLING
TARİHÇİ, ELEŞTİRMEN ve TELEVİZYON YAYINCISI, LONDRA, BİRLEŞİK KRALLIK (Sayfa: 6-7)
*
*
*
İLGİNENLERİN DİKKATİNE:
*
Bu kitaba ait paylaşımlar bundan sonrasında 
*
https://seherceyolculuk2filmler.blogspot.com/?fbclid=IwY2xjawHLkU1leHRuA2FlbQIxMAABHS0t_qyjJtuf_lLfD2TnyZNXCAAuytaFTf5CYbziTxgU_1-CZMHUeGDdNA_aem_Kn_aSSeYWC-co4IPYNVzCg
*
sayfasında yapılacaktır. Devamı için oradan takip edilebilir.

Dante Alighieri - RIME (Çeviren: Kemal Atakay)

 

GİRİŞ (Bu giriş yazısı, Kaynakça'da anılan çalışmalardan, özellikle Foster'ın giriş yazısından yararlanılarak hazırlanmış bir çeviri-derleme niteliğindedir.)
*
Ama herkes bilsin ki, şiirin kurallarına göre
uyum verilmiş hiçbir şey, bütün tatlılığı ve
uyumu bozulmaksızın, yazıldığı dilden bir
başka dile çevrilemez.
*
Dante, Şölen, I, 7.
*
''Dante'nin Rime (Şiirler) başlığıyla sunulan yapıtı, Yeni Hayat ve Şölen'de yer verdiği şiirler dışında İtalyanca yazdığı bütün şiirlerini içerir. İtalyanca'da belli bir bütünlük ve gelişme çizgisi gösterilerek bir araya getirilmiş şiir derlemelerini göstermek üzere kullanılan canzoniere sözcüğü yerine; ''uyak'', kapsam genişlemesi yoluyla da ''şiir anlamına gelen rima'nın seçilmesinin nedeni, Dante'nin bu şiirleri herhangi bir düzenleme içinde bir araya getirmemiş, kitaplaştırmamış olmasıdır. Felsefe, Hıristiyanlık öğretisi, tarih gibi edebiyat dışı kaynaklar ve Latin edebiyatı bir yana bırakılacak olursa, Dante şiiri üç ana kaynaktan beslenir: Provans şiiri, Sicilya Okulu ve Toscanalı şairler. Dante'nin bir yandan bu kaynakları özümseyip yeniden yazarak, öte yandan yadsıyıp dönüştürerek kurduğu şiiri, kendinden önceki Batı edebiyatı geleneğiyle hesaplaşmaya dayalı, son derece tutkulu bir kuramsal düşünme ve sanatsal uygulamanın ürünüdür.'' (Sayfa: 11)
*
''Henüz İlahi Komedya'yı yazmamış olmasına karşın, on dördüncü yüzyılın başlarında Dante İtalyan dillinin en önemli şairi konumundadır; bunun yanı sıra, Halkdilinde Belâgat (1304-1305) adlı yapıtının göstereceği gibi, bu genç dilde yazılmış şiirin tarihsel durumunu da, Latince kökenli öteki dillerin, özellikle Provans dilinin şiiriyle ilişkisini de en açık olarak gören kişidir. Gerçekten de, Dante büyük bir şair olduğu gibi, son derece önemli bir eleştirmendir. İki nedenden ötürü Dante'nin bu yönünü vurgulamak gerekir: İlki, kendi şiirinin de eleştirel gözden geçirmenin, teknik sorunlara ilişkin bilinçli bir düşünmenin ürünü olması; ikincisi, eleştirel düşüncelerinin ortaya çıktığı tarihsel bağlamın kültürel bir dönüm noktası niteliği taşıması. Dante şiir yazmaya ve şiir üzerine düşünmeye başladığında, İtalyan edebiyatının olsa olsa yarım yüzyıllık bir geçmişi vardı; dili tam oturmamış, kapsamı son derece dar, büyük ölçüde Fransız ve Provans dillerinin gölgesinde kalan, Latince'nin büyük kültür ve dil mirasının ağırlığını üzerinde duyan bir edebiyattı. Dante 1321 yılında öldüğünde, Latince kökenli dillerdeki en büyük şiiri yazmakla kalmamış, o dönemde İtalyanca yazan bir yazarın içinde bulunduğu durumu eleştirel olarak her yönüyle değerlendirmişti. Edebiyat dilinin Latince mi, İtalyanca mı olması gerektiği tartışmasını büyük bir doğrudanlıkla ele alıp tavrını anadilden yana koymuş; bir eleştirmen olarak köklü bir çözüm getiremese de, İtalyan ağızlarının çeşitliliğinin şairi hangi sorunlarla karşı karşıya bıraktığını irdelemişti. Başlangıcından XIII. yüzyılın sonlarına kadar İtalyan lirik şiirinin tarihini ana çizgileriyle belirlemişti (çizdiği çerçeve o günden bu yana bir ölçüt haline gelmiştir).'' (Sayfa: 12)
*
''Dante, şiirin anlamını (sentenze) güzelliğinden (bellezza) ayırdıktan, böylece anlamın bütünüyle düzyazıya çevrilebilir olduğunu ima ettikten sonra, güzelliği çözümler; şiiri şiir yapan biçimsel yön demek olan güzelliği Özgür Sanatlar'dan alınmış üç öğe temelinde inceler: dilbilgisi ve hitabet ile müzik. Bu üç ''sanat'' şiirin oluşumuna farklı yönlerden katkıda bulunur ve her birinin sonuçta ortaya çıkan ürünle farklı ilişkileri vardır; ama burada dikkat edilmesi gereken nokta, Dante'nin bu çok yalın çözümlemeyle yetinmiş olması, şiirin güzelliğini yalnızca bu üç ''sanat''tan alınmış kuralların ustaca uygulanmasının bir sonucu olarak görmesidir. Petrarca daha sonra şiirin yedi Özgür Sanat'ın bir ürünü şeklinde görülmesine kesinlikle karşı çıkacak, felsefe gibi şiirin de bütün bu sanatları aştığını belirtecektir. Hiç kuşku yok ki Dante de bir bakıma şiirin kaynağını aldığı ''sanatlar''a göre ''aşkın'' olduğunu kabul ederdi; ama bu noktayı hiç ele almamıştır, biz de şiir konusundaki görüşünü daha genel bir kavramla bağlantılandırmak istersek, geleneksel belâgat (eloquentia) kavramına başvurmak zorundayız.'' (Sayfa: 13-14)
