Hayatta çok şey gördüm ve gördüklerim, yanımdakilerin gördüğünden çok daha fazladır. Görmeyi seviyorum, daha çok şey görmek istiyorum ve farklı görmek istiyorum. * Jack London, Martin Eden
13 Ağustos 2024 Salı
Miguel-Angel Asturias - Sayın Başkan (Orijinal Adı: El Señor Presidente) (Türkçesi: Zeyyat Selimoğlu)
8 Temmuz 2024 Pazartesi
Antonio G. İturbe - Auschwitz Kütüphanecisi (İspanyolcadan Çeviren: Ceren Kıran)
Arka Kapak
*
Auschwitz Tutsağı Dita Kraus’un Gerçek Yaşam Öyküsüne Dayanan, Dünyadaki En Küçük –Ve En Tehlikeli– Kütüphanenin Hikâyesi
*
''Edita.. Sanki bir suç işlemiş gibi konuşuyorsun. Tek fark kadınlardan değil, erkeklerden hoşlanması.''
''Okulda bize bunun bir hastalık olduğunu söylemişlerdi.''
''Asıl hastalık, hoşgörüsüzlüktür.'' (Sayfa: 161)
*
''Bir akşamüstü dışarıda birinin ahşap giriş kapısına sarı X işareti boyamakta olduğunu görmüş ve koşarak inmişti. Elinde fırça olan genç alay eder gibi ona bakmıştı ve aldırmadan boyamayı sürdürmüştü. Fredy gencin üstüne atlamıştı ve yakasına öyle hızlı yapışmıştı ki boya kabı yere düşmüştü.
''Neden yapıyorsun bunu.?'' diye sormuştu gencin kolundaki gamalı haça bakarak, kendi ülkesinde olanlar karşısında hem öfkeli hem de şaşkındı.
''Siz Yahudiler medeniyet için tehlike arz ediyorsunuz.!'' diye haykırmıştı delikanlı küçümseyerek.
''Medeniyet mi.? Siz bütün gün yaşlıları itip kakarken, evlerin camlarını indirirken gelip bana medeniyet dersi mi vereceksiniz.? Sen medeniyetten ne anlarsın.. Siz Aryanlar Avrupa'nın kuzeyinde üstünüzde hayvan postları, elinizde sopalarla et pişirmeye çalışırken biz Yahudiler koca şehirler kuruyorduk.'' (Sayfa: 163)
''Neden yapıyorsun bunu.?'' diye sormuştu gencin kolundaki gamalı haça bakarak, kendi ülkesinde olanlar karşısında hem öfkeli hem de şaşkındı.
''Siz Yahudiler medeniyet için tehlike arz ediyorsunuz.!'' diye haykırmıştı delikanlı küçümseyerek.
''Medeniyet mi.? Siz bütün gün yaşlıları itip kakarken, evlerin camlarını indirirken gelip bana medeniyet dersi mi vereceksiniz.? Sen medeniyetten ne anlarsın.. Siz Aryanlar Avrupa'nın kuzeyinde üstünüzde hayvan postları, elinizde sopalarla et pişirmeye çalışırken biz Yahudiler koca şehirler kuruyorduk.'' (Sayfa: 163)
*
''Romanya en başından beri Nazileri desteklemişti. Victor Pestek, SS üniforması, belindeki sila*hı ve onbaşı rütbesiyle Auschwitz'de çok güçlü birine dönüşmüştü.'' (Sayfa: 196)
*
''Sonra işler sarpa sardı. Yumruk yumruğa kavgalardan zincire geçtiler. Akabinde sila*hlar geldi. Çingene tanıdıkları vardı ama esasen birçok Yahudi dostu olmuştu. Ladislaus gibi. Evine gider, okul ödevlerini birlikte yapar ya da beraber ormana kestane toplamaya giderlerdi. Bir gün neredeyse hiç farkına varmadan, bir elinde meşaleyle Ladislaus'un evini ya*kıyordu.
