13 Eylül 2024 Cuma

Abe Kobe (安部公房 Abe Kōbō) - Kutu Adam (Hako Otoko) (Türkçesi: Ahmet Gürcan)

 

Arka Kapak
*
Unutulmaz 'Kumların Kadını'nın yazarı Abe Kobo, günümüz Japon yazarlarının en başta gelenlerindendir. Modern çağın korkunç bir teşbihsel ifadesi olan Kutu-Adam, bize biraz Beckett'in oyunlarındaki tarzı çağrıştırıyor. Kafasını ve vücudunun üst tarafını kartondan bir kutu içine gömen bu adam, insanoğlunun hor görmesiyle bir fıçıya sığınmış alaycı bir Diyojen değildir. Bir karşıt kahramandır, kötülüğü güçsüzlük olan efsanevi bir varlıktır. Bir bakıcıdır aynı zamanda, çünkü dış dünya ile kurabildiği tek ilişki bakışı sayesinde olmaktadır. Bu belirsiz, anonim kişilik toplumsal baskılardan korunmak için kendi ile başkaları arasına bir ekran yerleştirmiştir; kutu ise, onun için hem güven verici hem de koruyucudur. Acı çekmesine ve yapayalnız olmasına rağmen mizaha ve hatta aşka da yetkindir. Kendisi de doktor olan Abe Kobo için, yıkık bir kişilik herhangi bir yolla yeniden şekillendirilebilir. Kutu-adam da, sevdiği kadın sayesinde, kendi iradesiyle boynundaki zincirden kurtulacaktır.
Yoğun ve kuvvetli bir dille yazılan roman, Japonya'da çok büyük bir başarı sağladı ve on beş kadar dile çevrildi.
*
*
''..pratik açıdan, standart boyutlarda bir kutu seçmek tercih edilebilir. Temin etmesi daha kolay olur. Üstelik, değişik boy ve biçimlerdeki ürünler için kullanıldıklarından çok sağlam olurlar. Son olarak, ki bu en önemli sebeptir, bunları diğer kutulardan ayırt etmek zordur. Yüksek kalitede kutular ise, hemen göze batar, kolayca fark edilirler.'' (Sayfa: 9)
*
''A.'nın tek hatası, kutu-adam olma konusunda bir başkasından daha bilinçli olmasıydı. Onunla alay edemezsiniz. Bir kere bile olsun, kimliği belli olmayan insanlar için var olacak, kimliği belli olmayan ve kapıları fark gözetmeksizin herkese açık olacak bir şehir hayal ettinizse; kendinizi bir kere bile olsun, yabancı insanlar arasında, savunmaya gerek duyulmayacak bir şekilde, amuda kalkıp yürüyebileceğiniz veya kimse bir şey demeden sokakta uyuyabileceğiniz; yeteneğinizle gurur duyuyorsanız şarkı söyleyebileceğiniz ve bütün bunları yaptıktan sonra, arzu ederseniz o kimliği belli olmayan kalabalığa karışabileceğiniz bir şehide düşündünüzse, kayıtsız olamazsınız, zira siz de her zaman onunla aynı tehlikelerle karşı karşıyasınız.
İşte bu nedenle, hiçbir zaman bir kutu-adama si*lah doğrultmamak gerekir.'' (Sayfa: 19)
*
''..bir kutu-adamın gözleri asla yanıltılamaz. Bakıştaki ifadeden, arka planda saklı yalanları ve art niyetleri anlar. (..) Öyle bir yol göstermişlerdi ki, gidilecek hiçbir yer kalmamıştı ama kaybolmak da mümkün değildi. (..) Göze labirent gibi üç-dört yol fazladan sunan bir manzaranın gerçekliği, hakikiliği hoşuma gidiyor. (..) .. görüşe açık birçok düz yolun bulunduğu taşra şehirlerine karşı alerjim var.'' (Sayfa: 30)

(Sayfa: 39)