*
''Hitabet açısından bakıldığında, Dante'nin Şiirler'i Aziz Augustinus'un Hıristiyan Öğretisi Üzerine adlı eserinin Dördüncü Bölümü'nde belagât için belirlediği üç amaçtan en az ikisini gerçekleştirme girişimleri olarak okunabilir: öğretme, zevk verme, inandırma.'' (Sayfa: 15)
*
''Dante'ye göre ''parçaları birbirleriyle uyumlu ve ahengiyle zevk veren'' şeye güzel deriz. Bu tür bir karşılıklı ilişkiyi amaç edinen ve gerçekleştiren sanat müziktir; Dante'ye göre müzikte ''ahenkli sözlerde ve şarkılarda görüldüğü gibi her şey birbiriyle karşılıklı ilişki içindedir; söz konusu ilişki ne kadar güzelse, bu söz ve şarkılarda o kadar tatlı bir ahenk ortaya çıkar.'' Bu açıdan, sözler müzikal ise, güzeldir; onlara bu güzelliği verebilecek olan kişi de herkesten önce şairdir, çünkü onun sanatında -bir tek onun sanatında- müzik sanatı hitabet ve dilbilgisi sanatıyla birleşir.
Buna bağlı olarak, Dante'ye göre şair bir söz müzisyenidir; şairler ''sözcüklerle ahenk yaratan kişiler''dir, onlar sözcükleri ''esin perisi Musa'ların sanatı''yla birbirine bağlarlar.'' (Sayfa: 16)
*
''Dante'de çok güçlü bir toplum duygusu, insan zihinlerinin karşılıklı olarak birbirine bağlılığı duygusu vardır; onun için insanca yaşamak yaşamanın nedenlerini aramak demektir. Bir bakıma Dante ''kişiye özel düşünceler''e inanmaz; her düşüncenin kamusal bir önemi vardır, o düşüncenin ilgilendirdiği topluluk küçük olsa da. (..)
Yeni Hayat'ı okurken okur bir şeyin farkındadır hep: Yazar edebiyat ve ahlak alanlarında ortak bir zihni ve ortak varsayımları olan bir topluluk için yazmaktadır; ''sıradan okur''un kendisini anlamasını beklemez, belki bunu arzulamaz da. Ne var ki, kitabın seslendiği küçük çevre içinde anlamın son derece açık olması beklenir.'' (Sayfa: 18)
*
''Pek az şair kendi yapıtı konusunda konuşmaya bu kadar istekli olmuştur; belki de bunun nedeni, paradoksal olarak, pek az şairin bu kadar büyük bir kendine yeterlik duygusu duymasıdır. (..)
Bir bütün olarak Şiirler, İlahi Komedya'ya giden yolu gösterir, bir anlamda (denemeler olarak) nihai gerekçelendirilmelerini ondan alırken, Şiirler içindeki belli grupların da Yeni Hayat, Şölen ve Halkdilinde Belagât'a yansıyan izdüşümleri vardır.'' (Sayfa: 21)
*
''..Dante'nin bugün anladığımız biçimiyle edebiyat eleştirisine soyunduğu yapıtı Halkdilinde Belagât'tır. Yarım kalan bu risale, en üst düzeydeki biçimiyle, ''yüce'' konularda ''yüce bir üslupla'' yazma sanatı olarak anadil şiiri üzerinedir. (..) Dante bu konuların Savaş, Aşk ve Erdem olduğunu belirtir. Bu ''en üstün'' konuları ''en iyi şekilde'' ele almak uygun bir üslubu gerektirir.'' (Sayfa: 22)
*
''..Dante'nin söylediği şudur: ''Klasikler bizim örneklerimizdir, onları ayrıntılı olarak kopyalamamız gerektiği anlamında değil, ama bize genel olarak üslup güzelliğinin ne olabileceğini gösterirler.'' (Sayfa: 27)
*
''..Dante aşağı yukarı otuz dokuz ile kırk dört yaşları arasında yeni şiir yaratmaktan çok eleştiri, felsefe ve siyasi polemikle uğraşıyordu. (..)
İlahi Komedya da bir üsluplar bileşkesidir; üstelik Dante yaşamsal zenginliği hiç yitirmeden gerçekleştirmiştir bunu.'' (Sayfa: 29)
*
''Dante kullandığı ölçü biçimlerini kendisi keşfetmemiştir; anadilde yazılan şiirin kapsamını bildik aşk temasının ötesine taşıyan ilk İtalyan şairi de o değildir. Dante, seçtiği tema ne olursa olsun, onu son derece güçlü bir şiir söylemi halinde düzenleme konusunda olağanüstü bir yetisi olduğunu gösteren ilk şairdir; şaşırtıcı bir kurgusal -''mimari'' gücü sözcüklerin anlatımsal niteliğine dönük son derece incelikli bir duyarlıkla birleştirmiştir. Dante'nin bu iki yönü Şiirler'de her zaman aynı ölçüde belirgin değildir; kimi zaman bir yön, kimi zaman öteki yön ağır basar. Ama Dante'nin doğal eğilimi, güzelliği, bu iki yönün -ikisi de en uç sınırlarına vardırılmış akıl ile duyarlığın- uyumunun ürünü olan şiire doğruydu. Dante'ye göre insan ruhunun üzerinde düşünmesi, yazıya geçirmesi ve öykünmesi gereken tanrısal iyiliğin dış dünyadaki ve zihindeki ışıltılarını hiç olmazsa kısmen yansıtabilecek bir güzellikti bu.'' (Sayfa: 31)