Geri çekilebilirdi fakat yapmadı. SS subaylarının maaşları iyiydi. Herkes sırtlarını sıvazlıyordu. Ailesi hayatında ilk kez onunla gurur duyuyordu, hatta ev iznine geldiğinde üniformasını yemek masasının üzerinde konu komşuya sergiliyorlardı.'' (Sayfa: 197)
*
''Her şey olup bittikten sonra mı, yoksa olaylar gerçekleşirken mi gülmek doğruydu, onu da sorguladı.
Sevdiklerin ölürken nasıl gülebilirsin.?
O gizemli gülümsemesi, yüzünden eksik olmayan Hirsch'i düşündü ve aniden bir aydınlanma yaşadı: Hirsch'in gülümsemesi, onun zaferiydi. Gülümsemesi karşısındakine şöyle diyordu: Bana sökmez. İnsanları ağlatmak için inşa edilmiş Auschwitz gibi bir yerde gülmek bir isyan hareketiydi.'' (Sayfa: 204)
*
''Karşında açık bir reçel kavanozu ile sürmek için bir dilim ekmek olmadığı sürece onurlu olmak kolaydı.''
(..)
''..nefret de aşka çok benziyordu; kime yönelteceğini seçemiyordun.'' (Sayfa: 217)
4 Temmuz 2024 Perşembe
Jeroen Brouwers - Damıtılmış Kırmızı (Fransızca'dan Çeviren: Bahadır Gülmez)
Arka Kapak:
*
Otobiyografik bir roman olan Damıtılmış Kırmızı, İkinci Dünya Savaşı sırasında Tjideng'deki Japon temerküz kampında geçen yılları bir çocuğun gözünden anlatıyor. O dönemdeki adı Batavia olan Endonezya bir Hollanda sömürgesidir. Anlatıcı, annesi, büyükannesi ve kızkardeşiyle birlikte dört ile altı yaş arasını bu kampta geçirir. Roman, kahramanın annesinin yıllar sonra ölümü üzerine belleğinde yaşadığı geri dönüşlerle kurgulanır. Kampta yaşananlar, kendisine nefret ve bağlılık duyulan iki kadında; annesinde ve bir dönem birlikte olduğu Liza'da odaklanır. Kulağına çalınan Japonca sözler, iş*kence sesleriyle, annesine karşı hissettikleri Liza ile yaşadıklarıyla çakışır. Brouwers, yaklaşık kırk yıl arası olan iki dönem ile birbirine çok uzak iki coğrafyayı tek bir kişinin iç yaşantısı aracılığıyla aktarıyor.
*
O, yine hep olduğu gibi, gizemli bir görünüşteydi ve gözlerini iri iri açarak şu sözcükleri yineledi:
*
Analar.! Analar.! öyle garip ses ki bu.!
*
Goethe'nin Eckermann'la Söyleşileri
*
Ben burada oldukça beni ara. Beni tanımayı öğren, çünkü buradayım. Burada olduğuma göre. Ama bununla birlikte, hiç kuşku yok ki burada değilim.
*
Ölü Ağıtı (Güney Celebes) (Sayfa: 5)
*
''..''Hep başka yerlerden eserek gelen, yine hep başka yerlere doğru eserek giden, ama hiç aynı yerde sürekli esmeyen, zaman zaman hoş, zaman zaman tatsız kokuları peşinden getiren ve bazan da bir kelebek ya da kızböceği, ama bazan da siyah bir kuş sürüsünü alıp götüren rüzgâr, aslında kesik kesik eser - ve kesilince, onun bahçede salladığı ve okşadığı her şey uzun süre kımıldamaya devam eder.''
*
Bu esrarengiz cümleye on yıldan fazla bir süredir tuttuğum güncede rastlıyorum. Onu en ufak bir metinde bile kullanamadım ve onca yıl sonra burada kullanmaya karar veriyorum.''