Bu sınırın dışına çıkmak niyetindeyseniz, duvarın üzerinden atlamanız, sağından ya da solundan dönmeniz gerek. Burası merkez olduğundan, nereden dönerseniz dönün aynı zamana ihtiyacınız olacaktır. Normalde, bir buçuk gün gerekir, ama yolda dinlenecekseniz süre bundan da fazla tutacaktır. (Sayfa: 39)
*
''Pagurus'un durumu için bile denir ki, bir defa hayvan kabuğunun içinde yaşamaya başladı mı, vücudunun zırhla korunan dış kısmı yumuşar ve sebepsiz yere dışarı çıkmaya zorlanırsa ezilerek ölür. Bir kutu-adam, sadece daha önceki durumuna geri dönmek şartıyla kutusunu çıkartabilir. Kutusunu elden çıkartırsa, bu tıpkı bir böceğin metamorfozu gibi, başka bir dünyada şekil değiştirmek içindir.''
*
Pagurus: Deniz kabuklularının içine sığınarak yaşamını sürdüren bir böcek cinsi. (Sayfa: 45)
*
''Etrafındaki manzarayla ilişki içindeyken, insan yalnızca gereksinme duyduğu kısmını aklında tutma eğiliminde oluyor. Örneğin bir otobüsün durduğu yer hatırlanır da, etraftaki söğüt ağaçları hiç hatırlanmaz. İstensin ya da istenmesin, yere düşmüş bir yüz yen dikkati çeker, buna karşılık eğilmiş ve paslı eski bir çivi ya da yol kenarındaki azgın otlar hiç yokmuş gibi farzedilebilir. (..) Ama kutunun deliği gözlem çerçevesi olarak alındığında, her şey olduğundan farklı gözükür. Görülen manzaranın çeşitli detayları homojenleşir ve eşit anlamda iz bırakırlar.'' (Sayfa: 46)
*
''Çıplak vücut, etten vücudu malzeme olarak kullanır, göz şeklindeki parmaklarla yapılmış bir sanat eseridir.'' (Sayfa: 52)
*
''..elbiselerini çıkartmaya başladığında, onları tamamen çıkarttığınki durumundan çok daha fazla çıplaksın. (..) Bir eylem içinde olan çıplaklık, basit çıplaklıktan daha saf bir çıplaklıktır.'' (Sayfa: 61)

(Sayfa: 82)

''Eğer insanlar başkalarından kaçarak yaşamaya devam ederlerse, bunun nedeni insan gözünün yanlışlıklar ve sanrılar yarattığına emin olmalarıdır. Benzer elbiseler giyerek saçlarını aynı şekilde yaptırarak, birbirleri tarafından fark edilmemek için bir hile arıyorlar. Ben karşımdaki insanın yüzüne tam bakmıyorsam, o da bana tam bakmama eğilimine girecek ve eğik bakışlarla dolu bir hayat sürmeye doğru gidilecektir. Eskiden ''pilori'' (*) diye bilinen bir ceza uygulanırmış ama fazla zalimce bulunduğu için aydınlanmış toplumlar bundan vazgeçmişler. Birini dikizlemek genellikle hor görülür, çünkü dikizlenenin tarafında olmak istenmez. Kesif bakışların arasında kalırsan ve bundan kaçamayacak bir durumdaysan, karşılığında para istemen doğaldır. Sözgelimi, sinema veya tiyatroda seyredenler para verme, seyredilenler de para alma durumundadırlar. Kim olursa olsun, görmeyi görülmeye tercih eder. Ardı arkası kesilmeden satılan seyir cihazları, televizyonlar insanların %90'ının çirkinliklerinin farkında olduklarını göstermektedir. Ben de zaten bu şekilde miyop oldum..''
*
PİLORİ: 19 yy.'a kadar uygulanan bu cezada, mahkûmlar aşağılanmak ve karalanmak amacıyla bir tahtaya kafalarından yerleştirilerek, halkın gözü önünde ortalama iki saat sergilenirlerdi. (Sayfa: 85)
*
''Sağ gözün sol gözü tanıması neye yarayabilir.? Temel şey, güven içinde ve doğal bir ortak ilgi üzerinde iletişim kurabilmek ve özel olarak fark edilmeyen bir nokta üzerinde yoğunlaşabilmektir.'' (Sayfa: 89-90)

(Sayfa: 96)

12 Eylül 2024 Perşembe

Ferit Edgü - Yazmak Eylemi, Bir Toplumsal/Siyasal Olay Üzerine 101 Çeşitleme

 