Dante da Maiano'dan Dante Alighieri'ye:
*
''Ve en iyi şiirimle sizden dileğim,
söylemeniz bana en büyük acısı
nedir Aşk'ın, bilginiz ışığında.'' (Sayfa: 47)
*
Dante Alighieri'den Dante da Maiano'ya:
*
''Kesin olarak bildiğim benim,
sevilmeyen kişi, kendisi severken,
benzersiz bir acı taşır yüreğinde.'' (Sayfa: 49)

Görsel Kaynağı: Beatrice and Dante Alighieri > A Love Story


Dante da Maiano'dan Dante Alighieri'ye:
*
''Sevip de sevilmemek, dediğinize göre,
çekilen en büyük acı Aşk'ın elinden;
daha büyük bir acı var diyor birçok kişi.
Küçük bir ricamı çok görmeyin bu yüzden,
ilminiz bir daha aydınlatsın, dilerse,
doğru mu değil mi deneyimin bana gösterdiği.'' (Sayfa: 51)
*
Dante Alighieri'den Dante da Maiano'ya:
*
''Dostum (eminim bundan, sevdiğim için
gerçek bir aşkla), iyice bilin ki, seven kişi,
sevilmiyorsa, en büyük acıyı taşır yüreğinde;
çünkü bu acı hükmeder bütün ötekilere
ve ona hepsinin efendisi denir:
ondan gelir Aşk'ın her elemi.'' (Sayfa: 53)
*
Dante da Maiano'dan Dante Alighieri'ye:
*
''...ricam, pekiştirin, bilge kişi,
yetkili ağızlardan savınızı, nedir içeriği
gösterin, belirginleşsin bu yolla seçkinliği;
ondan söz edip, iyice anladıktan sonra onu,
aydınlatırız, hangi acının en ağırı olduğunu,
dostum, kanıtlarıyla aklın ve deneyimin.'' (Sayfa: 55)