*
''Hiçbir şey yoktur ki bir başka şeyle ilişkisi olmasın.'' (Sayfa: 7)
*
''Şöyle ya da böyle, bu aramaların bende bıraktığı en önemli anı annemden koparılıyor olmamdı, olgunlaşmamış yeşil bir meyvanın, dalından toplanması gibi değil de, dalıyla birlikte koparılıp alınışı gibi - böyle bir durumda, ağaçtaki bütün yapraklar nevrotik bir titremeye yakalanacaklardır.'' (Sayfa: 24)
*
''Nasıl ki rüzgâr dinince, bahçede onun okşadığı her şey, sonra bile hareketli kalıyorsa, Tjideng Kampı'nda gördüklerim de, sonrasında, içimde, otuz ya da kırk yıl boyunca hareketli kalacaktı ve bu kitabı yazarken dinecekti: yazdığım şeyi artık tutmamalıyım ve bundan böyle yazdıklarım diğer insanların bilincinde ve bilinçaltında bir şeyleri hareketlendirebilir.
''Hiçbir şey yoktur ki bir başka şeyle ilişkisi olmasın.''..'' (Sayfa: 66)
*
''..''Hint Hollandası Kapmlarının Çocukları'', bugün aradan kırk yıl geçtikten sonra, tabanlarından tanınır, aynen Hollandalı çocukların kışın aç doğuşu* gibi. Bu çocuklar bugün kırk yaşında ve doymak bilmez oburluklarıyla tanınıyorlar.''
*
DİPNOT: Bu deyim, Hollandalıların çok kötü bir gıda yoksunluğu çektiği 1944-45 kışının Hollandasıyla ilgilidir. (Sayfa: 69)
*
''Sanıyorum, ''mutlu'' bir yazar olsaydım kötü bir yazar olurdum: mutlu yazarların anlatacak bir şeyi yoktur.'' (Sayfa: 71)
*
''1945 Nisan ayı, Japon adası Okinawa'nın fethine ve Japonya'ya karşı kararlı bir hava saldırısının başlamasına tanık oldu. O yıl, yaşgünümde, Adolf Hitler, bombardımana tutulan Berlin'de ağzına bir ku*r*şun sıkarak in*tihar etti. Bu olaylardan dolayı Tjideng tutukluları en korkunç cezalandırmalara maruz kaldılar.(..)
4 Mayıs sabahı, annem, tıpkı pataklandığında ağladığı gibi iki gözü iki çeşme ağlayarak annesini kamış bir hasıra sardı, sonra bu cansız ağırlığı kaldırdı ve düz tahtanın üzerine koydu, tahtaya bir ip bağlayarak iki tekerlekli bu nesneye asılmaya başladı, kızkardeşimle ben, iki yanından devrilmemesi için tutarak, büyükannemle son kez kampın sokaklarından geçerek onu kapıya teslim ettik.'' (Sayfa: 80)
*
''..benim gibi bir yazar hayatını iki kere yaşar -ikincisi, ilk kez yaşadığı şeyi betimleyeceği zaman.'' (Sayfa: 86)
*
''Ağustos 1945 başı -henüz neresi bilmiyorum ama kendimi dünya tarihinin deprem merkezinde buluyorum: olup bitenler dünyanın yüzünü değiştiriyor, tanrı tanrısızlaştırılıyor, artık bundan böyle, hayat önceki gibi olmayacak, çünkü bir anda bütün devirler son buluyor ve sonun üzerinde yara izleri var, yüzyıllar da geçse, dünyanın ve bütün insanlığın derisindeki yanık izi ortadan kalkmayacak.