ÖNSÖZ
*
Birkaç yıl önce, Raymond Queneau'nun Exercises de Style (Üslûp Alıştırmaları) adlı kitabını çevirmeye çalışıyordum. Amacım, kendi dilimde, üslûp temrinleri yapmaktı.
*
Çeviri ilerledikçe, bu çabamın başarısız kalacağını gördüm. Queneau, Paris'te bir otobüste geçen, düşsel, yalın bir olayı anlatıyordu yüz değişik üslûpta.
Fransız dilinin olanak ve yetenekleri içinde düşünülmüş bu metinlerden birçoğunu Türkçeye çevirmenin olanağı da yoktu. (*)
*
Bunu gördüğümde, böylesi bir alıştırmayı Türkçenin olanakları içinde denemenin daha doğru olacağını düşündüm. Ancak bunu, düş gücümün yarattığı bir olay yerine, herkesin yakından bildiği bir olay içinde gerçekleştirmek istedim.
*
Böylesi olaylar eksik değildi. Ne var ki iki yıl boyunca herkesin bildiği ve bu tür üslûp çeşitlemesine olanak veren bir olay bulup çıkaramadım. İçinde yaşadığımız ''traji-komik'' günlerde olayları tek tek ele aldığımda, daha çok trajik nitelikler ağır basıyordu. Bu da kimi gülümsetici üslûpları denememi önlüyordu.
*
Geçtiğimiz Şubat ayı içinde, İstanbul'un (daha sonra başka kentlerin) belli başlı semtlerinde halkın tanığı olduğu bir olayı, ''konu'' olarak seçebileceğimi düşündüm.
*
Söz konusu olay, belli bir gün, esnafı kepenk kapatmaya zorlayan devrimci (?) bir eylemin sonucuydu: 14 Şubat Perşembe günü, İstanbul'un birçok semtinde, dükkânlar kepenklerini açmamıştı.
*
Herkesin bildiği bir olay seçişimin özel (ya da genel) bir nedeni var: Sanatçının düş gücünden doğan değil, yaşanılan, tanığı olunan, sonuçları herkesi ilgilendiren bir olayın, değişik üslûplarda nasıl dile getirilebileceğini göstermek. Böylece okuyucunun, hem amacı, hem varılan sonuçları daha kolay değerlendirebileceğini düşündüm.
*
Bunu gerçekleştirirken, bir yazar olarak, söz konusu eylemden yana ya da ona karşı olmak gibi, kolay bir ''yandaşlık'' yolunu izlemedim. Böylesi bir yan tutma, amacıma ters düşecekti. Bu alıştırmalarda, yalnızca bir yazardım ben; ne tanık, ne de yargıç; yalnızca yazan bir kişi. Herkesin bildiği, yaşadığı, duyduğu, gazetelerde okuduğu, bir başkasından öğrendiği bir olayı, Türkçenin olanakları içinde anlatmayı denedim, hepsi bu.
*
Düş gücüm (varsa eğer) yalnızca üslûpta gösterdi kendini. 101 metin yazdım. 1001 metin de yazabilirdim. Ama, okuyucuya, bir olayın, birden çok yazım olanağının olduğunu göstermeye sanırım bu kadarı yeter.
*
Bu alıştırma ya da deneme, gerçekliğin sayısız anlatım yolları olduğunu belgelemeyi amaçlıyor.
*
Söz konusu olayı değişik üslûplarda yazarken, ne kişiler yaratmayı, ne de bir öykü, bir roman yapısı kurdum. Eğer okuyucu kitabı bitirdiğinde böylesi bir duyguya kapılırsa, bu, yazarın amacı dışında gerçekleşmiş demektir.
*
''Üslûp kişinin kendisidir'' sözü doğruysa, her üslûbun da bir kişiyi yarattığını varsaymak yanlış sayılmaz.
*
Kandilli, Mart 1980
F.E.
*
(*)Yıllar sonra söz konusu kitap Biçem Alıştırmaları adıyla Türkçede yayımlandı. (Çev. Armağan Ekici, Sel Yayıncılık, 2003.) (Sayfa: 7-8)
*
NOTLAMA
*
Beyoğlu. Tüm dükkânlar kapalı. Hemen hemen tümü. Açık olanlar yalnız banka ve sinemalar. Anarşistlerin marifetiymiş. Esnafı tehdit etmişler. Esnaf da korkmuş, açmamış kepengi. Bugünkü gazetelerde konuyla ilgili bir haber yok. (Sayfa: 9)

6 Eylül 2024 Cuma

Afşar Timuçin - ey benim güzel sevdalım



KOŞULU ŞİİR
*
Salının arkası hemen perşembe
Bir günde nasıl oldu pazara geldik
Ah gülüm oyuna geldik
Sezilmeden geçiyor zamanın çoğu
Her dokunuşumuzda bir şey eksik
Eksik olmayan tek şey koşu
İçimizde zehir gibi bir tortu
Yüreğimizde mıh gibi bir sancı
Hep böyle bir şeylere yetişeceğiz
*
Gün sanki az önce doğmamış mıydı
Yoksa bize mi öyle geldi
Sen az önce çıkmadın mı kapıdan
Kapıdan çıktığında sabah mıydı
Dururken ne çabuk akşam oldu
Her sevişmemizde bir şey eksik
Ne kadar çırpınırsak çırpınalım
İçimizden gitmeyecek bu kuşku
Hep o yöne akıp giderken bu su
Yaşamakta hep eksik kalacağız (Sayfa: 10)