Dante Alighieri'den Dante da Maiano'ya:
*
Bilgi ve kibarlık, zekâ ve beceri,
soyluluk, güzellik ve zenginlik,
güç, gönül yüceliği ve cömertlik,
değer ve seçkinlik, birlikte ve ayrı,
bu iyi nitelik ve erdemler daima
üstün gelirler çekicilikleriyle Aşk'a:
biri diğerinden daha değerlidir belki
ona göre, ama ondan pay alır her biri.
*
Bu yüzden, dostum, yararlanmak istersen
doğal ya da edinilmiş erdemden,
onu sadakatle Aşk'ın arzusu için kullan,
karşı koymak için değil tatlı işleyişine:
çünkü ona karşı gücü yetmez hiçbir şeyin,
olur da, onunla savaşmayı seçerse insan. (Sayfa: 59)
*
''Sizsiniz her şeyden çok sevdiğim,
ve bana en büyük armağanı verebilecek kişi,
size bağlı bütün ümitlerim;
yaşamak isteyişim yalnızca size hizmet için,
ve yalnızca size onur veren şeyleri diler,
onları isterim: gerisi katlanılmaz benim için.
Başkasının veremeyeceğini verebilirsiniz bana,
evetimle hayırımı ellerinize bıraktığı için
Aşk; bu yüzden yüce görüyorum kendimi.
Size duyduğum güvenin
nedeni insanca tavrınız;
çünkü kim baksa size, kesinlikle bilir
dışınızdan, merhamet olduğunu içinizde.'' (Sayfa: 67)
*
''Artık asla bağışlatamazlar bana,
işledikleri o büyük suçu gözlerim,
kör olmazlarsa eğer..'' (Sayfa: 71)
*
Guido Cavalcanti'nin Yanıtı:
*
Aşk ne kadar vurursa size sopalarıyla,
o kadar acele edin ona itaat etmek için,
başkaca öğüt, kesinlikle belirtmeliyim,
verilemez size: bunu ezberlesin, isteyen.
Sonra, vakti gelince, tatlı yakılarıyla
kurtaracak sizi amansız her acıdan,
çünkü Aşk'ın acısı altıda biri etmez
tatlı iyiliğinin. Bu yüzden artık döşesin
*
kalbiniz şu yolu, izlemek için
o üstün gücü, böyle çarptıysa sizi,
güzel dizelerinizin gösterdiği gibi;
ve milim uzaklaşmayın ondan,
bir tek o verebilir çünkü sonsuz neşeyi
ve cömertçe ödüllendirir kulluk edeni. (Sayfa: 89)
*
Gözlerinden kadınımın yayılan
öyle soylu bir ışık ki, belirdiği yerde,
şeyler görülüyor, söze dökemeyeceği insanın,
öylesine yüce, görkemli oldukları için;
ve ışınlarından yüreğime öyle
bir korku yağıyor ki, titretiyor beni,
diyorum ki: ''Buraya dönmek istemem asla.''
Ama sonra yitiriyorum bütün gücümü
*
ve yenildiğim yere bir daha dönüp,
yatıştırıyorum korkmuş gözlerimi:
ilk onlar duydu bu büyük gücü.
Oraya ulaştığımda, ah, kapanıyor gözlerim;
tükenmiş onları buraya getiren arzu:
o yüzden bir baksın Aşk şu halime.! (Sayfa: 93)

8 Ocak 2025 Çarşamba

Sohrâb Sepehrî (سهراب سپهری) (Sohrâb-i Sipihrî) - Sekiz Kitap, Bütün Şiirleri (Farsçadan Çeviren: Mehmet Kanar)

Rengin Ölümü (1951)

 

GECENİN KATRANINDA
*
Nicedir bu yalnızlıkta
Suskunluğun rengi dudakta.
*
Bir ses çağırıyor beni uzaktan
Ama ayaklarım gecenin katranında.
*
Bir aralık yok bu karanlıkta
Kapı, duvar kenetli birbirine
Bir gölge kayarsa yerden,
Bir kuruntunun nakşıdır, zincirinden kurtulmuş.
*
İnsanların soluğu
Donmuş bir baştan bir başa
Ne zamandır şu pejmürde havada
Ölmüş her sevinç.
*
Gecenin büyüleyici eli
Kapıyor kapıyı yüzüme, kedere.
Ne kadar çırpınsam
Gülüyor bana.
*
Gündüz yaptığım resimleri
Gece geldi, sıvadı dumanla.
Gece çizdiğim taslakları
Gündüz geldi, sildi pamukla.
*
Nicedir, benim gibi herkesin
Dudağında bir suskunluk rengi.
Kımıltı yok bu suskunlukta
Eller, ayaklar gecenin katranında. (Sayfa: 19-20)

GÖRSEL: Landscape with Houses by Sohrab Sepehri.

MUAMMÂ KUŞU

*
Ne zamandır şu söğüt dalına
Bir kuş konmuş, muammâ rengi.
*
Ne bir sesle âhenk içinde, ne renkle
Benim gibi yalnız, yapayalnız bu diyârda.
*
İçi hep hayhuy dolu gerçi
Ama dışı suskun burada
Bir gün bozulursa kelimelerle dolu sessizlik
Kaybeder kendini bu sarayda, bu damda.
*
Kuş kapamış olsa da ötüşüyle bu yolu
Suskun bedeni seslenmekte âdeta.
Uyanık gözlerinden geçip gitmede lâhzalar;
Lâkin vücudu rüyanın alacakaranlığı.
*
Kanatları kurtulmuş aşağıdan yukarıdan.
Uzak düşmüş yaşam. Bir serap dalgası
Gölgesi solmuş duvar boyunca.
Duvar perdesi ve gölge: bir rüya perdesi.
*
Hayâllere yönelmiş o dalgın bakışlar.
Gözlerdeki değil heves nakşı.
Suskunluğuyla bir bağ var aramda;
Gizli gözleriyle yok kimseyle konuşma hevesi.
*
İçerilere götürür bu kuşun öyküsü.
Gönüle gelmeyen hayâl, yalan hayâl.
Kayıp şehirlerle var bir bağı.