6 Ağustos'ta atom bo*mbası Hiroşima'ya düşüyor, üç gün sonra atom bo*mbası Nagazaki'ye düşüyor.
Bu bombardımanlar karşısında, Tjideng Kampı'nda oturanlar içtima alanına toplanıyor ve oniki onüç saat boyunca hazırol vaziyetinde durarak cezalandırılıyor, Jap, kampta ateş ederek, süngü saplayarak, kırbaçla vurarak dolaşıyor..'' (Sayfa: 98)
*
''Ben tekerlekli patenimin üzerinde olmak üzere hepimiz güneşin altındayız, iki kolumla annemin zayıf kalçalarına sımsıkı sarılarak büzülüyorum. Onun bedeni de, kamptaki bütün bedenler gibi nemli, yapış yapış: bunlar o kadar kirli bedenler ki artık terlemiyorlar bile, ayrıca, bedenlerinden terle (ya da gözyaşlarıyla) boşaltılabilecek sıvı hiçbir şey kalmamış - bu bedenler sıvı akıtmadan ağlıyorlar. Aynı şekilde kadınların bedenleri artık hiç regl olmuyor, çünkü yeterince kanları yok.).'' (Sayfa: 100)
*
''Sutyen annemin göğsünden çıkıyor, ve avuç avuç içine doldurduğu pirinçler ayaklarının dibinde saçılıyor ve annem önceden olduğu gibi göğüssüz kalıyor. Sonra ikinci bir pirinç sağanağının bacaklarının arasından yağışını görüyorum - annem ayrıca kilolarca pirinci külotunun içine koymuştu, pirinçler asfaltın üzerinde dört bir yana yayılıyor.
Hayır, geçici olarak da olsa gülünecek bir şey yok.'' (Sayfa: 106)
*
''Dikkat et Sone, bu kalabalığın içinde bir çocuğum ben, ama seni yakından göre göre ezberledim. Bizzat ben anlatacağım seni Bay Sone, güneşin piçi, üç haikuyla ölümünü, yani üç kez: beş hece, yedi hece, beş heceyle anlatacağım - sizin belleğinizi kıyım kıyım doğramak için daha fazla hece gerekmez bana. Okumayı biliyorum ve yakında, yazmayı da öğreneceğim, sizin böğrünüz kanlı, sinekler gebertsin sizi.'' (Sayfa: 107)
*
''Bütün vücudumu saran nasırları yumuşat.'' (Sayfa: 115)
19 Haziran 2024 Çarşamba
Aleksandros Papadiamantis (Αλέξανδρος Παπαδιαμάντης) - Hadula (Özgün Adı: Η φόνισσα) (Çeviren: Yasemin Aydın)
Mikis Theodorakis (Μίκης Θεοδωράκης) - Yapayalnız Kalacaksın Gecenin Ortasında (Yaşamım ve Müziğim) (Türkçesi: Ahmet Cemal)
ANILARIMIN TÜRKÇE BASIMI İÇİN * --------------MİKİS THEODORAKİS * Anılarımın Türkçeye çevrilen ilk cildine önsöz yazmaktan büyük sevinç du...
-
su damlasının üstündeki iskeleye benzeyen bir günaydın sana gittiği yere köprüsünü taşıyan bir dere bir tüyün tutunduğu kuşu geçmesi gibi b...
-
Hangi türden olursa olsun, bir sanat ürününün tadılması, onun kavranılmasıyla doğru orantılıdır. Eseri ne kadar çok anlamışsak, elde edec...
-
Onlara * Zannetme ki dâim bi şekcesine Siz her anırdıkça huu çeker millet Alkış beklerken siz eşşekçesine Verir hakkınızı, yuu çeker ...
-
ACILARA KARŞI * İyi ki silahlanmışız acılara karşı Türküsüz çıkmamışız yollara Ekmekten ve gömlekten önce Aşk Ve sevinç doldurmuşuz koynum...
-
I * Denizde bir şey var Deniz bembeyaz bir dañ.! Köpürdelâ Köpürcük Köpürgân * II Ne benim ellerim çalışkan eskisi gibi Ne senin kalbin ben...
-
Ağaçlar hep en etkileyici vaizler olmuştur benim için. Ormanlar ve korularda halklar ve aileler halinde yaşayan ağaçlara hayranım ben. Tek...
-
1929-1935 YILLARI ARASINDA YAZDIĞI, AMA SAĞLIĞINDA YAYIMLANAN KİTAPLARINA ALMADIĞI ŞİİRLERİ Şafaklar sarmadan dağları Işıklarla sular ...
-
Nikos Kazancakis, Zorba, Arka Kapak Nikos Kazancakis, çağdaş Yunan edebiyatının ancak buzlucam ardından seçilebilen, tedirgin ve büyü...
-
Mehmet Sönmez: * ''Can Yücel Adana Cezaevindeyken (1973-74) Mehmet Sönmez de İstanbul'da Sağmalcılar ve Selimiye Cezaevlerinde h...