TELGRAF
*
Yalnız aşkla beslenen ince ozanlar gibi
Üç gündür dallara yapışıp kaldı kuşlar
Ben de üç gündür pencereden onları gözlüyorum
Hava nasıl durgun nasıl sıkıntılı
Ne bir su sesi ne bir yağmur kıpırtısı
Sanki halatlarla bağlamışlar bizi bir kartpostala
Üstelik ölçülü de değiliz uyaklı da
İyi ki kuşlar da biraz iki ayaklı da
Seni böyle inatla beklemek konusunda
Birbirimize o kadar aykırı düşmüyoruz
*
-İki gün ara-
*
Bu telgrafı kuşlar çektirdi sana
Yalnızız stop sıkıntılıyız stop tutkunuz
Üç gündür ağzımıza lokma koymuyoruz stop
Kuşlar ve ben hep seni bekliyoruz (Sayfa:19)


SEZGİLİ ŞİİR
*
Önce bir sancı olur sonra bir duyumsama
Sonra günler kaygılı duruşlarla
İnce yağmurlardan seni alır getirir
*
Birlikte özlemek bekleyişlerin
Sevinçlerle duyurduğu sezgidir
Güçlü bir direnme biçimidir biraz da
Süzülür geceden damıtılan ışıkta
Aşklar işte bu özlemden oluşur
Gerçek ve haklı savaşlar da
*
Önce bir seziş olur sonra bir duyumsama
Sonra bir esinti ta deniz içlerinden
Bir akşamda beklenmedik bir yazla
Bir boşluğu sevdaya dönüştürür (Sayfa: 26)


GÜNÜN BİR YERLERİNDE
*
Camların yandığı saat
Kuşkunun alev alev tutuştuğu
Ya tam sabahın yedisi
Ya azçok beşi akşamın
Ey benim güzel sevdalım
Özlemin gerçek adı
Bu bitmez kaygılar mıdır
*
Bu yoksunluk mudur sessiz
İçimizde durup duran
Paslı bir çivi gibi
Bir tortu gibi ya da
Ne kadar olmaz desek
Kolay kolay sökülmüyor yerinden
*
Suların sustuğu saat
Zamanın boşluklara süzüldüğü
Ya sabah sekize doğru
Ya dokuza doğru akşam
İhanetin köpek gibi
Kapımızda uluduğu saatler
Ey benim güzel sevdalım
En çorak toprakta bile
Mavisine bulandığım denizsin (Sayfa: 29)


DÜŞLEM
*
Bütün düşler ondan sorulacaktır
Yasalar bunu böyle bildiriyor
O baktığı zaman denizler diriliyor
Canlanıyor kuru göller yeniden
*
Ah onun içinde ne sevda düşleri neler
Ne parklar ne sarılmalar ne şeyler
O en kuru maviye baktığı zaman
Açılıyor gözlerinde salkım salkım
Doğma büyüme denizli midyeler
*
Okyanus kokuyorsa saçları boşuna mı
Rastlantıyla mı duyuluyor ellerinde
Dağ başlarında esen hırçın rüzgarların sesi
Boşuna mı ağlıyor o her akşam
Karanlık balkonunda boşuna mı
*
Bütün güzellikler ondan sorulacaktır
Her anlamda sevmek ve aşk adına
Ama zaman atlar gibi geçiyor
Ve bakmıyor ardına (Sayfa: 32)


SERÜVEN
*
Bu sevinç söner gider mi
Paylaşılırken ekmek gibi
İkimiz birlikte kurduk
Git git biter mi bu kıyı
*
Süsler gibi martılar
Susmuşluğu yarıp kanatlarıyla
Sessizliği bağıra bağıra
Açıklara çağırırken bizi
Beklenmedik bir kopuşla
Biter mi bir gün bu tutku
*
Kabasaba zamanlardan
İkimize arta kalan
Bir sensin bir de benim
Her yanyana gelişte
Koca evrene açılan
*
Varolmakla tükenir mi
Yaşanmakla biter mi bu serüven (Sayfa: 34)


İLKYAZ GİBİ
*
İlkyaz kendiliğinden
Sana hiç sormadan gelir
Dokunsan uçar gider
*
Az önce buradaydı
Bir kelebeğin kanadında
Bir demet çiçek gibi
Dalın üstündeydi gördüm
Bir yapraktan süzüldü
Dağıldı suyun parlak yüzünde
Sonra yayıldı yere
Az önce buradaydı
*
Aşk da ilkyaz gibidir
Yaşadığın yerde vardır
Aradığın yerde yok (Sayfa: 35)


KAR ŞARKISI
*
Kar yağıyor sıcak sıcak
Gidenlerin ardından
Lapa lapa kar yağıyor
Görüntüleri renkleri
Ve kokuları silerek
*
Kar yağıyor sessizlik gibi
Kar yağıyor sular gibi
Bir sancı diner gibi
Bir yağmur çekilir gibi
Kar yağıyor
*
Kar yağıyor ince bir korkuyu
Yavaştan duyura duyura
Kar yağıyor ayrılıklardan sonra
Kar yağıyor tane tane
Kar yağıyor salkım salkım
Kar yağıyor dura dura (Sayfa: 44)