Muammâ kuşu garip bu diyârda. (Sayfa: 23-24)

GÖRSEL: Sohrab Sepehri (Iran, 1928-1980)

SERAP
*
Güneş var ve engin bir çöl
Ne bir ot var orda ne ağaç
*
Karga sesi dışında, artık
Her ses çekip gitmiş bu vâdiden.
*
Toz toprak perdesinin adında
Bir nokta titriyor uzaktan siyah:
Göz yaklaşırsa eğer, görür
Bir adam, almaktadır yol.
*
Bedeni yorgunluktan tükenmiş
Yüzü gözü toz toprak
Susuzluktan kurumuş boğazı
Çıplak ayakları yaralı, dikenden.
*
Her adım atışında ufka doğru
Gözleri görür bir deniz
Biraz daha alınca yol
Düşünür: Serapmış gördüğü. (Sayfa: 26)


Görsel Kaynağı: Sohrab Sepehri (Iranian, 1928-1980) , Untitled | Christie's

GAMLI GAM
*
Soğuk bir gece, ve ben solgun
Yol uzak, ayak yorgun.
*
Karanlık var, lâmba ölmüş.
*
Geçiyorum, yalnız, caddeden
Uzakta kaldı benden insanlar
Bir gölge geçti duvarın üstünden
Gamlarıma bir gam daha ekledi
Karanlık bir düşünce ve bu harâbe
Habersizce geldi gönlüme
Masallar uydurmak için gizlice.
*
Yok ki bir renk, söyleyecek bana:
Bekle biraz; seher yakın.
Her an yüreğimden sesleniyorum.
Vay.! Bu gece ne karanlık.!
*
Nerede yüreğim açacağım bir gülüş.?
*
Nerede denize dökeceğim bir damla.?
Nerede tutunacağım bir kaya.?
*
Sanki gece nemli
Başkalarının da yüreğinde var bir gam
Benim gamım ise: gamlı bir gam. (Sayfa: 29)

Görsel Kaynağı: Sohrab Sepehri (Iranian, 1928-1980), Untitled (from the Trees series) | Christie's

HARAP
*
Gözlerim sürüdü ayaklarını uzak yollara
Dinlemek için sözümü sonunda: Yaşam
*
Uyku resmimin yüzünde hayâl rengi vardı.
*
Gönlümü hicrân acısına teslim ettim, ama ne fayda.!
Şikâyet akşamımın sonunda
Azar sabahı vardı.
*
Gözüm almadı bu yenilgi dolu ömrü.
*
Bu evin tüm temeli suyun üstündeydi.
*
Çöl dikeni battı ayağıma
Kuru bir boğaz dışında tepmedim yolu.
Ama biri, yoldan geçen biri yetişip
tuttuysa elimden, serap aldatmacasıydı.
*
Ne yapalım zamâne görmüyorsa kendinde
---devam rengini
Izdırap gecesinin gizli yavaşlığı vardı gönlümde
*
Ama gündüz oldu mu koşturuyordu sevincim.
*
Mahmurluğum hüzünlendi yok oluşla sohbetle.
Sevinç sesi soldu yüreğimde.
Haraptı çünkü başından beri bu güzel
---baykuşun resmi. (Sayfa: 30-31)

Görsel Kaynağı: Sohrab Sepehri (Iranian, 1928-1980) , Untitled | Christie's

RENGİN ÖLÜMÜ
*
Bir renk gecenin kenarında
Ölmüş tek kelime etmeden.
*
Bir kuş gelmiş, kara: uzak yollardan.
Yenilgi çatısında ötmekte yüksekten.
Fetih sarhoşu olup gelmiş
Bu gam düşkünü kuş.
*
Bu renk yenilgisinde
Her âhengin zinciri dağılmış.
Sadece korkusuz kuşun sesi
Saf sessizliğin kulağını süslüyor
Yankı küpesiyle.
*
Kara kuş gelmiş uzak yollardan.
Konmuş yenilginin yüksek çatısına
Taş gibi, kıpırdamadan
Kaydırmış gözünü
Sanılarındaki karmakarışık şekillere.
İlginç bir rüya azap veriyor ona.

Renk çiçekleri baş vermiş gecenin topraklarından.
Itır caddelerinde
Hareket etmez olmuş meltemin ayağı.
Her an aldanma peşinde bu gam düşkünü kuş
Bir nakış yapmakta gagasıyla
*
Bir bağ çözülmüş
Bir rüya dağılmış.
Toprakların rüyası
Renk çiçeklerinin açılma masalını
Unutmuş.
*
Konuşmadan geçmek gerek bu yolun kıvrımından.
Bir renk ölmüş bu engin gecenin kenarında. (Sayfa: 43-44)

Görsel Kaynağı: Sohrab Sepehri - Biography | Meem Gallery

DENİZ VE ADAM
*
Tek başına ve sâhilde
Bir adam geçiyor yoldan.
*
Ayağının yakınında
Deniz, hep ses.
Gece, bunalmış dalgaların çarpıntısında.
Rüzgâr korkulu gövdesiyle
Dönüyor sâhile ve adamın gözlerinde
Boyuyor tehlikenin nakışlarını.
Sanki
Bağırıyor: Be adam, nereye gidiyorsun, nereye.?
Ve adam gidiyor kendi yoluna.
Ve öfkeli rüzgâr
Bağırıyor tekrar: Nereye gidiyorsun.?
Ve adam gidiyor.
Ve rüzgâr, yine..
*
Dalgalar amansızca
Yetişiyor,
Taşıyor saldırı gururuyla.
Korkunç bir dalga
Uzanıyor sâhile ve yutuyor
*
Gecenin, gövdesinden tahammülünü aldığı bir gölgeyi.
*
Deniz hep ses.
Gece, bunalmış dalgaların çarpıntısında.
Rüzgâr korkulu gövdesiyle
Dönüyor sâhile.. ve.. (Sayfa: 45-46)


KURUNTU
*
Dünya uykuya dalmış.
Kapamış kapısını korku her kalp atışına, her sese.
*
Bu yalnızlıkta kendi yüzüme
Hiç de hoş görünmeyen bu yalnızlıkta
Fısıldıyordum kulağının duvarına:
Bunca kuruntu arasında
Hangi renkleri saklamakta yaşam hilesi.?
*
Korkudan gece öfkeli:
Dünya dalmış uykuya ve ben kuruntularımda uyanık.
Ne planlar yapıyor yaşam hilesi
Hayretin duvara yapıştığı bu tenhâlıkta.? (Sayfa: 51)

Rüyaların Yaşamı (1953)


AVÂRE CEHENNEM
*
iİçtim geceyi
Ve ağlıyorum şu kırılan dallara.
*
Yalnız bırak beni
Ey ateşli avâre göz.!
Bırak beni yalnız olmanın azâbıyla baş başa.
Dağılmasın vücûdumun uykusu.
Kaldırtma yalnızlığın karanlık yastığından başımı.
Verme izin rüyaların asılsız eteğine sarılmama.
*
Hile beyazlıkları
Gölgesiz sütunlar üzerinde kafa tutmakta.
Bak rüyalarımdaki kırık dökük tılsıma.
Boşuna takılıp kalmış gözüm inci zincirine.
Söyle ona
Sarhoşun cehennemî çırpınışı:
Söyle ona: i̇çmişim gözlerindeki siyah meltemi.
İçtiğim için huzûrsuzum sürekli.
Avâre cehennem
Yalnız bırak beni.! (Sayfa: 61)


Görsel Kaynağı: سهراب سپهری | زندگی و اشعار سهراب سپهری | صفحهٔ 7

ANI
*
Saat sarkacının uzun gölgesi
Hareketteydi sonsuz çölün üstünde
*
Geliyordu, gidiyordu
Geliyordu, gidiyordu.
Ve ben çölün parlak kumları üstünde
Çiziyordum kısa düşümün resmini.
Bir düş ki içmişti cehennemin sıcaklığını.
Ve uğruna eridi hayatım.
Bir düş ki bulunca son,
Ben de erdim kendi sonuma.
*
Ben düşümün resmini çiziyordum
Ve gözlerim kaybetmişti şaşkınlığında sarkacın
---hareketini.
Nasıl mümkündü bu resmin uzaysız damarlarına
Dün geceki rüyanın tüm sıcaklığını dökmek.?
Çizdim resmimi.
Birşey kaybolmuştu.
Eğildim kendi üstüme.
Bir çukur açtı ağzını kendi varlığımda.
*
Saat sarkacının uzun gölgesi
*
Hareketteydi sonsuz çölün üstünde
Ve resmin kenarında ben yaşıyordum düşümde.
Bir resim ki çırpınıyordu ebedîlikte
Ve yanıyordu bakışımın kökü onun dokularında.
Bu kez
Geçtiğinde saat sarkacının gölgesi
Canlanmış resmimin üstünden
Çölün parlak kumlarında yoktu hiçbir şey.
Haykırdım:
---Geri ver resmi.!
Ve resim bir avuç toz gibi kondu yere.
*
Saat sarkacının uzun gölgesi
Hareketteydi sonsuz çölün üstünde.
Geliyordu, gidiyordu.
Geliyordu, gidiyordu.
Ve bir insanın bakışı koşuyordu peşinden. (Sayfa: 62-63)