ONDAN BERİ
*
Sevinç gibi biriydi
Bir öğle sonu çıktı geldi
Umulmadık bilinmedik kuytulardan
Ben yabancıydım sanki
Öylece durdum kaldım
*
Telefonlarda sesi
Bir alışkanlık olursa ne yaparım
Ne derim kendime
Dedim kendi kendime
Düş gibi kuşku gibi kalakaldım
*
İnanç gibi biriydi
Bir öğle sonu çıktı geldi
Sesi rüzgara işledi
Şiirlere birden yazıldı adı
Duruşu akşam denizlerinin
En dalgalı mavilerine sindi (Sayfa: 45)

Hasan Kıyafet - Yaşamak Yasak

 

Arka Kapak
*
Hasan Kıyafet 1937'de Kaman'ın Çağırkan köyünde doğdu. Bir duvar işçisinin dokuz çocuğundan en büyüğüdür.
Pazarören Köy Enstitüsü ve Gazi Eğitimin İngilizce Bölümü'nü bitirdi.
12 Mart ve 12 Eylül iş*kence*hanelerini tanıdı. Sürgünlerle geçen öğretmenliği, yine 12 Eylül'de noktalandı. Kısacası her namuslu aydın gibi inançları yüzünden çekti.
Yazmaya Bingöl'de başladı. Halen basılı yapıtlarının sayısı 20'yi aşmıştır. 1960'da çıkan ilk romanı ''komünist imam''la, tezli roman anlayışının savunucularından oldu.
D.G. Mahkemeleri kurulduktan sonra ilk yargılanan romancı oldu. Buna karşın, ilerici kararlılığını, burjuvazi karşısındaki uzlaşmazlığını inatla sürdürmektedir.
*
YAŞAMAK YASAK yazılalı on yıl olmuş. Ötesini kendisinden dinleyelim:
*
''..Gün günden kötü geldi. Maddi olanak ve özgürlüğü yan yana getiremedim. Karadenizli kolay adam vu*rur denir. Ka*ndavasının maddi temelini araştırmak istedim. Fındık işçilerinin arasına girdim. Bir bakıma onların romanı oldu bu.
Fındık zamanı Fatsa Parkı'nda amele pazarı kurulur. Başıma bir şapka geçirip gittim. Zaten köylüyüm, işçi yadırgamadı. Yıl 1976 idi. Pazarda beni satın alan Amele Başı, Kovanlı yöresine giden bir gruba kattı. İlkin Kalafatoğulları'nın bahçelerinde çalıştık.
Tırnaklarım dayanamadı, baş parmak etten ayrıldı. Fındık çotanağının acı suyu dehşetli yakıyor. Anşa Bacı bunu gördü. Adımı ''İstanbıllı'' koydu. Derme çatma geniş barakalarda işçilerle yan yana yattım. Karavanada yüzen kurtları göre göre, taze meyve hoşafına, şekerli makarnaya kaşık salladım. Amele Başı tarafından günde on kez davar gibi sayıldım.
İki bahçenin sınırında yetişen bir kök fındığın yeşerttiği, zehir acısı bin ka*n davası olayından birini yazdım. Patronun Kara Ziya'yı vu*rdurtmak için peşine taktığı işçisinin, süreç içinde bilinçlenip si*lahını asıl hedefine çeviriş öyküsünü dinledim.
Çalışırken beni tanıyıp kimseye giz vermeyen, sıkı ağızlı öğretmen arkadaşım Recep ve eşine sevgilerimi yolluyorum..''
*
Kıyafet, yaşamadan yazmayı kabul etmiyor. Yargı okurların.
*
''Düşman korkunç değildir, uşağım. Korku korkunçtur. Düşman yenilmez değildir, yeter ki korku yenilsin. Yılgın insan, yılgın camız gibidir. Hasımı dizden takattan düşse de elleşemez. Ona baş tutamaz.'' (Sayfa: 22-23)
*
''Kanı kanla yumaz, suyla yurlar. Ölmek kolay ama kötü. Yaşamak güç, ama güzel.'' (Sayfa: 28-29)
*