Görsel Kaynağı: سهراب سپهری | زندگی و اشعار سهراب سپهری | صفحهٔ 7

ÖDÜL
*
Büyülü acı ot.
Güneşin menekşe rengi ağu otunu
*
İçtim çöllerin beyaz kadehinde anbean.
Ve serabın soluk alan aynasında
Daha zinde buldum senin resmini her adımda.
Gözlerime ne parıltılar dökülmedi.!
Ve damarlarımda ne susuzluklar açmadı.!
Seni koklamaya geldim,
Ve sen karıştırdın cehennemlik zehrini nefesimle
Geldiğim bunca yolun hatırına.
*
Alıyordu gecelerin lâcivert tozunu
Ve çalıyordu düşümün akan kumunun kükreyişini.
Ne rüyalar bölünmedi ki.!
Ve ne yakınlar uzaklaşmadı ki.!
Ve yol aldım ben bir ses dizisinde
Sendin sonu.
Koklamaya geldim seni.
Ve sen karıştırdın cehennemlik zehrini nefesimle.
*
Geldiğim bunca yolun hatırına.
*
Benim diyarım çöllerin ötesinde.
Yanımdaydı anısı yolculuğun başında.
İliştiği zaman gözü öğlenin ilk menekşe perdesine
Kokudan toz oldu
Ve yalnız kaldım ben.
Ufukların göz kırpışı ne aldatmacalar göndermedi ki
---bakışlarıma.!
Ve yıldızların parmakları ne sapa yollar göstermedi ki
---bana.!
Koklamaya geldim seni;
Ve sen: Büyülü acı ot
Geldiğim bunca yolun hatırına
Karıştırdın cehennemlik zehrini nefesimle,
Geldiğim bunca yolun hatırına. (Sayfa: 69-70)


Görsel Kaynağı: مسافر بادهای همواره - شعر

EY YAKIN
*
En gizli bahçelerde meyve topluyor elim
Ve işte, yakın dal.! Çekinme parmaklarımın ucundan.
*
Parmaklarımın güçsüzlüğü aşırma heyecanı değil,
---tanışmaya susamışlık.
Meyvenin parıltısı.! Daha parlak.
Koparma kuruntusu çürüdü elimin
---unutulmuşluğunda.
En uzak su
Saçtı dökülüşünü yola;
En gizli taş
Döktü gölgesini ayağıma.
Ve ben, yakın dal.!
Sudan geçtim, sıyrıldım gölgeden.
Gittim, kırdım gururumu kartal yuvasının doruğunda.
Ve işte, tevâzunun bükülmüşlüğünde, kaldım
---ayağının dibinde.
Eğil, yakın dal.! (Sayfa: 109)

Görsel Kaynağı: سهراب سپهری | زندگی و اشعار سهراب سپهری | صفحهٔ

BİR BAŞKA DİYÂR
*
Toprak ile ân arasında, gövde çekmiyor korku
---meyvesinin ağırlığını.
Birlikte.! Çiçeklerin sonsuzluğuna bağlanmışız biz.
*
Gözlerindeki parıltıyı kum tanesine, yıldıza ver.
Temâşânın açtığı yolda yok bir sır sızıntısı.
Yok bu humuslu toprakta bir korku izi.
Yok üstümüzdeki lâcivertte şaşkınlık uyandıran bir
---nakış.
Kuşun sesine gömül:
Kanat ızdırabı gölgelemez senin sîmânı.
Kartalın uçuşuna
Düşmez uçurumun resmi.
Göz ile temâşâ arasından geçmez bir dikenin karaltısı.
Ve daha ötede:
Başakla güneş arasında
Parçalandı orağın ürküntüsü.
Gülümseyişle dudak arasında
Kırıldı zamanın hançeri. (Sayfa: 114)

BİZİZ HUZÛRUMUZUN GÖLGESİ
*
İkilik havasında soldu yüzlerdeki tazelik.
Gelin, gidelim alacakaranlıktan.
*
Duralım şebnemin dudağında, inelim yaprağa.
Görürsek bir ayak izi, izleyelim eski yolcuyu.
Dönelim geri, korkmayalım, o zamanların
---eyvanlarında büyünün içkisini
Başımıza dikelim.
Koklayalım terânenin şebboyunu, kaybedelim kendi
---yüzümüzü.
O tarafların penceresinden bakalım, tehlikenin
---okşayışına kapımızı açalım.
Korkuların üzerinde solalım.
Tutunmayalım ne kaçış ipine, ne sığınma eteğine.
Koşmayalım ne yakındaki aydınlığa, ne uzaktaki
---belirsiz semte.
Dindirelim susuzluğu, sonra pınara gidelim.
Sabahleyin tanıyalım düşmanı ve güneşe işâret edelim.
Kaldık mı hiçin karşısında, eğildik mi hiçin karşısında
---Kırmayalım namazdan sonra kapıyı:
Kalkalım ve dua edelim:
Dudağımız suskunluk kokusunun tarhı olsun.!
*
.../... (Sayfa: 116)
*
Yakınımızda dertsiz bir gece var; uzaklaştıralım.
Yanımızda coşkusuz bir kök var; sökelim.
Ve titremeyelim; sokalım ayağımızı balçığa;
---çalkalayalım su birikintisini.
Yıkayalım ateşi, uğultu sazlığını kül edelim.
Yıkayalım damlayı, denizi harekete geçirelim.
Ve şu meltem; eselim, ebediyyen eselim.
Ve şu sürüngen; eğilelim; görerek eğilelim.
Ve şu çukur; inelim, pervâsızca inelim.
Kuralım kendimize çadır; biz esen kayayız.
Biz adımın gecesiyiz; biz gece adımıyız.
Uçuşuz ve bekleriz kuşu.
Su sızmasıyız ve bekleriz testiyi.
Zamansız toplanırken meyve, kopardılar rüyayı ham
Ve kuşku çürüdü olgunluktan.
Gelin, gidelim iyiyle kötünün çorak toprağından.
Irmak gibi akan ayna olalım:
---Ağaca ağacı yanıtlayalım.
Ve yaratalım her an iki enginimizi, bırakalım her an
---serbest.
Gidelim, gidelim ve mırıldanalım enginliği. (Sayfa: 117)