''- Çocuk dedin mi aklıma padişahın öyküsü gelir. Bir gün yere göğe hükmeden padişahlardan biri büyüklenmiş: ''Şu dünyada benden korkmayan canlı, kul var mı.?'' demiş. Herkes ''hâşâ yok'' derken, yaşlı bir köylü: ''Vardır Padişahım, vardır. Siz kim oluyorsunuz.? Tanrıyı bile takmayan kul vardır'' demiş. Padişah: ''Kimdir o.? Tez getirin karşıma'' diye köpürmüş. Önüne üç aylık bir bebek getirip koymuşlar. Bebek başlamış ağlamaya. Padişahın durunu susunu kim takar..'' (Sayfa: 32)
*
''..insanın eli, eteği kolay kirlenmez. Suyla yıkarsın çıkar gider. Ama yüreği bir kirlendi mi, kolay çıkmaz.'' (Sayfa: 81)
*
''Haşim, iri gövdesinden beklenmedik kıvraklıkla kalktı. Köşedeki sepeti didiklemeye durdu. İnce, yıpranmış bir kitabı okumaya başladı: ''Gerçek düşmanlıklar bireyler arasında değil, ezenlerle ezilenler arasındadır.'' Bu kadaaar..'' (Sayfa: 103)
*
''Arkadaşlar, her türlü kötülük ''Artı değerin'' ortaya çıkışıyla başladı. Çünkü sömürü onunla ilgilidir. Biz emekçiler, her zaman tükettiğimizden çok üretiriz. Ama egemenler buna el koyarlar.'' (Sayfa: 105)
*
''- Peki avukat bey, hükümetin telaşı neydi.? Niçin askeri, polisi başımıza yığdı.?''
- Bunun iki nedeni var. Birincisi fındık fiyatını arttırmak istemiyor, ikincisi de komünist fikirlerin yayılmasına karşı çıkıyor. Önemli olanı ikincisidir.
- Anlamadım. Fındık yürüyüşüyle komünistliğin ne ilgisi var.?
Derviş bilgiççe güldü:
- Ne ilgisi mi var.? Solculuğun, komünizmin ilkokulu işte bu mitingler, yürüyüşler, dernekler ve sendikalardır. Oralarda palazlanıp gelişir. O gün Fatsa'ya, taa İstanbul'dan solcu militanlar gelmişti. Bunların kimi öğrenci, kimi öğretmen, kimi de fabrika işçisiydi. İşlerini güçlerini bırakıp koşmuşlardı. Köylülerin arasına dağılmış, zehirlerini akıtıyorlardı.
''Ağalığa beyliğe paydos.! Kahrolsun tefeciler, para babaları.! Bağımsız Türkiye.! İşçi, köylü el ele.! Satılmış hükümet, Amerikancı hükümet istifa..'' diye zırlaşan onlardı.'' (Sayfa: 118-119)
*
''- Eğer işi kaleme dökersek, bırak emeğimizin karşılığını, ettiğimiz masrafın karşılığını alamadığımız ortaya çıkar. Fındığı içki çerezinde, pastalarda tanıyanlar onun Allahın ağacında ve Allahın dağında kendi kendine bitip büyüdüğünü sanıyorlar. (..)
- Hilmii Hilmi, yavrum, fındığın nasıl sofraya geldiğini değil beyler paşalar, sizler bile tam bilmezsiniz. Onu, sen bize, Karadeniz kadınlarına sor. Yanında oturan Kara Şeytansa, hiç bilmez. Yokuş yukarı ceketini bile karısına taşıtan Kara Şeytan. Kulağıma devre devre sesleri geliyor, ağzımı açtırmasın.'' (Sayfa: 131)
*
''- Cengiz Beyciğim, bize danışmadan işçi almamanızı, ta o zaman söylemiştim. Adamlarınız, işi hafife aldı. Çok iyi bildiğiniz gibi, solcular bir kap süte düşen bir damla mayaya benzerler. Neyse, bazılarını özel yöntemlerimizle ayıkladık. Yüksek atlayıcı zaten komada. Şimdilik merak edilecek bir durum yok. Görgü tanıkları sağlam.
Cengiz Bey, yarım ağız güldü:
- İyi atlayıcı değilmiş herif..
Vahit Bey öfkeli:
- Gebersin nâmussuz. Arabayı yakan, işçiyi kışkırtan, İngilizleri kaçıran tüm oymuş. Her taşın altında o varmış. Sonunda belâsını buldu pezevenk. Yok canım kökü kazınamadı. Ne Deniz Gezmiş, ne de Kızıldere'de geberenlerle iş bitmedi. Allah razı olsun şeften. Meseleyi taze yağdan kıl çeker gibi çözüyor. Yaşamayı yasak edecek onlara.!'' (Sayfa: 155-156)
*
''- Değerli fındık üreticisi arkadaş:
*
El emeği, alın terinizi çağlardır çalan sömürücülere dikkat ediniz. Fındık Kooperatif yönetimi yıllardır parababalarının elinde. Kooperatif, devleti ve sizi soymakta bir ara güç olarak kullanılmaktadır. Oysa gerçek güç sissiniz. Geleceğinize, emeğinize sahip çıkınız. Yönetime, yoksulların, emekçilerin gerçek temsilcilerini getiriniz. Bunun için sınav günü yaklaşmaktadır. Demokratik savaşa hazır olunuz.
Yukarıdaki çağrıyı yaparken, yanlış anlaşılmaktan korkarız. Kooperatifçiliği nihai kurtuluş yolu olarak önermiyoruz. Düzenin burjuva yapısı değişmeden hiçbir şeyin değişmeyeceği bilinciyle, kooperatif yönetimine mutlaka girmenizi anımsatıyoruz.
Kırsal kesimdeki kooperatiflerin amacı, az topraklı ya da orta topraklı küçük üreticiyi tefecinin, aracının elinden kurtarmaktır. Sizin de yaşayarak gördüğünüz gibi bu, yurdumuzda iyi bir dilek olarak kalmaktadır. Bizdeki Tarımsal Kooperatiflerin bir benzeri dünya yüzünde yoktur. Toprak ağalarını, tefecileri, tüccarları içinde barındıran bir çeşit soygun aracı durumundadır.
Evrende hiçbir şey durağan değildir. Taş bile değişir. Sömürü yöntemleri de değişti ve gelişti. Kapitalistler üretim araçlarına sahip oldukları için, öncelikle artı değere el koymaktalar. Bu giderek fiyat mekanizmasıyla işçilere ödenen ücretin bir kısmını da içermektedir. Böylece emekçi kesim, çift yanlı bir sömürü çemberiyle kuşatılmaktadır..'' (Sayfa: 166)
*
''Cengiz Beyin öksürüğü, suskunluğu irileştirdi:
- Merak edilecek bir durum görmüyorum, dedi. Çünkü işçi, köylü bu bildirilerin tek cümlesini bile anlamaz. İyi iyi.. Böyle artı değerli, kompradorlu, emperyalistli bildirileri bırakın yayınlasınlar. (..)
- Kim demiş anlamaz diye.? Vallahi gâvur gibi anlarlar. Köylü, işçi işine gelmeyeni anlamaz. Tonguç'un torunları öğretmenler köylüye, Palabıyığın torunları da işçiye bir güzel anlatırlar.'' (Sayfa: 168)
*
''- Geçen gün bizim fabrikaya gidiyordum. Baktım iki grup çocuk, birbirlerini yiyorlar. Neyse, durup azarladım, ayırdım. Ufaklardan birini kanadından yakalayıp ''Ula niye dalaşıyorsunuz.?'' dedim. Ne dese.? ''Emice biz, Deniz Gezmiş, Mahir Çayan oyunu oynuyoruz. Ha bunlar da polis.. Ben Deniz Gezmiş'im,'' demez mi.? Kellesinin kökü deyip yapıştırdım velete.'' (Sayfa: 168)
*
''Vurulduğu gün, Hilmiyle birlikte, kente Dede, Nuru ve Öğretmen de inmişti. Onu hastaneye teslim etmeden bazı siviller yakalarına yapışmış, sorgusuz sualsiz bir deliğe tıkmış ve üç gün üç gece analarından emdiklerini burunlarından getirmişlerdi. Nuru dayanamamış: ''Ha bu sopalarınızı anlıyorum da, sorularınızı anlamayrum daa.!'' diye bağırmıştı.