UYUM GECESİ
*
Dudaklar titrer. Gece çırpınır. Orman soluk alır.
Çekindiğin ne.? Gönder beni kollarının gecesne.
*
Sıkıyorum gece parmaklarını ve solduruyor gelinciğin
---yapraklarını rüzgâr.
Ormanın tavanına bakıyorsun. Gözlerinin ıslaklığında
---koşuyor yıldızlar.
Yarımdır gözlerin, gözyaşı olmadan;
Olgun değildir ormanın rutûbeti.
Açıyorsun ellerini; karanlığın düğümü çözülüyor.
Gülümsüyorsun; işâretler dizisi titriyor.
Bakıyorsun; hayran ediyor yüzünün olgunluğu.
Gel, birliktelik yolundan gidelim.
Sürüngenler uykuda. Ebedîyet kapısı açık.
Çıkalım gün yüzüne.
Bırakalım gözleri; âşinâlık mehtâbı indi çünkü.
Kaybedelim dudakları; ses zamansız çünkü.
İçilelim ağaçların düşünde; yeşermenin görkemi
---bizden geçiyor çünkü.
Rüzgâr kırıyor. Gece durgun kalıyor. Yitiriyor orman
---çırpınışını.
İşitiyoruz uyum gözyaşının coşkusunu.
Ve sonsuzluğa doğru gidiyor bitkilerin özsuyu. (Sayfa: 122)

Görsel Kaynağı: گران ترین تابلوی نقاشی سهراب سپهری کدام است؟ + تصاویر

ŞAFAK HASATÇILARI
*
Açıyorum pencereyi dünyanın enginine:
Yol bomboş. Ağaç gecenin hâmilesi.
*
Gövde titremiyor; su gitmekten yorgun. Sen yoksun;
---hareket yok.
Sen yoksun; bir girdabın çalkantısı var.
Sen yoksun; ırmakların homurtusu yok; vâdiler
---okunmuyor.
Geliyorsun: Gece yüzlerden uçuyor, sır varlıktan
---kaçıyor.
Gidiyorsun: Çimenlik kararıyor; kırılıyor pınarın
---çoşkusu.
Kapıyorsun gözlerini: Belirsizlik otlara dolanıyor.
Esiyor yüzün, ve su uyanıyor.
Geçiyorsun, ve ayna soluk alıyor.
Yol bomboş. Dönmeyeceksin geri ve gözlerim
---beklemeyecek yolunu.
Şafak vakti geliyor hasatçılar karşıki yoldan:
---Rüyalarında görmüşler başaklarımdaki olgunluğu. (Sayfa: 123)

Görsel Kaynağı: درنگی در نقاشی‌های سهراب سپهری

GÖLGELERİN DÖNÜŞÜ
*
Eski incir yayıyor zindeliğini.
Yer sesleniyor yağmura.
*
Balığın dönüşü yarıyor suyu.
Rüzgâr geçiyor. Kırlangıç dönüyor. Ve kayboluyor
---bakışım.
Balık suya zincirlenmiş, ben acıya.
Bakışın toprak olucu, tebessümün çürüyücü.
Gölgeyi attım üstüne, putum olasın diye.
Sana yaklaşıyorum, çölün kokusunu alıyorum. Sana
---kavuşuyorum,
---Yalnız kalıyorum.
Senin yanında daha da kaldım yalnız.
Yaşamım dağılmış senden senin zirvene dek.
Benden bana kadar sen yayılmışsın.
Seninle karşılaştım, tapınmanın sırrına erdim.
Senden yola çıktım, acının tecellisine vardım.
Bütün bunlara rağmen ey saydam.!
Bütün bunlara rağmen ey görkem.!
Yok senden çıkışım.
Yer yağmura sesleniyor, ben sana.
Gövdeni zincir yapacağım ellerime, zamanı hapsetmek
---için.
Rüzgâr koşuyor ve götürüyor çabamın külünü.
Kırlangıç dönüyor. Balığın dönüşü yarıyor suyu.
Fıskiye fışkırıyor: Doluyor benim lâhzam. (Sayfa: 125)


Suyun Ayak Sesi (1967) (Sayfa: 175-197)


Kostas Mourselas (Κώστας Μουρσελάς) - Hüzün Nedeniyle Kapalıyız (Özgün Adı: Κλειστόν λόγω μελαγχολίας) (Çeviren: Kosta Sarıoğlu)

Arka Kapak: * Küçük bir kasabada yaşayan bir grup insan; akrabalar, arkadaşlar, tanışlar... Herkes kendi kıskacında kıvranmakta, bu dar çevr...