LEMAN DERGİSİ

- (..) Solcu Hilmi denen o kızılı nereden tanıyordunuz.? Herkes uyurken sizler niçin uyumuyordunuz.? Ne konuşuyordunuz.? Niçin Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, Ziya Yılmaz ve Terzi Fikri'ye hayransınız.? Biz her şeyi biliyoruz. Konuşun, yoksa sonu kötü olur. İslâmın şartı kaçtır.? Kelime-işehadet getirin ulan dinini...diğimin komünistleri.'' (Sayfa: 175)
*
''..her şeyin okulu var da, doğruyu öğretmenin okulu yoktur. Doğruyu öğreten tek öğretmen, yanlış.. Okulu da hayatın kendisidir..'' (Sayfa: 198)

5 Eylül 2024 Perşembe

Antonis Samarakis - Pasaport (Yunanca Aslından Çeviren: Müfide Pekin)

 

Arka Kapak
*
Çağdaş Yunan edebiyatının usta yazarlarından Samarakis, diğer yapıtlarında olduğu gibi, bu öykülerinde de sıradan insanın yaşamından kesitler sunuyor. Yazarının, direniş, tutukluluk, bürokrasi deneyimlerinin zengin gözlemlerini yansıtan, insanın neredeyse çocuksu duygularına ilişkin birbirinden sıcak dokuz öykü..
*
Gündelik olgularla gerçeküstü olaylar arasında süregiden bu yolculuğa çıkmak için "pasaport"unuz hazır mı.?
*
PASAPORT:
*
''O zamanlar nereden hayal edebilirdi ki insanların insanlığı, sistemlerin insanlığına indirgenecek..'' (Sayfa: 28)
*
''İnsanın kopyası değil fotoğraflar, asla olamazlar. İnsandaki vicdan yok onlarda. (..) Vicdan renksiz değildir, olamaz. İnsan insana eziyet ettiği müddetçe renksiz kalamaz.'' (Sayfa: 29)
*
SON MUZİPLİK:
*
''..dünyanın her yanında gözaltı dairelerinin kabarık dosyalarında bugüne kadar yer almış ne kadar ''kalitesi'' gözetilmiş tutuklama varsa hepsi gecenin geç saatlerinde, hatta daha da doğrusu sabahın ilk saatlerinde gerçekleşmiştir. Çünkü tasarlanan oyunun içinde seni, ya hak ettiğin o yumuşacık uykuya dalıp gitmişken yatağından apar topar sürükleyip kaldırmak ya da savaş yerine aşk yapmak arzusuyla sokulduğun yine yumuşacık bir bedenin içinden söküp çıkarmak vardır. Ve elbette ki seni pijamanla, gömleğinle, beybi-dolunla, hatta belki çırılçıplak yakalayan bu şaşkınlık anı tutuklama olayına ayrı bir renk katar. Seni böyle tıraşsız, saç baş darmadağınık, uyku mahmuru en berbat halinle alır götürürler işte.'' (Sayfa: 32)
*
''Tüketim Toplumunun Sağlıklı Programlaması Dairesi Genel Merkezi'nin aldığı karar gereğince 17'yi 18 Ocak'a bağlayan gece yarısından sonra tüm yurtta ani yürütülen operasyon sonucunda ülkedeki tüm konuşan bebekler, 24 saat içinde derhal ameliyata alınmak üzere toplanmış ve yapılan cerrahi müdahaleyle bu bebeklerin mevcut gayri ahlaki konuşma mekanizmaları sökülerek yerine tüketim toplumunun sağlıklı programlanması amacına bütünüyle cevap veren ve netice itibarıyla sağlıklı tüketim eğitiminin tohumlarının ilk çocukluk yıllarında atılıp filizlendiği gerçeğinden hareketle vatandaşların tüketim toplumunun yüksek ideallerine bu yaşlardan başlayarak saygı duymalarını ve bunlara koşulsuz boyun eğmelerini sağlayacak yeni mekanizmalar yerleştirilmiştir.'' (Sayfa: 34)
*
''Başından 6 tane Nisan geçmiş Eleniça susuyor, kahverengi gözleri kooocaman açık..'' (Sayfa: 36)
*
ANATOMİ DERSİ VS.
*
''Özgürlük sararmış ansiklopedilerde, tozlu sözlüklerde kaldı.. a evet, bir de Sistem'in ütüden yeni çıkmış resmi duyurularında. ve de Sistem'in dünyasıyla özdeşleşmiş daha bir sürü şeyde.. Çünkü bir tek onların, Sistem'in resmi dilini kullananların özgürlükten söz etme özgürlükleri var..'' (Sayfa: 46)
*
''Yüreği çocuklarla, doğru.. Nasıl olmasın ki.? Özgürlüğe aynı açlık, aynı susuzluk onda da var, zor anlaşılıyor.. Özgürlükten yoksun olma aynı şekilde boğuyor onu da, zor anlaşılıyor.. O da aynı özgürlük umudunu yaşatıyor içinde, zor anlaşılıyor.. Aynı özgürlük rüyasıyla ısınıyor içi, zor anlaşılıyor.. Ama ne kadar, ne kadar, ne kadar çok insan özgürlükten yoksun.. zor anlaşılıyor.. Çocuklar zor anlaşılmıyor ama, gençler zor anlaşılmıyor.. Keşke genç olsaydı, 20 yaşında olsaydı.! Üniversite profesörü olmasaydı, küçük kadavra olmasaydı yani, küçük falan değil, düpedüz kadavra o.. ces*et, ces*et, ces*et, ces*et, ces*et, ces*et, ces*et..'' (Sayfa: 48)
*
PENCERE:
*
''Biz insanlar yalnızız, yapayalnızız. Sanki her birimiz yeryüzünde yaşayan tek insanız. Bu öyle bir yalnız insanlık durumu ki..'' (..)
''Aşk ya da ölüm, kimi hedef almışsa, dünyanın ilk aşık kişisi ya da en önemli ölüsü o kişi oluyordu.'' (Sayfa: 71)
*
BIÇAK:
*
''Saflığın en şaşmaz endazesi beceriksizlik belki de..'' (Sayfa: 81)

Arthur Koestler -Spartacus (Çeviren: Zühal Avcı)

  ''Öğrencilere her vesileyle şunları hatırlatır Lentulus: ''Yaşamak herkesin elinin altında olan bir şey, ama ölmek ancak, ...